๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 18 Temmuz 2011, 17:39:02



Konu Başlığı: Huneyn
Gönderen: Ekvan üzerinde 18 Temmuz 2011, 17:39:02
Huneyn


Andolsun ki Allah, birçok yerde ve Huneyn'de size yardım etti. Hani çoklu­ğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğratmaktan kurtara-mamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonunda (bo­zularak) gerisin geri dönmüştünüz. Sonra, Allah, Resulü ile müminler üze­rine sekinetini (huzur duygusunu) indirdi, sizin bilmediğiniz ordular (me­leklerle) indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu o kâfirlerin cezasıdır. [51]

İslâm ordusu Medine'den ayrılıp güneye doğru hareket ettiği ve çokça mesafe kay­dettiği zaman, bu güçlü ordunun azabından dolayı öncelikle birbirlerine yakın bölgelerde ikamet eden Hevazin ve Sakif kabileleri endişelenmiş ve korkuya ka­pılmışlardı. Kureyş de benzer endişe ve korkuya sahipti. Hemen hiç kimse tara­fından hedefi bilinmeyen islâm ordusu, bu bazı güçlü düşmanlarını endişelendir­miş, her topluluk bu ordunun kendisi için mi, yoksa diğerleri için mi Medine'den ayrıldığına bir türlü karar verememişti. İslâm ordusunun Kureyş, Hevazin veya Sakif ten birisi için yola çıktığı kesindi. Çünkü güneyde bu üçünden başka Müs­lümanlara zarar vermiş, düşmanlıklarım sınır tanımayan boyutlara taşımış başka bir topluluk yoktu. Kureyş, risâletin ilk gününden itibaren İslâm'ın düşmanıydı ve her zaman Müslümanlara yönelik düşmanlıkların birinci dereceden faili olmuştu. Bunu bir nokta da anlamak kolaydı. Sistemlerini, toplumsal yapılarını, dinlerini, geleneklerini kökten değiştirmeye aday İslâm kendi toplumlarında doğmuştu. Bu nedenle de İslâm'ın en katı düşmanları olmuşlardı. Hevazin ve Sakif toplulukları ise bütün bu süreçte adeta Kureyş ile yarışmış ve Müslümanlara yönelik her tur­lu düşmanlıkta fiilen yer almışlar veya Müslümanlara yönelik bütün düşmanca fa­aliyetlere destek vermişlerdi. Müslümanların Yahudilerle savaşlarında dahi Yahu-uerin yanında yer almaktan uzak durmamışlardı. Dolayısıyla gerek Kureyş veya gerekse Hevazin ve Sakif toplulukları düşmanlıklarının büyüklüğünden, Müslü­manlara yaptıkları kötülüklerden ve yol açtıkları sıkıntılardan dolayı Müslümanlar bir gün kendilerinden hesap soracaklarını biliyor ve bekliyorlardı.

İslâm ordusunun Mekke'ye yönelmesi ve Mekke'yi fethetmesi, Hevazin ve Sa-kif kabileleri için rahatlatıcı bir durum olmadı. Korku ve endişeleri kaybolmadı. Müslümanların, Kureyş'i takiben yönelecekleri ilk hedefin kendileri olacağını bi­liyorlardı. Mekke'yi fetheden İslâm ordusunun, kendilerinin üzerine de gelmeden Medine'ye dönmeyeceğine kesin bir kanaatle inanıyorlardı. Mekke'nin Müslü­manların eline geçtiğim duyunca hemen hazırlıklara başladılar. Kısa sürede, bir­kaç küçük kabile hariç, Hevazin ve Sakif e bağlı veya müttefik bütün kabilelerin ve boyların bir araya gelmesiyle on dört bin kişilik bir ordu teşkil etti. Komutan­lığı Hevazin lideri Malik b. Avf üstlendi. Malik, Müslümanların kendilerinin üze­rine gelmesini beki em ekte nse, önce davranıp Müslümanların üzerine gitmeyi ter­cih ediyordu. Nasıl olsa sayıca islâm ordusundan büyüktüler. Korkmalarına gerek yoktu. Muhtemel bir savaşı kazanacaklarına kesin gözüyle bakıyordu. Mevcut şartlarda Kureyş gibi ansızın baskına uğramaları söz konusu olmayacaktı. Heva­zin ve Sakif in liderliğini yaptığı şirk cephesinin ordusu hazırlıklarını tamamlayın­ca yola çıktı. Harekâtın herhangi şekilde kötü bir sürprizle karşılaşmaması ve za­feri garantilemek için orduya katılan savaşçıların eş ve çocukları ile hayvan sürü­leri de ordunun peşinden geliyordu. Böylelikle, eşleri, çocukları ve malları yanla­rında olduğu için, savaşçıların bir zorluk anında savaşı terk edip kaçmalarının ön­lenmesi amaçlanmıştı.

Mekke'yi ramazan ayında giren İslâm ordusu, ramazan ayının geri kalan gün­lerini ve bayramı Mekke'de geçirdi. Resulüllah ordusuyla birlikte yaklaşık yirmi gün Mekke'de kaldı. Resulüllah bu süre içerisinde yeni Müslüman olmuş Kureyş-lilere İslâm'ı öğretmekle ve bazı küçük askerî harekâtlarla bölgeyi kontrol altına alıp, yine bölgedeki putları imha etmekle meşgul oldu. Hevazin ve Sakiflerin sa­vaş hazırlıkları içinde olduğu haberini alınca, haberin doğruluğunu kontrol etmek için Abdullah b. Ebî Hadret'i casus olarak Hevazinlerin bölgesine gönderdi. Ab­dullah'ın getirdiği bilgiler alman duyumları doğruluyordu. Resulüllah, harekât hazırlığı için gerekli emirleri verdi. Hazırlıklar hemen tamamlandı. Medine'den on bin kişi olarak yola çıkan ordu zaten büyük oranda yeni bir harekât için hazır­lıklı durumdaydı. Henüz Müslüman olmamış Kureyş'in eski liderlerinden Safvan b. Umeyye'den elinde bulunan silahlar emanet olarak alındı. Resulüllah, idarî İş­leri yürütmesi için Attâb b. Esed'i, halka islâm'ı öğretmek ve işlerin İslâm üzere yürümesini sağlamak ve kontrol etmek için de Muaz b. Cebel'i Mekke'de bıraktı. Yeni Müslüman olanlarla mevcudu on iki bin kişiye ulaşan İslâm ordusu Rama­zan bayramından sonra yola çıktı. Hedefte Hevazin ve Sakiflerin öncülüğünde toplanan şirk ordusu vardı.

İslâm'a girişlerinin üzerinden henüz kısa bir süre geçmiş bulunan ve Müslü­manlıkları bireysel bir düşünce çabasının sonucu olmaktan ziyade, politik bir tercihe dayanan Kureyş topluluğu, orduda yaklaşık iki bin kişilik bir grup halinde yer alıyordu. Cahiliye inançları bir çoğunun kalbinde hâlâ canlı ve güçlüydü. Bu nedenle gerek yolculuk sırasında ve gerekse savaş sırasında İslâm'ı içlerine sindi-rememiş olmanın veya İslâm'ı bilmiyor olmanın etkilerini her fırsata açığa vurdu­lar. Bunun ilk örneklerinden birisi Mekke çıkışında yaşandı. Kureyş'in, Mekke dı­şında, Zâtu Envat ismiyle anılan büyükçe bir ağacı vardı. Dışarıdan gelen hacılar silahlarını ve elbiselerini bu ağaca asar veya yanına bırakırlardı. Dolayısıyla o ağaç müşrikler için kutsal bir nitelik kazanmıştı. Kureyş'in putlarından birisi de o ağaç­tı. Müslüman olmalarıyla birlikte o ağaç Kureyş için herhangi bir ağaç olmuş, kut­sallığını yitirmişti. Ancak bir türlü onun gibi bir kutsal ağaca sahip olma duysu-nu içlerinden atamamışlardı. Bu nedenle, ordu Mekke'den yola çıkıp Hevazin böl­gesine doğru giderken yolda karşılaştıkları büyükçe bir ağaç, kalplerindeki.şirk kalıntılarını açığa vurmalarına neden oldu. İçlerinden bazıları Resulüllah'ın yanı­na gelip müşriklerin Zâtu Envat'ı gibi Müslümanların da Zâtu Envat'ı olmasını ar­zuladıklarını söylediler. Bu isteklerinin gereği olarak da, Resulüllah'tan yakınla­rında bulunan yaşlı ağası Zâtu Envat ilan etmesini istediler. Resulüllah şaşırdı; di­le getirilen istek, İslâm'da olmayan, tamamıyla şirkin gereklerine uygun bir istek­ti. Şaşkınlık ve kızgınlıkla; 'Allahu Ekber!' dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: 'Var­lığım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler de kavminin Musa'dan istekte bulunduğu şey gibi bir istekte bulundunuz. 'Onlar Musa'ya 'Ey Musa! Onların tanrı­ları gibi sen de bize bir tanrı yap' demişlerdi. Musa da ' Siz ne kadar cahil bir toplu­luksunuz' demişti [52] Bu bir gelenektir ve siz o eskilerin geleneğine uyuyorsunuz. [53] Re­sulüllah bu sözleriyle söz konusu isteğin dayanağı olan şirki gösterdi ve sakındır­dı. Yeni Müslüman oldukları için onları cezalandırma veya ağır bir kınama yolu­nu seçmedi.

Dört günlük yolculuğu takiben Huneyn bölgesine girildi. Huneyn, Mekke ile Taif arasında yer alan bir vadinin ismidir. Şirk ordusunun vadinin diğer ucunda bulunduğu haberi alınınca duruldu. Seher vaktiydi. Resulüllah zırhını giyindi, miğferini takındı ve katırına bindi. Sancakları taşıyıcılarına teslim etti. Her bölü­ğe bir sancak verdi. Ordu vadiye girdi.

İslâm ordusu Mekke'nin fethinden sonra on binlerle ifade edilen bir sayıya ulaşmıştı. Artık geçmişin küçük orduları geride kalmıştı. Ayrıca, yıllardır gerçek­leşen savaşlarda başarı elde edilmiş olması Müslümanların cesaretlerini iyice ar­tırmıştı. Bu durum bazılarının gururlanmasına neden oldu. Resulüllah'ın yanma yaklaşanlardan birisi çokluğun neden olduğu gururla 'Artık sayıca az değiliz. Bizi yenecek güç kalmamıştır' dedi. Resulüllah bu övünmeden rahatsız oldu. 'Allahım! Bir işe senin isminle başlar, senin isminle hücum eder, senin isminle savaşırım [54] diyerek yanlışa dikkat çekip, kendisinin de bu aldanışa ortak olmadığını Rabbine kar­şı ifade etti ve yanındaki Müslümanlara çoklukla övünen insanların başlarına ge­lenleri anlatmaya başladı. Çoklukla övünme yanlışından muhakkak korunmak gerektiğini söyledi.

İslâm ordusu vadiye girdiğinde Hevazinler ve Sakifler vadinin her iki tarafın­daki kayalıklara ve çukurlara pusu kurmuş bir halde Müslümanları bekliyorlardı. Müslümanlar vadiye girince şirk ordusunun askerleri saklandıkları yerlerden çı­kıp, Müslümanların üzerine ok yağdırmaya başladılar. Müslümanlar yoğun bir ok sağanağının altında kaldılar. O sırada orduda bulunan bir Müslümanm tanımla­masıyla, islâm ordusunun üzerine çekirge sürüleri gibi ok yağıyordu. Müslüman­lar neye uğradıklarını anlayamadılar. Bir anda panik baş gösterdi. Hiç beklenilme­yen bir anda ve yoğunlukta güçlü bir saldırıyla karşı karşıya kalmışlardı. Önce sü­vari birliğini oluşturan Süleymler, onları takiben de yeni Müslüman olmuş kim­seler panik içinde gerisin geriye kaçmaya başladılar. Her şey bir anda oldu. Süva­ri birliğinin ve iki bin kişilik Kureyşli grubun paniğe kapılıp kaçışması diğerleri­ni de etkiledi ve ordu çok kısa sürede çözülüp dağıldı. Herkes kendi canının der­dine düştü. Resulullah küçük bir grupla düşman grubunun ortasında kalakaldı. Ebû Bekir, Ömer, Ali, Ebü Dûcane, Abbas b. Abdulmuttalib, Fadl b. Abbas, Ey-men b. Ubeyd, Usâme b. Zeyd ve Ebü Süfyan b. Harb Resulüllah'ın yanında kalan kimselerdi.

Resulullah kaçişanlara seslendi; kaçmamalarını, geri dönmelerini istedi. Zırhı içinde olduğu için tanınmayacağı düşüncesiyle kendisini tanıtıyordu; 'Ey Allah'ın kulları! Nereye gidiyorsunuz? Bana doğru gelin. Ben Allah'ın kulu ve Resulüyüm. Ben Muhammed b. Abdullah'ım: [55] Fakat hiç kimsenin onu duyacak hali yoktu. Yaşanan gerçek anlamda bir panikti. Resulullah bir yandan kaçan ordusunu yanma çağırır­ken bir yandan da katırını düşman birliklerinin üzerine doğru sürüyordu. Abbas ise Resulüllah'ın düşmana daha fazla yaklaşmasını önlemek için katırının yuları­na asılıp durdurmaya çalışıyordu. O sırada yaşanan, Bera b. Azid'in bir tespitini haklı çıkaracak nitelikteydi, Bera'mn Resulüllah'ın savaşlardaki durumuyla ilgili dolaylı tespiti şöyledir; 'Savaş kızıştığı zaman en yiğit olanlarımız Resulüllah'ın ya­nında kalabilenlerdi'.

Daha biraz önce, Müslümanlardan birçok kişi, önceki savaşlarda elde ettikleri başarılar ve şimdiki sayısal çoklukları nedeniyle artık hiçbir gücün kendilerini ye­nemeyeceğini düşünüyorlardı. Onların bu duyguları ve duygularını dile getiren sözleri Resulüllah'ı üzmüş ve korkutmuştu. Ancak şimdi anlaşıyordu ki, Müslü­manların başarılarının nedeni sayısal çoklukları değil, hakka bağlılıklarıydı. Vah-yolunan bir grup ayet sayısal çokluğa sahip olmalarına rağmen yeryüzü kendile­rine dar gelen o Müslümanların halini anlatırken bu gerçeği dile getiriyordu. El­de edilen zaferin hakka mensup olmanın ve hakkı savunmanın gereği olarak ilâhî bir yardım sonunda gerçekleştiği daha sonra vahyolunan ayetlerle Müslüman­lara şöyle bildirildi; 'Andolsıın ki Allah, birçok yerde ve Huneyn'de size yardım etti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğratmaktan kurta-ramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz. Sonra, Allah, Resulü ile müminler üzerine sekinetini (hu­zur duygusunu) indirdi, sizin bilmediğiniz ordular (meleklerle) indirdi de kâfirlere azap etti. işte bu o kafirlerin cezasıdır.[56]

Yaşanan panik ve kaçışma özellikle yeni Müslüman olanların gerçek düşünce­lerini açığa vurmalarına yol açtı. Seçkinliğinin gereğine uygun davranmak arzu­suyla komuta merkezine yakın durmayı tercih eden ve bu nedenle mümkün oldu­ğunca Resulüllah'ın yanında duran Ebû Süfyan b. Harb, bu yakınlığının kendi ha­yatını tehlikeye sokacağını hiç düşünmemişti. Saldırıya uğradıklarında kaçamadı. Çaresiz bir şekilde Resulüllah'ın yanında durmak zorunda kaldı. Bir ara dağılıp kaçışan orduya bakınca 'Bunların bozgunu denize varıncaya kadar devam eder. Da­ha Önce durmazlar [57] dedi. İstemeden, şartların zorlamasıyla mensubu olmak zo­runda kaldığı dinin sonunun geldiğini düşünüyordu. Kanaatince yine her şey es­kisi gibi olacaktı. Bir macera bitmişti. O kalbindeki asıl duygu ve düşüncelerini açığa vurduğu o anda yanındaki torbada hâlâ fal okları taşıyan birisiydi; müşrik geçmişiyle olan bağını halâ koparmamıştı. Diğer bazı yeni Müslüman olmuş kim­seler veya Müslüman olduğunu söylemek gibi bir politika izlemiş, şirkini gizlemiş olanlar da Ebû Süfyan'la benzer psikoloji içindeydiler. Bunlardan Kelede b. Han-bel orduda yer alan ama Müslüman olmadığı herkes tarafından bilinen eski lider­leri Safvan b. Umeyye'ye yaklaşarak 'Bugün sihir bozuldu. Bunlar artık bir daha ken­dilerini toplayamazlar [58] dedi. Şeybe b. Osman ise karışıklığı fırsat bilip Uhud'da ölen babasının intikamını almak için Resulüllah'ı öldürmenin planım kuruyordu. Ancak, Resulüllah'a, ok sağanağından ve yanındaki Müslümanlardan dolayı bir türlü yaklaşamadı; aradığı fırsatı bir türlü yakalayamadı. İlk anda paniğe kapılıp kaçanlardan birisi ise Mekke'ye kadar gidip 'Artık tekrar atalarımızın dinine döne­biliriz, îş tamam [59] diyerek kalbinde olanları açığa vurdu.

Ordusu tamamen dağılmış olan Resulullah, düşmana en yakın noktadaydı. Kaçmak gibi bir düşünceye kesinlikle sahip değildi. Kaçmak bir yana, düşmana doğru ilerlemeye çalışıyor, bir yandan da kaçışan Müslümanları yanına çağırıyor­du: 'Ey insanlar! Nereye gidiyorsunuz? Benim yanıma gelin. Ben Allah'ın.resulüyüm, Ben Abdullah'ın oğlu Muhammed'im! Ey insanlar ben Allah'ın kulu ve elçisiyim. Ey Muhacir topluluğu! Ey Ensar topluluğu! Benim yanıma gelin. [60]Ama sesini duyan yoktu. Yanında bulunan az sayıdaki Müslüman ise Uhud'da olduğu gibi peygam­berlerini korumak için vücutlarını siper yapmanın, Resulüllah'a yönelik düşman saldırılarını durdurmanın çabası içerisindeydiler. Düşmana karşı direnen ve en Çetin savaş verenlerden ikisi, hemen her zaman olduğu gibi, bu sefer de yine Ali ve Ebû Dücane idi. Bazen tek başlarına düşmanla savaşırlarken, bazen da birbir­lerini koruyarak düşmanın arasına dalıyorlar, birlikte saldırıyorlardı. Bütün çaba­lan mevcut tehlikeyi Resulüllah'tan uzaklaştırmakla ilgiliydi. Resulüllah'm zarar görmemesi için insan üstü bir güç ve gayretle savaşıyor, koşuşturuyor, atılıyor, saldırıyorlardı. Onların bu üstün gayret ve çabaları Resulüllah'ın çevresini saran tehlikeyi biraz olsun azalttı, abluka biraz olsun gevşedi.

Resulüllah, sesini kaçan Müslümanlara duyuramayacağını anlayınca, hayvanı­nın yularını tutan amcası Abbas'a söylediklerini tekrarlamasını istedi. Sesinin gür-lüğüyle tanınan Abbas, Resulüllah'm söylediklerini herkesin duyabileceği bir yük­seklikte bağırmaya başladı: 'Ey semüre ağacının altında biat etmiş olanlar! Geri dö­nün. Ben Allah'ın kulu ve resulüyüm. Ben Abdullah'ın oğlu Muhammed'im! [61] Resulül­lah, bu çağrısı ile Hudeybiye'de verilen sözü, gerçekleştirilen ölümüne savaşma bi­atini hatırlatıyordu. Abbas, Resulüllah'm söylediği bu sözleri bağırdığı zaman bir anda her şey değişti. Bindikleri hayvanlarını var güçleriyle sürerek savaş alanım terk etmeye çalışan ve Hudeybiye günü canlan pahasına Resulüüah'a biat etmiş olanlar, kendilerine seslenildiğini duyunca anında geri döndüler. Kaçarkenkinden daha hızlı bir şekilde Resulüllah'm yanma doğru koşmaya başladılar. Bir yandan da 'Emret Ey Allah'ın Resulü! Emret Ey Allah'ın Resulü! [62] diye bağırıyorlardı. Resu-lüllah'ın Hudeybiye'yi hatırlatan çağrısı öylesine etkili oldu ki, can hayliyle hay­vanına çok sert darbe vurarak savaş meydanından kaçanlardan hayvanını durdu­ramayanlar, hayvanın sırtından atlayıp Resulüllah'a doğru koşuyorlardı. Panik na­sıl bir anda başladıysa, paniğin bitmesi de bir anda oldu ve Müslümanların büyük çoğunluğu tekrar Resulüllah'm yanında toplandılar. Hemen Resulüllah'ı aralarına alıp, emrini beklemeye başladılar. Müslümanlardan bir kısmının Resulüllah'm ya­nında toplandığını gören diğer kaçışanlar da geri döndüler ve Resulüllah'm bu­lunduğu yere ulaşmaya çalıştılar. Resulüllah katırından yere indi ve ıEy Allahıml Bize yardımını etidir. Ey Allahım Ben senden vadini yerine getirmeni istiyorum. Bizi galip kıl' diye dua etti. Duasını bitirince yerden aldığı bir avuç toprağı düşman saf­larına doğru savurdu. Toprağı savururken 'Yüzleri kara olsun! Kabe'nin Rabbine ye­min olsun ki! Onlar bozguna uğradılar [63] dediği duyuldu. Bu saldırı emriydi. Bu düşmanın perişan olacağının müjdesiydi.

Savaş kısa sürdü. Müslümanların üç şehidine karşılık, müşriklerden onlarca kişi öldü. Şirk ordusu kısa sürede dağıtıldı. Müşriklerin herbiri bir yana kaçtı. Bir kısmı Taife veya Evtas'a kaçarken, diğer bir kısmı da vadilere, dağlara kaçtı. Böy­lelikle bir anda başlayan savaş bir anda bitmiş oldu. Müslümanlar büyük bir düş­man ordusunu darmadağın edip, büyük bir zafer elde ettiler. İslâm'ın en önemli düşman kitlelerinden Hevazin ve Sakif topluluğu dağıtılıp, bir daha düşmanlık ya­pamaz hale getirilmiş oldu.

Resulüllah, savaş sonrasında meydanı gezdi. Bu sırada bir kadın cesedi gördü.

Üzüldü. Bunun bir daha yapılmamasını, kadınların öldürülmemesini emretti. O sırada bir grup Müslüman kaçışan müşrikleri kovalıyordu. Resulüllah'm emri bir süvari tarafından bu Müslümanlara ulaştırıldı. Resulüllah meydanı gezerken ikin­ci bir kadın cesediyle karşılaştı. Öfkelendi. Emrini bir kez daha yeniledi. Bu sıra­da bazı çocukların öldürüldüğü haberini aldı. Öfkesi iyice arttı; 'Dikkat edin! Ço­cukları öldürmeyin!' dedi. İslâm'a yeni girmiş bazılarının 'Fakat onlar müşrik' de­dikleri duyuldu. Resulüllah sesin geldiği tarafa yönelerek 'Sizin iyi/erinip de müş­riklerin çocukları değil mi? Allah'a yemin ederim ki, her çocuk İslâm fıtratı üzere do­ğar, bu o dilleninceye kadar devam eder. Ana babası onu ya Yahudileştirir ya da Hıristiy anlaştırır [64] dedi.

Mekke'de orduya katılmış olan Ümm-ü Süleym 'Ey Allah'ın Resulü! Anam ba­banı sana feda olsun! Sana biat edip Müslüman olmuş şu topluluk, seni savaşta yal­nız bırakıp kaçtılar. Ey Allah'ın Resulü onları bağışlama! Müslüman olduklarını söy­leyen şu Kureyşlilerin suçlarını affetme. Şu müşriklerin öldürüldüğü gibi onlarında öldürülmesi emrini ver. Çünkü onlar bunu fazlasıyla hak ettiler' diyerek yeni Müs­lüman olmuş ve savaş alanım bir anda terk edenlerle ilgili kızgınlığını dile getir­di. Amacı Resulüllah'ı etkilemek ve hâlâ müşrik olarak gördüğü bazı kimselerin cezalandırılmasını sağlamaktı. Ancak işittiği söz isteğine uygun değildi. Resulül­lah 'Ey Ümm-ü Süleym! Allah'ın affı çok geniştir. Gücün yeterse iyilik et  dedi. Ümm-ü Süleym isteğini bir kez daha dile getirdi. Yine aynı cevabı aldı. Bir kez da­ha tekrarladı yine aynı cevabı aldı. Resulüllah savaşın ilk anında kaçanları, ister çağrısı üzerine tekrar yanma dönmüş olsunlar, isterse dönmemiş olsunlar kına­madı. Haklarında olumsuz bir söz söylemedi.


[51] Tevbe sûresi, 9:25,26

[52] Resulüllah bu sözüyle Araf sûresi 138. ayette anlatılan durumu hatırlatıyordu.

[53] Ahmed, Müsned,  V/218;  İbn Hişam,  es-Siretü'n-Nebeviyye,  IV/85; Vakıdî, Meğazi. m/891.

[54] Ahmed, Müsned, IV/333, VI/16; Darimi, Sünen, V/135.

[55] İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, IV/85

[56] ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, IV/86; Vakıdî, Meğazi, III/910

[57] Halebî, İnsanü'l-Uyûn fî Sîreti'l Emini'l Me'mûn, 111/70

[58] Halebî, İnsanü'l-Uyûn fî Sîreti'l Emini'l Me'mûn, 111/70

[59] Ahmed, Müsned, III/157.

[60] Ahmed, Müsned, 1/207; İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, IV/87; Vakıdî, Meğazi, 111/898.

[61] Ahmed, Müsned, 1/207; Vakıdî, Meğazi, III/898; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/ 151.

[62] Ahmed, Müsned, 1/207; Vakıdî, Meğazi, III/898; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/ 151.

[63] Vakıdî, Meğazi, 111/903

[64] Ahmed, Müsned, III/279; Vakıdî, Meğazi, IIÎ/904