๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 02 Ağustos 2011, 16:56:39



Konu Başlığı: İlk Tepkiler
Gönderen: Ekvan üzerinde 02 Ağustos 2011, 16:56:39
İlk Tepkiler


Rabbimden bana peygamberlik geldi. Bu sebeple sıkıntıya maruz kaldım. Bana insanların beni yalanlayacakları söylendi; 'Sen bildiğini yapacaksın, on­lar da sana bildiklerini yapacaklar' denildi. Ya Rabbi! Kalbime güven vere­cek ve benden bu kederi giderecek yolu göster. (Hz. Muhammed (s)

Hz. Peygamber'in daha önce hiç beklenmeyen bir şekilde, birdenbire çevresinde­ki insanlara inançlarının ve hayat tarzlarının yanlış olduğunu söylemeye başlama­sı, daha ilk andan itibaren tepkilere neden oldu. Kırküç yıllık bir dönemi kapsa­yan hayatı boyunca hemşehrilerinin tamamının saygı ve takdirini kazanmış birisi olarak, söyledikleriyle neredeyse bütün tanıyanlarını önce şaşkınlığa sürükledi. Mekkeliler, saygıyla andıkları Abdülmuttalib'in torunu, Hatice'nin kocası olan ve münzevî hayatım tercih edip adeta dünyadan el-etek çeken Muhammed'de ger­çekleşen değişime bir anlam veremediler. Gerekçesini anlamakta zorlandılar. Bü­yük bir şaşkınlıkla Muhammed'in durumunu aralarında görüşüp, konuşmaya baş­ladılar. O'nun, Mekke'deki mevcut inançlara yönelik eleştirilerinin dozajının gün geçtikçe artması karşısında öfkelendiler. Gidişatın hiç de hafife alınacak nitelikte olmadığını şaşkınlık ve öfke içerisinde izlediler. Yakın gelecekte Mekke sistemini sarsacak ciddi bir problemle karşı karşıya olduklarını düşündüler. Fakat çocuklu­ğundan beri yakından tanıdıkları ve hiç kimsenin sahip olamayacağı olumlu sıfat­larla takdir ettikleri hemşehrilerine karşı fiilî bir tepkide bulunmayı akıllarına ge­tirmediler. Zira, O'na yönelik bir sataşma veya saldırının, mensubu olduğu Haşim oğulları soyu ile diğer soy ve aileler arasında büyük problemlere neden olacağını biliyorlardı. Aile bağlarının son derece güçlü olduğu Arap toplumunda bir ferde saldırının onun tüm ailesine, akrabalarına saldırı anlamına gelmesi, içlerinden ge­çeni uygulamaya koymalarına engel oluyordu. Haşim oğullarının, Resulüllah'm davetine katılmasalar dahi, zor durumda O'nu desteklemekten kaçınmayacakları­nı Arap kavmiyetçiliğin değişmez gereği olarak biliyorlardı. Kendilerini biraz ol­sun rahatlatan tek şey, Resulüllah'm tebliğ ettiği yeni dini sadece bireysel görüş­melerinde dile getirmesiydi. Bu durumu, yeni dinin toplumsallaşma ihtimalinin zayıflığına yönelik önemli bir işaret olarak düşündüler. Bu nedenle de tepkilerini daha çok alay etme biçiminde açığa vurdular. Resulüllah'la 'Abdülmuttalib oğulla­rının gökten haber alan oğlu [180] diye alay ettiler. Bu alaylarıyla da, üçüncü şahıslara yönelik olmak üzere, 'Muhammed'in sözleri kabul edilecek ve katlanılacak şeyler de­ğil; aklını yitirmiş birisini dikkate almaya gerek yok' demek ister gibiydiler.

Ancak her yeni günle birlikte durum biraz daha değişti. İlk zamanlar eşi ve ço­cuk yaştaki Ali ile sabah vakti Kabe'de namaz kılan ve başka taraftarı olmayan Re-sulüllah, kısa süre sonra Ebû Bekir gibi toplumda önemli statüye sahip bir şahsi­yetin desteğini aldı. Ebû Bekir, Mekke'nin eşrafından, Dâru'n Nedve'nin önemli üyelerinden birisiydi. Resulüllah'a Mekke sisteminin bir temsilcisi olarak giden Ebû Bekir, yeni dinin taraftarı olarak döndü ve o da kısa süre sonra Meclis'le olan bağlarını kesti. Üstelik, Ebû Bekir hiç çekinmeden ilk günden itibaren Resulül­lah'm söylediklerini kabul ettiğini açıkça her yerde ilan etti; bıkıp-usanmadan ye­ni dine taraftar aramaya başladı. Ebû Bekir'in İslâm'a girmesi, Mekke'de ciddi bir sıkıntıya neden oldu. Mekke eşrafı önceleri sadece Resulüllah'ı kaybetmiş olma­nın sıkıntısına sahiplerken, şimdi buna Ebû Bekir'de eklenmişti. Şaşkınlıkları ar­tıkça arttı. Şaşkınlıklarının sonu bir türlü gelmedi; her şaşkınlığı bir başkası izle­di. Her gün daha başkalarının da Resulüllah'm yanında yer aldığını, O'nun söyle­diklerini kabul edip desteklediğini duydular veya gördüler. Kendileri açısından en ilginç gelişme, Mekke toplumunun aşağılayıp, değer vermediği Bilâl, Habbab b. Eret, Süheyl, Ammar b. Yasir ve Sümeyye'den oluşan bazı kölelerin de yeni dine mensup olmalarıydı. Ebû Bekir gibi eşraftan birisi ile bvt kölelerin arasındaki her türlü farklılığın reddedilerek, birbirlerini eşit kabul etmeleri ise şaşkınlıklarının asıl nedenini oluşturdu. Bu, Mekke değerlerini alt üst eden toplumsal bir hareke­tin doğmakta olduğunun ilk, fakat aynı zamanda tehlikeli bir işaretiydi.

Mekkelilerin ve özellikle de eşrafın en çok düşündükleri ve cevabını bulmaya çalıştıkları konu, Resulüllah'm bir anda böylesi bir işe kalkışma nedeniydi. Aklı başında birisi küçük bir işe dahi amaçsız kalkışmayacağına göre, Muhammed gi­bi toplumun takdirini kazanmış son derece akıllı birisinin, toplumun tamamına cephe almayı gerektirecek bir işe kalkışmanın nedensiz olamayacağını düşündü­ler. Nedeni bulmaya çalıştılar. Fakat kendileri açısından makul bir neden bulama­dılar. Zengin olmak, makam elde etmek gibi gaye ve düşünceleri bulunmayan bi­risi olduğunu bildikleri Resulüllah'm, böylesi bir işe kalkışmasını bizzat kendile­rinin de inanmadıkları bir sebebe dayandırmak zorunda kaldılar: 'Aklını yitirmiş olmak'. Ne düşünürlerse düşünsünler, hiçbir şekilde başka bir gerekçe bulamadılar. İddialarını bazen 'mecnun' veya 'meczup' sözleriyle, bazen da 'çıldırdı' sözleriy­le ifade ettiler. İnsanların İslâm'a girişini önlemek için bu kanaatlerini propagan­da malzemesi olarak kulandılar. Hatta zamanla propagandaları Öylesine etkili ol­maya başladı ki, Resulüllah'ı bu menfi propagandanın etkisinden korumak için ayet vahyolundu. Söz konusu ayetle, ilk ayetler vahyolunduğu zaman durumu ka­bullenmekte zorluk çeken Resulüllah'm tekrar aynı tür şüpheye düşmemesi için gerekli önlem önceden alınmış oldu. Ayette, Mekkelilerin kanaatinin yanlışlığı yüzlerine vurulurken, Resulüllah'a da bir mesaj verilerek kalbi pekiştirildi; gidişa­tını sürdürmesi sağlandı; 'Sen, Rabb'inin nimeti sayesinde bir mecnun değilsin. Senin için kesintisin bir ödül var; çünkü sen büyük bir ahlâk üzeresin. Zamanı gelince ki­min fitneye tutulup çıldırmış olduğunu sen de göreceksin, onlar da görecekler. Gerçek şu ki, yalnızca senin Rabb'in, kimin kendi yolundan şaşırıp saptığını, daha iyi bilen­dir. Kimin hidayete erdiğini daha iyi bilen de O'dur.[181] Fakat daha sonra konuyla ilgili bir ayet daha vahyolundu. Bu sefer de muhatap doğrudan Re-sulüllah'tı. Bu ayette şöyleydi: '(Ey Muhammedi) eğer sen, sana indirdiğimizden kuşkuda isen, (vahyin ve risâletin mahiyetini) senden önceki kitap okuyanlara sor. Andoisun sana Rabb'inden hak geldi. Sakın kuşkulananlardan olma. Ve sakın Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan olma, yoksa ziyana uğrayanlardan olursun.[182] Bu ayet vahyolunduğu zaman, Resulûllah'm ilk tepkisi 'Ey Rabbiml Ben şüphe etmiyorum. Ehl-i kitabın sözünden bir delil de istemiyorum. Aksine, indirdiğin apaçık deliller bana yeter [183] oldu. Esasen, bu ayetle Resulüllah'm peygamberliğini tasdik ve pekiştirmek amaçlanıyordu. 'Diyelim ki, jarzedelim şüphe ettin, o zaman bil ki...' anlamına gelen ve Resulüllah'm düşünmesi dahi mümkün olmayan bir konuda, vahyin sıhhati konusunda kuşkuya mahal olmayacağı açıklanıyordu. Ay­rıca mezkûr ayet ile Resulüllah'ı davasına ruhen ve aklen hazırlamakla kalınma-yıp, diğer müminlerin de kalpleri pekiştiriliyor veya vahiy konusunda az da olsa kuşkulan bulunanlara cevap veriliyordu. Verilen mesaj açıktı, deniliyordu ki: 'Aranızda bir ömür yaşamış ve bu nedenle çok yakından tanıdığınız Muhammed, ilâ­hî bir silsilenin devamıdır. Kendiliğinden bir şey uyduruyor veya icat ediyor değil. O'nun durumunun tanıkları yanı başımzdaki Yahudi ve Hıristiyanlar dır. Onlarla sü­rekli görüşüyor ve ticarî ilişkiler içerisinde bulunuyorsunuz. Onlara sorun ve pey­gamberliğin mahiyetini anlayın. Sorduğunuz zaman öğreneceksiniz ki Muhammed'in bildirdiği ve sizleri şaşkınlığa sürükleyen şeyler ilk de/a O'nun şahsında açığa çıkan şeyler değil'. Böylelikle müminler muhtemel bir kuşkudan uzaklaştırılırlarken, müşrikler ise muhtemel iftiralarına başvurmadan cevaplandırıldılar; iftira girişim­leri peşinen önlendi.

Resulüllah'i davasına zihnen hazırlayan ayetler zaman zaman vahyolunmaya devam etti. Ruhunu destekleyip güçlendirmek için geçmişteki elcilerden örnekler verildi: 'Andoisun biz senden önce de elçiler gönderdik. Onlardan kimini (n hayatını)

sana anlattık. Kimini de anlatmadık [184] ayeti ile Resulüllah'ın risâlet gibi bir görevin ilk ve tek temsilcisi olmadığı, insanlık tarihi boyunca sürekli ve hatta her topluluğa [185] gönderilmiş hakikat önderlerinden sadece biri­si olduğu; dolayısıyla temsil ettiği davanın, diğer bütün davalardan daha sürekli ve köklü olduğu bildirildi. Bu ayetlerle, Resulüllah'm şahsında peygamberliğini pekiştirmek amacının yanı sıra, davetin muhataplarına da önemli mesajlar veril­di. Resulüllah'm bir türedi olmadığını açıklayan ayet ise konunun en önemli ör­neklerinden birisini teşkil etti: 'De ki; 'Ben peygamberlerden bir türedi değilim. (Ya­ni peygamberlik gibi bir özelliğe ilk defa ben sahip oluyor değilim). Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedüene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim.[186]

Fakat, biraz daha geç dönemde olmakla birlikte, Mekke'de kulaktan kulağa ya­yılan, toplantı ve sohbetlerin başlıca konusu haline gelen Resulüllah'm akıl sağlı­ğıyla ilgili dedikodular, bazı müminleri veya İslâm'a girmeyi düşünenleri kısmen de olsa etkiledi. Veya böylesi bir ihtimal belirmeye başladı. Bunların kimler oldu­ğunu bilmiyoruz, ancak şu ayetler bu durumda bulunanların varlığından haber­dar olmamızı sağlıyor: 'Battığı zaman yıldıza andolsun. Arkadaşınız (olan peygam­ber) şaşırıp sapmadı ve azmadı. O nevadan konuşmaz. O (nun söyledikleri) kendisi­ne vahyolunan vahiyden başka bir şey değildir.[187] Aslında, müşriklerin Resulüllah'la ilgili söz konusu kanaatlerinin ve Resulüllah'a inanmış veya yakın­lık duyan bazı şahısların şüpheci tavırlarının nedeni sadece Mekke ileri gelenleri­nin bir anlamda organize ettiği karşıt propaganda değildi. Başka durumların da söz konusu tavır ve kanaatlerin oluşmasında etkisi vardı. Özellikle de Resulül­lah'm bir vaadi, bazılarını ciddi düşüncelere sevk ediyordu. Resulüllah, risâletin daha ilk günlerinden itibaren insanlara o gün için akılları şaşırtacak bir vaatte bu­lunuyordu: 'Ey Kureyşliler, bana itaat edin ki kıyamete kadar bütün insanlar sizin ardınızdan yürüsün [188] veya 'Benimle birlikte La ilahe illallah deyin, Allah'a yemin ede­rim ki, Kisra'nın ve Kayser'in hazinelerine sahip olacaksınız [189] diyordu. Resulüllah bu ve benzeri sözleriyle Müslüman olacaklara, dönemin iki süper devleti olan Bi­zans ve Fars devletlerinin mülkünü ve servetlerini vaat ediyordu.[190] Bu islâm'ın ev­renselliğinin gereğiydi. Mekke ileri gelenleri Resulüllah'm bu vaadinin akıl harcı şeyler olmadığını düşündüler; alay ve hakaretlerinde bu durumu malzeme olarak kullanmaktan geri kalmadılar. Resulüllah'ı veya İslâm'a mensup olduğunu bildik­leri şahısları gördükleri zaman birbirlerine göstererek 'Bunlar yeryüzünün kralla-nymışlar. Kisra'nın mülküne konacaklarmış [191] veya Resulüllah'ı gördükleri zaman 'Ya Muhammedi Bugün de gökten bir kimse seninle konuştu mu? [192] diyerek alay etti­ler.

İlk vahyi takip eden aylarda, alay ve aşağılama biçiminde de olsa İslâm Mek­ke'nin gündemindeydi. Bu süreçte peş peşe gelen ayetler yeni konulan açıklamak­ta veya bir problemi çözmekte gecikmedi: 'Rabbine andolsun ki, onların bütün bu söz ve yaptıklarının Hesabını soracağı. Sen sana açıklaman emredilen şeyi açıklama­ya devam et ve Allah'tan başkasına yönelip sığınanları içinde bulundukları durumla baş başa bırak. Çünkü o alay edenlere karşı biz sana yeteriz. Allah ile beraber haşka ilâh tutanlar yakında yaptıklarının sonucunu bilecekler. Andolsun onların söyledikle­ri şeylerden dolayı canının sıkıldığım biliyoruz- Fakat sen yine de Rabbinin yüceliği­ni, sınırsız kudret ve kemalini övgüyle an; tam bir teslimiyetle O'na secde edenlerden ol. Ölüm sana gelinceye kadar Rabbine feulluk et.[193]

Müşrik liderler, Resulüllah'm söylediklerine, eleştirilere ne kadar sabrederler­se sabretsinler içten içe büyük bir kinle doluydular ve kinleri katlanarak büyüyordu. Bilhassa Ebû Cehil kinini kontrol edemez bir hale geldi; öfkeden ne yapacağı­nı şaşırmış bir durumdaydı. O, kendilerinin de Kabe'de ara sıra yaptıkları 'salâf'la-rma benzeyen, ancak bu geleneksel ibadetlerinden görünüş olarak bazı farklılık­lara sahip olan bir ibadetin Resulüllah tarafından Kabe'de sık sık gerçekleştirilme­sinden rahatsız oldu. Resulüllah'tan işittikleri ve 'eskilerin masalları' veya 'meczup sözleri' olarak niteledikleri sözlere karşılık, bu ibadetin açıkça bir tepki davranış ve protesto eylemi olduğunu düşünerek, Resulüllah'tan bu ibadeti yapmaktan vazgeçmesini istedi. Eğer vazgeçmeyecek olursa tepkisinin çok sert olacağını bil­dirdi. Arkadaşlarına ise, Resulüllah'ı eğer namaz kılarken görürlerse kendisine bil­dirmelerini, o namazda iken 'boynuna basıp, yüzünü yere süreceğini' söyleyip, bu­nu yapacağına dair Lât ve Uzza putları adına yemin etti. Nihayet bir gün Resulül­lah'ı Kabe de namaz kılarken gördü ve sözünü tutmak için hemen harekete geçti. Resulüllah'a yaklaştı. Ancak aniden düşüncesini uygulamaya koymaktan vazgeç­ti. Bu girişiminin kendisine pahalıya mal olacağını; Resulüllah'a yönelik fiilî bir gi­rişimin kendisini Haşim oğullarının hedefi haline getireceğini, başına büyük bir dert alacağını düşündü. Böylesi bir girişim ateşe girmek gibi bir şeydi; ateşe girip yanmamak mümkün müydü? Üstelik çok iyi biliyordu ki, yakın sayılabilecek bir geçmişte böylesi bireysel kavgalar nedeniyle Ficar savaşları patlak vermiş, Mekke ve çevresi kana bulanmıştı.

Ebû Cehil sözünde duramadı; Resulüllah'ı namaz kılmaktan engelleyemedi. Onun zorba düşüncesi ise bir ayete konu oldu. Onun örnekliğinde tüm zamanlarm insanlarına zorbaların, zalimlerin kimlikleri açıklanıp gösterildi. Bir insana, sırf namazından veya benzer bir ibadetinden dolayı zulmedenlerin bir temsilcisi olarak Ebû Cehil'den ve söz konusu girişiminden bahsedildi. Bu zorbaların kim­lik ve kişilikleri gözler önüne serildi: 'Hiç düşündün mü, bir kulu namaz kılmaktan engellemeye çalışanı? Hiç düşündün mü, o bunu yaparken doğru yolda veya kötülük­lerden sakınmayı emreden birisi mi? O zorba adam, Allah'ın kendisim gördüğünü hiç bilmiyor mu? Hayır! Hayır! Eğer o, bu davranışından vazgeçmezse, and olsun ki, Biz onu perçeminden, o günahkar ve yalancının perçeminden tutup cehenneme sürükleriz.[194] Bu ayetlerle, o günün insanlarına, yakından tanıdıkları Resulül­lah'm doğru yolda olmaktan, insanları kötülüklerden sakındırmaktan başka bir amaç taşımadığı bildirilirken, Ebû Cehil ve arkadaşlarının hiç kimseye bir zararı olmayan bir kişiye zorbalık yapmakla, kötülüklerle meşgul oldukları ilan edildi. O zorbaların kişilik ve karakterleri deşifre edildi. Durumlarının açığa vurulması, Resulüllah ile aralarındaki problemlerin kaynağını gösteren açıklamalar, eşrafı da­ha da rahatsız etti; kişiliklerinin deşifre olmasından dolayı öfkeleri bir kat daha arttı. Bu günlerde yaşanan bir başka olay ise başta Ebû Cehil olmak üzere eşrafı çok daha fazlasıyla utandırdı, gidişatları konusunda sıkıntılara yol açtı. Halkın gö­zünde rezil oldular. Olay şu şekilde gerçekleşti: Araş kabilesine mensup bir tüc­car Mekke'ye mal satmaya gelmişti. Ebû Cehil onun mallarını satm aldı, ancak be­delini ödemedi. Tüccar ne yapacağını şaşırmış bir halde kendisine yardımcı ola­cak birilerini aradı. Kabe'nin yanında oturan eşraftan bazı kimseleri bularak der­dini anlattı. Resulüllah ile Ebü Cehil'in arasının son derece gergin olduğunu ve Ebû Cehil'in Resulüllah'ı zor durumda bırakacak bir fırsat kolladığım bilen bu ki­şiler, Resulüllah'm güçsüz, çaresiz durumda kalacağını, sevinip gülecekleri bir fır­sat yakaladıklarını düşünerek tüccara Muhammed'e gitmesini, Hılfu'l Füdûl üye­si olarak ancak onun Ebû Cehil'in hakkından gelebileceğini söylediler. Kendi üze­rinde oynanan oyundan haberdar olmayan tüccar, Resulüllah'm evine gitti ve du­rumu anlattı. Resulüllah eşrafın niyetini anladı. Adamı yanma alarak Ebû Cehil'in evine gitti ve kapıyı çaldı. Ebû Cehil kapıyı açtığı zaman, hiç ummadığı bir şekil­de Resulüllah'ı karşısında gördü. O'nun son derece kararlı bir tavırla tüccardan al­dığı malm bedelini vermesi gerektiğini ifade eden sözleri karşısında dili tutuldu, bir şey diyemedi. Bu hiçbir şekilde beklemediği veya ummadığı bir durumdu. Mu­hammed'in kendisinden korkup kaçacağını düşünürken, şimdi O'nu karşısında ve üstelik son derece kararlı bir şekilde bulmuştu. Sesini çıkaramadı. Tam bir tesli­miyetle söyleneni yaptı ve tüccardan aldığı malın bedelini ödedi. Tezgahladıkları oyunun nasıl sonuçlanacağını merakla uzaktan izleyen eşraf ise pişman ve mah­cup bir halde oradan uzaklaştılar; Resulüllah'ı mahcup etmeyi hayal ederlerken, kendileri rezil ve mahcup olmuşlardı.

Ebû Cehil'in Kabe'de namaz kılarken gerçekleştirmeye kalkıştığı girişim, Resulüllah'ı tedbir almaya sevk etti. Resulüllah da dahil olmak üzere tüm müminler namazlarını kapısı kilitli evlerde, gözden uzak vadilerde ve dağlarda kılmaya baş­ladılar. Toplantıları sırasında bazılarını nöbetçi olarak görevlendirdiler. Fakat Sâ'd b. Ebî Vakkas, Ammar b. Yasir, îbn Mes'ud, Habbab b. Eret, Said b. Zeyd'den olu­şan bir grup mümin gizlice namaz kıldıkları bir zamanda müşrikler tarafından fark edildiler. Durumdan rahatsız olan müşrikler, müminleri engellemeye çalıştı­lar. Çıkan kavgada Sâ'd b. Ebî Vakkas eline aldığı bir deve kemiğiyle müşrikler­den birisinin kafasına vurarak yaralanmasına yol açtı. Böylelikle risâlet sürecinin ilk kanı da akmış oldu.

Elbette ki bütün bunlar en başta Resulüllah için büyük sıkıntıların nedeniydi. Bir insan olması nedeniyle, Resulüllah kavminden gördüğü olumsuz tutum ve ta­vırlar karşısında sıkıntı duydu ve hatta çekindi. Vahyolunan her yeni ayetle yeni talimatların verilmesi, bütün Mekke toplumunun boy hedefi olmasına zemin ha­zırladı. Alayların, hakaretlerin, aşağılamaların, rencide edici sözlerin muhatabı ol­du. Resulüllah, yeni tepkilere neden olacak ayetler karşısında 'Ne yapayım. Bunu kavmime nasıl söylerim [195] sözlerinde açığa çıkan sıkıntılar yaşadı. Ancak hiçbir za­man geri adım atmadı. Görevini hiçbir zaman aksatmadı. Çok sıkıntılı veya üzün­tülü zamanlarında şehirden uzaklaşarak dağa çıkıp, gözlerden uzak bir yerde, bü­tün içtenliğiyle 'Ya Rabbi! Kalbime kuvvet verecek ve benden bu kederi giderecek yo­lu göster [196]  diye yakardı. Yegane sığmağı olan Rabb'inin yardımını talep etti. Bu sı­ralarda insanlar arasında en büyük yardımcısı eşi Hatice'ydi. Sıkıntılı, üzüntülü bir halde evine gittiği zaman, kendisini tasdik edenlerin ilki ve insanlar arasında en önemli yardımcısı olan sevgili eşinin yatıştırıcı, rahatlatıcı sözleriyle sıkıntıla­rı kısmen de olsa dağıldı. Her şeye rağmen, oluşacak her türlü tepkiye rağmen gö­revini büyük bir sadakatle sürdürdü. İbn-i İshak'ın şu tespiti, o zamanlardaki Re­sulüllah'm durumunu resmetmesi ve durumunu anlamamızı sağlaması açısından oldukça önemlidir; 'Allah'a iman ve kendisine geleni tasdik etmekten hiçbir zaman ayrılmadı. Kendisine vahyolunanları tam kabul etti. O yüzden Allah'ın yüklediği şey­lere katlandı, insanların hoşnutluğuyla da, hoşnutsuzluğuyla da karşılaştı; onlara ta­hammül etti. Peygamberlik vazifesinin öyle ağır yükleri ve zorlukları vardır ki, onla­rı, ancak Allah'ın yardımı ve tevjikıyla kuvvet ve azim sahibi olan peygamberler taşı­yabilir ve katlanabilirler: [197]



[180] Ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 1/199; Belâzürî, Ensâbü'l Eşraf, 1/24.

[181] Kalem, 68:2-7

[182] Yunus: 10: 94,95

[183] Fahruddin Razî, Te/sîr-i Kebîr, XI1/47O; Ibn Kesir, Tefsir, 11/433.

[184] Mümin, 40:78

[185] Nahl, 16:36

[186] Ahhâj, 46:9

[187] Necm: 53,1-4

[188] îbn Ishak, Siyer 269; Taberi, Tarihu'r-Rusül vel-Mülüfe, 11/231.

[189] îbn İshak, Siyer, 195; Kadî, Esbâb-ı Nüzul, 67,209; Buharı, ilâhî Kelamın Savunulması 133. 1Z6  m  Hz. Muhammed'in Hayatı vb İslâm Daveti

[190] Hz. Ömer'in hilafeti döneminde, islâm ordusu Fars sınırlarına dayandığı zaman, tes­lim olmasını teklif etmek için Fars komutanı Rüstem'e elçi olarak giden Muğire b. Şube, Rüstem'e karşı şunları söylemişti: 'Allah bize, bizim aramızdan, şeref ve nesep bakımından en iyimiz, en doğrumuz olan bir peygamber gönderdi. Bu peygamber bize birçok şeyleri haber verdi. Söyledikleri aynen vuku buldu. Onun bize haber verdikleri arasında bizim bu memleketleri alacağımız, buralara hakim olacuğıtmz da yer almakta idi. Ben burada arkamda bu söylediklerime inanan bir topluluğu temsil ediyorum. Ebû Yusuf, Kitabu'l Haraç, 70

[191] Ibnü'l Esir, el-Kâmil JVt-Târih, 11/72

[192] Ibnü'l Esir, el-Kâmil fi't-Târih, 11/72

[193] Hicr, 15:95-97

[194] Alâk, 96:9-16

[195] ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâye, III /20

[196] ibn Ishak, Siyer, 336.

[197] Ibn Ishak, Siyer, 187, 188.



Konu Başlığı: Ynt: İlk Tepkiler
Gönderen: Bahrişan 8 üzerinde 15 Ocak 2015, 15:27:40
HZ.Muhammed çevresindeki herkezi islam dinine geçmelerini söylemişti ve HZ.Muhammed peygamberlik dönemini güzel geçirdi allah razı olsun paylaşımdan


Konu Başlığı: Ynt: İlk Tepkiler
Gönderen: Yunus Emre üzerinde 15 Ocak 2015, 17:05:12
efendimiz ilk islamiyeti yaymaya basladiginda cok dislanmis ama daha sonra dogru yolu bulunca onlarda sevmisler inanamislar


Konu Başlığı: Ynt: İlk Tepkiler
Gönderen: ❣ Muhammed ❣ üzerinde 08 Mayıs 2015, 16:10:03
Esselamu Alleyküm Ve Rahmmetullah.Efendimiz (s.a.v) islami ilk yaydığı zamanlarda sayıları çok azdır ve gittikçe çoğalmaktadır.Bunun farkına varsa islam karşıtları efendimize her türlü kötülüğü yapmıştır.Fakat efendimiz her zaman sabretmiştir.Bizlerde daima sabredenlerden oluruz İnşaAllah.
Allah razı olsun.