๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 16 Temmuz 2011, 14:31:27



Konu Başlığı: İlahi Ültimatom
Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Temmuz 2011, 14:31:27
İlahi Ültimatom


Bu, Allah ve Resulünden kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtardır! (Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir. Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resulünden in­sanlara bir bildiridir: Allah ve Resulü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz. (Ey Muhammedi) O kâfirlere elem verici bir azabı müjdele! [1]

Hac, müşrik Arapların geleneksel ibadetlerinden birisiydi. Çok önem verdikleri ve dinlerinin ekseninde yer alan bir ibadetti. Atalarından devraldıkları bu ibadeti ger­çekleştirmek için her yıl yarımadanın her bir yanından Mekke'ye gelir, Kabe'yi ta­vaf eder, putlarına tazimde bulunurlardı. Zaten onlar için hac biraz Kabe ziyareti olmasının yam sıra, bir o kadar da putlarım ziyaretti. Yoksa, haccm Hz. İbrahim'in tebliğ ve beyanındaki anlamı unutulup gitmiş, sadece biçimsel bazı uygulamaları kalmıştı. Nasıl Kabe tevhidi sembolize etmekten uzaklaşıp bir puthaneye dönüştürülmüşse, hac da asıl anlam ve işlevinden uzaklaştırılıp şirk dininin bir ibadeti­ne dönüştürülmüştü.

Hac temelde İslâm'ın bir ibadetiydi. Hz. ibrahim'in Kabe'yi inşasıyla başlamış ve muvahhhitler tarafından uzun bir süre asıl anlam ve işleviyle gereği yerine ge­tirilmiş bir ibadetti. Bu ibadet ile hem her türlü şirkten, günahtan, hatadan arın­mışlar; hem de farklı bölgelerden gelmiş muvahhitlerle tanışıp, görüşme imkânı elde etmişler, problemlerini konuşup çözüm yolları aramışlar, ekonomik bakım­dan işbirliği yapmışlar, düşmanları karşısında tek bir beden halinde olmuşlardı. Ve haccm böyle olmaya devam etmesi gerekiyordu. Tevhidi karakteri bunu gerek­tiriyordu. Ancak hicretin 9. yılma kadar, anlam ve işlevinden uzaklaştırılmış bir formda müşriklerin yapageldikleri bir ibadet olmaya devam etti. Gerçi daha önce, Medine döneminin ilk yıllarından itibaren hac ve umre ile ilgili bilgiler veren, Müslümanların dikkatini Kabe'ye, hacca ve umreye çeken ayetler vahyolmuştu. Söz konusu ayetlerden bazıları şunlardı:

İnsanlar arasında haccı ilân et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice uzak yoldan gelen argın develer üzerinde sana gelsinler. Ta ki kendilerine ait bir takım ya­rarları yakînen görsünler, Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belli günlerde Allah'ın ismini ansınlar. Artık ondan hem kendiniz yiyin, hem de yoksula, fakire yedirin. Sonra kirlerini gidersinler; adaklarını yerine getirsinler ve o Eski Ev'i (Kabe'yi) tavaf etsinler. [2]

Orada apaçık nişaneler ve (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren em­niyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerin­de bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müs­tağnidir. [3]

Haccı ve umreyi Allah için tam yapın. Eğer (bunlardan) alıkonursamz kolayı­nıza gelen kurbanı gönderin. Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Sizden her kim hasta olursa yahut başından bir rahatsızlığı varsa, oruç, sadaka veya kurban olmak üzere fidye gerekir. (Hac yolculuğu için) emin olduğunuz vakit kim hac günlerine kadar umre ile faydalanmak isterse, kolayı­na gelen bir kurban kesmesi gerekir. Kurban kesmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi olmak üzere oruç tutar ki, hepsi tam on gündür. Bu söylenenler, ailesi Mescid-i Haram civarında oturmayanlar içindir. Allah'tan korkun. Biliniz ki Allah'ın vereceği ceza ağırdır. [4] Sonra insanların (sel gibi) aktığı yerden siz de akın. Allah'tan mağfiret isteyin. Çünkü Allah affedici ve esirgeyicidir. Hac ibadetlerinizi bitirince, babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan daha kuvvetli bir şekilde Allah'ı anın. İnsanlardan öyleleri var ki: 'Ey Rabbimiz! Bize dünyada vef derler. Böyle kimselerin ahiret-ten hiç nasibi yoktur. [5]

Hicretin dokuzuncu yılma kadar Müslümanların hac ibadetini gerçekleştirme imkânları olmamıştı. Hicretin altıncı yılında bir umre ziyareti gerçekleştirmek is­temişler, fakat bu Mekke müşrikleri tarafından engellenmiş, yapılan anlaşma ge­reği ziyareti bir yıl sonraya ertelemişlerdi. Müslümanların umre amaçlı ziyaretle­ri yedinci yıl gerçekleşmişti. Bu, ismi üzerinde, bir hac ibadeti değildi; sadece bir umre ziyaretiydi. Bu ziyaretle Hz. İbrahim'den kalan bir hatıra canlandırılmış, ay­rıca Mekke müşriklerine gözdağı vermek, otoritenin artık kendilerinde olduğunu göstermek istenmişlerdi. O zaman düzenli bir şekilde haccedenler müşriklerdi. Fakat Mekke'nin fethiyle Müslümanların haccetmelerine engel olacak bir durum kalmadı. Bu nedenle Resulüllah, hicretin dokuzuncu senesi, o güne kadar bir tür­lü gerçekleştiremedikleri hac ibadetini yapmaya karar verdi. Bu amaçla Müslü­manların dikkatini hac ibadetine çekti. 'Allah size haca farz kıldı, haca ifa edin [6] dedi. Teşvik amacıyla da "Hac yapmakta acele edin. Çünkü sizden biriniz ölümün kendisine ne zaman geleceğini bilmez [7] dedi. Ayrıca haccm islâm'daki namaz, zekât gibi sistemli ibadetlerin arasındaki yerini ve önemine ilişkin açıklamalarda bulun­du: 'islâm beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, Kabe'yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak. [8] Yine önemine vurguda bulunmak için hangi ibadetin daha faziletli olduğu sorusuna 'Allah'a ve Resullüne iman' cevabını verdi. 'Sonra hangisi?' sorusuna 'Allah yolunda cihad' dedi. "Sonra hangisi?' sorusu­na ise 'mebrûr hac cevabını verdi. [9] Haccın sadece bir ziyaret yolculuğu olmadı­ğını, haccm her türlü günahtan, şirk unsurundan arınma ibadeti olduğunu ise özellikle bildirdi. 'Kim hac yapar, bu esnada cinsî temastan korunur, çirkin söz ve davranışlardan uzak durursa, annesinden doğduğu gündeki gibi günâhlarından kurtulur [10] diyerek arınmaya ilişkin açıklamalarda bulunup, örnekler verdi. 'Umre, ikinci bir umreye kadar olan günâhlara keffârettir. Mebrûr hacan karşılığı ise ancak cennettir [11] sözleri ise yine haccm anlam, önem ve işlevine ilişkin bîr bilgilendirme ve hatırlatmaydı. Açıklamasındaki 'Mebrûr had kendisine hiçbir günâh karışma­yan, eksiksiz olarak ifa edilen makbul hac anlamına geliyordu. Resulüllah, haccm duaların kabulüne vesile olacağını da açıkladı: 'Hac ve Umre yapanlar Allah'ın mi­safirleridir. O'ndan bir şey isterlerse, onlara cevap verir. Af isterlerse, onları affeder [12] dedi. Hz. Peygamber haccm farz kılındığını duyurunca, henüz yeni Müslüman öl­müş Kur'an'm eğitiminden geçmemiş Akra b. Habis isminde birisinin 'Her yıl mı?' sorusuna önce cevap vermedi. Bu soru ısrarlı bir şekilde üç defa tekrar edince; 'Eğer evet desendim, hac üzerinize her yıl farz olurdu, buna da güç yetiremezdiniz [13] dedi.

Hicretin dokuzuncu yılıydı. Bir süre önce Tebük'ten dönülmüş, yarımadanın kuzey tarafları da emniyete alınmıştı. Artık yarımadada tek askeri ve siyasî oto­rite vardı; o da Müslümanlara aitti. Resulüllah, Hz. İbrahim'den bu yana tevhid dininin en önemli ibadetini, muvahhitlerin en büyük toplantısı olan hac ibadeti­ni gerçekleştirmeyi arzuladı. Fakat arzusunun gerçekleşmesine ilişkin bazı çe­kinceleri vardı. Bu istek ve arzusunu engelleyen bazı şartların varlığı hâlâ devam ediyordu. Bunların içerisinde en önemlisi, müşrik Arapların Mekke'de bulunacak olmalarıydı. Çünkü Arabistan yarımadasında hâlâ müşrikler vardı ve bunlar da geleneksel hac ibadetleri için Mekke'ye geleceklerdi. Resulüllah, eğer Mekke'ye gidecek olursa müşriklerle birlikte hac etmiş olacaktı. Üstelik onların bir kısmı­nın çıplak bir şekilde Kabe'yi tavaf edecek olması, Resulüllah'ı çok rahatsız edi­yordu. Zira müşrik Arapların Kabe'yi çıplak tavaf etmek gibi bir adetleri vardı. Elbisesiyle tavaf edenler o elbisenin bir daha giyilmemesi gerektiğine inandıkla­rı için, elbiselerini zayi etmemek amacıyla çıplak tavaf ederler ve bu durumları­nı da "Anamızdan doğduğumuz günkü gibi günahsız olalım diye böyle tavaf ediyoruz [14] diyerek açıklarlardı. Resulüllah, müşriklerin Kabe'yi tavaf etmelerinden, hac etmelerinden ve üstelik bunları ahlâksız bir şekilde yapmalarından hoşlan­mıyor ve bu nedenle gerçekleştirmek istediği hac ibadeti için Mekke'ye gitmek konusunda sıkıntı hissediyordu. Halbuki Kabe tevhidin sembolüydü ve artık sadece muvahhitlerin ibadet merkezi olmalıydı. Bütün müşrikler oradan uzak tu­tulmalı, Kabe'yi şirklerinin aracı kılmalarına müsaade edilmemeliydi. Ancak o zamana kadar müşriklerin Kabe'yi ziyaretlerini engellemesini isteyen herhangi bir emir bildirilmemişti. Resulüllah ise böylesine önemli ve kapsamlı bir konuda ilâhî emir beklemeyi tercih ediyordu.

Resulüllah, arzuladığı halde gitmesine engel olan nedenlerden dolayı, hac iba­detini ertelemeye karar verdi. Fakat haccetmek isteyen Müslümanların bu istekle­rine de engel olmadı. Haccetmek isteyen Müslümanların sayısı üç yüz civarınday­dı. Resulüllah, Ebû Bekir'i kendi yerine hac emiri tayin etti ve Müslümanların Ebû Bekir'in yönetim ve kontrolünde ibadetlerini yapmalarını bildirdi. Hacc edecek Müslümanlar, Ebû Bekir'in emirliğinde Medine'den ayrıldılar.

Hz. Ebû Bekir'in idaresinde Müslümanların Medine'den ayrılmalarından bir­kaç gün sonra vahyolunan bir grup ayet, Resulüllah'm beklediği ilâhî emirleri bil­dirdi. Bunlar Tevbe sûresinin bir kısım ayetleriydi. Vahyolunan ayetlerle hem hac ibadetiyle ilgili açıklamalarda bulunuluyor ve hem de bundan böyle Hicaz bölge­sindeki müşriklerin durumlarıyla ilgili bir hükmü dile getiriliyordu. Resulüllah, Tevbe sûresinin ilk ayetlerinin vahyolunması üzerine hemen Hz. Ali'yi-yanına ça­ğırttı. Ali'ye hazırlanıp yola çıkarak Ebû Bekir'e yetişmesini, Mekke'de toplanmış bütün insanlara yeni ilâhî emirleri bildirmesini söyledi. Hızlı hareket etmesi için de kendi devesini Ali'ye verdi. Hz. Ali hacc ibadetine başlamadan Ebû Bekir'e ye­tişmek için olabildiğince hızlı gitti. Ali, Mekke'ye girmek üzerelerken Müslüman­lara yetişti. Ebû Bekir, Ali'nin gelip kendilerine katıldığını görünce, bunun kişisel bir karar olmaktan çok Resulüllah'm bir isteğinin yerine getirilmesi olduğunu an­ladı. Ali'ye 'Amir misin? Memur musun? Elçi misin?' diye sordu. Ali 'Memur ve elçi­yim' dedi. Sonra peşlerinden geliş amacını açıkladı. Mekke'de toplanan bütün in­sanlara dört şeyi açıklamak ve yeni vahyolunmuş ayet grubunu okumakla görev­lendirildiğini söyledi. Sonra insanlara bildirmesi ve okuması gerekenleri Hz. Ebü Bekir'e bildirip, okudu.

Hac ibadeti başladı. Hac için gelmiş çokça müşrik vardı. Müslümanlarla müş­rikler bir arada, birçok bakımdan aynı görünen ama anlamı ve işlevi birbirinden tamamen farklı ibadetlerini yapıyorlardı. Hz. Ebû Bekir, hac ibadeti süresince de­ğişik yerlerde ve değişik günlerde insanlara islâm'ı anlatan konuşmalar yaptı, in­sanları şirkten ve her türlü günahtan sakınmaya davet etti. Sonra sözü Hz. Ali'ye' verdi. Ali, Resulüllah tarafından gönderildiğini bildirdikten sonra Resulüllah'm bildirilmesini istediği şeyleri bildirdi. Resulüllah'm bildirdiği dört konu şunlardı: Müslümanlardan başka hiç kimse cennete giremez, bu yıldan sonra hiçbir müşrik Kabe'ye yaklaştırılmayacak, hiç kimse Kabe'yi çıplak tavaf etmeyecek, kimin Hz. Peygamber ile anlaşması varsa, müddeti bitinceye kadar ona uyulacak. Daha son­ra Tevbe Sûresi'nin ilk âyetlerini yüksek sesle okudu:

Allah ve Resulünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar! (Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha dolaşın. İyi bilin ki siz Allah'ı âciz bırakacak değilsiniz; Allah ise kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir. (Bu) Hacc-ı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resulünden insanlara bir bildi­ridir: Allah ve Resulü müşriklerden uzaktır. Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Ve eğer yüz çevirirseniz bilin ki, siz Allah'ı âciz bırakacak de­ğilsiniz. (Ey Muhammedi) O kâfirlere elem verici bir azabı müjdele! Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden (antlaşma şartlarına uyan) hiç­bir şeyi size eksik bırakmayan ve sizin aleyhinize herhangi bir kimseye arka çıkmayanlar (bu hükmün) dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitince­ye kadar tamamlayın. Allah (haksızlıktan) sakınanları sever. Haram aylar çıkın­ca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tövbe eder, namazı dosdoğ­ru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah bağışlayan, esirgeyendir. Eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah'ın kelâmını işi­tip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (Müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır, işte bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır. Mescid-i Haram'm yanında kendileriyle antlaş­ma yaptıklarınızın dışında müşriklerin Allah ve Resulü yanında nasıl (mute­ber) bir ahdi olabilir? Onlar size karşı dürüst davrandıkları müddetçe siz de on­lara dürüst davranın. Çünkü Allah (ahdi bozmaktan) sakınanları sever. Nasıl olabilir ki! Onlar size galip gelselerdi, sizin hakkınızda ne ahit, ne de antlaşma gözetirlerdi. Onlar ağızlarıyla sizi razı ediyorlar, halbuki kalpleri (buna) karşı çıkıyor. Çünkü onların çoğu yoldan çıkmışlardır. Allah'ın âyetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsânî istekleri) satın aldılar da (insanları) O'nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötü­dür! Bir mümin hakkında ne ahit tanırlar, ne de antlaşma. Çünkü onlar saldır­ganların kendileridir. Fakat tövbe eder, namaz kılar ve zekât verirlerse, artık onlar dinde kardeşlerinizde. Biz, bilen bir kavme âyetlerimizi böyle açıklıyo­ruz.[15]

Ayetlerin okuması bitince hacca gelmiş olan müşrikler şaşırdılar. Bu ültimato­mu ağır bulup aralannda itirazlarını dile getirdiler. 'Gerekirse savaşmaktan çekin­meyiz' demeye başladılar. Ancak öfkeleri geçip de durumu soğukkanlı bir şekilde düşününce, durumları hakkında daha sağlıklı değerlendirmelerde bulundular. 'Bi^e ne oluyor ki! Başta Kureyş olmak üzere herkes Müslüman oldu [16] demeye baş­ladılar. Artık müşrik kimlikleriyle Hicaz bölgesinde yaşayamayacaklarının farkına vardılar ve Müslüman olduklarını bildirdiler.


[1] Tevbe sûresi, 9:1-3

[2] Hacc, 22: 27-29

[3] Al-i İmran, 3:97

[4] Bakara, 2:196

[5] Bakara, 2:199,200

[6] Müslim, Hac, 412; Nesaî, Menâsik 1; Ahmed, Müsned 11/508.

[7] Ebû Davûd, Menasik 5; îbn Mâce, Menâsik 1; Ahmed, Müsned 1/214, 225.

[8] Buhârî, İman 1, 2; Müslim îman, 19-22; Tirmizî, îman 3; Nesâî, îman 1,3. 540   Hz. Muhammed'în Hayatı ve İslâm Daveti

[9] Buharı, Cihad 1; Hac 4, 34, 102; Umre 1; Müslim, Imanl^,14O; Tirmizî, Mevâhît 13, Hac 6,14, 88; Dârimî, Menâsik 8, 5aîât 24, 135.

[10] Buhârî, Muhsar 9,10; Nesaî, Hac 4; Ibn Mâce, Menâsik 3; Dârimî, Mendsifc 7; Ahmed, Müsned IV229, 410, 484, 494.

[11] Nesaî, Hac 3, Zefcm 49, /mdn 1; Dârimî, Menâsik 7, Salât 135; Tirmizî, Hac 6; Ahmed, Müsned 1/387, III/114, 412, IV/342

[12] Ibn Mâce, Menâsifc 5.

[13] Müslim, Hac 412; Nesaî, Menâsik 1; Ahmed, Müsned 11/508.

[14] Koksal, isJâm Tarihi-Medine Devri, IX/426.

[15] Tevbe, 9:1

[16] Taberî, Tari/ıuV-Rusü/ vcl-Müiüfe, IJJ/J54; Ibnü'l Esir, e/-Kâmil ji't-Târih, 11/291.