๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 10:48:46



Konu Başlığı: İlmin Adamları
Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 10:48:46
İlmin Adamları

 
Kur'an, ilmi ve ilim adamını övmüştür; tüm insanlardan ilmin adamları olmaları­nı istemiştir. 'Bilesin' (ilam) veya 'bilesiniz' (i'lamû) şeklindeki emir kipleri hep bununla ilgilidir. Elbette ki tüm insanlardan istediği ve müminler için olmazsa-olmaz şart olarak ifade ettiği şey 'bilim adamı' olmaları, din konusunda 'uzmanlaş­maları' değil; imanlarını ve hayat tarzlarım ilme dayandırmalarıdır. Şu ayetler ise bunun örneklerinden bazılarıdır:

Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. [378] Bilesiniz ki, Allah'ın azabı çetindir. [379] Bilesiniz ki Allah'ın huzuruna toplanacaksınız. [380] Bilesiniz ki Allah çok güçlü ve her şeyi yerli yerince yapandır. [381] Allah, yedi kat göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır. Ferman bunlar arasın­dan inip durmaktadır ki, böylece Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz. [382]

Eğer sen sözü açıktan söylersen bilesin ki, O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bi­lir. [383]

Kur'an idrak etmeye; düşünüp gerçeği anlamaya, akıl erdirme çabasına ayrıca­lıklı bir önem vermiştir. Akıl erdirilmesini/idrak edilmesini emretmiştir. Çünkü daha bilinçli imana sahip olunmasını amaçlamaktadır. İnancın ve hayat tarzının, müşriklerin/kafirlerin yaptıkları gibi zanlarla, sanmalarla değil, bilinçli bir bilgiye dayandırılarak gerçekleştirilmesini istemektedir. Bu nedenle de her fırsatta 'idrak edecek misiniz?'-, 'idrak etmeyecek misiniz?' diye sormuştur. Sorusunu iş olsun di­ye, amaçsız bir şekilde sormadığı için de, beşerî bilgi imkânlarıyla cevabı verile­meyecek bazı soruların cevabını bizzat kendisi vermiş ve idrakleri açıp, harekete geçirmenin çabasını yürütmüştür:

Ceza gününün ne olduğunu idrak ediyor musun? Bir kez daha (soruyorum): Hesap gününü idrak ediyor musun? (O) hiç kimsenin başka birisine zerre mik­tarı fayda sağlayamayacağı bir gündür. Çünkü o gün hakimiyet sadece Allah'a aittir. [384]

Siccîn nedir, idrak ediyor musun? O (silinmez bir şekilde) tutulan kayıttır. Vay haline o gün hakikati yalanlayanların.[385] O sarp yokuşun ne olduğunu idrak ediyor musun? O, insanları tutsaklık zin­cirlerinden kurtarmaktır; kendisi ihtiyaç içindeyken bile başkasının ihtiyaç içinde olduğunu düşünüp bencillik yapmamak, açları doyurmaya çalışmaktır; yakınlığı olan bir yetime veya herhangi bir yakınlık bağı olmayan yabancı yok­sula yardım etmektir; iman edenlerden ve birbirlerine sabrı, merhameti tavsiye edenlerden olmaktır. [386]

Kadir gecesinin ne olduğunu idrak ediyor musun? Kadir gecesi bin aydan da­ha hayırlıdır. O gece melekler, Rabbinin izniyle ilâhî bir ilham taşıyarak bölük bölük inerler; (insanı) her türlü (kötülük)ten emin kılar bu gece; tâ şafak vak­tine kadar. [387]

Aniden kopup gelen o şey! Ne dehşet vericidir o aniden kopup gelen şey! id­rak ediyor musun aniden kopup gelen o şeyi? (O) insanların şaşkın vaziyette uçuşan pervanelere benzeyeceği gündür. Dağlar yumuşak yün yumakları gibi (dağılırlar, uçuşurlar). O gün tartıda (iyilikleri) ağır basan kişi kendisini mut­lu bir hayat içinde bulur. Tartıda (iyilikleri) hafif gelen ise, bir uçurumunun girdabına sürüklenir. İdrak ediyor musun, nedir o (uçurum)? O kızgın bir ateş­tir.

Kur'an, ilmi, gerçeğe uygun olmak, gerçekle örtüşmek anlamında kullanmış­tır, ilmi herhangi bir bilgiden titizlikle ayırmıştır. Bilginin ilim olabilmesi için zandan ayrılmasını sağlayacak sağlıklı ve tutarlı kavrayışı; kuruntu ve yanılgılar­dan seçilmesini sağlayacak realiteye uygunluğu; taklit ve bilinçsiz bağlılıktan ay­rılmasını sağlayacak delile dayanmayı bir şart olarak ifade etmiştir. Davetin mu­haliflerinin ilim olarak düşündükleri şeylerin esasen sadece zan, sanı, tahmin ol­duğunu açıklayan ve gösteren Kur'an, müminlerin ilmin adamları olması gerekti­ğini çok değişik vesilerle ve sürekli bir şekilde bildirmiş, istemiş ve hatta emret­miştir. Küfür, şirk, cehalet, zan arasında bağlantı kuran ve hepsini aynı anlam ala­nında buluşturan Kur'an; kendisini, imanı ve ilmi de başka bir anlam alanında bu­luşturup birleştirmiştir:

(Resulüm!) İşte böylece sana (önceki kitapları tasdik eden) bu Kitab'ı indir­dik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman ediyorlar. Şunlardan (Mekkelüerden) da ona iman eden nice kimseler vardır. Âyetlerimizi, ancak kâfirler (inatları yüzünden) bile bile inkâr ederler... Hayır, o (Kur'an), kendile­rine ilim verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, an­cak zalimler bile bile inkâr ederler. [388]

Bir de, kendilerine ilim verilenler, onun (Kur'an'm) hakikaten Rabbin tarafın­dan gelmiş bir gerçek olduğunu bilsinler de ona inansınlar, bu sayede kalpleri huzur ve tatmine kavuşsun. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri, kesinlikle dos­doğru bir yola yöneltir. [389]

Ve böylece biz onu Arapça bir hüküm (hikmetli bir söz) olarak indirdik. Eğer sana gelen bu ilimden sonra, onların arzularına uyarsan, (işte o zaman) Allah tarafından senin ne bir dostun ne de koruyucun olur. [390]

İlmi beşerî ve ilâhî olmak üzere iki grupta ele alan ve açıklayan Kur'an, duyu organları aracılığıyla elde edilen ilmi beşerî, vahiy ile Allah'tan gelen ilmi ise ilâhî olarak nitelemiştir. Ancak bunları hiçbir şekilde birbirlerinin karşıtı veya çelişiği olarak görmemiş; böylesi bir anlayışa veya yoruma katılmamıştır. Bunların birbir­leriyle olan uyumlarına, birbirlerini anlaşılır kılmalarına, birbirlerini tamamlama­larına dikkat çekip, ilâhî ilmi doğru anlayabilmek için beşerî ilmin önemine vur­guda bulunmuştur. Bu önemli bir açıklamadır. Çünkü zanna, sanıya, tahmine da­yansa da müşriklerin, kafirlerin inançlarını teşkil eden bilgileri de esasen bir 'iman'dır; müminlerinkinin de iman olduğu gibi. Fakat Kur'an bu iki imandan müminlerinkini ilme dayandırırken, diğerini en 'doğru1 haliyle bile sadece bir zan, sanı, tahmin olarak nitelemiştir. Ancak bu ayrımı sadece bir söylem olarak gerçekleştirmemiş, hiçbir şekilde kendisi hakkında 'sebebini sormayın; ben doğruyum, o yanlış' yaklaşımı sergilememiştir. Tespitinin gerekçesini somut nedenlere dayan­dırmıştır. Şöyle ki, 'iman' sübjektif bir kabuldür. Bu durumda da şu soru büyük bir önem kazanmaktadır: 'Hem müminlerin ve hem de kafirlerin 'imanları sübjektif olduğuna göre, bu İki kesimin imamyla ilgili olarak Kur'an'ın ifade ettiği zan-üim ay­rışması sadece bir iddia olarak mı kalacaktır? Eğer bir iddia olarak kalacaksa Kur'an'ın müşriklerin/kafirlerin bilgisi için söylediğini, onların da Kur'an için söyle­melerini ne engelleyebilir; iki tespitten gerçek olan nasıl fark edilecek?' işte bu aşa­mada gerçeğin bilgisi olan vahyin farkı açığa çıkmaktadır. Kur'an açıklıyor ki, vahyin bilgisi olan kendisi iç ve dış 'tabiatın' bilgisiyle uyumludur; onları aşar, ama onlara aykırı değildir. Tabiatın bilgisi de ayettir, aynen kendisinin olduğu gi­bi. Ve ayetler birbirleriyle çatışmazlar; birbirlerini desteklerler. Bu nedenle Kur'an, doğruluğunun delillerinin bir kısmım dış tabiattan (âfâkî ayetler), bir kıs­mını ise iç tabiattan (enfüsî ayetler) hareketle sunmuştur.[391] Bu delillerin düşünül­mesini, akledilmesini, fıkhedilmesini, tedebbür edilmesini istemiştir:

Şüphesiz göklerde ve yerde inananlar için birçok âyetler vardır. Sizin yaratılışı­nızda ve (Allah'ın) yeryüzünde yaydığı canlılarda, kesin olarak inanan bir top­lum için ibret verici işaretler vardır. Gecenin ve gündüzün değişmesinde, Al­lah'ın gökten indirmiş olduğu rızıkta (yağmurda) ve ölümünden sonra yeri onunla diriltmesinde, rüzgârları değişik yönlerden estirmesinde, aklını kulla­nan toplum için dersler vardır. İşte sana gerçek olarak okuduğumuz bunlar Al­lah'ın âyetleridir. Artık Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi söze ina­nacaklar? Vay haline, her yalancı -ve günahkâr kişinin! O, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir de sonra büyüklük taslayarak sanki hiç onları duyma­mış gibi (küfründe/nankörlüğünde) direnir, işte onu acı bir azap ile müjdele!... İnkâr edenlere, 'Âyetlerim size okunmuş, siz de büyüklenip suçlu bir toplum ol­muştunuz, değil mi?' denilir. [392]

Üstlerinde kanatlarını aça-kapata uçan kuşları (hiç) görmediler mi? Onları (ha­vada) rahman olan Allah'tan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmekte­dir. [393]

Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye ya­ratmadık. Onları sadece gerçek bir sebeple yarattık. Fakat onların çoğu bilmi­yorlar. [394]

Kur'an kendisi ile insanlığa sunulan bilgilerin gerçek olduğunu, Allah'ın tabi­attaki 'ayetlerini' şahit tutarak ispatlamaktadır. Her ne kadar taraftarları tarafından ilim kabul edilse bile, zanna dayanan bilginin inşa ettiği inançların ve hayat tarz­larının 'iç tabiatın' ve 'dış tabiatın" ilmi ile örtüşmediğini, tabiattaki 'ayetlerin' zan­na dayanan bilgileri yanlışladiğım bildirmiş ve örnekleriyle de göstermiştir:

De ki: 'Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?' Derler ki: 'Allah'tır.' O halde de ki: 'O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?' De ki: 'Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?1 Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: 'Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir'. [395]

Kendileri yaratıldığı halde hiçbir şeyi yaratamayan varlıkları (Allah'a) ortak mı koşuyorlar? [396]

De ki: 'Allah'ı bırakıp da taptığınız, ortaklarınızı gördünüz mü? Gösterin bana! Onlar yerdeki hangi şeyi yarattılar! Yoksa onların göklerde mi bir ortaklıkları var!' Yahut biz onlara, (bu hususta) bir kitap mı verdik de onlar, o kitaptaki bir delile dayanıyorlar? Hayır! O zalimler birbirlerine, aldatmadan başka bir şey vâdetmiyorlar[397]

Ruhlar (bedenlerle) birleştirildiğinde, diri diri toprağa gömülen kıza hangi gü­nah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda.[398]

Kur'an gerçeğin bilgisini; realiteyle örtüşen bilgiyi sadece 'ilim' ile ifade etme­di. Gerçeğin bilgisini bazı nüanslarıyla ayırdı ve ilmi, hakikati anlamanın, bilme­nin, fark etmenin daha ötesine de uzanan özel durumlarıyla da açıkladı. Bu bağ­lamda 'yakîn' terimi önemli bir yere sahiptir. Yakın, Kur'an'ın önemsediği ve olumladığı terimlerden birisidir. Gerçi sübjektif bir durumu ifade etmektedir. An­cak yakın ilmin bir ileri aşaması olması nedeniyle ilme aykırı değildir. Her yakın bir ilimdir, ama her ilim bir yakın değildir. Böylelikle yakîn adına girilebilecek yanlışların kapısı sıkıca kapatılmıştır.

Kur'an'ın tercih edip kullandığı 'yakîn'in ne olduğunu anlamak için 'ilim'den hareket etmek gerekmektedir, ilim en sade anlamıyla gerçeğe uygunluğu ifade et­mesine karşılık, yakîn gerçek olmayı, gerçeği yaşamayı, gerçeğe ermeyi ifade et­mektedir. Kur'an'da, ilahî lütuf gereği gönlündeki her türlü şek ve şüphelerden uzaklaşmış kişinin imam yakînin örneği olarak ifade edilmiştir. Ahireti gözleriyle görmüşçesine iman edenlerin durumunun, yakînle aynı kökten türemiş ikan ile tanımlanması konunun örneklerinden birisini oluşturmaktadır.[399] Ya­kîn elbette ki, öncelikle müminlerden bazılarının özelliği olarak anlam kazanmak­tadır. Ancak sadece müminlere ait kılınmamıştır. Müminlerden bazıları dünya­dayken yakîne sahip olurlarken, müşriklerin/kafirlerin de yakîne ulaşabilecekleri bildirilmiştir. Ancak bir farkla; onların yakîne ulaşması ahirette gerçekleşecektir. Kur'an, cehenneme düşen müşriklerin/kafirlerin yakîne erişmelerini şöyle anlatıl­mıştır: 'O günahkârların, Rableri huzurunda başlarım öne eğerek, 'Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık' deyişlerini bir görsen! [400]

Kur'an bir delilden hareketle oluşan ilim anlamında 'ilme'] yakîn'ı kullanarak ilmin gerçekle birebir örtüşmesine, gerçeği yansıtmasmdaki önemine dikkat çe­kerken; ilme'l yakîn'in sonucu olarak anlam kazanan yakîn durumunun üst aşa­ması olarak da 'ayne'l yakîn'i kullanmıştır. Bu iki durumun Kur'an'daki örneği ay­nı kimselerin birbirini takip eden özelliklerine bağlı olmak üzere şöyle verilmiş­tir: (Ey günahkârlar!) Çok şeye sahip olma yarışınız, açgözlülüğünüz sizi oyalıyor (bu nedenle gerçeği göremiyor, anlayamıyorsunuz). Bu durumunuz ölümünüze kadar da devam edecek. Ama! Yakında bileceksiniz! Evet, kuşku yok ki yakında (gerçeği) bileceksiniz- Evet onu yakında kesin bir bilgiyle görüp, bileceksiniz (ilme'l yakîn). (Cehennemin) şiddetli ateşini muhakkak tadacaksınız. O (cehennemin azabını) apa­çık yaşayacaksınız (ayne'l yakîn). Ve o gün verilmiş nimetlerden dolayı hesaba çeki­leceksiniz.[401]

Vahyolunan her ayetle ilim-zan, güven-kuşku farklılığı olanca açıklığıyla ortaya konunca hem müminler ve hem de müşrikler tarafından iyice anlaşıldı ki, İslâm mevcut inanç sistemlerine ve hayat tarzlarına ek olarak gelmiş yeni bir din değil­dir. O, insanın özünde bulunan her türlü iyiliğin, güzelliğin, doğruluğun, hayrın, gerçeğe uygunluğun, ahlâkın... bir araya gelişidir; bunlann her türlü lekeden, pis­likten ayrılarak sistemli bir bütüne dönüşünün ismidir, islâm ile diğerleri arasın­daki farklılık iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, hakikat-batıl, adalet-adaletsiz-lik, akıllıhk-akılsizlık, bilinçlilik-bilinçsizlik- sorumluluk-sorumsuzluk... farklılı­ğından başka bir şey değildir. Üstelik bu ayrışma ilk ayetlerle birlikte başladı. Re-sulüllah'a verilen 'Rabb'ini yücelt', 'Elbiseni temiz tut', 'Pis şeylerden uzak dur', 'Yap­tığın iyilikleri çok bularak başa kakma [402] talimatları söz konusu ayrışmanın gereği ve başlangıcı oldu. Daha sonra bunları diğerleri takip etti. So­nuçta dosdoğru bir inanç sistemi ve hayat tarzı hiç eksiksiz, kusursuz; bir şekilde tamamlandı. Ve Allah tüm müminler için şu ebedî uyarıyı yaptı: 'Eğer sana gelen bu ilimden sonra, o (yanlış yolda gidenlerin) arzularına uyarsan, seni Allah'a karşı koruyacak ne bir dost ne de bir savunucu bulabilirsin.[403]



[378] Muhammed, 47:19

[379] Bakara, 2: 196

[380] Bakara, 2: 203

[381] Bakara, 2:209

[382] Talak, 65:12

[383] Taha, 20:7

[384] İnfitâr, 82:17-19

[385] Mutaffifîn, 83:8-10

[386] Beled, 90:12-17

[387] Karia, 101:1-11

[388] Ankebut, 29: 47,49

[389] Hac, 22:54

[390] Rad, 13:37

[391] 'insanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur'an'ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?' (Fussilet, 41:53)

'Kesin olarak inananlar için yeryüzünde âyetler vardır. Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz?' (Zariyat, 51:20,21)

[392] Casiye, 45:3-8,31

[393] Mülk, 67:19

[394] Duhân, 44:38, 39

[395] Rad, 13:16

[396] A'raf, 7:191

[397] Fâtır:35:40

[398] Tekvir: 81:7-9

[399] Bakara, 2:4

[400] Secde, 32:12

[401] Tekâsür, 102:1-8

[402] Müddesir, 74:3-6

[403] Rad, 13:37