๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 22 Temmuz 2011, 14:33:17



Konu Başlığı: İftira
Gönderen: Ekvan üzerinde 22 Temmuz 2011, 14:33:17
Bilgin Hoca ; tarafımca gerçekleşen konu düzeltmesini mümkün olduğunca konudaki yazım yanlışlarını satır satır inceleyerek düzeltmeye gayret ettim. Rabbim bana böyle bir hayra vesile kıldığı için müteşekkirim...

İftira


Erkek ve kadın müminler bu iftirayı işittiklerinde, kendi vicdanları ile bir hüsnü zanda bulunup: 'Bu, apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi?.[179]

Abdullah b. Ubeyy öfkeden ne yapacağını bilmez bir hâldeydi. Çıkardığı fitne ve fesatlarla Müslümanlar arasında bir bölünme gerçekleştirip, böylelikle İslâm da­vetini durdurmak veya yolundan saptırmak istemiş, amacına tam ulaşmak üzerey­ken oyunu bozulup rezil olmuştu. Neredeyse tüm eski dostlarının gözünde değe­rini yitirmiş, insanların kendisinden alaylı şekilde bahsettikleri birisi haline gel­mişti. O, tüm bunların sebebi olarak Resulüllah'ı görüyordu. Eğer Resulüllah ol­masaydı, eğer Medine'ye gelip yerleşmeseydi, tüm bunlar gerçekleşmeyecekti. Medine'nin en saygın kişisi olarak hayatını sürdürmeye devam edecekti. Ama Resulüllah'ın hicret edip Medine'ye yerleşmesiyle tacını dahi sipariş ettiği krallık umutları yıkılmış, sıradan bir adam konumuna düşmüştü. Son olaylarla da değe­rini hepten yitirmiş, eski dostlarının, akrabalarının ve hatta oğlunun bile aşağıla­yıp, suçladığı birisi olmuştu. Bu nedenle öfkeliydi. Öfkesi her geçen gün daha da çok kabanyordu. Müslümanlardan intikam almak, başta Resulüllah olmak üzere Müslümanları hiç değilse zor durumda bırakacak bir fırsat elde etmek arzusuyla ne yapabileceğini düşündü. Fakt bir şey bulamıyordu. Resulüllah'ı üzüp, utandıracak birşeyler yapmak istiyor, ama aklına hiçbir şey gelmiyordu. Derin düşünce-!er ve şiddetli sıkıntılar içerisindeyken, düşündüğü ama bir türlü bulamadığı fır­satın gözlerinin önünde olduğunu fark etti. Henüz biraz önce oğlu tarafından dur-urulrnuş, oğlunun kılıcından kurtulmak için Resulüllah'm ve Müslümanların iz-e     Ve kuvvetli olduğunu söylemek zorunda kalmış, canını oğlunun kılıcından ancak Resulüllah'm yardımıyla kurtarmışken, çok önemli bir fırsatı intikam ate­şiyle yandığı bu en zor gününde hemen önünde hazır buldu. Birkaç adamıyla otu­rup dertleştiği bir sırada gördüğü şeyin, intikamı için iyi bir malzeme olacağını düşündü. Kendisini sevindirip heyecanlandıran şey, Mustalık dönüşü, sabahın er­ken bir saatinde Hz. Aişe ile Safvan b. Muattal'm birlikte uzaklardan gelip orduya katılmalarıydı. Peygamberin eşinin, sabahın erken bir vaktinde yabancısı olan bir erkekle uzaklardan gelip orduya katılması oldukça dikkat çekiciydi. Üstelik bunu ordudaki hemen herkes görmüştü. Aişe herkesin görebileceği bir şekilde devenin üstünde oturuyor, Safvan ise Aişe'nin bindiği devenin yularını tutmuş bir hâlde yürüyordu. Bu, dedikodusunu yapmaya çok müsait bir durumdu. Abdullah b. Ubeyy hemen düşündüğü şeyi uygulamaya koydu. Yanındaki adamlara Aişe ile Safvan b. MuattaPı göstererek, hoşa gitmeyecek şeyler söylemeye başladı. Haber çabucak kulaktan kulağa yayıldı. Medine'ye varıldığında, öncülüğünü Abdullah b. Ubeyy'in yaptığı bir dedikodu fırtınası her yanı sardı. Dedikodu çok kısa sürede Aişe'nin ahlâk ve namusunu ayaklar altına alan bir iftiraya dönüştü. Hemen her yerde Aişe ve Saffan konuşulmaya başlandı. Aralarına Mıstah b. Usâse, Hassan b. Sabit, Hamne bint-i Cahş gibi bazı Müslümanların da katıldığı münafıklar, Ai­şe'nin iffeti konusunda ağza alınmayacak şeyler söylüyor; gülüp, eğleniyorlardı. Müslümanların büyük çoğunluğu ise işittikleri karşısında adeta şok oldular. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı. İşittiklerine kesinlikle inanmıyorlardı. Resulüllah'm eşinin böylesi bir ahlâksızlık yapacağını en küçük biçimiyle bile olsa inandırıcı bulmuyorlardı. Fakat ne var ki işittiklerini de yalanlamıyorlardı. Dedikodu ve if­tira seline dahil olmadan, sessiz bir şekilde sürecin nereye varacağını bekliyorlar­dı. İşittiklerini açıkça yalanlayanlar sadece birkaç kişiydi. Ebû Eyyûb el-Ensarî bunlardan birisiydi. O söylenenlere sert tepki veriyor ve 'Sübhanaüah! Böyle ko­nuşmayın! Sübhanallah! Bu büyük bir yalandır! Aişe böyle bir şey yapmaz' diyordu. Sâ'd b. Muaz da konuşulanların bir iftira olduğunu, iftirayı çıkaranları öldürmek gerektiğini söyleyip duruyordu. Dedikodular gün geçtikçe arttı. Böylelikle, bir ay kadar tüm Medine'nin gündemi haline gelen, Resulüllah başta olmak üzere Müs­lümanların bir çoğuna oldukça sıkıntılar veren bir süreç yaşanmaya başladı.

Tarihe 'ifk olayı' ismiyle geçen ve Hz. Aişe'nin başka bir erkekle gecelediği id­diasına dayanan iftira, ağır bir iftiraydı. Bir ay süreyle Medine toplumunun gün­deminde yer işgal eden bu iftiranın dayanağı durumundaki olayın aslının ne oldu­ğunu ve dedikoduların kimler tarafından çıkarılıp, yaygınlaştırılarak bir iftiraya dönüştürüldüğünü Aişe'nin bizzat kendisi bütün ayrıntılarıyla anlatmış bulunu­yor. Aişe'nin, kaynaklarda ayrıntılı bir şekilde yer alan anlatımıyla olay şöyle ger­çekleşmişti:

Resulüllah bir sefere çıktığı zaman eşlerinden birisini yanına alırdı. Hangi eşini yanına alacağını kura ile belirlerdi. Mustalık seferine çıkarken de kura çek­miş ve kura bana çıktığı için yanına beni almıştı. Örtünme ayetinin vahyolunmasından sonraki bir zamana rastlayan bu seferde, ben, devemin sırtındaki hevdec içinde yolculuk ediyordum. Devem hareket etmeden önce hevdecin içi­ne girer, otururdum. Görevliler gelir hevdeci kaldırıp devenin sırtına yerleşti­rirler, iplerle bağlarlar ve yola çıkardık.

Sefer dönüşü ordu bir yerde mola verdi. Gecenin bir kısmı da dahil olmak üze­re orada kalıp, dinlendik. Sonra hareket emri verildi. Hareket edileceği sırada benim ihtiyaç gidermem gerekti ve ordudan uzaklaşmak zorunda kaldım. O sı­ra boynumda Yemen işi bir kolye vardı. İhtiyacımı giderdikten sonra döndüm. Fakat kolyemin boynumda olmadığını fark ettim. İhtiyacımı gidermek için git­tiğim yere düşürmüş olacağımı düşünerek hemen oraya koştum. Kolyeyi bir süre aradım. Ordu hareket ederken, görevliler, beni içinde sandıkları hevdeci deveye yüklemişler. O zamanlar kadınlar zayıftı. Yiyecek az olduğu için az yer­dik. Bu nedenle de kadınlar bugünküler gibi etli ve yağlı değillerdi. Ben de ufak tefek olduğum için iyice hafiftim. Bu yüzden görevliler hevdecde benim olma­dığımı anlamamışlar.

Ben kolyemi bulunca ordunun bulunduğu yere koştum, fakat ordu gitmişti. Hiç kimseler yoktu. 'Nasıl olsa benim olmadığımı fark edince aramak için bura­ya gelirler' deyip, örtüme sarındım ve olduğum yere oturdum. Ağır bir uyku ba­sınca da uzanıp uyudum.

Safvan b. Muattal ordunun gerisinde kalmış ve ordudan kalan şeyleri alıp sa­hiplerine teslim etmeyi düşünmüş. Ordunun konakladığı yeri gezerken beni fark etmiş. Yanıma gelip kim olduğuma bakmış. Örtünme ayeti inmeden önce birçok kez gördüğü için beni tanımış. Ben onun şaşkınlıkla 'Bizler Allah'ın kul­larıyız ve muhakkak dönüp ona varacağız' dediğini duyunca uyandım. Hemen yüzümü örttüm. O hiçbir şey demedi. Devesini çöktürdü ve ön ayaklarına ba­sarak kalkmasını önledi. Bana 'Bin' dedi. Ben de deveye bindim. Öne geçip de­venin yularından tutup çekmeye başladı. Yolculuk sırasında hiç bir şey konuş­madık. Bu şekilde yola devam ettik. Sabaha kadar orduya yetişemedik. Ordu­ya, bir mola yerine gelip de durduğu zaman ancak yetişebildik. Sonra Medi­ne'ye geldik. Çok geçmeden de ben ağır bir hastalığa yakalandım. Bir ay hasta yattım. Bu sırada münafıklar hakkımda demediklerini koymuyorlarmış. Benim hiçbir şeyden haberim yoktu. Söylenenlerden benden başka herkesin haberi varmış. Fakat ne Resulüllah, ne de anne ve babam bana hiçbir şey söylemedi­ler. Ancak Resulüllah'ın bana karşı değiştiğini fark etmiştim. Eskiden hastalan­dığım zaman bana gösterdiği ilgiyi göstermiyordu. İçeri giriyor ve adımı anma­dan 'Hasta nasıl?' diye soruyordu. Sonra da çıkıp gidiyordu. Ben de bunun se­bebini düşünüyor, ama bulamıyordum.

lyileştim. Fakat yine bir şeyden haberim olmadı. O zamanlar evlerimizin yanı­na tuvaletler inşa etmemiştik. Tuvalet ihtiyacımızı karşılamak için biz kadınlar geceleri Medine'nin kırlarına giderdik. Ben bir gece Mıstah'ın annesi Sehna ile ihtiyaç gidermek için evden çıktını. Selma bir ara çarşafına takılarak düştü. Düşünce de 'Mıstah! Yüzünün üzerine düşesin! Kahrolasın!' dedi. Ben hemen mü­dahale ettim 'Neden böyle kötü şeyler söylüyorsun? Bedir'e katılmış birisine böyle şeyler söylenir mi?' dedim. Ben böyle deyince 'Bak hele şuna! Sen onun neler söylediğini duymadın galiba?' dedi. Ne söylediğini sordum, işte o zaman Selma ba­na olup-biteni anlattı. Ben hakkımdaki dedikodulardan ilk defa o zaman haber­dar oldum. Şaşırdım, ağlamaya başladım. O kadar çok ağladım ki, ağlamaktan ciğerlerim kopacak sandım.

Hakkımdaki dedikoduları duyunca üzüntüden hastalığım tekrar canlandı. Hatta öncesinden daha ağır hasta oldum. Hasta yatarken Resulüllah geldi ve 'Hasta nasıl?' dedi. Başka hiçbir şey söylemedi. Kendimi tutamadım. 'Ey Allah'ın Resulü! Çok sıkıntılıyım. Bana müsaade et, anne ve babamın evine gideyim. Has­talığıma orada bakılsın' dedim, izin verdi. Ben aslında anne ve babamın yanma gidip onlarla konuşmak ve işin ayrıntısını öğrenmek istiyordum. Resulüllah ya­nıma bir refakatçi verip anne-babamm evine gitmemi sağladı. Eve geldiğimde annem aşağıda, babam da damda oturuyordu. Annem beni görünce şaşırdı 'Kı­zım neden geldin?' dedi. ıAllah seni affetsin! Hakkımda bir yığın dedikodu çıkmış hiçbirini bana bildirmedin. Şimdi anlat bana, insanlar benim için ne diyorlar?' de­dim. Annem 'Kızınm üzülme! Güzel olan ve kocası tarafından sevilen her kadının hakkında dedikodu çıkar. Çünkü onun çekemeyenleri çok olur' dedi. 'Sübhanallah! İnsanlar benim için böyle şeyleri nasıl derler?' dedim. 'Babamın da haberi var mı?' diye sordum. 'Var' dedi. 'Resulüllah'ın da haberi var mı?' dedim 'Var' dedi. Göz­lerim yaşla doldu, kendimi tutamadım, ağlamaya başladım Sabaha kadar da hıçkıra hıçkira ağladım.

Aişe'nin, sürecin sadece son iki-ûç gününde haberdar olduğu dedikoduları ve iftirayı Resulüllah ilk anda duymuş ve çok üzülmüştü. Yürütülen dedikoduların doğruluğu konusunda ciddi bir delil yoktu. Sadece, eşi Aişe'nin, Safvan'la birlikte sabaha doğru uzaklardan gelip orduya katılması vardı. Bu elbetteki tamamıyla sı­radan bir durum değildi. Ama bu ağır bir ahlaksızlığın gerekçesi olabilecek özel­liklere de sahip olmayan bir durumdu. Üstelik geliş biçimleri yadırganacak bir şe­kilde de gerçekleşmemişti. Aişe hayvanının sırtında, Safvan ise yaya, Aişe'nin bin­diği hayvanın yularından tutmuş bir haldeydiler. Ayrıca, yanlış bir iş yapmış ol­manın telaş ve davranışına da sahip değillerdi. Herkesin görebileceği bir şekilde orduya dahil olmuşlar, Safvan, Aişe'yi kalacağı yere bıraktıktan sonra çelâp git­mişti. Fakat ortalıkta dolaşan bütün dedikodular Safvan ile Aişe'nin birli!  uzaklardan gelişine dayandırılıyor ve gerisi ahlâksızca kurgulanan hayallerde tamam­lanıyordu. Münafıklar, dinlerinin ve kişiliklerinin gereğine uygun bir şekilde, ah­lâksızlıkla bezenmiş bir iftira uydurmuşlardı. Her geçen gün iftiralarını biraz da­ha geliştiriyor, yalanlarını biraz daha yaygınlaştırıyorlardı.

Resulüllah eşini çok iyi tanıyordu. Onun yanlış bir iş yapmayacağına emindi. Daha da önemlisi, yüce Rabbinin, eşinin ve dolayısıyla kendisinin böylesi ağır bir ahlâksızlık pisligiyle lekelenmelerine müsaade etmeyeceğine olan inancı tamdı. Zira daha önce vahyolunmuş bir ayette 'Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere kar­şı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapı­lır. Sözü güzel söyleyin [180] denilerek, Peygamber hanımlarının başka­ları tarafından yanlış anlaşılabilecek en ufak davranışına bile müdahale edilmişti. Her türlü ahlâksızlık pisliğine karşı, peygamber ailesini böylesine özenle koruyan yüce Allah, onları dedikodusu ortalıkta dolaşan ve son derece ağır olan söz konu­su ahlâksızlığın pisliğinden mi korumayacaktı! Resulünü ve ailesini böylesi bir pislikle muhatap edermiydi! Böylesi bir şey olmazdı, olamazdı. Zira İlâhî iradenin peygamber ailesiyle ilgili muradı, bu güveni sağlıyordu. Daha önce vahyolunan bir ayet bunun en önemli deliliydi. Ayette '(Peygamber eşleri!) Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin' denildikten sonra, ilahî iradenin muradı açıkça ifade edilmişti: 'Ey Peygamber hanesinin mensupları! Allah sizden, hertürlü günahı gider­mek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.[181] O halde şimdi nasıl olur da peygamberin ailesine böylesine ağır bir suçun, böylesine büyük bir ahlâksızlığın bulaşmasına izin verirdi! Bu nedenlerden dolayı Resulüllah, eşiyle ilgili konuda oldukça rahattı. Aişe'nin iffeti konusunda herhangi bir kuşkusu yoktu. Eşiyle il­gili kanaatinin doğruluğundan o kadar emindi ki, Safvan ile yolculuğun nedenini Aişe'den sorma ihtiyacı bile hissetmemişti. O dedikodu ve iftira ortamında, nor­malde sorabileceği ve hatta sorması gereken şeyi sormayarak, eşinden kuşkulanan adam konumuna düşmekten uzak durmayı tercih etmişti. Bu nedenle de Medi­ne'ye gelince hastalanan Aişe'nin bir ay süreyle hiçbir şeyden haberi olmamıştı.

Resulüllah, elbette ki, mağduru olduğu iftira nedeniyle son derece üzüntülüy­dü. Her ne kadar belli etmese bile üzüntüsü ve sebebini bilmediği davranışı nede­niyle eşine olan kırgınlığı, eşine karşı davranışlarında az da olsa hissediliyordu. Ama hiçbir şekilde, ortalıkta dolaşan haberleri dikkate alarak eşine yönelik olum­suz bir tutum ve davranış sergilemedi.

Resulüllah konuşulanların yalan olduğunu, söz konusu edilen ahlâksızlık id­dialarının münafıkların uydurduğu bir iftira olduğunu biliyordu. Bu dedikodula­rın ve iftiranın bir noktada bitmesi gerektiği de açıktı. Kendisini son derece rahat­sız eden bu dedikoduların ve iftiranın önüne istediği anda geçebilirdi, istediği an­da söz konusu süreci bitirir, o yürütülen dedikodu ve iftiraları yasaklayarak prob­lemi o anda bitirirdi. Hatta iftiraya bilerek veya bilmeyerek alet olanlara gerekli cezayı hiç zorlanmadan verirdi. Bir çok Müslüman bu konuda kendisine içten ge­lerek yardımcı olurlardı. Başta Ömer olmak üzere, islâm'a ve Resulüllah'ın şahsı­na yönelik en küçük kabalıkta veya yanlışlıkta sabredemeyip 'Ey Allah'ın Resulü! Zin ver şunun boynunu uçurayım' diyen bir çok Müslüman vardı. Onların bu tepkilerine daha önce bir çok kez şahit olmuştu. Hatta, iftiranın başlatıcısı olan Ab­dullah b. Ubeyy'in oğlu Abdullah bile babasını susturmak veya hatta öldürmek için Resulüllah'ın en küçük işaretine bakıp duruyordu. Ama Resulüllah dediko­duları susturmak, iftirayı sona erdirmek için bizzat kendisinin bir girişimde bu­lunmasını uygun bir davranış olarak görmüyordu. Eğer kendisi yaşanan sürece fi­ilen müdahale derse, her ne kadar dedikoduları sona erdirse bile, bir çok kişinin kalbinde yeşerecek bazı kuşkulara neden olacağının farkındaydı. O halde yapıla­bilecek bir şey vardı; Müslümanlar kendiliklerinden sürece müdahale edebilir ve iftirayı önleyerek, peygamberlerinin eşine atılmak istenen ahlâksızlık pisliğini ön­leyebilirlerdi. Fakat ne var ki, sadece münafıklar değil, bazı Müslümanlar da de­dikodu seline kapılmışlardı. Müslümanların çoğunluğu ise, dinlerinin ve peygam­berlerinin hatırına yaşanan kötü sürece müdahale edip, Resulüllah'ın bir peygam­ber olarak muhatabı olduğu saldırıya engel olmaları gerekirken, ne gariptir ki ses­siz kalmayı tercih etmişlerdi. Resulüllah'ın şahsına yönelik en küçük kabalıkta he­men kılıcına sarılan Ömer bile sessizleşmiş, hiçbir şey demiyordu. Müslümanlar iftiraya yönelik tepkilerini ancak kendi aralarındaki bireysel konuşmalarında dile getiriyorlar başka da bir şey yapmıyorlardı.

İlk ve örnek Kur'an nesli olan Müslümanlar, cahiliyenin bataklığından kurta­rılıp, ayetlerle adım adım eğitilmiş kimselerdi. Onlar dedikodunun, iftiranın ne kadar büyük suç olduğunu bilirlerdi. Hiçbirisi herhangi bir dedikodu, iftira 'pisli­ğine' bulaşmazdı; daha doğrusu bulaşmamaları beklenirdi. Başkaları tarafından yürütülen dedikodu, iftira ahlâksızlığı karşısında sessiz kalmaları da kendilerin­den beklenecek bir şey değildi. Hakkın şahidi olmaları, ahlâksızlıklar, yanlışlar karşısında sessiz durmalarına engeldi. Üstelik, yürütülen dedikodular, atılan ifti­ralar bizzat Peygamber ailesiyle ilgiliyse, bir Müslümanın orada sessiz durması, sürece müdahale etmemesi hiçbir şekilde kabul edilebilecek bir şey değildi. Pey­gamberlerinin ve peygamber hanımı olan annelerinin namusunu ayaklar altına düşmekten alıkoymaları Müslümanlıklarının gerektirdiği bir sorumluluktu. O halde imanları, Peygamber ailesine yönelik iftiraya karşı bir reflekse neden olma­lı ve kulaktan kulağa yayılan dedikodulara araç olmadıkları gibi, 'dur' demesini de bilmeliydiler. Ama yapmadılar; yapanlar çok azdı. Anlaşılan o ki örnek Kur'an nesli olmalarına yönelik eğitimlerinde hâlâ bazı eksikleri vardı.

Resulüllah sıkıntı içerisindeydi. Namusunun bir iftiraya kurban edilmesinin sıkıntısını yaşamasının yanı sıra, sıkıntılarım artıran ve asıl büyüten asıl neden, Müslümanların bu pasif duruşlarıydı. Müslümanlardan beklediği desteği bulama­mıştı. İftira karşısından yalnız bırakılmıştı. Müslümanların ekseriyetinin sessiz kalarak dedikodulara karışmamaları, iftiraya destek vermemeleri Resulüllah'a yö­nelik bir destek sayılamazdı. Müslümanların, böylesi iğrenç bir iftiraya anında müdahale etmeleri ve Peygamberlerini bu sıkıntıdan kurtarmaları gerekirdi. Bunlar olmadığı için Resulüllah dayanılması zor sıkıntılar yaşıyordu. Bir yanda kirle­tilmeye çalışılan namusu ve namusuna dil uzatılarak yolundan saptırılmaya çalı­şılan İslâm daveti vardı; diğer yanda ise her gün dozajı biraz daha artan dediko­dular karşısından hepten sessizleşmiş, adeta peygamberlerini iftira selinin ortasın­da yalnız bırakmış Müslümanların kabul edilemez pasif duruşları vardı.

Resulüllah, haftalar geçmiş olmasına rağmen, beklediği desteği göremeyince, namusuna atılan iftirayı gözler Önüne sermek ve eşini ahlâksızlık lekesinden kur­tarmak için bir girişimde bulundu. Bunu yaparken de en yakın dostlarının hare­kete geçmesini isteyen bir tutum ve davranış sergiledi. Önce Ömer'le konuştu. Ona, Aişe'yi nasıl bildiğini sordu. Ömer 'Onu seninle kim nikahladı?" diye sordu. 'Allah' dedi. Ömer'in cevabı da sorusu kadar anlamlıydı: 'O hâlde Allah'ın onun bir işini senden gizleyeceğini mi sanıyorsun ? Haşa! Bu çok yanlış bir düşünce olur. Ey Al­lah'ın Resulü Ben kesin olarak inanıyorum ki bunlar münafıkların yalanıdır. Allah sana bir pislik bulaşmasına izin vermez.[182] Bu, Resulüllah için önemli bir düşüncey­di; beklediği bir cevaptı. Ama problem hâlâ ortadaydı. Ömer, bu kesin kanaatine rağmen iftirayı durduracak, dedikoduların olumsuz etkilerini silecek bir davranı­şa girmemişti; hâlâ da girmiyordu. Resulüllah, damadı ve arkadaşı Osman'a gitti. Aişe'yi nasıl bildiğini sordu. Osman da Ömer'inkine benzer şeyler söyledi. Üstelik durumu da aynıydı. Peygamberinin eşi konusunda bir kuşkuya sahip değildi. Ko­nuşulanların iftira olduğu söylüyordu. Ama bunu sadece Resulüllah'a karşı söylü­yor, onun dışında susup bekliyordu. Resulüllah, yeğeni, damadı ve arkadaşı Ali ile görüştü. Ali'nin cevabı Ömer ve Osman'ın kinden biraz farklıydı: 'Ey Allah'ın Resulü! Hatırlıyor musun? Bir gün bize imam olmuştun da namaz kılıyorduk. Namaz sı­rasında sen ayakkabılarını çıkardın, biz de sana uyup ayakkabılarımızı çıkardık. Na­maz bitince niçin, böyle yaptığımızı sordun. Biz de sana uyduğumuzu söyledik. Sen ise 'Cebrail bana ayakkabımda pislik olduğunu söyledi de onun için ayakkabılarımı çı­kardım' dedin. Sana ayakkabındaki pislik dahi bildiriliyor ve uyarılıyorsan, böylelik­le temiz kalman sağlanıyorsa, nasıl olur da, eğer böyle bir pislik gerçekleşmişse, Allah onu sana bildirmez?'. Ali, bu cevabı ile çok üzgün gördüğü Resulüllah'ı rahat­latmaya çalışmayı arzuluyordu. Üstelik sözlerinde ince bir mesaj da vardı. 'Ayak­kabıyı çıkararak pislikten kurtulduğuna göre, eğer Aişe için söylenenler doğruysa onu boşarsın olur-biter' demek istiyordu. Hatta konuşma sırasında 'Allah sana dünyayı daraltmadı. Ondan başka kadın yok değil yal [183] dedi. Ali bunları söyledi, ama bunları söylerken Aişe'nin iffetinden kuşku duymuyordu. Onun ahlaksızca bir davra bulunacağına ihtimal vermiyordu. Fakat bu düşüncesinin gereğine uygun bir tutum ve tavır da takınmıyordu. Hatta, sanki Resulüllah'ın öncelikli problemi eşine atılan iftiranın gerçek olup olmadığını anlamakmış gibi, Resulüllah'a, Aliyi  Kendilerine gizli kalmış bir yönü olup olmadığını anlaması için hizmetçiyle görüşmesini söyledi. Resulüllah, Ali'nin yanında, hizmetçiye Aişe'den şüphelenmesini gerektirecek bir durum görüp görmediğini sordu. Hizmetçi Berire'nin cevabı son derece açıktı: 'Seni hak din ile gönderene yemin ederim ki, ben onda ku­sur olarak hiçbir şey görmedim. Eğer kusur ise, onun tek kusuru, bazen çalışırken yo­rulur da uyur kalır. O uyuyunca koyun içeri girip onun yoğurduğu hamuru yer'. Ali, sanki bir yalanı açığa çıkarmak ister gibi Berire'yi sıkıştırarak iyice düşünmesini, hafızasını zorlamasını istedi. Berire kesin bir dille Aişe hakkındaki kanaatini ifade etti: 'Vallahi onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum. Onun ayıplanma­sına neden olacak hiçbir şeye şahit olmadım. Onun hakkındaki bilgim, bir kuyumcu­nun halis altın hakkındaki bildiği şey gibidir. [184]

Resulüllah bu görüşmeleriyle yetinmedi, çünkü arzuladığı şey gerçekleşme­mişti. Yaptığı görüşmeler eşi hakkındaki kanaatlerini destekliyor olmakla birlik­te, problemi çözmüyordu. Sıkıntısı devam ediyordu ve büyüktü. Aileden sayılan Usâme b. Zeyd'le görüştü. Aişe'nin yanlış bir davranışına şahit olup olmadığını sordu. Usâme de açık ve kesin bir ifadeyle düşüncesini söyledi: 'Ey Allah'ın Resu­lü! O Senin eşindir ve ben onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyorum. Onun için söylenenler ancak yalandır, iftiradır. [185] Resulüllah, kadınların bazılarının söz konusu dedikodulara ve iftiraya kendilerini çok fazlasıyla kaptırdıklarını bil­diği için, sürece müdahale ettiğinde etkili olabilecek bazı kadınlarla görüşmeye karar verdi. Namusuna atılan lekeyi temizlemek için, Müslüman kadınların adeta donmuş düşüncelerini harekete geçirmek istedi. Buna kendi aile çevresinden baş­ladı. Onların, ortalıkta dolaşan iftiraya aktif tepki vermelerini gerçekleştirmek ar­zusuyla, önce Zeyneb bint-i Cahş ile konuştu. Kadınlar içerisinde öncelikle Zeyneb'le konuşması önemliydi, çünkü Resulüllah'ın eşleri arasında Zeyneb ile Aişe arasında bir çekişme vardı; birbirlerini rakip görüyorlardı. Bu itibarla Zeyneb'in şahitliği ayrıcalıklı bir öneme sahipti. Zeyneb kanaatini hiç eğip bükmeden söyle­di: (Ey Allah'ın Resulü! Ben işitmediğimi işittim, görmediğimi gördüm demekten sakı­nırım. Vallahi ben onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. [186] Resulüllah, dadısı Ümm-ü Eymen'le görüştü. O yaşlı ve tecrübeli birisiydi. Aişe'yi yakından tanırdı ve herkes de bunu bilirdi. Ümm-ü Eymen'in de söyledikleri Zeyneb'in söylediklerinden farklı değildi.

İftira görünüşte Aişe ile ilgiliydi. Ancak münafıklar açısından asıl hedef Resulüllah'di; Resulüllah'ı yıpratmaya çalışıyorlar, O'nun onurunu ayaklar altına al­mak ve O'nu toplum gözünde ailesi ahlâksız bir kişi olarak takdim etmek istiyor­lardı. Böylelikle İslâm davetine zarar verebileceklerini düşünüyorlardı. Dolayısıy­la sıkıntıları en yoğun şekilde yaşayan Resulüllah'dı. Dedikoduların ve iftiranın görünüşteki muhatabına gelince; hakkındaki dedikodulardan ve iftiradan nere­deyse herkesten sonra haberdar olan Aişe'de sıkıntılıydı. Ama onun sıkıntısı tama­men bireyseldi. Kendi namusuna, kocasının namusuna iftira edilmiş olmasının sı­kıntısına sahipti. Halbuki Resulüllah bir dava lideri, bir peygamber olarak daha da başka şeyler düşünüyor, eşi bahane edilerek esenlik dininin, hakikatin önünün nasıl kesilmeye çalışıldığını görüyor ve üzülüyordu. Gerçi Müslümanlar da üzüldüler. Aişe'nin böylesi bir pisliğe bulaşmayacağını biliyor ve sevgili peygamberlerinin böylesi iftira bir kampanyası ile muhatap olmasını bir türlü kabullenemiyorlardı. Ayrıca mahcuptular. Çünkü kendilerinden bazıları da dedikoduların ve iftiranın gönüllü taraftan olmuşlardı. Ama buna rağmen iftiralara kapılmamış ol­mayı kendileri için yeterli buluyorlar, hatta adeta kendilerini iftiraya inandırma­manın çabasını yürütüyorlardı. Bu konuda Ebû Eyyûb'un eşi ile konuşması önem­li bir örnektir. Eşine, yedi ay misafirleri olmuş bu nedenle birçok Müslümandan daha yakından tanıdıkları Resulüllah'Ia ilgili üzüntüsünü dile getirip, 'Halkın Aişe için neler söylediklerini işittin mi?' diye sormuştu. Kadın, 'Evet işittim. Tamamen if­tira; yalan ve uydurma' dedi. Ebû Eyyûb, konuşulanların
 iftira olduğunu ispal et­mek ve kalbini rahatlatmak için tekrar sordu: Ey Eyyûb'un annesi! Sen olsan böy­le bir iş yapar miydin?' Eşi "Hayır! Vallahi yapmazdım" deyince, Ebû Eyyûb 'Öyle ise Aişe de yapmaz. Çünkü o senden daha hayırlı [187] dedi.

Esasen, iftiranın neden olduğu sıkıntıyı Resulüllah'tan sonra en ağır biçimiyle yaşayan kişi Ebû Bekir'di. O bir Müslüman olarak sevgili peygamberinin onuru­nun bu derece ayaklar altına alınmasından dolayı üzüntülüydü. Ancak onun üzüntüsünün tek nedeni bu değildi. O başka bakımlardan diğer Müslümanlardan ayrılıyordu. O Peygamber'in en yakın arkadaşıydı. Sadece Peygamberinin onuru­nun ayaklar altına alınmış olunması nedeniyle değil, en yakın arkadaşının onuru­nun ayaklar altına alınmış olunması nedeniyle üzüntüsü daha da fazlaydı. Daha da önemlisi, kendisi Peygamberin kayınpederiydi ve hakkında dedikodu yürütü­len şahıs kendi kızıydı. Bu nedenle de iftiralara yönelik tepkilerinin, iftiraları dur­durmaya önemli bir katkısının olmayacağını biliyordu. Onun iftiralara tepkisi, sü­rece müdahalesi, birçok kişi tarafından kızı iftiraya uğramış bir babanın çırpınış­ları olarak değerlendirilecekti. Söylenenlerin iftira olduğunu söylemesi bir çok ki­şiye inandırıcı gelmeyecekti. Dolayısıyla Peygamberine gerçek anlamda yardımı olamayacaktı. Bu nedenle üzüntüsü tarif edilemez ağırlıktaydı. Sadece, kızı iftira­ya uğramış bir baba olarak dile getirdiği sözleri bile, sıkıntılarının ne kadar daya­nılmaz olduğunu göstermeye yetiyordu: 'Allah'a yemin olsun ki biz cahiliye döne­minde bile böyle bir iftiraya uğramadık, islam döneminde bu suçlamayı nasıl kabul­lenebiliriz: [188]

Üzüntüden ne yapacağını bilemeyenlerden birisi de Safvan b.  Muattal'dı. üzüntüsünden kahroluyordu. Devesini çöktürüp 'Bin' demesinin dışında hiç konuşmadığı, hiç göz göze gelmediği, hiç yakın durmadığı sevgili peygamberinin eşine kendi ismi üzerinden böylesine çirkin bir iftira atılmasını kabullenemiyor, ünlüsünden ne yapacağını bilemez bir halde evine kapanmış dışarılara çıkmamış iftiranın doğrudan muhatabı olduğu için yapabileceği bir şey yoktu. Buna rağmen bir şeyler yapma ihtiyacı hissetti. Bu nedenle, o zamana kadar sakladığı hiç kimseye söylemediği bir sırrını açıklamak zorunda kaldı: 'Varlığım kudret elin­de olan Allah'a yemin olsun ki ben şimdiye kadar hiçbir kadın veya kızın eteğini kal­dırmış değilim dedi. Bununla, ortalıkta dolaşan dedikoduların asılsızlığını ken­dince ispatlamaya çalışıyordu. Çünkü kendisi erkekliği olmayan birisiydi ve daha önce bunu bilen yoktu.

Çok az kısmı hariç Müslümanlar için durum açıktı. Aişe'nin iffetinden kuşku duymayı gerektirecek hiçbir şey yoktu. Ama ne var ki, buna rağmen harekete geç­miyorlardı. Süreci durduracak bir harekete kalkışmıyorlardı. Resulüllah'ın uğra­dığı iftiranın dolaylı muhatapları olarak sorumluluklarının gereğine göre hareket etmiyorlardı. Peygamber bile olsa bir liderin, bir önderin bazen desteğe ihtiyacı olacağını, her sıkıntıyla sadece kendisinin uğraşamayacağını düşünmüyorlardı. Bu gidişte de sorumluluklarının gereğine göre davranacak gibi de gözükmüyorlar­dı. Bunun üzerine Resulüllah sürece fiilen müdahale etmeye karar verdi. Önde ge­len Müslümanların mescitte toplanmalarını istedi. Konuşmasında, birilerinin de­dikodu ve iftiralarla kendisine ve ailesine zarar vermek istediklerim söyledikten sonra, 'Ben eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum' dedi. Eşi hakkında herhangi bir kuşkusunun ve bir koca olarak eşiyle ilgili bireysel bir sıkıntısının olmadığını konuşmasının başında özellikle ifade etti. Sonra, Müslümanlardan açıkça yardım­larını istedi: 'Eşim konusunda iftira çıkaranlar hakkında yapılması gerekenin ne ol­duğunu bana söyleyin' dedi. Bu arada iftiranın başlatıcısı, münafıkların reisi Abdul­lah b. Ubeyy'in ismini de açıkça zikretti: 'Eşime iftira atan bu adam hakkında bana kim yardım edecek?' dedi. Sâ'd b. Muaz hemen ayağa kalktı. Resulüllah'ın ne de­mek istediğini anlamıştı. 'Ey Allah'ın Resulü! Bu konuda ben sana yardımcıyım. İf­tiraya karışan Evslilerin boyunlarını uçurmaya hazırım. Hazreçlilere gelince, bu ko­nuda bir emrin olursa yerine getirmekte tereddüt etmem' dedi. Evsin eşrafından olan Sâ'd b. Muaz'm bu çıkışı, Hazreçin eşrafından olan Sâ'd b. Ubâde'yi rahatsız etti. Kavmiyetçilik duyguları kabardı. Depreşen cahiliye asabiyetinin etkisiyle Sâ'd b. Muaz'a cevap verme ihtiyacı hissetti; 'Abdullah b. Ubeyy'e dil uzatamazsın. Onu öl­dürmeye kalkışamazsın. Resulüllah'ın eşine iftira atanlar arasında Hazreçten bazı kimseler olduğu için böyle konuşuyorsun. Onlar eğer Evsli olsalardı böyle konuşmaz­dın' dedi. Bunu üzerine Sâ'd b. Muaz'm amca oğlu olan Useyd[189] b. Hudayr söze ka­rıştı. Useyd, Sâ'd b. Ubâde'ye çıkışarak 'Eğer istersek o münafığı öldürürüz. Siz de buna engel olamazsınız. Sen galiba bir münafıksın ki, münafık olduğu herkes tarafın­dan bilinen bir adamı desteklemekte bir sakınca görmüyorsun. Vallahi, eğer daha ön­ce Resulüllah'ın o münafığı öldürmemizi İstediğini bilseydik İsteğini hemen yerine ge­tirirdik' dedi. Sâ'd b. Ubâde, kendisine yönelik bu sözlere karşılık verdi. Evsli bi­risinin hiçbir Hazreçliye zarar vermeye cesaret edemeyeceğini söyledi. Bunların arkasından 'Evslilerl Sizler bu sözlerinizle bizi cahiliye pisliğinin içine itelemek istiyorsunuz

Resulül­lah kendisiyle ilgili görünen problemi ve bu problem çerçevesinde gerçekleşmesi­ni istediği davranışı bir yana bırakıp, Müslümanlar arasında depreşen cahiliye da­vacılığının etkilerini yok etmeye çalıştı. İki tarafla da konuşup, durumlarını gözden geçirmelerini ve kavmiyetçilik 'pisliğine' bulaştıklarını anlamalarını sağlayacak bir konuşma yaptı. İki tarafı da zorla yatıştırdı ve mescitten çıkıp, doğruca Aişe'nin yanına gitti.

Resulüllah açısından durum anlaşılmıştı. Beklentisi gerçekleşmemiş, Müslü­manlar iftira selinin ortasında kendisini yalnız bırakmışlardı. Açıkçası, Müslüman­lar kötü bir imtihan vermişlerdi. Bu aşama da problemi bizzat kendisinin çözmesi, önce eşiyle konuşup konuyu bütün boyutlarıyla açığa çıkardıktan sonra yapılması gerekenler nelerse onu yapması gerekiyordu. Ancak bu aşamada İlâhî müdahale gerçekleşti ve hem iftira kampanyasını sona erdirdi, hem de Müslümanların eğiti­minde önemli aşamalardan birisini daha gerçekleştirdi. Müslümanlara, önemli bir sorumluluklarını hatırlattı. Gelişmelerin devamını Aişe şöyle anlatmıştır: [190]

Hakkımda konuşulanları öğrenmemin üzerinden iki gece, bir gündüz geçmiş­ti. Bu süre içerisinde sürekli ağlamıştım. Resulüllah mescitteki toplantının he­men sonrasında, anne ve babamla oturup ağlaştıgımız sırada yanımıza geldi. Yanıma oturup 'Aişe!' dedi ve hakkımda çıkarılan dedikoduları anlattı. Sözleri­ni 'Eğer sen bu anlatılanlarla ilgili değilsen, Allah bu söylenenlerle ilgili olmadığı­nı bildirip seni temize çıkarır. Yok eğer bu günahı işledinse Allah'tan affını iste, tövbe et. Çünkü Allah, günahını itiraf edip de tövbe eden kulunu bağışlar' diyerek tamamladı. O böyle deyince anne ve babama dönüp, 'Benim yerime siz cevap ve­rin' dedim. İkisi de 'Ne diyeceğimizi bilmiyoruz' dediler. Resulüllah'ın konuşma­sı ve Anne ile babamın bu cevabı karşısında ağlamam kesildi. Birden kendimi oldukça güçlü buldum. Allah'a hamd edip, O'nu layık olduğu şekilde andıktan sonra söyleyeceklerimi söylemeye başladım. O zamanlar henüz Kur'an'dan pek ezberim yoktu. Bu nedenle düşüncelerimi daha iyi ifade edebilmek için ayet okumak istediğim hâlde okuyamamıştım. Dedim ki: 'Ben anlıyorum ki, siz hak­kımda söylenenleri dinlemişsiniz ve hatta bazısına da inanmışsınız- Şimdi ben size

Ben o günahı işlemedim' desem bana inanmazsınız. Ama farz edelim ki 'Ben o gü­nahı işledim' deyip itirafta bulunsam hemen inanırsınız. Vallahi ben kendim için de sizin İçin de Yakub'un dediğinden başkasını demiyorum. O şöyle demişti: Artık bana düşen güzelce bir sabırdır. İddialarınız karşısında ancak Allah'tan yardım iste­nir.[191] Sözlerimi bitirince sırtımı dönüp yattım. Ben suçsuz oldu­ğumu bildiğim için Allah'ın durumumu açığa kavuşturacağına kesinlikle inanı­yordum. Ancak, Allah'ın, durumum hakkında ayet vahyedeceğini hiç düşün­müyordum. Şahsımı ilgilendiren bir iş için ayet vahy olu nacağını aklıma dahi getirmiyordum. Ben sadece rüya yoluyla veya ilham yoluyla Resulüllah'ın hak­kımda bilgilendirileceğini düşünmüştüm.  Sırtımı dönüp yatınca Resulüllah kalkmaya niyetlendi. Henüz kalkmamıştı ki ayet vahyolunmaya başladı. Bunu, Resulüllah'ın ayet vahyolunurken sahip olduğu belirtilerin açığa çıkmasından anladım. Vallahi o sırada ben ne korktum, ne de aldırış ettim. Anne ve babama gelince, hakkımdaki dedikodular doğrulanacak diye korkuyor, korkudan ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Resulüllah'ın üzerinden vahiy hali geçince yüzü güldü. Sevinçliydi; 'Müjde ya Aişe! Allah seni temize cihardı' dedi. Resulüllah böyle deyince anne ve babam çok sevindiler. 'Resulüllah'a teşekkür et' dediler. Ben, 'Vallahi ne size, ne de O'na teşekkür ederim. Ben, ancak, sizlerin duyup da reddetmediğiniz şeylerden beni uzak tutan ve hakkımda ayet indiren Allah'a hamd ve teşekkür ederim' dedim. Ben öyle söyleyince babam kızdı 'Sen bunu Resulüllah'a mı söylüyorsun' dedi. Ben de 'Evet O'na da söylüyorum' dedim.

İftirayı açığa çıkaran, münafıkları deşifre eden, Müslümanların böylesi bir olayda nasıl davranmaları gerektiğini açıklayan ayetler şöyleydi: 'Bu ağır iftirayı atanlar içinizden bir gruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın; aksine o, si­zin için bir iyiliktir. (Çünkü böylelikle, bu gibi durumlarda ne yapmanız gerektiği ko­nusunda sahip olduğunuz eksikliği öğrenme imkanına kavuştunuz). Onlardan her bir kişiye günah olarak ne işlemişse (onun karşılığı olan ceza) vardır. Onlardan (eleba­şılık yapıp) bu günahın yükünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır. Er­kek ve kadın müminlerin bu iftirayı işittiklerinde, kendi vicdanları ile bir hüsnü zan-da bulunup da: 'Bu, apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi? Onların (iftiracı­ların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getire­mediler, öyle ise onlar Allah katında yalancıların ta kendileridirler. Eğer dünya da ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde olmasaydı, içine daldığınız bu iftira­dan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi. Çünkü siz bu iftirayı, dilden di­le birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağzınızda geveleyip duruyordunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyordunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük (bir suç)tur. (Ey iman edenler!) Onu duyduğunuzda: 'Bunu konuşup yay­mamız bize yakışmaz. Haşa! Bu, çok büyük bir iftiradır' demeniz gerekmiyor muy­du? Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer bir tutumdan sizi sakın­dırıp uyarır. Ve Allah ayetleri size açıklıyor. Allah, (işin içyüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz. Ya sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, Allah "çok şefkatli ve merha­metli olmasaydı (haliniz nice olurdu?).[192]


Hz. Aişe sürecin sonunu şöyle anlatmıştır:


Ayet inip durumum açıklığa kavuşturulunca, babam yoksul olduğu için eski­den beri yardım ettiği Mıstah b. Usâse için 'Aişe hakkında dedikodu yapan Mistah'a bir daha yardım etmeyeceğim deyip yemin etti. Bunun üzerine bir ayet da­ha vahyoldu. Bu ayette yüce Allah şöyle diyordu: 'İçinizden faziletli ve servet sa­hibi kimseler akrabaya, yoksullara, Allah yolunda göç edenlere (mallarından) ver­meyeceklerine yemin etmesinler; bağışlasınlar; feragat göstersinler. Allah'ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.[193] Bunun üzerine babam 'Vallahi ben Yüce Allah'ın beni affetmesini el­bette isterim' dedi ve Mıstah'a yaptığı yardımı kesmeyeceğini söyledi; 'Ben bu yardımı hiçbir zaman kesmem' dedi.[194]

Hz. Aişe'ye atılan iftira nedeniyle, başta Resulüllah olmak üzere Müslümanla­rın tamamına yakını zor ve sıkıntılı bir ay geçirdiler. Ancak bu zorluk ve sıkıntı­lar, bir çok bakımdan kendileri için hayırlı bir sonuca vesile oldu. Öncelikle, mü­nafıkları bir kez daha yakından tanıma imkânı elde ettiler. Bu arada kolaylıkla münafıklara meyledebilecek olan ve hatta meyleden Müslümanlar, benzer durum­larda nasıl davranacaklarını öğrendiler. Ayrıca Müslümanlıklarının gerektirdiği sorumlulukların ve bu sorumluluğun neden olması gereken bazı hassasiyetlerin farkına varma imkanı elde ettiler. Yanlışlıklar karşısında pasif durmanın, yanlış­lıkların suçundan, günahından uzak durmanın yeterli olmadığım anladılar. Tüm bunların yanı sıra, insanlar arasından seçilen ve tüm insanlar için en güzel örnek kılman Resulüllah'ın, bütün farklılık ve üstünlüklerine rağmen, bir insan olduğu­nu bir kez daha yakından tanıma ve görme imkânı elde ettiler.


[179] Nûr sûresi, 24:12

[180] Ahzab, 33:32

[181] Ahzab, 33:32,33

[182] Koksal, îslâm Tarihi-Medine Devri, V/68.

[183] Buharı, Şahâdat 15; Müslim, Tevbe 56.

[184] Buharı, Şahâdat 15; Müslim, Tevbe 56; Ahmed, Müsned, VI/196.

[185] Buharî, Şahâdat 15; Müslim, Tevbe 56; Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 111/313.

[186] Buharî, Şahâdat 15; Müslim, Tevbe 56; Ahmed, Müsned, Vl/197.

[187] Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 111/315.

[188] Vakıdî, Meğazi, 11/433.

[189] Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, IH/319; Said Havva, El Esas Fi's Sünne, II7495.

[190] Buharî, Şehâdât 15; Müslim, Tevbe 56; Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 111/313; Vakıdî, Meğazi, 11/431.

[191] Yusuf, 12: 18

[192] Nür, 24:11-20

[193] Nur, 24:22


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Hafsa Nur 6.D üzerinde 02 Mart 2014, 19:34:52
Allah razı olsun....
ödevimi bitirmeme vesile oldunuzzzzzz.


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: ✿ Yağmur ✿ üzerinde 11 Mart 2014, 16:03:28
Erkek ve kadın müminler bu iftirayı işittiklerinde, kendi vicdanları ile bir hüsnü zanda bulunup: 'Bu, apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi?.[179]

Abdullah b. Ubeyy öfkeden ne yapacağını bilmez bir hâldeydi. Çıkardığı fitne ve fesatlarla Müslümanlar arasında bir bölünme gerçekleştirip, böylelikle İslâm da­vetini durdurmak veya yolundan saptırmak istemiş, amacına tam ulaşmak üzerey­ken oyunu bozulup rezil olmuştu.
Allah bizleri iftiraaadan şerden korusun.


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Rukiye Çekici üzerinde 11 Mart 2014, 19:16:10
Allah bizleri iftiradan korusun...


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Rabia nur kaplan 8.D üzerinde 11 Mart 2014, 19:22:15
Birine çamur atmadan önce düşün ve sakın unutma; ilk önce senin ellerin kirlenecek.İftira, kılıçtan daha zalim bir silahtır, çünkü iftiranın açtığı yaralar hiçbir zaman kapanmaz. »


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: ✿ Yağmur ✿ üzerinde 11 Mart 2014, 19:24:17
İftira...
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı. Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum. Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir. Ebu Davud, Edeb 40, (4878, 4879)

Kaynak: Peygamber Efendimizin İftira İle İlgili Hadisleri | izafet.net
Copyright ©izafet.net


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Rabia nur kaplan 8.D üzerinde 11 Mart 2014, 19:26:21
İftira eşek arısına benzer, onu ilk vuruşta öldüremeyecekseniz, hiç dokunmamak daha iyidir. »İnsanlara ok atmak, dil ile taşlamaktan hafiftir. Zira okun hedefi şaşar, ama dilin ki şaşmaz. »Kara yüzlüye ha sabun, ha kara boya. »
Mevlana Celaleddin-i Rumi.İnsanlara ok atmak, dil ile taşlamaktan daha hafiftir. Zira dil taşlaması hedefini şaşırmaz. »


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Damla üzerinde 11 Mart 2014, 19:49:30
İftira...
Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım. Bunlarla yüzlerini (ve göğüslerini) tırmalıyorlardı. Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum. Bunlar, dedi, insanların etlerini yiyenler ve ırzlarını (şereflerini) payimal edenlerdir. Ebu Davud, Edeb 40, (4878, 4879)

Kaynak: Peygamber Efendimizin İftira İle İlgili Hadisleri | izafet.net
Copyright ©izafet.net
sağ ol ablacım çoook güzel olmuş...


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Gözdenur 8 üzerinde 01 Mayıs 2014, 18:20:00
ALLAHIM bizi inşALLAH iftiradan korur.(AMİN)


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Ruhane üzerinde 20 Nisan 2016, 21:49:24
Selamun aleykum.. Rabbim iftiraya uğramaktan korusun cumlemizi. .


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Mehmed. üzerinde 20 Nisan 2016, 21:51:15
Ve aleykümüsselam ve rahmetüllah. Gerçekten iftira gıybetten daha rezil ve daha beter bir günahtır. Rabbim bizleri bu günahı işlemekten korusun.


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Melike 8 üzerinde 20 Nisan 2016, 22:44:44
Rabbim bizi kotu iftirâlardan uzak tutsun. Bizde iftira aatamalıyız.Kul hakkına girmemeliyiz.


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Ceren üzerinde 21 Nisan 2016, 00:51:45
Aleykumselam.Bir musluman kardesine yalan yere iftira atip gunaha girmekten ve iftiraya maruz kalip kotulenmekden rabbim bizleri korusun inşallah.Rabbim razi olsun paylasimdan kardesim....


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Pelinay üzerinde 21 Nisan 2016, 18:03:29
Yalancinin mumuyatsiya kadar yanar diye bir soz vardir halk araainda.iftira da oyledir.er gec ortaya cikar elbette.ve sonunda rezil rüsva olan yine iftiraci olur.
Rabbimbizleri korusun insallah.Allah razi olsun paylaaim iicn


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Selma 8 üzerinde 21 Nisan 2016, 19:14:33
Rabbim bizleri iftira atanlardan ve iftirata düşenlerden  korusun rabbim bizleri iftiradan korusun inşAllah


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: ღ۩Bilgin۩ღ üzerinde 22 Nisan 2016, 10:46:10
Konu o kadar güzel ki uzun denmeden bıkmadan sıkılmadan okuyanlara hakikat ve ilim bu kadar ucuz. Gözle okuma ile  10 -15 dk bile sürmüyor...  Ahiretin için bugün 10 -15 dk okuyup öğrenmeyi çok görenler , konu islam olduğunda 10 saat sallamaktan sıkılmazlar.... böylelerinden olmayınız...

Bilgin Hoca ; tarafımca gerçekleşen konu düzeltmesini mümkün olduğunca konudaki yazım yanlışlarını satır satır inceleyerek düzeltmeye gayret ettim. Rabbim bana böyle bir hayra vesile kıldığı için müteşekkirim...


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Ruhane üzerinde 22 Nisan 2016, 11:56:26
Iftiraya uğrayan sadece kendi zarar görmez. . Yakinindakikerde zarar görür yıpranır.. Paylasimda da olduğu gibi eğer böyle bir durum ile karşılaşırsak kendimizi temize çıkarmak için doğru olan yolların hepsini zorlamaliyiz. . Zaten Rabbim kimsenin  ahini kimsede bırakmıyor ve en kısa zamanda olaylar gün yüzüne çıkar ve iftira eden yaptığı kotulukle değerini hem burada hem ahirette kaybeder..


Konu Başlığı: Ynt: İftira
Gönderen: Sevgi. üzerinde 15 Kasım 2018, 03:38:28
Rabbim bizleri Razı olmadığı tüm kötü hallerden uzak durmayı nasip etsin inşaAllah