Konu Başlığı: Gücün Ve Çıkarın Kullan Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Temmuz 2011, 14:35:32 Gücün Ve Çıkarın Kullan Münafıklar güce tapan adamlardır. Çünkü korkaktırlar. Korkak oldukları için de güç neredeyse oraya yönelirler. Risâlet döneminde de böyle oldu. Güç Müslümanlara geçince, esasen islâm düşmanı olmalarına rağmen, Müslüman görünmekte bir sakınca bulmadılar. Münafıkların yerlerini güç belirlediği için, Bedir savaşından sonra Müslüman görünmeye çaba sarf etmelerine rağmen, kalplerin sınandığı Uhud Savaşı (yevm-i temhîs) gününde Müslümanların sayıca az olduklarını görünce, 'Nasıl olsa Mekke müşrikleri karşısında yenilgiye uğrarlar' deyip kalplerindeki fitne ve fesadı açığa vurmaktan geri kalmadılar. Daha savaş başlamadan büyük çoğunluğu Abdullah b. Ubeyy'in komutasında ordudan ayrılıp, evlerine döndüler. Çok değişik gerekçelerle savaşa katılmak zorunda kalanlar ise savaşın en kızgın anında, Resulüllah'm öldüğü haberinin duyulduğu anda, Müslümanların direncini kırmak ve dağılmalarını sağlamak için 'Eğer Muhemmed gerçekten bir peygamber olsaydı öldürülmez-di. Artık bu yoldan dönün. İsterseniz Abdullah b. Ubeyy'e bir elçi gönderelim de bizim adımıza Ebû Süfyan'a görüşsün. Bizi bu zor durumdan kurtaracak olan, Abdullah b. Ubeyy'in Ebü Süjyan'dan alacağı güvenlik sözüdür' dediler. Hendek Savaşı ise kalplerinde sakladıklarını daha büyük bir cesaretle ortaya koydukları bir zamanı oluşturdu. Müşrik cephenin ordusunun Medine'yi kuşattığı, Müslümanların zor günler yaşadıkları, Müslümanlar için ölümün, katliamın her an söz konusu olduğu o zorluk anlarında münafıklar hem görünüşte birlikte oldukları Müslümanlardan ayrı durarak müşrik cephenin gazabına uğramamaya çalıştılar, hem de Müslümanların direncini kırmaya çalıştılar. Dirençlerini kırmak için Müslümanları tehdit ettiler, katliama uğramakla korkuttular. Bu amaçla yakın tanışları olan Müslümanlara 'Muhammed ve arkadaşları Ebû Süfyan ve arkadaşları için küçük bir lokmadan başka bir şey değildir. Gerçi büyük olsalar dajark etmez ya. Ebü Süjyan'm ordusu bunları ezip yok edecek güçte. Gelin bu adamı terk edin. O size sadece felaket getirdi' dediler. Ayrıca, Müslümanlarla aynı safta durdukları takdirde müşrik cephenin ordusu karşısında zarara uğramaktan çekindikleri için çeşitli bahanelerle savaş alanım terk edip, evlerine gitmeyi tercih ettiler. Resulüllah'a 'Evlerimiz düşman saldırıları karşısından korumasız. Evlerimizi Gatafanların saldırılarına karşı koruyacak bir engel bulunmamakta. İzin ver de evlerimize gidip eşlerimizi ve çocuklarımızı koruyabilelim' veya 'Evlerimizin duvarları sağlam değil. Hırsızlardan çekiniyoruz' diyerek, savaş alanım terk etmelerine izin vermesi için ricada bulundular. Ancak vahyolunan bir ayet onların dile getirdikleri gerekçelerin yalan olduğu bildirildi. Bu ayet, sahte imanın adamlarının, gücün kölelerinin asıl amaçlarım, kimlikleri gözler önüne serdi. Söz konusu ayet şöyleydi: 'Münafıklardan bir grup 'Ey Medineliler! Artık sizin için durmanın sırası değil, haydi dönün!' demiştiler. İçlerinden diğer bir kısmı ise 'Evlerimiz emniyette değil' diyerek Peygamberden izin istediler; oysa evleri tehlikede değildi, sadece kaçmayı arzuluyorlardı.[176] Münafıklar, Müslümanların zor zamanlarında asıl kimliklerini ortaya koymalarına karşılık, Müslümanların güçlü olduğu zamanlarda ise samimi birer Müslüman gibi görünmeye çalıştılar. Çünkü, güce tapan kalpleri Müslümanlardan yana korku içerisindeydi. Müslümanlardan çok korkuyorlardı. Hatta Allah'tan korktuklarından da çok Müslümanlardan 'korkuyorlardı. Allah onların bu gülünç ve acınası durumunu bir ayette şöyle açıkladı: 'Onların içlerinde size karşı duydukları korku, Allah'a olan korkularından daha şiddetlidir. Böyledir, çünkü onlar gerçeği anlamayan bir topluluktur. Onlar korunaklı şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sizinle savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Sen onları derli toplu sanırsın, halbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.[177] Ayette geçen 'Onlar korunaklı şehirlerde veya siperler arkasında bulunmaksızın sikinle toplu halde savaşamazlar' tespiti münafıkların kişilik ve karakterleriyle ilgili son derece önemli bir özelliği dile getiriyordu. Onlar islâm'a, Resulüllah'a ve Müslümanlara düşmanlıklarını açıkça ifade edecek kadar yürekli olmadıkları için, hep fitne ve fesat yollarını tercih ettiler; oyunlarıyla kin ve düşmanlıklarının gereğini yerine getirmeye çalıştılar. Gizliden gizliye günah işleme, İslâm'a ve Müslümanlara düşmanlık, Resulüllah'a karşı gelme, savaştan geri kalma, savaşa katılacak Müslümanların direncini kırmaya çalışma, Müslümanlar aleyhine gizli planlar tasarlama, Müslüman kadınlara sataşma, Resulüllah'm eşlerini rahatsız etme, kavmiyetçilik duygularını harekete geçiren çağrılarıyla Müslümanları birbirine düşürmeye çalışma, Medineli Müslümanları Resulüllah'ı Medine'den kovmaya davet etme, Hz. Aişe hakkında iftirada bulunma gibi tutum ve davranışlar sıklıkla başvurdukları fitne ve fesatların gerekleri oldu. Münafıklar gücün köleleri olmalarının yanı sıra, çıkarlarını her şeyden daha fazla değerli bulan ve bu anlamda çıkarlarını ilâhlaştırmış kimselerdi. Çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlardı. Zaten korku ve güce tapma özellikleri de çıkarlarıyla bağlantılıydı. Çıkarları Müslüman görünmeyi gerektiriyorsa Müslüman görünmeye çalışıyor, Müslüman görünmelerinin kendilerine dünyalık bir imkân sağlamadığı durumlarda da asıl kimliklerini ortaya koyuyorlardı. Onların Müslümanlıkları çıkarları kadardı; daha fazlası değil. Münafıklar, çıkarları her şeyden önemli ve değerli olduğu için, maddî getirişi olmayacak zor harekâtlara, savaşlara katılmamak için bin bir türlü gerekçeler uydurup, Medine'de kalmaya çalışmalarına karşılık; kolayca zaferin elde edileceği ve birçok ganimete sahip olunacak harekât ve savaşlara Müslümanlardan önce koşuyorlardı. Kur'an onların bu durumlara dikkat çekerek, paylaşacakları bir ganimet veya elde edecekleri bir dünyalık menfaat için çabalamalarındaki rezil durumlarını gözler önüne serdi: 'Sizi gözetleyip duranlar, eğer size Allah'tan bir zafer (nasip) olursa, 'Sizinle beraber değil miydik?' derler. Kâfirlerin (zaferden) bir nasipleri olursa (bu sefer de onlara), 'Sizi yenip (öldürebileceğimiz hâlde öldürmeyip) müminlerden korumadık mı?' derler. Artık Allah kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kâfirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.[178] Siz ganimetleri almak için gittiğinizde seferden geri kalanlar 'Bırakın, biz de arkanıza düşelim' diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: 'Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz! Allah daha önce sizin için böyle buyurmuştur'. Onlar size 'Hayır, bizi kıskanıyorsunuz' diyeceklerdir. Bilâkis onlar, pek az anlayan kimselerdir.[179] 'Eğer yakın bir dünya malı ve kolay bir yolculuk olsaydı (o münafıklar) mutlaka sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar, 'Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber çıkardık' diye kendilerini helak edercesine Allah'a yemin edecekler. Halbuki Allah onların mutlaka yalancı olduklarım biliyor' [180] Hemen hiç değişmeyen bu çıkarcı özellikleri nedeniyledir ki, Tebük gibi zor ve tehlikeli bir sefere katılmamak için uydurmadıkları yalan kalmamasına rağmen; Mustalık harekâtı, Hayber'in ve Mekke'nin fethine son derece istekli bir şekilde katılmışlardı. Bu kaalımlarındaki amaç ise tamamıyla ganimet elde etmekti. Ganimet elde etmek için katıldıkları harekât ve savaşlarda da yapmadıkları edepsizlik kalmamıştı. Ganimet dağılımıyla ilgili sıkıntıları olduğunda veya umduklarına kavuşma konusunda şüpheleri bulunduğunda asıl kimliklerini ortaya koymaktan çekinmemişlerdi. Huneyn savaşında elde edilen ganimetlerin dağıtımı sırasında yaşananlar bunun örneklerinden sadece bir kısmını temsil etti. Resulüllah, Huneyn savaşında elde edilen ganimetlerden, kalbi İslâm'a ısındırılacak kimselere (müellefe-i kulûb) daha fazla pay vermek istemiş ve bu amaçla 'Bana ve Abdülmuttalib oğullarına ait olan hisseler sizindir' diyerek kendisine ve akrabalarına düşen payı bu kimselere bağışladığını bildirmişti. Resulüllah'm bu tercihini gören Muhacir ve Ensar da 'Bizim hissemize düşen de Resulüllah içindir' diyerek bütün hisselerini Resulüllah'a vermek istedikleri halde, münafıklar menfaatlerinin gereğine göre davranmayı tercih ettiler. İmanlarının sahte olduğunu en küçük menfaat nedeniyle açığa vurmaktan çekinmediler. Bu nedenle Akra b. Habis, Uyeyne b. Hısn, Abbas b. Mirdâs gibi münafıklar 'Hayır. Biz hisselerimizi bağışlamayız' diyerek çıkarcılıklarım ve savaşlardaki asıl amaçlarım ortaya koydular. Hatta onlar ganimet dağıtımı sırasında Resulüllah'ı aşağılayıcı ifadelerle eleştirmekten de geri kalmadılar. Bir ayette bu özellikleri şu şekilde ifade edildi: 'Size karşı pek hasistirler. Hele korku gelip çattı mı, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün. Korku gidince mala düşkünlük göstererek sizi sivri dilleri ile incitirler. Onlar iman etmiş değillerdir, bunun için Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır. Bu, Allah'a göre kolaydır.[181] Ayette ifade edilen özellikleri nedeniyledir ki, münafıklardan birisi ganimetleri paylaştıran Resulüllah'm başına dikilerek 'Ey Allah'ın Resulü.' Adaletli ol!' demek edepsizliğini gösterdi. Bu sözü ile bir istekten çok iğneleyici bir eleştiriyi dile getiriyordu. Resulüllah 'Ben adil olmazsam, kim adil olur [182] diyerek bir gerçeği dile getirdiyse de, çıkarcılığı imana dönüştürmüş o münafık, Resulüllah'm başında dikilip durdu. Bu durumdan çok rahatsız olan ve öfkelenen Hz. Ömer'in 'Ey Allah'ın Resulü} Müsaade et şu münafığın boynunu koparayım' demesi karşısında Resulüllah, Ömer'e istediği izni vermediği gibi münafıklarla ilgili bir gerçeği de dile getirdi: 'Bırak onu! Onun bir takım yandaşları var ki, sizden biriniz kendi namazını onların namazlarının, kendi orucunu onların orucunun yanında küçük görür. (Onlar sizden daha fazla Müslüman görünürler). Onlar Kur'an okuyacaklar ama okudukları Kur'an gırtlaklarından aşağıya inmeyecek (sadece okuyacaklar, anlamaktan ve gereklerini yapmaktan uzak duracaklar). Onlar gerçekte okun yaydan çıktığı gibi dinden çıkmış kimselerdir.[183] [176] Ahzab, 33:13 [177] Haşr, 59:13,14 [178] Nisa, 4:141 [179] Fetih, 48:15 [180] Tevbe, 9:42 [181] Ahzab, 33:19 [182] Buharı, Farzı'l Humus 19; Müslim, Zekât 46. [183] Buharı, Tefsir 9,10; Edeb 95; îstitabe 7; Menâkıb 25; Müslim, Zekât 148, Ahmed, Müsned 11/219 |