๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 02 Ağustos 2011, 17:24:58



Konu Başlığı: Fikri Uyanış
Gönderen: Ekvan üzerinde 02 Ağustos 2011, 17:24:58
Fikri Uyanış


Ey Hatice! Vallahi ben hiçbir zaman Lat ve Uzza'ya ibadet etmeyeceğim. (Mu­hammed b. Abdullah)

Ukâz panayırı, her yıl olduğu gibi bir kez daha, yarımadanın dört bir yanından ve hatta Habeşistan, Anadolu ve Iran bölgesinden gelen tüccarların, şairlerin, Kabe'yi veya Kabe'deki putunu ziyaret etmek isteyenlerin, dinine taraftar arayan misyo­nerlerin, aylakların ve daha başka kişisel amaç taşıyanların katılımıyla açılmıştı. Mekke ve çevresi her yıl aynı zamanda olduğu gibi, bir kez daha büyük bir canlı­lığa kavuşmuştu, insanlar gruplar halinde toplanmışlar ya alışveriş yapıyorlar, ya da şiirini okuyan bir şairi veya inancını açıklavan kimseleri dinliyorlardı. İnsanla­ra, gidişatlarının yanlış olduğunu, yanlış şekre- inanıp, yanlış bir hayat tarzı ta­kip ettiklerini hatırlatan konuşmacılardan birisinin etrafı oldukça kalabalıktı. Çünkü o yetenekli bir şair, usta bir konuşmacı ve belki de hepsinden önemlisi dü­şünceleriyle insanların doğrudan kalbine etkide bulunabilen özel birisiydi. Bu se­ferki konuşması daha çok ölüm üzerineydi; .dinleyicilerine ölümü düşünmelerini, ölümün son olmadığını, ölümün bir doğuş olduğunu, bu doğuşa iyi hazırlanılması gerektiğini hatırlatıyor ve anlatıyordu. Etkileyici bir konuşma olduğu, çevresi­ni saran kalabalığın fazlalığından ve onu can kulağıyla dinlemelerinden belliydi. Esasen onu ilk kez dinlemiyorlardı. O, yakından tanıdıkları birisiydi. O, hayatını, inançları ve hayat tarzları konusunda insanları uyarmaya adamış birisiydi. Küs b. Saide denildi mi neredeyse yarımadadaki herkes onu tanır, herkes kendisine say­gı duyardı.

Kûs b. Saide'nin Ukâz panayırında yaptığı konuşmayı dinleyenlerin arasında, bir süredir ticarî faaliyetlerim askıya almış, o zamana kadar gerçekleştirdiği maddî birikimlerini harcayarak hayatını sürdüren ve gittikçe kendisini inanç, varoluş, yaratılış, ölüm gibi konulara daha fazla ilgili bulan Muhammed de var­dı. O, bu ünlü hatibin konuşmasını dikkatli bir şekilde dinleyenlerden birisiydi. Çünkü, işittikleri, son zamanlarda zihnini kurcalayan, aklına takılan bazı soru­ların cevapları olabilecek şeylerle ilgiliydi. Konuşmayı ezberlercesine dikkatle dinledi ve hatta büyük oranda ezberledi. Bu nedenle, Kûs b. Saide'nin konuşma­sı onlarca yıl hafızasında kaldı. Öyle ki, risâleün Medine döneminde Kûs'un mensubu olduğu îyâd boyunun başkanı Carud b. Abdullah İslâm'a girdiği gün Kûs b. Saide'den bahsedince, Resulüllah, Kus'a olan takdirini dile getirdi. Ukâz panayırmdaki konuşmasından bahsetti. O konuşmayı tamamen hatırlayacak bi­risinin bulunmadığını söyledi. Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir aynı konuşmanın bir dinleyicisi olarak, o konuşmayı hatırladığını belirtti ve Kûs b. Sâide'nin söz­lerini tekrarladı.

Araplar putperesttiler, ama putperestliğe mensup olmayan, hatta bu yaygın inancı eleştirip karşısında yer alanlar da vardı. Kûs b. Saide bunlardan birisiydi. Daha da önemlisi bizzat putperestliğin merkezi konumundaki Mekke'de yaşayan bazı kimseler Kûs ile benzer durumdaydılar. Bunların içerisinde Varaka b. Nevfel örneğinde olduğu gibi ya halkın yanlış inancına ve hayat tarzına müdahale etme­den kendi şahıslarında ve ailelerinde kendilerine özgü, putperestlik karşıtı bir inancı sürdürenler veya Zeyd b. Amr örneğinde olduğu gibi bazen putperestliğe açıkça eleştiri yöneltenler de vardı. Zeyd b. Amr bir şiirinde durumunu şöyle di­le getirmişti:

İşlerimi yaparken bir Rabbe mi, yoksa bin rabbe mi boyun eğeyim! Lâfı da Uzza'yı da; hepsini terk ettim Kuvvetli ve sabırlı olan böyle yapar.

Bundan böyle ne Uzza'ya ne de onun iki kızma inanıyorum, Ne Amr oğullarının ne de Gunem'in iki putuna giderim. Hübel'i de ziyaret etmem,. Ki o, aklımın ermediği bir çağda bana İlâhtı.[37]

Klasik kaynaklarca Hanif ismiyle anılan ve sayıları konusunda kesin bir bilgi­ye sahip olmadığımız bu şahısların en önemli özellikleri, putları ve onlarla ilgili bütün inançları reddetmeleri ve toplumlarında geleneksel bir değer olarak bazı unsurları yaşamaya devam eden Hz. ibrahim'in dinine mensup olma gayreti içeri­sinde bulunmalarıydı. İçlerinde, putperestliğe oranla daha doğru bulduğu Hıristi­yanlığa veya Museviliğe girenler veya meyledenler eksik değildi. Ancak Varaka b. h  Saide. Zevd b. Amr. Osman b. Huveyris, Ubeydullah b. Cahş, Suveyd b. Amr el-Müstalikî, Vakî b. Selâme b. Zübeyr el-Iyadî, Amr b. Cûndüb el-Cühenî, Ebû Kays Serme b. Ebî Enes, Amir b. ez-Zerb el-Advanî, Allaf b. Şehab et-Temimî, El-Mütelemmis b. Umeyye el-Kinanî, Züheyr b. Ebû Selmâ, Halid b. Sinan b. Gays el-Absî, Abdullah b. Kudaî, Umeyye b. Ebû's-Salt'tan teşekkül eden bu kimselerin çoğu kendilerine has bir tarzda inanmaya ve bu inançlarına göre ya­şamaya devam ediyorlardı. Bunların ekseriyeti, o gün kitleler tarafından bilinen, taraftarı olan belirli bir dinin mensupları değillerdi.

Bir rivayete göre; Mekke müşrikleri her yıl tekrarladıkları bir tören gereği Buvâne adlı putlarının etrafında toplanıp kurban keserek ve puta saygı ifade eden davranışlarda bulunarak putperestliklerinin gereğini yerine getirmeye çalışırlar­ken, dört kişi gizlice bir araya gelerek toplandılar. Bunlar kendi aralarında, kavim­lerinin yaptıkları bu davranışlara karşı tepkilerini dile getirdiler ve ortak bir kara­ra vardılar. Zeyd b. Amr, Varaka b. Nevfel, Osman b. Huveyris ve Ubeydullah b. Cahş ismindeki bu dört kişinin toplantılarının sonunda vardıkları karar şöyleydi: "Birbirimize dost olup, birbirimizi koruyalım ve bu durumumuzu da gizli tutalım. Kavmimiz yanlış bir yolda. İbrahim'in dinini terk ettiler ve ona muhalif oldular. Yan­lış bir din edindiler. Ne zarar ne dejayda vermeyen bu taşlara ibadet edilmez. Kendi­mize yeni bir din arayalım. [38] Bunlar hak dini bulmak için uzun yolculuklara çıktı­lar. Varaka b. Nevfel, Zeyd b. Amr ile birlikte Şam'a gitti. Burada karşılaştıkları bir Yahudi din adamının tavsiyeleri üzerine Varaka Musevî oldu. Fakat Zeyd çekim­ser kaldı. Daha sonra birlikte Hıristiyan bir din adamıyla görüştüler. Varaka, bu sefer Hıristiyan olmaya karar verdi. Ancak Zeyd yine çekimser kalmayı tercih et­ti. Varaka, Hıristiyanlık'tan etkilenmiş birisi olarak Mekke'ye döndü. Hayatının sonraki döneminde Tevrat ve İncil'i okuyarak, Musevilik ve Hıristiyanlık konu­sundaki görüşlerini geliştirdi. Zeyd b. Amr ise ne Hıristiyanlığı ne de Museviliği hak din olarak gördü. Tanıştığı Hıristiyan ve Musevilere 'Sizin dininizle, kavmimin dini arasında önemli bir fark yok. Sizler de Allah'a şirk koşuyorsunuz- Sizin tek farkınız Allah'ın ismini anıyor olmanızdır [39] diyerek, Hıristiyan veya Musevî olmama gerekçesini açıkladı.

Zeyd b. Amr putperestliğe kesinlikle karşıydı. Mevcut dinlerin hepsinin de yanlışlarla dolu olduğunu düşünüyordu. Hak dinin Hz. İbrahim'in bildirdiği din olduğuna inanıyor, ama o dinin bilgilerine ulaşamıyordu. Çaresiz bir şekilde mev­cut doğrularıyla yetinmeye karar verdi. Bu arada, düşünce ve sözleriyle putperest­leri rahatsız etmekten geri durmadı. Kabe'nin yanında sıklıkla dile getirdiği 'Ey Kureyş! Zeyd'in nefsi kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, benden başka siz­den hiç kimse ibrahim dininde değil [40] sözleriyle, geleneklerinin doğruluğuyla övü­nen Kureyşlilerin geleneklerini sorguladı; onları eleştirdi. Bu sözleri ve dozajı git­tikçe artan eleştirileri problemlere neden olmakta gecikmedi. Mekke dışına sürül­dü. O da ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Mekke'ye girdiği zamanların dışında.

Mekke yakınındaki bir dağda yaşamayı tercih elti. Daha sonra, gittiği Şam bölge­sinde saldırıya uğradı ve öldürüldü.

Osman b. Huveyris, diğer üç arkadaşıyla aralarında geçen hak dini arama ko­nusundaki kararlarından sonra birçok yerleri gezdi. Son olarak İstanbul'a kadar gitti ve İmparatorla görüştü. İmparatorun takdirini kazandı. Kısa sürede impara­torun gözdelerinden birisi oldu. Yüksek bir makama getirildi. Hıristiyan oldu. Sonraki durumu, Hıristiyanlığa girişinde samimiyetten ziyade, kişisel menfaatinin ve bu menfaati elde etme konusundaki hırsının etkin olduğunu gösterir nitelikte­dir. Hicaz bölgesinin yöneticisi olmayı arzuladı ve bu amaçla Bizans İmparatoru­nu Hicaz bölgesini işgale teşvik etti. Her ne kadar Osman b. Huveyris'e imparator tarafından sembolik bir taç giydirildiği rivayet olunuyorsa da, İmparator Hicaz'ı işgale kalkışmadı. Osman b. Huveyris bilmediğimiz bir sebepten dolayı zehirlene­rek öldürüldü. Bu suikastın Hicaz bölgesi ileri gelenlerince planlanıp gerçekleştirilmiş olması muhtemeldir. Çünkü, onun Bizans İmparatorunu Hicaz'ı işgal etme­si konusundaki teşvikinden haberdar olanlardan Esved b. Esed, onu bu teşvikin­den ve Hicaz'ın yöneticisi olma sevdasından vazgeçmesi için sert şekilde ihtar et­tiği kaynaklarda yer almaktadır.

Ubeydullah b. Cahş da diğer arkadaşları gibi hak dini bulma arzusuyla birçok yerler gezdi. Aradığı şeyle ilgili olarak birçok kişiyle görüştü. Bu görüşmelerinin sonrasında Hıristiyan olmaya karar verdi. Resulüllah'm İslâm davetine başlama­sıyla Müslüman oldu. Mekke müşriklerinin baskı ve zulümleri üzerine gerçekle­şen ikinci Habeşistan hicretine katılarak, Ebû Süfyan'm kızı olan eşi Ümm-ü Habibe ile birlikte Habeşistan'a gitti. Halkı Hıristiyan olan Habeşistan'da kaldığı sü­re içerisinde, tekrar Hıristiyan olmaya karar verdi. Onun bu durumunu Ümm-ü Habibe şöyle anlatmıştır: Bir defasında kocam olan Vbeydullah b. Cahş'ı yüzü kap­kara ve kötü bir vaziyette rüyamda görmüştüm. Bu durum beni korkuttu. Onun kötü hir durumla karşı karşıya olduğunu düşündüm. Konuşunca Vaha önce dinleri incele­miştim. Hıristiyanlığı hepsinden iyi bulmuştum. Ancak sonradan Muhammed'in dini­ne girdim. Fakat şimdi Hıristiyanlığa dönüyorum' dedi. Gördüğüm rüyayı kendisine anlattım. Fakat gidişatını değiştirmedi. Sonra içkiye düştü ve çok geçmeden de öldü? [41] Kocasının bu olumsuz durumu karşısında imanında sebat eden Ümm-ü Habibe, Resulüllah tarafından eşliğe kabul edildi. Resulüllah'm ilgili mektubu üzerine Necaşi, gıyabında onun Resulüllah'la nikahım kıydı. Böylelikle Resulüllah'm eşi ve müminlerin annesi olmak gibi yüce bir şerefe erişti.

Putperest olmayan kişiler, özelde Mekke halkının, genelde ise tüm Arapların yabancısı olmadıkları kimselerdi. Zaten Mekkeliler, ticari faaliyetleri nedeniyle Yahudilerle ve Hır İstiy ani arla yakın ilişkileri olan kimselerdi. Mekke'nin tüccarla­rı yaz ve kış kuzeye ve güneye yaptıkları ticarî seyahatleri sırasında Yahudi ve Hıkrla onrüsüp konuşur; onların manastırlarına, evlerine, köylerine, kasabalarma misafir olurlardı. Muhammed de, Mekkeli bir tüccar olarak, bu din men­suplarının varlıklarından haberdardı. Ancak O'nun durumu hemşehrilerinkinden önemli bir nokta da ayrılıyordu. O, diğer dinlerin mensuplarını kendi içindeki fik­ri fırtınalara çözüm olacak bir bakış açısıyla dinlememişti. Bu konuda belki de Zeyd b. Arnr'ın etkisi altındaydı. Zira onunla görüşüyor ve konuşuyordu. Bu gö­rüşmeleri sırasında Zeyd'den Yahudi ve Hu"is Uyanlarla ilgili olumsuz kanaatlerini dinlemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Bu durum Resulüllah'ı Yahudi ve Hıristi­yan inançlarma ilgisiz kılmış olmalıdır. Veya başka nedenlerin de etkisiyle, hiçbir şekilde Yahudilerin ve Hıristiyanların inançlarına ilgi duymamış ve bu ilgisizliği onların inançları konusunda büyük oranda bilgisiz kalmasına yol açmıştı. Her ne­dense kalbi ve aklı ticari seyahatleri sırasında gördüklerine ve duyduklarına kapa­lı kalmıştı. Ayrıca, şu da var ki oldum olası kavminin inançlarına bir türlü yakın­lık duyamamış, onlara büyük oranda ilgisiz, kısmen de olsa karşıt olmayı tercih eder olmuştu. Bir defasında kendisine peygamber olmadan önce putlara tapıp tap­madığı ve içki içip içmediği sorulduğunda şu cevabı vermişti: 'Ben kitap ve iman nedir bilmezken dahi müşriklerin yaptıklarından uzak kalınması gerektiğini biliyor­dum. [42] Bireysel farklılığını ailesinin üyelerine de yansıtmış ve onların da putpe­restliğe yönelmemesini sağlamaya çalışmıştı. Bu konuda evlatlığı Zeyd şunları an­latmıştır: 'Bir defasında Muhammed ile birlikte Kabe'yi tavaf etmeye gitmiştik. Ora­da iki put vardı. Kureyşlüer onları meshederek saygılarım ifade ederlerdi. Resulüllah Kabe'yi tavaf etti, fakat putların yanına gitmedi. Ben diğerlerinin yaptığı gibi putları meshetmeye başladım. Resulüllah bana 'Ey Zeyd onları meshetme!' dedi. O'nun bu söylerine şaşırdım. O'nun bu konudaki tutumunu daha iyi anlayabilmek için putu bir defa daha meshettim. Bunun üzerine kızgın bir tarzda 'Bâlâ bırakmadın mı?' dedi. "Şimdi bıraktım' diyerek o davranışımı terk ettim. [43] Konuyla ilgi bir başka rivayet ise Hatice ile evli olduğu yıllardaki komşularından birisine aittir. Komşusu şahit ol­duğu bir durumu şöyle anlatmıştır: 'Bir defasında ben Muhammed'in Hatice'ye şun­ları söylediğini duydum; 'Ey Haticel Vallahi ben hiçbir zaman Lât ve Uzza'ya ibadet etmeyeceğim'. Buna karşılık Hatice de şunları söyledi; 'Doğrusunu yaparsın; Lât'ı ve Uzza'yı bırak. [44]

Yaşı 30'lı yılların sonuna yaklaştığında bilinçli bir şekilde olmak üzere, Mu­hammed'in putperestliğe uzak ve hatta bazı zamanlar karşıt konumda yer alması­nı sağlayan bilgi ve davranışlarının nedenlerinden birisi, muhtemeldir ki, çok sev­diği dedesi Abdülmuttalib idi. Ayrıca, ticari faaliyeti gereği gittiği yerlerdeki diğer dinlerin mensuplarından etkilenmemiş olsa bile, o din mensuplarını tanıyınca in­sanlığın tek dininin putperestlik olmadığını fark ettiği de kesindir. Sorgulayan ak­lının ve parlak zekasının, diğer din mensuplarından edindiği bilgi kırıntılarıyla putperestliğe karşı bir tavır geliştirmesine neden olması kuvvetle muhtemeldir. Ayrıca Varaka b. Nevfel'i ve Zeyd b. Amr'ı yakından tanıyordu. Özellikle kalbinde Zeyd b. Amr'ın özel bir yeri vardı. Onu severdi. Onu Mekke dışındaki ikamet yerinde ziyaret etmekten ve ihtiyacını karşılamaktan hoşlanırdı. Ona özel bir ya­kınlık hissediyordu. Onun sözlerine ve davranışlarına önem veriyordu. Bir gün evlatlığı Zeyd ile birlikte Zeyd b. Amr'ı ziyarete gitmişti. Ona vermek için de ya­nma bir miktarda yiyecek almıştı. Ziyareti sırasında putperestlik hakkında konuş­muşlar ve Zeyd b. Amr'dan putperestliğin saçma bir inanç olduğuna, bu nedenle putlardan uzak olunması gerektiğine dair şeyler dinlemiş ve tavsiyeler almıştı. Bir ara yiyecekleri takdim etmiş, fakat yiyecekler arasında bulunan et Zeyd b, Amr'ı memnun etmemişti. Zeyd, kendisine takdim edilen etin putlar adına kesilen bir hayvana ait olduğunu öğrenince: 'Ben putlar adına kesilen hayvanların etini kesin­likle yemem. Ben sadece Allah'ın adı anılarak kesilen hayvanların etini yerim [45] de­mişti. Niçin böyle yaptığını sorduğunda ise 'ilahım ibrahim'in ilâhıdır, dinim ibra­him'in dinidir' sözlerini işitmiş ti. Bunlar Muhammed'i etkileyen şeylerdi. Ama sev­diği ve değer verdiği Zeyd'den şunu da işitmişti: 'Ey Allahıml Kullarının sana na­sıl ibadet etmelerini istediğini bilmiyorum. Eğer doğru ibadet şeklini bilseydim sana öyle ibadet ederdim. [46]

Bugün putperest Arapların tek tanrı inancını ilk kez Kur'an aracılığıyla duy­dukları biçimindeki yaygın kabul nedeniyle, çoğu kimseye garip gelebilecek bu bilgiler esasen o insanların son derece alışık olduğu şeylerdi. Daha da önemlisi, Allah inancı bizzat Arap putperestlerinde güçlü sayılabilecek bir şekilde vardı. Bu konuda bizzat Kur'an'm şahitliğiyle biliyoruz ki onlar, gökleri ve yeri yaratanın, güneşi ve ayı kontrol edenin [47] yağmuru yağdıranın ve bitkileri yetiştirenin [48] dünya ve içindekilerin sahibinin [49] göklerin ve arşın rabbinin [50] bütün mahlûkla­rı yönetip, kontrol edenin [51] bizzat kendilerini (İnsanı) yaratanın [52] Allah olduğu­nu biliyor ve bunu açıkça ifade etmekten de geri durmuyorlardı. Hatta, çok önem­li durumlarda bir şey için yemin edecek olurlarsa yeminlerini Allah adına yapıyor­lardı [53] dualarıyla Allah'a yöneldikleri zamanlar da eksik değildi [54] elde ettikleri ürünlerinden Allah için pay ayırıyorlardı [55] Allah'ın iradesini değiştirecek güce sahip olmadıklarına inanıyorlardı [56] Allah'ın en yüce ve her şeyi bilen olduğuna inanıyorlardı [57] çok zor durumda kaldıkları zaman sadece Allah'a yöneliyor ve sa­dece O'ndan yardım diliyorlardı. [58] Tüm bunlar nedeniyle, Zeyd b. Amr, Varaka b. Nevfel veya tüm diğer mutlak gerçeği arayan kimseler için temel problem, doğru­larla yanlışları ayırt edememe problemiydi. Onlar, doğru düşünebilen akülarıyla bazı doğruları fark edebiliyorlar, fakat bunlardan emin olamadan ve eksikleri gideremeden şaşkın bir halde çabalayıp duruyorlardı. Resulüllah'ın peygamber ol­madan önceki durumu da bundan çok farklı değildi.


[37] İbn îshak, Siyer, 172; İbn Hişaro, es-Siretü'n-Nebeviyye, 1/247; İbn Kesir, ehBidaye ve'n- Nihâye, İT/301

[38] îbn İshak, Siyer, 171; ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 1/237, 238; Zehebî, Tarihü'l islâm, 11/47.

[39] İbn Abdilber, d-htiâbfî Esmai'l-Ashâb, 11/616; Hıristiyanlık ve Yahudiği olumsuz buluşuyla ilgili olarak ayrıca bkz: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 11/297, 298,

[40] İbn İshak, Siyer, 171; İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 1/240; İbn Sâ'd, et-Tabakatü'l~Kübra, 111/380, 381; Heysemî, Mecma'ü'z Zevâid, lX/24; îbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâ­ye, 11/299

[41] tbn Sâ'd, et-Tabakatûl-Kûbra, VII1/97; Hakim, Müstedrek, IV/20, 21.

[42] Halebî, İnsanü'l-Uyûn fi Sîreti'l Emini'l Me'mün, 1/204; Koksal, islam Tarihi-Mekke Devri, II/119

[43] ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 11/351

[44] Ahmed, Müsned, İV/222.

[45] Buharı, Menakibu'l Ensar 24, Zebâih ve Sayd 16

[46] İbn İshak, Siyer, 171; Zehebî, Tarihü'l islâm, 11/48; îbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, V240.

[47] Lokman sûresi, 31:25; Ankebût sûresi, 29:61; Zûmer sûresi, 39:38; Zuhruf sûresi, 43:9.

[48] Ankebût sûresi, 29:63.

[49] Mü'minun sûresi, 23:84,85.

[50] Mü'minun sûresi, 23:86,87.

[51] Mü'minun sûresi, 23:88,89.

[52] Zuhruf sûresi, 43:87.

[53] Fatır sûresi, 35:42.

[54] Enfal sûresi, 8:32; Nahl sûresi, 16:53,54; tsra sûresi, 17:67; Ankebût sûresi, 29:65; Rum sûresi, 30:33; Zümer sûresi, 39:8.

[55] Err"âm sûresi, 6:136.

[56] En'âm sûresi, 6:148; A'raf sûresi, 7:28; Nahl sûresi, 16:35; Saffat sûresi, 37:167-169.

[57] Zuhruf sûresi, 43:9; Alak sûresi, 96:14

[58] Lokman sûresi, 31:32; Ankebût sûresi, 29:65; Yunus sûresi, 10:12




Konu Başlığı: Ynt: Fikri Uyanış
Gönderen: Rukiye Çekici üzerinde 29 Aralık 2014, 15:30:53
Bencede ibadetin konusu da burada çok güzel bir şekilde anlatılmıştır.