๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 15 Temmuz 2011, 17:01:07



Konu Başlığı: Hastalık
Gönderen: Ekvan üzerinde 15 Temmuz 2011, 17:01:07
Hastalık


Müslümanların sefer hazırhklarıyla uğraştığı günler içinde Resulûllah'ın rahatsız­lığı arttı; şiddetli baş ağrısı ve yüksek ateşi vardı. Hastalanmasının üzerinden bir­kaç gün geçti. Durumu gittikçe ağırlaşıyordu. Eşleri her an yanında bulunuyor, her türlü ihtiyacıyla ilgileniyorlardı. Ûmm-ü Habibe, o günlerin birisinde Habe­şistan hatıralarından bahsetmeye başladı. Amacı zihinleri dağıtıp, üzüntüleri biraz olsun gidermekti. Zira Resulûllah'ın hastalığı nedeniyle hepsi pek üzgündü. Ümm-ü Habibe, Habeşistan hatıralarından bahsederken bir tespitini aktardı. Hal­kın, ölmüş büyüklerinin kabri üzerine bina inşa ettiklerini ve o binayı ibadethane edindiklerini söyledi. Konuşmaları dinleyen Resulüllah, Ümm-ü Habibe'nin anlat­tıklarını duyunca, konuşmaya katıldı: 'Doğru! Onlar sevdikleri birisi ölünce onun üzerine bir mabet inşa ederler. Onlar bu yaptıkları nedeniyle yaratıkların en kötüsü olan kimselerdir' dedi. Sonra, önemli bir uyarı da bulundu: 'Sizden önceki bazı kim­seler peygamberlerinin ve salih kimselerin kabirlerini ibadethane edindiler. Sizler sa­kın kabirleri ibadethane haline getirmeyin. Sizi böyle bir şey yapmaktan men ediyo­rum.[59] Bu sözleriyle, hastalığının büyük ıstırap verdiği anda bile, Müslümanları her türlü yanlıştan, şirkten sakmdırmayı ne kadar önemsediğini bir kez daha gös­terdi. O zor anında bile aklında insanlar vardı; insanlığın esenliği vardı. Bu esen­liği engelleyen şirke, zulme, kötülüğe, ahlâksızlığa karşı dikkatli ve hassastı.

Günlerden birisinde baş ağrısından ve yüksek ateşten çok muzdarip oldu. O sı­rada ziyaretine Ebû Said el-Hudri geldi. Resulüllah yatıyordu ve üzerinde ince bir şilte örtülüydü. Ebû Said, yatağın hemen yanma oturup, şilteyi düzeltmek istedi­ğinde Resulûllah'ın ateşinin şilte üzerinden hissedilecek kadar yüksek olduğunu fark etti. 'Ateşin ne kadar da yüksek!' dedi. Sesinde, bir peygamberin, seçkin bir in­sanın böyle şiddetli bir şekilde hastalanmasına şaşırmış olmanın izi vardı. Resu­lüllah bu değerli sahabesinin şaşırma nedenim anladı. 'Bana sıkıntı ağırlaştınldı. Ama mükafatım da fazla olacak' dedi. Ebû Said 'Ey Allah'ın Resulü! En şiddetli sı­kıntıya uğrayanlar kimlerdir?' diye sorunca 'Peygamberlerdir' dedi. Ebû Said tekrar sordu 'Peygamberlerden sonra kimlerV Bu sefer cevabı 'Salihler [60] oldu. Benzer konuşma bir başka sahabeyle de tekrarlandı. Bu sefer ziyaretine gelen Abdullah b. Mesud'du. Ona 'Müslümanlar için hastalıklar, günahları için kefarettir; günahları yaprakların ağaçtan döküldüğü gibi dökülüp, azalı [61] dedi ve hastalığı nedeniyle üzülmemesini istedi.

Hastalığının seyri çok değişkendi; bazen oldukça rahatlıyor, bazen ise ateşler içerisinde yanıyor, hastalığının ağırlığından baygınlık geçiriyordu. Hastalığının ağvrlaştığı günlerden birisiydi. Yatsı namazı için ezan okundu ve Müslümanlar kendisini beklemeye başladılar. Durumu namaz kıldıramayacak kadar ağırdı. Öte yandan, o varken hiç kimse imam olmak istemiyordu. Bir ara 'Müslümanlar na­mazlarını kıldılar mı?' diye sordu. 'Ey Allah'ın Resulü! Hayır! Seni bekliyorlar' de­nildi. Su getirilmesini, vücuduna su dökülmesini istedi. Dediğini yaptılar. Yerin­den kalkmaya çalıştı, ama kalkamadı. Bitkindi, bayıldı. Kısa bir süre sonra kendi­ne gelince, namazın kılınıp kılmmadığını tekrar sordu. Kılmmadığı söylendi. Vü­cuduna tekrar su dökülmesini istedi. Su döktüler. Kalkmaya çalıştı ama yine ba­yıldı. Bu durum üç kez tekrar etti. Yerinden kalkamayacağım ve namaz kıldırama yacağmı anlayınca 'Ebû Bekir'e söyleyin, insanlara namazlarını kıldırsın' dedi. Aişe, 'Ey Allah'ın Resulü! O çok yufka yüreklidir. Ağlamaktan namaz kıldıramaz. Senin makamında durup namaz kıldırmak ona çok ağır gelir. İzin ver Ömer kıldırsın' dedi. Bu sırada Hafsa'ya bakmış ve onun da kendisine taraf olmasını isteyen bir bakış atmıştı. Hafsa söze karışıp, Aişe'ye destek verdi; namazı Ömer'in kıldırmasının da­ha doğru olacağını söyledi. Resulüllah, görüşünü değiştirmedi. Ebû Bekir'e söy­lenmesini ve namazı onun kıldırmasını bildirdi. Ama iki eşi Ömer'de ısrar ediyor­lardı. Resulüllah kızdı, 'Susun! Sizler Yusufun yanındaki kadınlar gibisiniz' dedi. Odada bulunanlardan bir başka kişiyle Ebû Bekir'e haber göndererek namazı kıl­dırmasını bildirdi. Ebû Bekir üzgündü, ama yapacağı bir şey yoktu. Öne geçip, na­maza durdu. Daha ilk rekatta ağlamaya başladı. Ağlamaktan Kur'an okuyamıyor, namaz kıldıramıyordu. Namaza devam edemeyeceğini anlayınca geri çekildi. Na­mazı kıldırmayı Ömer'e teklif etti. Fakat Ömer bu teklifi kabul etmedi. Resulûl­lah'ın isteğine aykırı davranmaktan çekiniyordu. Cemaatten birisi olan Abdullah b. Zem'a, durumu bildirmek için Resulûllah'ın bulunduğu odaya gitti. O sırada Resulüllah bayılmış, kendisinde değildi. Abdullah, mescitteki durumu Hafsa'ya söyledi. Hafsa, Aişe'nin de desteğiyle 'Ömer'e söyleyin, o kıldırsın' dedi. Abdullah geri dönerek 'Ömer! Namazı sen kıldıracaksın' dedi. Ömer bu isteğin Resulüllah'a ait olduğunu zannedip öne geçti ve namaza durdu. Ömer namaz kıldırırken Re­sulüllah kendisine geldi. Ömer'in sesini işitip, onun namaz kıldırdığım anlayınca 'Bu Ömer değil mi?' diye sordu. Eşlerinden birisi Ebû Bekir'in namazı kıldiramadığmı, bu nedenle Hafsa'nm isteği üzerine Ömer'in imam olduğunu söyledi. Resu­lüllah 'Hayır! Olmaz! Ebû Bekir nerede? Ebû Bekir'e söyleyin namazı o kıldırsın. îşin böyle olmasına ne Allah ne de Müslümanlar razı olurlar [62] dedi. Durum hemen mescide bildirildi. Fakat namaz bitmişti. Ömer durumdan haberdar olunca çok üzül­dü; 'Keşke bu namazı kıldırmamış olsaydım' deyip, kendisini yanılttığım düşündü­ğü Abdullah b. Zem'a'ya çıkıştı. Ona, neden böyle yaptığını sordu. O, Hafsa'nın böyle söylediğini, Hafsa'nın Resulüllah'm iznini bildirdiğini sandığını söyledi. Ar­tık yapılacak bir şey yoktu. Ömer üzüldü ve kızma kızmış bir halde susup, sesini çıkarmadı. O sırada içeride Hafsa, Aişe'nin oyununa geldiğini düşünüyor ve 'Za­ten bana ondan hayır gelecek değil ya!' diyerek yaptığı hatadan dolayı üzüntüsünü arkadaşlarıyla paylaşıyordu. Aişe ise daha sonraki yıllarda, o sıralar babasının imamlığım istememe nedeni olarak, henüz sağ iken Resulüllah'm yerine geçerek namaz kıldıracak kimseye Müslümanların iyi gözle bakmayacaklarını düşündüğü­nü, babasını bu konuma düşmekten korktuğu için imam olarak başkasını teklif ettiğini anlatmıştır. Fakat Resulüllah'm isteği üzerine o günden itibaren Ebû Be­kir imam olup, namazları kıldırmaya başladı.

Ebû Bekir'in öğle namazını kıldırdığı bir gündü. Resulüllah kendisini biraz iyi hissetti. Abbas ve Ali'nin yardımıyla mescide geldi. Müslümanlar Resulüllah'm mescide geldiğim fark edince sevindiler, Ebû Bekir geri çekilmeye niyetlendi. Re­sulüllah eliyle namaza devam etmesini işaret etti. Sonra gidip Ebû Bekir'in hemen yanına oturdu. Oturduğu yerden, cemaatten birisi olarak Ebû Bekir'e uyarak na­mazım kıldı. Aynı durum bir başka gün bir sabah namazı sırasında da yaşandı.

Hastalığının altıncı günüydü. Aralarında Ömer'in de bulunduğu birkaç kişi zi­yaretine geldiler. Resulüllah yatıyordu. Hastalığın şiddetinden sıkıntı içerisindey­di. Bir ara 'Sisin için bir şeyler yazdırayım da benden sonra yolunuzu şaşırmayın' de­di. Herkes şaşırdı. Ümmeti için vasiyette bulunacağı anlaşılıyordu. Ama bu uygun bir zaman mıydı? Resulüllah ağır hasta bir halde, yarı baygın bir durumda yatıyor ve kendisinden sonra nasıl davranılması gerektiğiyle ilgili bir şeyler yazdırmak is­tediğini söylüyordu. Bazıları buna gerek olmadığını söylediler. Diğer bazıları, is­teğinin yerine getirilmesi gerektiğini savundu. Fikir birliği yoktu. Taraflar arala­rında tartışmaya başladılar. Ömer söze karışıp 'Elimizde Allah'ın kitabı var. Bu bi­ze yeter' dedi. O sırada Resulüllah'm sesi duyuldu: 'Yanımdan kalkıp gidini Beni kendi halime bırakın. Benim yanımda böyle tartışmanız doğru değil'. Fakat Ömer'in görüşüne de itiraz etmemesi dikkat çekiciydi.

Bir ara Ebû Bekir ile Abbas mescitten çıkarak Medine sokaklarında gezinmeye başladılar. Üzgündüler, çaresizdiler. Medine sokaklarından gezinirlerken evler­den birisinden gelen ağıtları duydular. Evin yanma gidince bir grup Mûslümanın ağlaştıklarını gördüler. Bunun sebebini sorduklarında "Resulüllah için ağlıyoruz-Onunla birlikte olduğumuz günleri hatırladık' dediler. Ebû Bekir gidip, Müslüman­ların bu durumunu Resulüllah'a-bildirdi: Tnsardan bazı kadınlar ve erkekler top­lanmışlar ağlaşıyorlar' dedi. Resulüllah 'Neden ağlıyorlar?' diye sorunca 'Senin öle­ceğini düşünüp onun için ağlıyorlar' dedi. Resulüllah ile Ebû Bekir arasında bu konuşma gerçekleşirken içeri Fadl b. Abbas girdi. O sırada Resulüllahın ağnları azal­mış, ateşi biraz olsun düşmüştü. Fadl'a seslenerek 'Elimden tuf deyip, yatağından kalkmasına yardım edilmesini istedi. Fadl'ın yardımıyla mescide girdi. Minberin basamağına oturdu. Fadl'a 'halka seslen, gelsinler' dedi. Biraz sonra mescit Müslü­manlarla doldu. Resulüllah, kelime-i tevhidi söyledikten, Allah'a hamd ettikten sonra 'Ey insanlar.' Bana söylendiğine göre sizler peygamberinizin öleceğinden korkuyörmüşsünüz. Benden önce gönderilip de toplumu içinde temelli kalmış bir peygam­ber var mı ki ben temelli kalayım. İyi bilin ki ben de Rabbime kavuşacağım; sizler de kavuşacaksınız. Sizlere ilk muhacirlere karşı hayırlı olmanızı, onlardan da birbirle­rine karşı hayırlı olmalarını istiyorum. Sizlere Ensar'ı emanet ediyorum. Allah'tan sa­kınmanızı ve onlara karşı iyi davranmanızı isfiyorum. Biliyorsunuz ki onlar malları  bizimle paylaştılar. Siklere darlıkta da bollukta da yardım ettiler. Onlar bana sır­daş ve sığmak oldular. Ey Muhacirler.' Sizler çoğaldığınız, başka insanlar da çoğala­caklar. Ensar ise azaldı. Git gide daha da azalacaklar. Gün gelecek yemeğin içindeki tuz gibi olacaklar. Onlar üzerlerine düşen sorumluluğu fazlasıyla yerine getirdiler. Kendilerine ancak mükafatlarının verilmesi kalmıştır, içinizden birisi işin başına ge­çer de istediği bir kişiye fayda veya zarar verebilecek güce erişirse, Ensar'a iyilik et­sin. Ensar'dan iyilik edenlerin iyiliğini kabul etsin, kötülük edenlerin kötülüğünü af­fetsin' dedi. Sonra konuyu değiştirip 'Allah bir kulunu dünya nimetleriyle kendi ka­tındaki nimetler arasında tercihte bıraktı. O kul da ahireti, Allah katında olanları ter­cih etti [63] dedi. Bu sırada Ebû Bekir ağlamaya başladı. Resulüllah'm son sözleriyle ne demek istediğini anlamıştı. 'Ey Allah'ın Resulü! Anam babam sana feda oldun. Se­nin için canlarımızı, mallarımızı, evlatlarımızı feda ederiz' diyor ve ağlıyordu. Re­sulüllah, yakın dostu Ebû Bekir'e bakarak 'Ey Ebû Bekir/ Ağlama!' dedikten son­ra, mescitte toplananlara dönüp 'Ey insanlar.' insanlardan canında, malında, arka­daşlığında bana karşı Ebü Bekir'den daha fedakâr ve cömert davranan hiç kimse yok­tur. Eğer insanlardan bir dost tutmuş olsaydım, muhakkak ki o Ebü Bekir olurdu. Fa­kat İslâm kardeşliği daha üstündür [64] dedikten sonra nasihat ve uyarılarına devam etti: 'Ben de bir insanım. Aranızdan bazılarının hakkı bana geçmiş olabilir. Her ki­min tenine dokunmuş isem, işte tenim! Gelsin ödeşelim. Her kime vurmuşsam, işte sır­tım; gelsin vursun.' Öcünü alsın. Her kimin malını almışsam işte malım/ Gelsin alsın.' Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp 'Ey Allah'ın Resulü! Sende üç dirhemim var' dedi. Resulüllah bunun nasıl olduğunu sormadan amca oğlu Fadl'a dönerek 'Bu­na üç dirhem ver' dedi. Daha sonra dua etmeye başladı: 'Allahım! Ben ancak bir in­sanım. Müslümanlardan her kime ağır bir söz söyiemişsem veya kamçı vurmuşsam veya lanet etmişsem sen bunu onun hakkında bir hayır ve rahmet kıl. [65]

Hastalığının yedinci günüydü. Hastalığı hiç hafiflememiş, hatta her geçen gün biraz daha ağırlaşmıştı. O güne kadar sırasıyla farklı eşlerinin odasında kalmıştı. Eşlerinin hepsini çok sevmesine rağmen, Aişe'ye karşı özel bir sevgisi vardı. Onun odasında olmayı istedi. Ancak diğer eşlerine haksızlık etmemek, Aişe'yi üstün tu­tarak diğerlerini üzmek istemediği için izinlerini istedi: 'Aişe'nin odasında kalma­mı bana helâl ediyor musunuz?' dedi. Hepsi de hiç tereddüt etmeden 'Evet' dediler. Bunun üzerine Abbas'ın ve Ali'nin yardımıyla, 'ayaklarını sürükleyerek' Aişe'nin odasına geçti. Aişe'nin özenle hazırladığı içi ot dolu yatağa uzandı. Ateşi yüksel­mişti. Hemen üzerine su dökülerek ateşi düşürülmeye çalışıldı. Konuşmakta zor­lanıyordu. Bu nedenle işaretle, yapılanların yeterli olduğunu, artık kendi haline bırakmalarını bildirdi.

Müslümanlar bir yandan Resulüllah'm hastalığı nedeniyle üzülürlerken, bir yandan da Cüruf te toplanıyor, sefere çıkacakları günü bekliyorlardı. Toplananlar arasında Ebû Bekir, Ömer, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Sâ'd b. Ebî Vakkas gibi sahabe­nin büyükleri de vardı. Bazıları, yaşlılar ve tecrübeliler dururken Usâme b. Zeyd gibi henüz on sekiz veya on dokuz yaşında köle kökenli bir gencin kumandan ta­yin edilmesini doğru bulmadıklarını konuşuyorlardı. Konuşmalar gittikçe yaygın­laştı; toplananlar arasında bir huzursuzluğa, tartışmalara neden olmaya başladı. Bu tartışmalara sahabenin büyüklerinin hiçbirisi dahil olmadı. Hiç birisinin, Resulüllah'ın komutanla ilgili tercihine en küçük itirazı yoktu. Kendisi de orduda ol­masına ve kendisinden onlarca yaş daha küçük olan Usâme'ye hiç itirazsız ve sı­kıntısız itaat etmeye hazır olan Ömer, çıkarılan dedikodulardan fazlasıyla rahatsız oldu. Giderek konuşulanları Resulûllah'a anlattı. Resulüllah işittikleri nedeniyle üzüldü ve kızdı. Vefatından iki gün önceydi. Mescide çıkıp minbere oturdu. Her konuşmasında yaptığı üzere Allah'a hamd ettikten sonra 'Ey insanlar! Bazınızın Usâme hakkında konuştuğundan haberdar oldum. Siz şimdi Usâme'nin kumandanlı­ğına nasıl itiraz ediyorsanız, daha önce de babası Zeyd'in kumandanlığına öyle itiraz etmiştiniz. Vallahi, Zeyd kumandanlığa nasıl layık ve benim katımda insanların en sevgilisi ise, oğlu da öyledir [66] dedi ve odasına döndü. Bir daha hiç kimse Usâme hakkında konuşmadı.

Ordu yola çıkmak üzereydi. Birçok Müslüman gelip Resulüllah ile vedalaştı. Fakat hiç kimse Resulüllah'ı bu hâl üzere bırakıp gitmek istemiyordu. Bunu bilen Ûmm-ü Eymen ordunun bir süre daha kalması için izin istedi. O, bu teklifiyle Müslümanların bir dileğini dile getiriyordu. Ancak Resulüllah izin vermedi. Usâ­me ordusunun yola çıkmasını istedi. Günlerden Cumartesiydi. Ordu akşama ka­dar toplandı. Gece Cürûfte kalındı. Sabah hareket edilecekti. Usâme sabah olun­ca Resulüllah'la vedalaşmak için mescide geldi. O sırada Resulüllah'm rahatsızlığı iyice şiddetlenmişti. Yarı baygın haldeydi. Usâme bunu öğrenince ağlamaya baş­ladı. Odaya girdi. Kadınlardan bazıları ve Abbas, Resulüllah'm ağzına ilaç verme­ye çalışıyorlar, dudaklarının arasından ağzına ilaç döküyorlardı. Usâme, Resulüllah'a yaklaştı. Eğilip öptü. Yarı baygın bir halde bulunan Resulüllah, Usâme'yi tanıdı. Ama konuşamıyordu. Dua eder gibi ellerini kaldırdı ve Usâme'nin üzerine indirdi. Orada bulunanlar Usâme için dua ettiğini, rahmet dilediğini anladılar. Usâme üzgün bir halde dışarı çıkıp, karargâha döndü.

Ordu hareket etmek üzereydi. Tam o sırada Resulüllah'm çok ağırlaştığı habe­ri geldi. Yola çıkmaktan vazgeçildi. O gün öyle geçti. Ertesi gün, 8 Haziran Pazar­tesi gününün sabahı, Resulüllah kendine geldi. Ağrısı azalmış, ateşi düşmüştü. İmamın sesini duydu. Müslümanlar Ebû Bekir'in imamlığında namaz kılıyorlardı. Yerinden kalktı, kapıya doğru gitti. Kapıyı Örten perdeyi aralayarak namaz kılan cemaate baktı. Gülümsedi. Ihlaslı bir şekilde namaz kılan Müslümanlara sevgi ve rahmetle baktı. O sırada namaz kılan Müslümanlar, Resulüllah'm ayakta kendile­rini izlediğini görünce, iyileştiğini düşünüp sevindiler. Sevinçten ve bakışmaktan neredeyse namazlarını bozacaklardı. Ebû Bekir de, Resulüllah'm ayakta durduğu­nu fark etmişti. İyileştiğini düşündü. Namazı O'nun kıldırması için biraz geri çe­kildi. O'nun öne geçip, imam olmasını istiyordu. Resulüllah, eliyle namaza devam etmelerini işaret etti. Daha sonra odaya girdi ve perdeyi indirdi. Bilmiyorlardı ama bu, Müslümanların Resulüllah'ı mescitte son görüşleriydi.

Usâme, Resulüllah'm durumunu öğrenmek için mescide geldi. Resulüllah'm durumunun iyi olduğu söylendi. Usâme çok sevindi, izin isteyip hemen odaya gir­di. Resulüllah ordunun vakit kaybetmeden yola çıkmasını söyledi. Usâme vedala-şarak sevinçli bir şekilde karargaha döndü.

Resulüllah'm geçen on güne göre daha iyi oluşu herkesi sevindirmişti. Herkes hastalığı atlattığım, iyileştiğini düşünüyordu. On gündür Resulüllah'm başında bekleyen ve bu arada kendilerine hiç bakamayan eşleri de sevinç içerisinde odala­rına gidip temizlenmeye ve saçlarım taramaya başladılar. Ebû Bekir de sevinç içe­risinde 'Ey Allah'ın Resulü/ Allah'a hamd olsun ki iyileştin. İznin olursa evime gitmek istiyorum' dedi. Resulüllah da izin verdi.


[60] Ahmed, Müsned, VV369; Ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/208.

[61] Buharı, Kitabu'l Marda 3; Müslim, Birr ve's Sıla ve'l Adab 14; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/208;

[62] Ebû Davud, Sunne 5; İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, IV/302, 303; Belâzürî, Ensâbü'l Eşraf, 1/541.

[63] Buharı, Menakıbu'l Ensar 11; Müslim, Eezailu's Sahabe 43; İbn Hişam, es-Sİretü'n-Nebe-viyye, IV/300; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübm, 11/251; Belâzürî, Ensâbü'l Eşraf, î/547, 548; Ahmed, Müsned, 111/91, 272.

[64] Buharı, Menakibu'l Ensar 3; Müslim, Fezaüu's Sahabe 1; Ahmed, Müsned, 1/270, 377; Ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/228;

[65] Ahmed, Müsned, III/400.

[66] Vakıdî, Meğazi, III/1119; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/190; Ahmed, Müsned, It/20.