Konu Başlığı: İftiralar Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 16:03:45 İftiralar Müşrikler, inançlarını, hayat tarzlarını, toplumsal sistemlerini... eleştirdiği ve eleştirdiklerinin yerine mevcuttakinden çok farklı bir inanç sistemi ve hayat tarzı sunduğu için İslâm davetine karşı gittikçe daha fazla öfkeyle doluyorlardı. Daveti durdurabilmek veya lehlerine bir sapmaya uğratabilmek için çabalarlarken, ilk aşamada Resulüllah'm peygamberliği ile ilgili kuşkular oluşturmaya çalıştılar. Bir insanın değil, ancak bir meleğin peygamber olabileceğini savundular. Ayetlerle verilen cevaplar karşısında oyunları bozulunca, bu sefer de Hz. Muhammed'in peygamberliğine şahit olarak yanında bir meleğin bulunması gerektiğini söylediler. Ancak bu görüşlerinin de geçersizliği açığa çıkarılıp, insanlara gönderilen bir elçinin ancak insan olabileceği, melek gönderilse bile onun da ancak insan biçiminde gönderileceğini anlayınca; daveti çarpıtma faaliyetlerine yeni bir aşama kaydettiler. Toplumsal statüsü, sosyo-ekonomik durumu nedeniyle, peygamberliğe Muhammed'den daha layık kimselerin bulunduğunu, onlar varken bir yetimin, halktan birisinin peygamber olmasını uygun bulmadıklarını ifade ettiler. Esasen bu bir tekliften ziyade, yetim, eşraftan olmayan birisinin peygamber olamayacağı, eğer peygamberlik iddiasında bulunuyorsa bunun yalan olduğunu dile getiren dolaylı bir tepki idi. Bütün bu itiraz ve iftiraları hiç vakit kaybedilmeden, her seferinde en doğru ve en uygun şekilde ayetlerle cevaplandı. Müşriklerin sürekli değişen ve hiçbir şekilde hakikat temeline sahip olmayan bütün bu tutum ve tavırlarına karşılık, ilâhî plan dahilinde fonksiyonunu yerine getiren Kur'an, müşriklerin iftiralanna inat, ebedî hakikatleri insanların kolay anlayabileceği bir tarzda sunmaya devam etti. Bu sunuşun temel özelliklerinden birisini ise, ilâhî hakikatleri herkesin kolaylıkla anlayabileceği tarzda somut örneklere dayanılarak açıklanması oluşturuyordu. 'Kıssa' tarzında anlatım ise, takip ettiği yöntemin değişmeyen özelliklerinden birisiydi. Kur'an, insanlar için gerekli olan bilgiyi bildirmesinde farklı bir yöntem izliyor ve anlattığı kıssalarla gerçeği herkesin görebilmesini ve anlayabilmesini sağlıyordu. Kıssa demek, yaşanmış hayat hikayeleri, gerçekleşmiş olaylar demekti, Kur'an, gerçeği sunuşunda takip ettiği bu yönteminde, oldukça çetrefil görünen bireysel ve toplumsal konuları, yaşanan bir olayın, yaşamış bir kişinin ve toplumun hayatından örnekler vererek kolay anlaşılır hale getiriyor; bireysel ve toplumsal hayatı somut örneklerden hareket ederek ele alıyordu. Böylelikle konunun eksik ve açık bir tarafını bırakmıyordu. Konuyu, yaşanmış insanî boyutta ele aldığı için, birey ve toplum gerçeğinin uzağında, hayattan kopuk hükümler vermek, açıklamalar yapmak hatasına ve eksikliğine sahip olmuyordu. Her açıklaması, verdiği hüküm Veya bilgi, hayatın yaşanmış ve yaşanacak gerçekleri kadar hayatın içinde yer alıyordu. Ayrıca, yaşanmış bir hayatın veya olayın üzerinden verdiği örneklerle, herkesin, anlatılan yaşanmış gerçekleri, yaşadığı ve yaşayacağı hayatın içinde değerlendirip ve kolaylıkla anlamasını sağlıyordu. Ancak ne var ki müşrikler İslâm davetine tepkilerinin Kur'an'la ilgili kısmında, kıssa anlatımını dillerine doladılar. Kıssalarla anlatılanları değil de anlatılış yöntemini iftiralarının ve tepkilerinin malzemesi kıldılar. Müşrikler, Resulüllah'm kimliğiyle ilgili itirazlarıyla amaçlarına ulaşamayınca hedeflerine Kur'an'ı koydular? Çünkü Resulüllah'm rehberinin, İslâm davetinin kaynağının Kur'an olduğunu görüyor ve biliyorlardı. Her türlü itirazları, demagojileri, oyunları ayetlerle cevaplanıyor ve bozuluyordu. Kur'an nedeniyle hep kaybeden, mahcup olan, oyunu açığa çıkarılmış kimseler oluyorlardı. Bu nedenle insanların islâm davetine eğilimlerini saptırmak, İslâm'a ilgilerini azaltmak için Kur'an hakkında iftiralara başladılar, iftiralarını bir itiraz, gerçeği bulmak amacında olan birisinin çabaları gibi sundular. îlk iddialarından birisini Kur'an'ın Allah katından olmadığı, Resulüllah'm bir 'uydurması [165] olduğu iftirası oluşturdu. Sürekli denecek sıklıkta bunu gündeme getirmeye başladılar. Resulüllah'a karşı 'Biz seni değil, senin getirdiğin şeyi yalanlıyoruz [166] diyerek, tepkilerinin asıl nedeninin Kur'an olduğunu açıkça ifade eden eşraf, Meclis'teki toplantılarının birisinde islâm davetine yönelik yeni taktiklerini belirlediler. Bu sefer, Kur'an'ın anlattığı, geçmişte yaşamış peygamberlerden ve toplumlardan bahseden kıssaları dillerine dolamaya karar verdiler. Aralarındaki görüşmeler sonunda Kur'an'ı, bir hikaye kitabı, bir masal kitabı gibi takdim etmeyi kararlaştırdılar. Kendilerine okunan ayetler karşısında 'Bunlar eskilerin masalları [167] demeye başladılar. İslâm davetini durdurmak veya çarpıtmak amaçlı girişimlerin bu sonuncusunun akıl hocası Nadr b. Haris'ti. Arap yarımadasının dışındaki birçok bölgeleri gezmiş ve buralardaki insanlarla görüşüp, konuşmuş olan Nadr b. Haris, seyahatleri sırasında duyup öğrendiği hikayeleri Kur'an'a alternatif olarak sundu. 'Ey Kureyşliler, Vallahi ben Muhammed'den daha güzel söz söyler hikaye anlatırım' diyerek, bildiği hikayeleri anlatmaya başladı. O, bu anlatmalarını da 'Görüyorsunuz Muhammed'in anlattıkları benimkilerin yanında hiçbir güzelliğe sahip değiV sözleriyle bitiriyordu. Mekke müşriklerinin ve bilhassa da Nadr b. Haris'in söz konusu taktiği bazı kişiler üzerinde etkisi görülmüş olmalı ki, Velid b. Muğire de bir müddet sonra Nadr b. Haris'in yöntemini takip etmeye başladı. Onların, Kur'an'ı bütün fonksiyonlarından soyutlayıp, bir hikaye kitabı gibi algılanmasını sağlamayı amaçlayan bu girişimleri, birçok kimsenin ön şartlı olarak Kur'an'ı dinlemelerine yol açtı. Resulüllah, vahyolunan yeni ayetler ile her seferinde karşılaştığı zorlukları aşıyordu; ama buna rağmen sıkıntılıydı. Çünkü insandı, insan olan ise zorluklar, tepkiler karşısında sıkılır ve çekinirdi. İftiralar ve itirazlar kendi şahsından Kur'an'a yönelince sıkıntıları iyice arttı; zira, yalancı, oyuncu, hilebaz konumuna düşürülmeye çalışılıyordu. Bunlar karşısında öylesine sıkıldı ki, bir ayetin şahitliğiyle öğrendiğimize göre, müşrikleri öfkelendirecek, iftiralarını artırmalarına neden olacak bazı ayetleri duyurmayı ertelemek gibi bir düşüncenin zihnini kurcaladığı zamanlar bile oldu.[168] Ama emir açık ve kesindi: 'Hakikaten, biz dilersek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız; sonra bu durumda sen de bize karsı hiçbir koruyucu bulamazsın.[169] Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka ilâh yoktur. Müşriklerden yüz çevir.[170] Müşriklerin 'Kur'an'ı Muh.amm.ed uyduruyor', 'Masal anlatıyof iftiralarına en uygun cevap da yine Kur'an ile verildi. Kur'an kendisine yönelmiş iftirayı cevaplarken yüceliğini bir kat daha artırdı: 'Bu Kur'an Allah'tan başkası tarafından uydurulmuş bir şey değildir. Ancak kendinden öncekini doğrulayan ve o (ebedî gerçeği kapsayan) Kitabı açıklayandır. Onda şüphe yoktur, o âlemlerin Rabbindendir. Yoksa, 'Onu (Muhammed) uydurdu' mu diyorlar? De ki: Eğer sizler doğru iseniz Allah'tan başka, gücünüzün yettiklerini çağırın da (hep beraber) onun benzeri bir sûre getirin.[171] Fakat müşrikler iftiralarında ısrarcı olunca bu sefer vahyin meydan okuyuşu daha da şiddetlendi: Vnu (Kur'an'ı) kendisi uydurdu' mu diyorlar? De ki: 'Eğer doğru iseniz Allah'tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma) çağırın da siz de onun gibi on sûre getirin.[172] Daha sonra ise, eğer yapabiliyor-larsa,Kur'an'dakine benzer bir söz getirmeleri istendi: "Onu kendisi uydurdu!' mu diyorlar? Hayır, onlar iman etmezler. Eğer doğru iseler onun benzeri bir söz getirsinler.[173] Bütün bunlarla, Kur'an'm, Resulüllah tarafından söylenemeyecek/yazılamayacak kitap olduğu, bütün insanların ve hatta cinlerin [174] ve hatta Allah'tan başka her şeyin (melekler, cinler ve insanlar) bir araya gelse bile [175] Kur'an'ın tamamı bir yana, bir kısmının benzerini bile ifade etmekten aciz oldukları bildirildi. Şiirden anlayan, sözü güzel söylemesini bilen o müşrikler ise bu meydan okuma karşısında 'Kur'an'ı Muhammed uydurdu ama 'Allah'tan vahyolunuyor' diye yalan söylüyor' iftiralarına bir daha başvurmadılar. Acziyet içerisinde, iftiraları ortaya çıkarılmış kimseler olarak, 'kendisi uyduruyor' iftiralarını bir yana bıraktılar. Müşrikler iftiracı tavırlarından vazgeçici değillerdi: çünkü gerçeği bulmak ve kabul etmek gibi bir kaygıları veya çabalan yoktu. Onların bütün çabaları mevcut inançlarının ve hayat tarzlarının devamını sağlamaya odaklanmıştı. 'Muhammed Kur'an'ı uyduruyor', 'Masal anlatıyor' iftiraları işlerine yaramayınca, bu sefer İslâm davetine meyletmesi muhtemel kimselerin zihnini karıştırmak için gündemi başka bir iftirayla meşgul etmeyi denediler. Kur'an'm edebî mükemmelliği dikkate alarak, çocukluğundan beri yakından tanıdıkları Muhammed'in şiirle hiç ilgilen emiş birisi olması nedeniyle, O'nun Kur'an'ı kendi çabalarıyla oluşturamayacanı ancak bu işten anlayan birilerinden yararlanmış olabileceğini söylemeye başladılar. Daha önceki iftirası açığa çıkarılmış Nadr b.Haris yeni kampanyanın lider-röine soyundu. 'Bu Kur'an, olsa olsa onun Muhammed'in uydurduğu bir yalandır. Başka bir zümre de bu hususta kendisine yardım etmiştir [176] demeye başladı, iftirasının etkisini artırmak için, kaynak kişileri de gösterdi: Bunlar ehli kitaba mensup olan Addâs, Yesâr ve Cebr ismindeki bazı kölelerdi. Bu iftira müşrikler arasında çabucak ilgi gördü; birbirlerine 'Kur'an'ı ona ancak bir insan öğretiyor [177] diyerek, içlerindeki kini açığa vurmaya ve bir yandan da iftiralarına bizzat kendileri inanarak sıkıntılarını gidermeye çalıştılar. Ama bu sefer de cevap gecikmedi. Vahyolunan bir ayet, bu iftira kampanyasını da bir daha gündeme gelmeyecek şekilde sona erdirdi: 'Kur'an'ı kendisine nispet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Halbuki bu Kur'an apaçık bir Arapça'dır.[178] Bu önemli.bir bilgiydi. Müşriklerin kendilerinin dili Arapça'ydı ve Arapça'yı en güzel şiirler yazacak kadar iyi kullanan veya şiirler hakkında eleştirilerde bulunabilecek kadar Arapça'yı iyi bilen kimselerdi. Ama buna rağmen Kur'an'm bir sözünün benzerini getirme meydan okuyuşuna karşılık verememişlerdi. Halbuki Muhammed'e Kur'an'ı yazdırıyor' dedikleri kişiler Arapça'yı iyi bilen kimseler değillerdi; onlar böylesi mükemmel bir Arapça ile ifade edilen sözleri nasıl söyleyebilirlerdi? [165] Hûd sûresi, 11:13; Secde sûresi, 32:3; Yunus sûresi, 10:37; Tûr sûresi, 52:33 [166] Tirmizî, Tefsir 7; El- Kâdî, Esbâb-ı Nüzul, 172 [167] Kalem sûresi, 68:15; En'am sûresi, 6:25; Mutaffifin sûresi, 83:13 [168] Hud, 11:12 [169] îsra, 17:86 [170] En'am, 6:106 [171] Yunus, 10:38-39 [172] Hud, 11:13 [173] Tur, 52:33-34 [174] Îsra, 17:88 [175] Hud, 11:13 [176] Furkan, 25:4 [177] Nahl, 16:3 [178] Nahl, 16:03 |