> Forum > ๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ > İslam Tarihi Eserleri > Hz.Muhammedin İslam Daveti > İlahi Seçim Ve Görev
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: İlahi Seçim Ve Görev  (Okunma Sayısı 1904 defa)
02 Ağustos 2011, 17:23:35
Ekvan
Varlıklar, alemler, dünyalar. (Evren).
Tecrübeli Üyeler
*
Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 19.233


« : 02 Ağustos 2011, 17:23:35 »



İlahi Seçim ve Görev


Sen, Kitab'ın sana verileceğini ummazdm..[59]

Sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Sen (daha önce) Kitap nedir, iman nedir bilmezdin.[60]

Muhammed b. Abdullah için otuz beş yaşından sonra çok özel bir dönem başla­mış oldu. Önceden de varlıkların ve özellikle de insanın yaratılışına, yaratılış ama­cına, insanların karşı karşıya oldukları bin bir türlü problemlerin çözüm yolları­nın neler olabileceğine, mensubu olduğu toplumun inanç ve yaşantı tarzının özel­lik ve saçmalıklarına ilişkin birçok şeyi düşündüğü olurdu. Ama artık daha fazla düşünüyordu. Hatta istemese de düşünüyor; kendisi düşüncelerini değil, zihnin­de fırtınalar koparan düşünceler kendisini yönlendiriyordu. Feş peşe sıralanan so­rular tüm benliğini sarmaya başlamış, sonu gelmez sorular selinin önünde sürük­lenir olmuştu. Çocukluğundan bu yana gittiği farklı yerlerde gördükleri, dinledik­leri ve düşündükleri işine yaramıyor; sorularını cevaplamakta bir fayda sağlamı­yordu. Düşünüyor, düşünüyor ama iç dünyasında fırtınalar estiren, beynini çatla­tan, benliğini sarıp hayatı kendisi için problemler yumağına çeviren sorularına ce­vap veremiyor; derdine derman olacak şeyi bulamıyor ve daha da önemlisi, onun ne olduğunu da bilemiyordu. Belki de düşünüşleri ve arayışları sırasında problem­lerine çözüm olacak şeylerle karşılaşmıştı. Ama onları bilmiyor, tanımıyordu. Ara­dığı doğrularla karşıîaşmışsa bile, bir yığın yanlışlıklara bulanmış bu doğruları ayırt etme imkânı yoktu. Çünkü doğru ile yanlışı ayırt edecek ölçüye sahip değil­di. Her yeni günle birlikte zihnini kurcalayan, aklına takılan soruların sayısı hız­la artıyor, ama hiçbirine ikna edici cevaplar bulamıyor; sağlam bir bilgi elde ede-nıiyordu. Bu nedenle de iç dünyasındaki fırtınalar gün geçtikçe daha da şiddetle­niyor; düşüncesi karıştıkça karışıyordu.

Sıkıntılıydı; dayanılmaz ağırlıkların altında ezildiğini ve üzerindeki tanımlaya-madiği yükün gün geçtikçe daha da ağırlaştığını hissediyordu. Geçen son birkaç yıl içerisindeki bütün çabalarına rağmen hiçbir şey elde edememiş, beynine batan soruların hiçbirisine doğruluğuna emin olduğu bir cevap bulamamıştı. Neyi ara­dığını bilmeden gerçekleştirdiği arayışları, en ufacık şekliyle bile olsa işe yarama­mıştı. Bu süre içerisinde fark ettiği tek bir şey vardı; yalnızlığı sever olmuştu, in­sanların dünyalarından uzaklaştığında sıkıntılarının biraz olsun azaldığını, içinde esen fırtınaların biraz olsun sakinleştiğini fark etmişti. Bu nedenle de yalnız kal­maya derin bir tutkuyla bağlanmıştı. Artık O, insanların arasında gezen, ticaretle uğraşan birisi değil; daha çok bir münzevîydi. Yaşadığı dış dünyayı değil, kendi­sini yönlendiren içindeki dünyayı tanımak daha çok hoşuna giden birisiydi. Bunu da dedesinin bir alışkanlığından hareketle fark etmişti. Dedesinin özellikle Rama­zan ayında insanlardan uzaklaşıp, yalnızlığı tercih ettiğine birçok kez şahit olmuş­tu. Otuzlu yaşların sonuna doğru kendisi de böyle yapmaya başladı; evine kapan-maktansa, evine birkaç kilometre uzaklıktaki Hıra dağının sarp yamacındaki kü­çük mağaraya gidip, yiyeceği bitene kadar orada kalmayı tercih eder oldu. Bu ko­nuda yalnız da değildi; bazen, eşi Hatice de kendisine eşlik ediyordu. Yalnız veya eşiyle birlikte günlerce mağarada kalıyor ve bu süre içerisinde içindeki fırtınalar biraz olsun diniyor, biraz olsun rahatlıyordu.

Esasında, belirli zamanlarda belirli bir süre için toplumdan uzaklaşıp, inziva­ya çekilmek, Mekke toplumunun yabancısı olmadığı bir uygulamaydı. Sadece Ab-dülmuttalib'in veya torununun yaptığı bir şey değildi. Bazı zamanlar, özellikle de Ramazan ayında inzivaya çekilmek, Mekke toplumunda birçok kişinin tercih ettiği geleneksel bir uygulamaydı. Daha çok yaşı kemale ermiş kimseler, insanların yolu üzerinde yer almayan vadilerde, dağlardaki mağaralarda inzivaya çekilir, bu süre içerisinde 'tahannüs' ederlerdi. 'Arınma', 'iyileşme' anlamlarına gelen 'tahan-nüs', düşünce ve ibadet ağırlıklı bir durumu ifade ediyordu. Bu nedenle Muham-med'in inzivayı tercihi hemşehrileri için orijinal bir durum olarak anlam kazan­mıyordu. O'nun bu konudaki tek farklılığı, her yıl 'tahannüs' süresini biraz daha artırmasından ibaretti.

Muhammed'in, Hıra dağındaki mağarada neler düşündüğünü ve nasıl 'takan-nüs' ettiğini açıklayan açık ve kesin bilgilere sahip değiliz. Fakat o zamana kadar sahip olduğu ve mahiyetinden az-çok haberdar olduğumuz inancından veya top-, lum içerisinde yaygın şekilde bilinen hayat tarzından ve kişiliğinden hareketle, bilhassa Hamiler gibi Hz. İbrahim'den kalan bazı inanç ve davranışlara göre Al­lah'a ibadet ettiğini söylemek mümkündür. Tahannüs yaparken tercih ettiği ib'a-det biçiminin ise namazın esaslarından olan 'kıyam', 'rükû' ve 'secde' gibi hareket­lerden oluştuğunu tahmin etmek zor değil. Bunlar, Mekkelilerin bildiği ve yapa-geldikleri şeylerdi; geleneklerinde yer alan İbrahimî unsurlardı. Geçmişte farklı olaylar nedeniyle açığa çıkan bazı söz ve davranışlarından hareketle biliyoruz ki, Muhammed, mevcut inançların ve bu inançlara bağlı şekillenen hayat tarzlarının yanlışlarını biliyordu; ama aynen Haniflerde olduğu gibi 'doğru'yu bilmiyordu. 'Yanlış'ı biliyor veya fark ediyor olmasına karşılık, 'doğru'yu bilememenin sıkıntı­sını yaşıyordu. Sevgili dostu Zeyd b. Amr'dan ve diğerlerinden hareketle aramak­la bulunamayacağını öğrendiği 'doğru'ları, düşünerek bulmaya çalışıyordu. Bunu ise bir ibadet şuuru içerisinde gerçekleştirdiği inzivaları eşliğinde yapıyordu.

Artık kırk yaşındaydı. Son iki yıldır şiddeti gittikçe artan bir düşünce fırtınası­na yakalanmış durumdaydı. Bu süre içerisinde iç dünyasını rahatsız eden sorula­rın sayısı büyük bir hızla arttı. Artık cevapsız sorular yığınının altında eziliyordu. Üstelik bunlar yetmiyormuş gibi son altı aydır daha önce hiç yaşamadığı bazı ga­ripliklerin kendisini kuşattığım fark etmeye başladı. Gerçekleşen bazı gariplikler­le problemi daha da büyüdü, ama bütün bunlara rağmen gidişatını değiştirmedi. Hâlâ yalnızlığı tercih ediyor, düşünüyor, soruyor, sorguluyor, sorularına cevap bulmaya çalışıyordu. Kim veya ne olduğunu bilmiyordu, ama adeta görünmeyen bir elin kontrolüne girdiğini hissediyordu.

Bazı gariplikler olmasa belki işi biraz olsun kolaylaşacaktı. Fakat ne var ki ya­şadığı ve anlamlandırmakta çaresiz kaldığı gariplikler her yeni günle birlikte da­ha güçlü bir şekilde kendisini rahatsız etmeye başlamış; sıkıntılarına, akıl sağlığı­na ilişkin korkuları da ilave olmuştu. Artık, zihnini kurcalayan sorulardan bazıla­rı tamamen kendi akıl sağlığıyla ve durumuyla ilgili olmaya başlamıştı. Sürekli de­necek sıklıkta durumunu sorgular hale gelmişti: Yoksa aklını mı kaybediyordu? Belki de kâhin oluyordu?!

Elbette ki peygamberlik öncesi son iki yılda ve özellikle son altı ayda yaşadık­larının neler olduğunu, eğer kendisi anlatmasa bilme imkânına sahip olmamız mümkün değil. Onlar, tamamıyla bireysel ve kimsenin şahit olmadığı şeylerdi. Ama, son derece akıllı ve her şeyi bilme arzusu taşıyan eşi Aişe, bir gün kendisin­den peygamber olarak görevlendirmeden önceki durumunu sormuş ve O da ay­rıntılı bir şekilde anlatmıştı. Özellikle de son altı ay üzerinde durmuştu.[61] Söyledi­ğine göre, altı ay devam ederek vahyin gelmesiyle sonuçlanan dönemde birçok ilginç ve garip durumla karşılaşmıştı. Sıklıkla, göremediği birisi tarafından kendi­sine 'Ey Muhammed' diye seslenildiğini veya kendisine selâm verildiğini işitmişti. Sesin geldiği tarafa yöneldiğinde çevresindeki taşlardan veya ağaçlardan başka bir şey görememişti. Halbuki duyduklarının gerçek olduğundan emindi. Bir algı ya­nılmasına sahip olmadığım kesinlikle biliyordu. Eğer şahit olduğu gariplikler sa­dece bu işittiklerinden ibaret olsaydı, onları algı yanılması olarak nitelemek müm­kün olabilecekti. Fakat diğer bazı gariplikler var ki, onlar, duyduklarının bir algı yanılması olmadığını en küçük bir şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin bilgi­ye dönüştürüyordu. Garip rüyalar görüyordu. Gariplik, rüyaların kendisinde de­ğil, takip eden günlerde yaşayacaklarını rüyasında daha önce aynen görmesinden kaynaklanıyordu. Herhangi bir olayı önce rüyasında görüyor, sonra da onu ger­çek hayatında en ufak değişikliğe uğramaksızm aynen yaşıyordu. İşte bu rüyalar algı yanılması olamazdı. Bu algı yanılması değilse, diğerleri de değildi. Bu neden­le durumuna ilişkin korkulan iyice arttı. Zihnini yoğun bir şekilde bu yaşadıkla­rı meşgul etmeye başladı. Durumunu ve korkusunu kendisini en iyi anlayacak ki­şi olan eşine şöyle açıkladı: "Garip şekilde bazen bir ışık görüyorum, bazen bir ses duyuyorum. Bunlar beni korkutuyor; cinlerin etkisine maruz kalmaktan, cinnet geçi­riyor olmaktan korkuyorum. [62]

Hatice, kocasının anlattıklarının yalan veya hayal ürünü şeyler olmadığından emindi. On beş yıldır eşi olması nedeniyle herkesten daha iyi tanıdığı eşinin ya­lan söylemek gibi bir ahlâksızlığı hiçbir şekilde tercih etmeyeceğini, eşinin hayal­perest birisi olmadığını biliyordu. Üstelik niçin böylesi bir şey uydurma ihtiyacı hissetsin ki! Böyle bir şeyde amacı ne olabilirdi ki! Her geçen gün eşinin daha da eridiğini, hayattan koptuğunu, perişan bir hâle geldiğini görüp duruyordu. Hati­ce, kocasının söylediklerini anlamaya çalıştı, ama o da tutarlı bir değerlendirme yapamadı. Yalnız, kocasının aksine, şundan emindi ki bütün bunlar kocasının korkuyla dile getirdiği gibi bir akıl probleminin veya kâhin olmanın işaretleri de­ğildi. Büyük erdemlerle donanmış muhteşem bir şahsiyet olan eşinin, tanıdığı in­sanların en akıllısı olan sevgili kocasının, cinlerin etkisine girmeyeceğinden, aklı­na bir zarar gelmeyeceğinden emindi. Fakat buna rağmen, gerçekleştiğinden emin olduğu garipliklere de bir manâ verebilmiş değildi. Bilmekteydi ki, bütün bunlar normal şeyler değild...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: İlahi Seçim Ve Görev
« Posted on: 25 Nisan 2024, 04:34:13 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: İlahi Seçim Ve Görev rüya tabiri,İlahi Seçim Ve Görev mekke canlı, İlahi Seçim Ve Görev kabe canlı yayın, İlahi Seçim Ve Görev Üç boyutlu kuran oku İlahi Seçim Ve Görev kuran ı kerim, İlahi Seçim Ve Görev peygamber kıssaları,İlahi Seçim Ve Görev ilitam ders soruları, İlahi Seçim Ve Görevönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes