๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 28 Temmuz 2011, 16:14:35



Konu Başlığı: Hüzün Yılı
Gönderen: Ekvan üzerinde 28 Temmuz 2011, 16:14:35
Hüzün Yılı


Hz. peygamberin hanımlarından hiçbirini asla Hatice'yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Onu görmedim, fakat Resulüllah ondan çok söz ederdi... "Al­lah sana daha hayırlısını vermişken, çok zaman önce vefat etmiş, dişleri dökül­düğü için çenesinin kırmızı etleri görünen bîr koca karıyı ne anıp duruyorsun?' dedim. Dedi ki; "İnsanlar beni İnkâr ederken, bana iman ettiği, insanlar beni ya­lanlarken beni doğruladığı, insanlar beni mahrum ederken o beni malına ortak ettiği ve Allah bana onun çocuklarını ihsan edip başka hanımlarımın çocukla­rından mahrum ettiği halde onun yerine'daha hayırlısını verdi ha!' Bunun üze­rine 'Ya Resulüllah! beni bağışla. Allah'a yemin ederim ki, bu günden itibaren Hatice'yi hoşlanmadığım şekilde andığımı görmeyeceksin' dedim. (Hz. Aişe)

Boykot sona ermiş ve Resulüllah başta olmak üzere bütün müminler geçen üç se­neye göre biraz rahatlamışlardı. En azından açlık problemi yo.ktu. Ayrıca, Resu­lüllah özellikle dışarıdan gelen insanlarla daha kolay irtibat kurabiliyor ve davet çalışmalarını daha rahat sürdürebiliyordu. Boykotun dayanılmaz izleri silinmek üzereyken, Resulüllah için son derece üzücü, dayanılması zor iki olay peş peşe gerçekleşti. Risâletin 9. yılının sonlarında (Aralık 620) önce Ebû Talib, kısa süre sonra da Hz. Hatice vefat etti.

Ebû Talib iman etmemesine rağmen risâletin her aşamasında, en zor gürde yeğenini koşulsuz korumuş, O'na hep destek olmuş, Mekke eşrafının zorbalıkları karşısında yeğenine koruyucu'bir kalkan görevi olmaya hep devam etmişti. Ebû Talib'in iman etmemesi, Allah'ın müminlere yönelik büyük bir lütfü idi. Eğer o iman etmiş olsaydı Resulüllah'a kalkan olamaz, Ebû Talib'in Müslümanlığını ba­hane eden Mekke eşrafı Resulüllah'a hiç zorlanmadan müdahale edebilirdi. Hal­buki Ebû Talib kendi dinlerinden ve kendi meclislerinin önemli üyelerinden biri­siydi. Bu nedenle müdahale edemiyorlardı. Ona müdahaleleri Mekke'deki top­lumsal yapıyı, siyasî dengeyi alt-üst ederdi. Bir türlü Ebû Talib'i hesaba katmazlık edememişlerdi.

Ebû Talib boykotun son bulmasından kısa bir süre sonra hastalandı. Hastalığı ağwdı. Ebû Talib'in öleceğim anlayan Mekke eşrafı başına toplandı. Resulüllah ile Mekke eşrafı, Ebû Talib vesilesiyle bir kez daha bir araya gelmiş oldular. O sırada  tek düşüncesi sevgili amcasının iman etmesi ve ölümü bir mümin olarak karşıla maşıydı. Bu amaçla amcasına yaklaştı, yanma oturdu ve 'Ey amca' dedi; 'La ilahe sökünü söyle ki Allah katında şahidin olayım'. Mekke ileri gelenleri, yanlarında kendi adamlarına İslâm davetinin gerçekleştirilmesinden rahatsız ol­dular. Ebû Cehil ve Abdullah b. Ebû Umeyye müdahale etti: 'Ey Ebû Talih, ölür­ken atalarının dinini mi terk edeceksin? Sakın yapma bunu. Şerefini ayak altına dü­şürme' dediler. Resulüllah teklifini ısrarla tekrarladı. Eşraf ise her defasında mü­dahale edip Ebû Talib'i sabit tutmaya, dininde kalmasını sağlama çalıştı. Böylelik­le iki taraf arasında bir çekişme yaşanmaya başlandı. Ebû Talib tartışmayı kesme­lerini istedi. Resulüllah'a hitaben 'Yeğenim' dedi; 'Senin güvenilir olduğunu biliyo­rum. Ancak, ölüm yaklaştı da korktu, kalbi yumuşadı; bu nedenle ısrara dayanama­yıp yeğenine uydu denilmesini istemiyorum. Ben Abdülmuttalib'in, Haşim ve Abdume-nafın dini üzerine ölüyorum. Kimse bana ölümden korktu da dinini değiştirdi deme­sin1 dedi. Bu arada Mekke eşrafı bir yandan Resulüllah'ı itip kakarlarken, bir yan­dan da ondan şikayetçi olduklarını ifade ediyorlardı. Yanında yaşanan itişip kakış­maları gören Ebû Talib 'Yeğenim kavminden ne istiyorsun?' diye sordu. Bu sorusuy­la, yeğeni ile eşrafın kavgasız bir şekilde konuşmalarına zemin hazırlamak ister gi­biydi. Ölümle karşı karşıya olduğu bir anda husumetleri sona erdirip, bir anlaşma zemini bulma arzusu taşıyordu. Yoksa, yeğeninin ne istediğini, insanları neye da­vet ettiğini çok iyi biliyordu. Amcasının sorusu üzerine, Resulüllah'ın cevabı ayrıntılarını birçok kez anlattığı konunun özetini ifade etmek oldu: 'Onlardan bir tek sözü kabul edip, bunu söylemelerini istiyorum. Eğer onu kabul edip söylerlerse bütün Araplar onların yönetimine girer, Acemler de onlara cizye öderler'. Ebû Talib 'Bir tek söz mü?' diye sordu; 'Sadece bir tek söz mü?' Ebû Cehil hemen atıldı: 'Bir tek söz mü? Tamam söylerim onu, yeter ki bu davayı terk etsin.[54] Resulüllah'ın cevabı amca­sına hitaben oldu: 'Evet amca bir tek söz söylemelerini istiyorum. badece La ilahe İl­lallah demelerim istiyorum'. Eşraf öfkelendi; homurdanmaya başladılar: 'Bir tek ilâh mı? Böyle bir sözü hiç kimseden işitmedik; Hıristiyanlardan bile işitmedik. Böy­le şey mi olurmuş? Bir tek ilâh mil bu yalandan başka bir şey değil. [55]

Ebû Talib'in İslâm davetini kabul etmemesi, Resulüllah'ı çok üzdü. Fakat, vah-yolunan bir ayetle amcasının iman etmemesiyle ilgili üzüntüsünü terk etmek zo­runda kaldı. Konuyla ilgili vahyolunan ayet şöyleydi: 'Sen sevdiğini hidayete erişti-remelsin. Ancak Allah, dilediğini hidayete eriştirir; O, hidayete erişecek olanları da­ha iyi bilendir.[56]

Ebû Talib'in ölümüyle önemli bir destekçisini kaybeden ve ayrıca amcasına yö­nelik sevgi ve saygısı nedeniyle onun ölümüne çok üzülen Resulüllah, amcasının ı acısını unutamadan daha büyük bir başka üzüntü yaşadı. İnsanlar arasındaki en büyük dostu, yardımcısı, sığmağı ve sevgilisini kaybetti. Hz. Hatice vefat etti. Re­sulüllah için onun kaybı büyük acıydı. Aşağılandığı, dışlandığı, saldırıya uğradı­ğı, eziyetle karşılaştığı zaman huzuru bulduğu sığınağını, can yoldaşını, sevgilisini kaybetmişti. Onun yokluğu, kendisi için yeri doldurulamaz bir büyük boşluk­tu. Hz. Hatice'nin Resulüllah'ın yanındaki kıymetini, hiç kimsenin sahip olamaya­cağı kıymetli yerini anlamak için, diğer sevgili eşi Hz. Aişe'nin bir tanıklığım dik­kate almak anlamlı olacaktır. Hz. Aişe şunları anlatıyor: 'Hz. peygamberin hanım­larından hiçbirini asla Hatice'yi kıskandığım kadar kıskanmadım. Onu görmedim, fa­kat Resulüllah ondan çok söz ederdi. Bazen bir koyun keser, sonra onu parçalara ayı­rır ve Hatice'nin dost ve arkadaşlarına gönderirdi. 'Sanki dünyada ondan başka kadın yok' derdim. 'O şöyleydi, o böyleydi. Benim ondan çocuğum vardır' derdi.... Bir gün onu kızdırarak 'Hık.. Hatice mi?' dedim. 'Bana onun sevgisi verildi' dedi. Bir defasın­da da Hatice'nin  kardeşi Hale b. Hüveylid, Resulüllah'm yanına girmek için izin istedi. O, Resulüllah'a Hatice'yi düşündürdü.. Büyük bir memnuniyetle 'Ya Allah.' Hü­veylid kızı Hâle' dedi. Ben derhal kıskandım ve 'Allah sana daha hayırlısını vermiş­ken, çok zaman Önce vefat etmiş, dişleri döküldüğü için çenesinin kırmızı etleri görpnen bir koca kanyı ne anıp duruyorsun?' dedim. Dedi ki; 'İnsanlar beni inkâr ederken, hana iman ettiği, insanlar beni yalanlarken beni doğruladığı, insanlar beni mahrum ederken o beni malma ortak ettiği ve Allah bana onun çocuklarını ihsan edip başka hanımlarımın çocuklarından mahrum ettiği halde onun yerine daha hayırlısını verdi haV. Bunun üzerine Ya Resulülîahl beni bağışla. Allah'a yemin ederim ki, bu günden itibaren Hatice'yi hoşlanmadığım şekilde andığımı görmeyeceksin' dedim.[57]

Ebû Talib ve Hatice'nin vefatları başta Resulüllah olmak üzere tüm müminle­ri çok üzdü. Resulüllah Ebû Talib'in şahsında en önemli destekçisini, Hatice'nin şahsında ise sevgilisini, sığmağını, derttaşını kaybetti. Bu nedenle o seneyi 'Hüzün yılı' olarak isimlendirdiler. Sonraki dönemlerde, her ne saman, o yıldan bahsede­cek olsalar büyük bir üzüntü ve burukluk duydular.


[54] İbn İshak, Siyer, 300; İbn Hişam, es-Siretü'n-'Nebeviyye, 11/59.

[55] îbn İshak, Siyer, 299, 300; îbn Hişam, es-Siretü'n-~Nebeviyye, 11/59.

[56] Kasas, 28:56

[57] Buharı, Menakibu'l Ensar, 20, Tevhid 32, Edeb, 23; Müslim, Fedaiîu's Sahabe, 71, 74; Tirmizî, Menâkıb 62; Ahmed, Mûsned, VI/118.