๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 16 Temmuz 2011, 14:51:28



Konu Başlığı: Fitne Mescidi: Dırar
Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Temmuz 2011, 14:51:28
Fitne Mescidi: Dırar


(Müminlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrı­lık sokmak ve daha önce Allah ve Resulüne karşı savaşmış olan adamı bek­lemek için bir mescit kurarak (Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik' di­ye yemin edenler vardır. Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahit­lik eder. Onun içinde asla namaz kılma! ilk günden takva üzerine kurulan mescit içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda arınmayı seven adamlar vardır. Allah da çok arınanları sever. [166]

Hz. Peygamber hicret ettiği zaman, o günkü ismiyle Yesrib, sonraki yaygın ismiy­le Medine, ovadaki birbirine birkaç kilometre uzaklıkta yer alan birçok yerleşim merkezinin ortak ismiydi. Allah'ın elçisi, hicret sırasında, ovadaki yerleşim mer­kezlerinden en güneydeki Küba'ya gelmiş ve orada kaldığı süre içerisinde, daha önce hicret etmiş bulunan Müslümanların namaz kıldıkları harman yerindeki bir düzlüğü mescit olarak tahsis etmişti. Birkaç gün içinde mescidin duvarları örül­müş, gölge olması için üstü örtülmüş, tabanı düzlenip kum serilmiş ve böylelikle İslâm tarihinde halka açık ilk mescidi inşa edilmişti. Resulûllah, kendisinin imamlık yaptığı ilk cuma namazını da bu mescitte kılmış ve kıldırmışti. Küba'da 12 gün kalan Resulûllah, daha sonra ovadaki yerleşim merkezlerinden, ortada yer alan ve Cevf adı verilen yere giderek hicretini tamamlamıştı. Resulüllah'ın müte­vazı evi ve imam olup cemaate namaz kıldıracağı bina, İslâm devletinin yönetim merkezi, mahkemesi, okulu, yoksulların barınağı gibi birçok fonksiyonu yerine getirecek olan mescit de Cevf de inşa edilmişti.

Hicretin ilk günlerinde Müslümanların toplanıp her türlü toplumsal problem­lerini konuştukları, namazlarını kıldıkları iki mescitleri vardı. Bunlar Mescid-i Nebi ve Küba mescitleriydi. Medine'yi oluşturan yerleşim merkezleri birbirlerin­den birkaç kilometreye varan uzaklıkta olduğu İçin kısa süre sonra diğer yerleşim merkezlerinde de mescitler inşa edildi. Medine'deki mescit sayısı risâletin son yıl­larında dokuza ulaştı. Medine'de bir tane değil de dokuz tane mescidin faal olma­sı, ayrılık nedeniyle değil, ihtiyaç nedeniyleydi. Müslümanlar, Resulüllah'ın arkasında namaz kılmak ve kendisiyle görüşmek için mümkün olduğunca Mescid-i Nebi'de bulunmayı tercih ederlerdi. Ancak bu bir zorunluluk değildi. Üstelik İka­met edilen, çalışılan bahçeler farklı bölgelerde olduğu için mümkün de olmuyor­du. Müslümanlar genellikle kendi yerleşim merkezlerindeki mescitte namazlarını kılarlardı. Seçkin sahabelerden bile birkaç gün süreyle Resulüllah'ı göremeyenler olurdu. Hz. Ömer bunlardan birisiydi. O, Cevfe uzak bir bölgede ikamet ettiği için her gün Mescid-i Nebi'ye gidemiyordu. Komşusuyla anlaşmış, bir gün kendi­si bir gün komşusu Mescid-i Nebi'ye giderek Resulûllah'ın imamlığında namazla­rını kılarak, eğer vahyolunmuş yeni bir ayet veya Resulüllah'm yeni bir isteği, em­ri varsa onu öğreniyordu.

Müslümanlar namazlarını çoğunlukla en yakınlarındaki mescitte kılmalarına karşılık, cuma namazım sadece Mescid-i Nebi'de kılarlardı. Cuma namazı nede­niyle tüm Medine'deki ve diğer yakın yerleşim merkezlerindeki Müslümanlar Mescid-i Nebi'de bir araya gelir, birbirleriyle görüşme, konuşma imkânı elde eder­ler; yeni emir, istek, tavsiyeleri öğrenirlerdi. O zaman mescitler sadece mabet gö­revi görmüyordu. Risâlet çağında ve talip eden yüzyıllarda da uzun bir süre hiç­bir zaman sadece mabet olmadılar. Ümmetin temelleri mescitlerde atıldı ve ümmetin inşası mescitlerde gerçekleştirildi. O binalar Müslümanların her türlü prob­lemlerinin konuşulduğu, görüşüldüğü, çözüldüğü, Müslümanları ilgilendiren ka­rarların alındığı merkezler oldu. Ancak sahte imanın adamları olan münafıklar, yerleşim merkezlerinin birbirlerinden uzaklıklarının zorunlu kıldığı farklı mescit­lerin tahsis edilmesi iznini, kalplerinde yaşattıkları küfürlerinin ve İslâm karşıtlık­larının gereği olan düşmanlıklarının aracı olarak kullanmayı tercih ettiler. Müslü­manları toplayıp onlardan bir cemaat, bir ümmet inşa eden mescitler, münafıklar tarafından ayrılığın, fitne ve fesadın aracı olarak kullanılmak istendi. Dırâr mesci­di bu amaçla inşa edildi ve türünün ilk örneği oldu.

Resulüllah Medine'ye hicret ettiği zaman toplumu içinde itibarı yüksek olan ve kendisiyle ilgili ikbal hesapları için de bulunanlardan birisi de Hazreç kabilesin­den Ebû Amir er-Rahib idi. Müslümanların Medine'ye gelmelerinden önce, ilkel putperestliği terk edip Hıristiyan olmuş ve bu nedenle er-Rahib unvanıyla anılma­ya başlanmış bulunan Ebû Amir, ünlü münafık Abdullah b. Ubeyy'in kuzeniydi. Hazreç kabilesi içinde itibarlı birisi olan Ebû Amir'in ikbal hesapları, kabilesinden birçok kişinin Müslüman olması ve Resulüllah'm da Medine'ye hicret etmesiyle bozuldu. Resulüllah, Ebû Amir ile birkaç defa görüşerek, kendisine Kur'an oku­yup İslâm'a davet etti. Ancak o inancında ısrar edip, daveti kabul etmedi. Açığa vuramadı ama, ikbal hesaplarının bozulması nedeniyle- kalbindeki İslâm düşman­lığı ve Resulüllah'a karşı kini her geçen gün büyüdü. Abdullah b. Ubeyy gibi o da Resulüllah'ı hayallerinin engelleyicisi, ikbal planlarının bozucusu olarak görüyor­du. Kabilesinin tamamına yakınının Müslüman olmasıyla itibarını hepten yitirince Mekke müşriklerini hem İslâm düşmanlığında ve hem de inançta kendisine da­ha yakın bularak, bir grup adamıyla birlikte Mekke'ye gitti. Resulüllah ise, ilkel putperestlikten inanç olarak biraz da olsa uzak duran ve Allah'a kendince bazı tarzlarda ibadet eden Ebû Amir'i Mekke müşriklerini tercih etmesi nedeniyle 'Fa-sık' olarak isimlendirdi. Ebû Amir az sayıdaki adamlarını yanma alarak müşrik or­dusunun safında Bedir'e katıldı. Savaştan önce Hazreçli akrabalarına, eski dostla­rına, eski adamlarına Resulüllah'm yanından ayrılıp kendi yanında yer almaları çağrısında bulunduğunda çağrısı olumlu karşılık bulmayınca bir kez daha yıkıldı. Halbuki çağrısının kabul göreceğini, eski dost ve adamlarının kendisine karşı sa­vaşmayacaklarını düşünüyordu. Kalbinde gittikçe derinleşen düşmanlıkla Uhud savaşının düzenlenmesinde aktif rol aldı. Müşrik ordunun teşkilinde önemli kat­kıları oldu. Müslümanlar için bir tuzak olarak planlanan Ulıud'daki çukurları o düşündü ve kazdırdı. Uhud savaşını takip eden günlerde, müşrik Arapların "kendi imkânlarıyla islâm davetini engelleyemeyeceklerini, Resulüllah'ı davasından vaz-geçiremeyeceklerini düşünmeye başladı. Bütün umutları silinip gitti. Artık yapa­cağı bir şey kalmamıştı. Çünkü Müslümanlar gittikçe çoğalıyor, İslâm gittikçe da­ha fazla ilgi merkezi haline geliyordu. Ebü Amir son bir umutla yardım istemek için Filistin bölgesine gelmiş bulunan Bizans kralı Heraklius'a gitti. Sıkıntılarını ve isteklerini Heraklius'a anlattı. Heraklius'u İslâm tehlikesine karşı uyardı; bir an önce önlem alması gerektiğini bildirdi. Ebû Amir bir kanaat önderi, Araplar ara­sında itibarlı birisi olduğu için Heraklius tarafından dostça karşılandı; kendisine hoşuna gidecek vaatlerde bulundu. Bir müddet kendisiyle birlikte kalması isten­di. Maksat gönlünü almak, problemin çözümünü zamana bırakmaktı.

Bizans yönetiminin Arap yarımadasıyla ilgili olarak uzun süredir yürürlükte olan bir politikası vardı. Bu politikanın değişmeyen özünü, yarımadadaki toplu­luklar arasındaki dengeleri gözetmek ve mümkün olduğunca tarafsız kalmak oluşturuyordu. Bu nedenle hiçbir zaman Arap yarımadasına doğrudan müdahale edilmemişti. Bunda, Arap yarımadasını kayda değer bir yer olarak görmemenin et­kisi büyüktü. Bizans yönetimi aşısından Arap yarımadasında bir tehlikenin mev­cut olmaması yeterliydi; orayı ele geçirmek için özel bir çabaya gerek yoktu.

Ebû Amir, Heraklius'un vaatlerine çok inandı. Bu konuda en ufacık kuşkusu yoktu. Kendisinin güçlü bir orduyla destekleneceğine ve Hicaz bölgesine girip tüm Müslümanları kılıçtan geçireceğine, böylelikle İslâm davetini sone erdirece­ğine inancı tamdı. Bu güven ve inanç içerisinde Medine'deki irtibatlı olduğu bazı dostlarına haber göndererek, yakında bir orduyla Medine'ye geleceğini müjdeledi. Adamlarından, kendisi geldiği zaman ikamet edebileceği, ancak o zamana kadaı Müslümanları gözetleyecekleri, kendi aralarında organize olmalarını sağlayacak toplantıları gerçekleştirebilecekleri ve Müslümanların bölünmesine imkân sağla­yacak bir bina inşa etmelerini istedi.

Ebû Amir'in isteği üzerine, görünüşte Müslüman olan ancak esasta kalpleri İs­lâm'a ve Resulüllah'a karşı kinle dolu bulunan münafıklarbinayı inşaya başladı­lar. Ancak asıl amaçlarının anlaşılmaması için söz konusu binayı mescit görünü­mü altında inşa ettiler. Bina, Küba mescidinin biraz ilerisinde yer alıyordu. Büyük ve sağlam bir binaydı.

Ebû Amir'in adamı olan münafıklar, Küba mescidine yakın bir yerde inşa et­tikleri binaya mescit özelliği kazandırabilmek için sahte bir gerekçe planladılar. 'İhtiyarlarımız ve hastalarımız yağışlı ve soğuk günlerde Küba mescidine gidemiyor­lar. Bu nedenle bu yeni mescidi İnşa ettik' dediler. Dile getirdikleri gerekçe son de­rece masum ve anlaşılır nitelikteydi. Binanın inşasını kısa sürede bitirdiler ve iba­dete açtılar. Namaz kılınmaya başlanmasıyla da söz konusu bina inşa ediliş amaç­larından birisini yerine getirmeye başladı. Yakın bölgede ikamet eden Müslüman­lar, Kur'an'm Dırar (Zararlı) Mescidi olarak isimlendireceği bu binada namazları­nı kılmaya başladılar. Birçok Müslüman, evine yakınlığı nedeniyle, Küba mescidi­ne değil, Dırar mescidine gidiyordu. Kısa süre sonra Küba mescidinin cemaati azaldı. Bu, münafıkları çok sevindirdi. Fakat asıl amaçlarının anlaşılmasından da çok korkuyorlardı. Niyetlerinin anlaşılmaması ve Dırar mescidini meşrulaştırmak için Resulüllah'a davette bulundular. Bir gün mescitlerine teşrif etmesini ve namaz kıldırmasını istediler. Resulüllâh daveti kabul etti. Tebük dönüşünde Dırar mes­cidine geleceğini söyledi. Çünkü o günler Tebük seferinin hazırlıklarının yürütül­düğü günlerdi. Münafıklar da aldıkları bu cevapla sevinip beklemeye başladılar.

Tebük dönüşünde, Resulüllâh ordusuyla birlikte Medine'ye yakın Zîevân kö­yüne kadar gelince münafıklar huzuruna çıkıp, davetlerini hatırlattılar. Resulül­lâh davete uymak üzereyken vahyolunan bir ayet işin içyüzünü bütün ayrıntıla­rıyla ortaya koydu; münafıkların oyunlarını bozdu. Vahyolunan ayette Resulül-lah'ın girişimi engellendiği gibi, Dırar mescidinin inşa ediliş amacı da açıklandı. Ayrıca Dırar mescidi nedeniyle Küba mescidine gitmeyen Müslümanlara Küba mescidinin önemi hatırlatıldı. Ayetler şöyleydi: '(Müminlere) zarar vermek, (hak­kı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescit kurarak '(Bununla) iyilikten baş­ka bir şey istemedik' diye yemin edenler vardır. Allah onların kesinlikle yalancı ol­duklarına şahitlik eder. Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine ku­rulan mescit (Küba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda arın­mayı seven adamlar vardır. Allah da çok arınanları sever.[167]

Resulüllâh, fitne ve fesat yuvası olması için inşa edilmiş ve mescit görünümüy­le asıl amacı gizlenmeye çalışılmış münafıkça girişimin aleti olmaması için uyarı-hnca, hemen Mâlik b. Dühşum es-Sülemî ve Ma'n b. Adî'yi çağırarak, 'Haydi hiç durmadan gidin. Şu zalim topluluğun mescidini yakıp, yıkın' dedi. İki Müslüman al­dıkları talimat üzerine hemen gidip, münafıklar içinde namaz kılarlarken, Dırar mescidini ateşe verdiler ve yıkmaya başladılar. Hatta bazı münafıkların ufak bazı yanıklarla canlarını zor kurtardılar.


[166] Tevbe sûresi, 9:107-108

[167] Tevbe, 9:107-108