Konu Başlığı: Girilince Çıkılamayan Ateş Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Temmuz 2011, 15:12:20 Girilince Çıkılamayan Ateş Bir kişinin inanç ve hayat tarzıyla bir başka kişiye itaatinin sınırım belirlemesi, yanlış itaatin insanı nerelere sürükleyebileceğini göstermesi açısından önemli bir örnek olan Abdullah b. Huzâfe ile ilgili olay şöyledir: Hicretin dokuzuncu yılıydı. Topluluk temsilcilerinin Müslüman olduklarım bildirmek için Medine'ye akın ettikleri bir zamandı. Bir grup Habeşlinin yağmacılık amacıyla, denizi geçerek Mekke'ye yakın Şuaybe (Cidde) sahillerine çıktıkları haberi alındı. Resulüllah, Alka-me b. Mücezziz komutasında üç yüz kişiden oluşan birliği bölgeye gönderdi. Müslümanlar Şuaybe'ye gittikleri zaman hiç kimseyi göremediler. Bölge insanlarından edindikleri bilgilere göre Habeşliler bir adada toplanmışlardı. Müslümanlar bölge insanlarından edindikleri sallarla adaya hareket ettiler. Bu, Müslümanların denizde savaş amaçlı ilk yolculuklarıydı. Adaya varınca bulmayı umdukları kimseleri göremediler. Ortada ya bir yanlış anlama vardı, ya da Habeşliler memleketlerine gitmişlerdi. Müslümanlar fırtına çıkacağını anlayınca tekrar sallarına binerek Şuaybe'ye döndüler. Komutan Alkame b. Mücezziz'in niyeti bir süre bölgede kalmaktan yanaydı. Fakat bazı adamlar görevlerini yaptıklarını söylüyor ve Medine'ye dönmek istiyorlardı. Alkame b. Mücezziz, bölgede kalmayıp, Medine'ye dönmek isteyenlere müsaade etti. Medine'ye dönen grubun başına da Abdullah b. Huzâfe'yi komutan tayin etti. Çünkü, Müslümanların küçük bir grup halinde bile olsa yolculuk yaptıkları zaman, muhtemel karışıklıkları, çekişmeleri önlemek için içlerinden birisinin lider olması gerektiğini Resulüllah'tan işitmişti. Abdullah b. Huzâfe genç, heyecanlı, duygularını kontrol edecek olgunluğa erişmemiş birisiydi. Komutan olmasının verdiği gururla, arkadaşlarına emirler veriyor ve emirlerinin yerine getirilmesinin imanî bir sorumluluk olduğunu söylüyordu. Yolculukları sırasında emrindeki arkadaşlarıyla arasındaki tartışmaların boyutu büyüdü. Bir ara mola verdiler. Abdullah b. Huzâfe, istediği gibi kendisine itaat etmedikleri için arkadaşlarına kırgın ve kızgındı. Mola yerinde arkadaşlarından yakmak için odun toplamalarını istedi. Odun toplayınca yiyeceklerini pişirmek ve ısınmak için ateş yaktılar. Komutanlığı konusunda kendisine istediği gibi itaat etmeyen arkadaşlarına kızgm ve kırgın olan Abdullah b. Huzâfe 'Ben Allah'ın Resulünün komutanı tarafından size komutan tayin edilmiş kişiyim, değil mi?' diye sordu. Bu sorusuyla komutanlığını Resulüllah ile ilişkilendirmek istiyordu. Arkadaşları 'Evet öyledir. Sen bizim komutanımızsın' dediler. Abdullah 'O halde ben ne dersem bana itaat etmeniz gerekiyor, değil mi?' diye sordu. O bu sorusuyla muhtemeldir ki ulu'l emre itaatle ilgili ayeti kendisine referans alıyor ve ulu'l emr/yetki-H olduğu için kendisine itaatin imanı bir sorumluluk olduğuna vurguda bulunuyordu. Arkadaşları 'Evet sana itaat etmek bizim sorumluluğumuzdur' dediler, istediği cevabı alan Abdullah b. Huzâfe 'O halde emrediyorum. Hepiniz şu yanan ateşe gireceksiniz' dedi. Arkadaşları şaşırdılar. Bu emri yerine getirmeyeceklerini, itaat sorumluluklarının böylesi emirleri yerine getirmeyi gerektirmediğini söylediler. Abdullah b. Huzâfe emrinde ısrarcıydı. Her ne olursa olsun kendisine itaat edilmesi gerektiğini iddia ediyordu. Müslümanlar, bütün ısrarlara rağmen, komutan Abdullah b. Huzâfe'nin emrini yerine getirmediler; ateşe girmediler. Fakat içlerinde de bir kuşku da oluştu. Bu itaatsizlikleri ile imanları zedelenmiş, yanlış bir iş yapmış mıydılar? Medine'ye gidince hemen ResulüUah'ın yanına vardılar. Harekâtı rapor ettikten sonra komutanlarıyla ilgili olarak aralarında geçen tartışmayı ve ateşe girme emrine uymamakla durumlarının ne olduğunu sordular. ResulüUah'ın cevabı gayet açık ve kesindi: 'Yanlış işlerde, Allah'ın yasakladığı şeylerde hiç kimseye itaat olmaz- Ber kim Allah'ın emrine muhalif istekte bulunursa ona itaat edilmez. Eğer sizler o ateşe girseydiniz ebediyen o ateşten çıkamazdınız.[129] [129] Ahmed, Müsned, 1/82; İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, IV/289; Vakıdî, Meğazi, III/983, 984; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 11/163. |