๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 02 Ağustos 2011, 17:29:54



Konu Başlığı: Faziletler Birliği
Gönderen: Ekvan üzerinde 02 Ağustos 2011, 17:29:54
Faziletler Birliği


Ben, Abdullah b. Cüd'ân'nın evinde öyle bir anlaşmaya mensup oldum ki, onu en güzel kızıl develerle dahi değişmem. İslâm çağında dahi böyle bir an­laşmaya çağırılsam, tereddüt etmeden kabul ederim.

(Hz. Muhammed (s)

Arap yarımadası büyük oranda çöldür. Çölün yaşamayı zorlaştıran şartları, eski çağlarda, çölde yaşayanlar arasında acımasız rekabete dayanan bir hayat tarzının oluşmasına yol açmıştı. Çöl, sadece hayat tarzını değil, duyguları da etkileyip şe­killendirmişti. Çöl halkının duyguları da, doğup hayatlarını sürdürdükleri çöl gi­bi çok çabuk ve kolaylıkla değişebilen bir özelliğe sahipti. Çok basit nedenlerden dolayı birbirleriyle kanlı kavgalara tutuşuyorlar, hatta yarımadanın önemli kısmı­nı etkisi altına alan savaşlara girişiyorlardı. İki kişi arasında başlayan küçük bir çe­kişme, kolaylıkla aileler ve hatta kabileler arasında gerçekleşen savaşların açığa çıkmasına sebep olabiliyordu. Ayrıca, Arap yarımadasının güçlü bir siyasî ve as­kerî iradenin altında bulunmaması, farklı bölgelerde, birbirinden büyük oranda bağımsız toplulukların iradesini geçerli kılmıştı. Bu ise seyahat ve ticaret güvenli­ğini ciddi düzeyde tehdit ediyordu. Sebebi ne olursa olsun, insanların can ve mal güvenliği ile seyahat etmelerini engelleyecek yığınla olumsuz şart ve durum var­dı. Halbuki çöl halkının en önemli gelir kaynağı ticaretti ve ticaret, ancak seyahat güvenliğinin olduğu ortamlarda, can ve mal güvenliğinin sağlandığı şartlarda ger­çekleştirilebilirdi.

Yarımadanın bu genel durumuna karşılık, Mekke ve yakın çevresinin durumu daha da özel bir öneme sahipti. Mekkelilerin en önemli gelir kaynaklarını, ticare­tin yanı sıra, hatta daha fazlasıyla, Kabe ve Kabe'deki putlar nedeniyle diğer böl­gelerdeki insanların hac ve dini ziyaret amaçlı olmak üzere Mekke'ye gelişleri oluşturuyordu. Kabe'nin ve putların koruyuculuğunu yaptıkları için elde ettikle­ri itibar Mekkelilerin ticarî faaliyetlerine önemli katkılar sağlıyordu. Bu nedenle, Mekke'ye ulaşan yolların güvenliği Mekkeliler için büyük önem taşıyordu. Yolla­rın güvenliğini tehlikeye sokacak durumlar, Mekke'nin hayat damarlarının kesil­mesi anlamına geliyordu. Mekke dışındaki putperest Araplar ise putlarım ziyaret edebilmek için Mekke'ye gitmek zorundaydılar. Bu ise çölden geçen uzun yolcu­lukları gerektiriyordu. Seyahatin amacına ulaşabilmesi ve herhangi bir zarara uğ­ramadan tekrar evlerine dönebilmeleri için yolculuklarının güvenlik içerisinde gerçekleşmesi önemliydi. Tüm bu ve benzeri sebeplerden dolayı, genelde yarıma­danın tüm sakinleri, özelde ise Mekkeliler güvenlik probleminin önemini kavra­mış ve ilk defa ne zaman başladığını bilmediğimiz çok eski tarihlerden itibaren be­lirli zamanları barış ve güvenlik dönemleri olarak kabul etmişlerdi. Bu barış ve gü­venlik dönemlerinde (Haram Aylar: Eşhuru'l- Hurum) mevcut kavga ve savaşlar sona eriyor, yeni kavga ve savaş çıkmasına en azından dönem sonuna kadar hiç­bir şekilde izin verilmiyordu. Haram ayların gereğine uygun davranmayanlar tep­kiyle karşılanıyor ve elbirliğiyle mütecavizlerin girişimlerine engel olunuyordu. Bu barış ve güvenlik aylarının tahsisi, belki de Hz. İbrahim ve sonrasında bir sü­re tevhid inancının merkezi olan Mekke'ye diğer bölgelerdeki müminlerin gelişi­ni kolaylaştırmak için Hz. ibrahim veya O'nun muvahhid halefleri tarafından ger­çekleştirilmişti. Belki de daha sonraları, şartların zorlamasıyla oluşturulmuştu. Ancak başlatıcısı her kim olursa olsun, yılın belirli aylarında geçerli olan 'barış ve güvenlik dönemi' uygulaması, yarımadanın tüm insanlarının çıkarlarının gerektir­diği bir uygulamaydı. Ve bu uygulama, yerine getirdiği işlevin önemi nedeniyle Araplar arasında son derece anlamlı ve değerli bulunuyordu.

Yılın 11., 12. ve 1. aylarını teşkil eden ve birbirini takip eden Zilkade, Zilhic­ce ve Muharrem ayları ile, 7. ay olan Recep olmak üzere toplam dört ay, Mekke-Medine-Taif üçgeni arasında yaşayan toplulukların barış ve güvenlik aylarını oluş­turuyordu. Bu aylarda Mekke civarında Ukâz, Zülmecâz, Mina ve Mecenne pana­yırları kurulur, ticarî faaliyetler güvenlik içerisinde yürütülür, ticaret kervanları can ve mal güvenliği açısından herhangi bir endişe söz konusu olmadan yollarına devam edebilir, hacılar herhangi bir güvenlik sıkıntısı yaşamadan Mekke'ye gelip gidebilirlerdi.

Barış ve güvenlik aylarından herkes memnundu ve ihlâli genel bir tepkiye ne­den oluyordu. Güvenlik döneminde insanların can ve mal güvenliğini tehlikeye sokacak her türlü girişim veya davranış 'doğru yoldan ayrılmak', 'yanlış bir işe kal­kışmak1 olarak değerlendiriliyor, bu nedenle böylesi bir işe kalkışanlar Jacir' ola­rak niteleniyorlardı. Ancak buna rağmen, bildiğimiz kadarıyla, dört defa olmak üzere barış ve güvenlik dönemlerinin gerektirdiği barışa uyma ilkesi çiğnendi. Son derece önemsiz nedenlerden kaynaklanan bölgesel savaşlar patlak verdi. çıkardığı 'ficar' savaşları bazı bölgelerde güvenliği yok etti. İnsanlar, gu­rk döneminin ilkelerini çiğneyen fâcirler yüzünden, dört defa olmak üzere se-h t ticaret, hac faaliyetlerini yapamaz hale geldiler. Bu savaşlardan sonuncusu K reyş ile Kays kabilesi arasında gerçekleştiğinden, bir Kureyşli olarak, henüz Hinin ilk yıllarında olan Muhammed de amcalarının yanında savaşa katıldı. Savaş sırasında düşman tarafının attığı okları toplayıp kendi tarafının savaşçıları­na vererek, onlara savaş malzemesi ikmalinde bulundu.

Savaş zamanlarında; kin ve düşmanlıkla, intikam duygularıyla hareket edilen anlarda akıl etkisini büyük oranda yitirir; insanlar doğru düşünmekte zorlanırlar. Dördüncü Ficar savaşında da böyle oldu. Savaş günlerinde birbirlerine acımasız­ca saldıran, birbirlerine karşı ölüm çığlıkları atanlar; canları, malları büyük zarar­lara uğramış bir halde sürecin sonuna ulaşınca, yaptıkları işin ne kadar yanlış ol­duğu düşünmeye başladılar. Savaş sebebiyle bölgenin güvenliği yok olduğu için, insanların ticaret yapamaz hale gelişleri, yolculuk yapamamaları, düşünüp gerçe­ği fark edebilenleri üzdü. Barış ve güvenlik döneminin, can ve mal güvenliği açı­sından öneminin anlaşılmasının yanı sıra, geleneğe büyük değer veren bu insan­ların en önemli geleneksel değerlerini çiğnemiş olmaları, daha da üzülmelerine, bir daha böylesi fâcirce durumun gerçekleşmesini önlemenin hâl çarelerini dü­şünmelerine yol açtı. Dördüncü Ficar savaşının zararlarının insanları etkilediği, maddî ve manevî yaraların iyileşmediği, Jacir'ce kalkışmaların önlenmesi gerekti­ği düşüncelerinin herkesin zihnini meşgul ettiği günlerin birisinde yaşanan birey­sel bir olay ise, önemli bir adımm atılmasına yol açtı. İnsanların güvenliğini teh­likeye sokacak girişim ve davranışların önlenmesi amacına sahip bir birliğin doğ­masına imkân sağladı. Dördüncü Ficar savaşı sonrasında yaşanan bireysel olay ve bu olayı takiben haksızlıklara engel olmayı hedeflemiş birliğin doğmasını sağla­yan süreç şu şekilde gerçekleşti.

Sehm'li bir tüccar, satmak amacıyla Mekke'ye bir miktar mal getirmişti. Mek­ke'nin ileri gelen ailelerinden birisine mensup olan Âs b. Vâil, tüccarın malını al­dı ama bedelini vermeye yanaşmadı. Anlaşıldığı kadarıyla, dördüncü Ficar savaşı­nın etkilerinin henüz canlı olduğu o günlerde, Âs b. Vâil zorbalıkla adamın malı­na el koyduğu zaman hiç kimsenin böylesi bireysel bir duruma müdahale etme­yeceğini düşünmüştü. Tüccar parasını istedi, rica etti, yalvardı ama As'm bunlara kulak asmak gibi bir niyeti yoktu. Çaresiz kalan tüccar, kendisine yardımcı olma­ları ve As b. Vâil'den hakkını almaları için Abdüddâr, Cümah, Selim, Mahzûm ve Adiyy soylarının ileri gelenlerine başvurdu. Fakat her kime başvurduysa, Âs b. Vâ­il e karşı yapacakları bir şey olmadığı cevabını aldı. Hatta bazıları, böylesi bir du­ruma müdahil olmak istemedikleri için, tüccarı yanlarından kovdular. Tüccar son bir çare olarak, Mekke'ye hakim noktadaki Ebû Kubeys dağına çıktı ve Kabe'nin gölgesinde oturan Mekke eşrafının da duyabileceği bir şekilde, uğradığı haksızlığı bağırarak anlatıp, yardım istedi: 'Ey insanlar.' Yurdundan ve kabilesinden uzakta kalan, Mekke'de malı elinden alınan ve hâlâ geçtiği yolların tozu üzerinde, duran hu mazlum adama yardım edin. Ey Kabe'nin gölgesinde oturan adamlar} Bilesiniz ki Mescid-i Haram onuru tam olan insanlara aittir; hainlik ve günahkârlık elbisesini gi­yenlere deği.

Sehm'li tüccarın bu girişimi etkisini o anda gösterdi. Abdûhnuttalib'in oğlu Zubeyr ayağa kalkarak, hakkı gaspedilmiş bu adama yardım etmenin üzerlerine düşen bir sorumluluk olduğunu söyledi. Zubeyr'in görüşü anında destek buldu. Hemen gerekli girişimlere başlandı. Fâcirce davranışlara müsaade edilmemesi ge­rektiği görüşünde olanlar Abdullah b. Cüd'ân'm evinde toplandılar. Bu toplantı için, gençliğinde her türlü haksızlığı, zorbalığı bir hayat tarzı olarak benimsemiş, ama bilmediğimiz nedenlerden dolayı gidişatını tamamıyla değiştirip Mekke'nin yardımsever, dürüst, cömert insanlarından birisi haline gelmiş olan Abdullah b. Cüd'ân'ın evinin seçilmiş olması ise manidardır. Herhalde fâcirligi bizzat kendi Vıavan-nda en avrmtıh şekilde yaşayan ve yaptıklarına pişman olan Abdullah b. Cüd'ân, fâcirleri engelleyecek hayırlı bir girişimin aktif mensuplarından birisi ol­mayı arzulamıştı. Toplantıya katılanlar arasında Kureyş'i temsilen Haşim, Mutta-lib, Muhammed'in anne tarafından akrabası olan Yesrib'in önemli ailelerinden Zühre ve Kureyş'in müttefiklerinden Teym, Esed, Ehâbiş soy ve kabilelerinin tem­silcileri vardı. Temsilciler hep birlikte Kabe'ye giderek Hacerû'l Esved'i yıkadılar. Hacerü'l Esved'i yıkamakta kullandıkları suyu bir kaba topladılar. Yapılacak an­laşmanın kutsal bir yönünün olmasını arzuladıkları için bu suyu içip, yemin etti­ler. Faziletli kimselerin anlaşması anlamına gelen Hılfû'l Füdûl birliğinin oluşu­munu başlatan yemin şöyleydi:

Allah'a yemin ederiz ki, zulme uğrayanın yanında, zalim olanın karşısında yer alacağız. Mazlumun hakkım zalimden alma konusunda hepimiz birlik ve bera­berlik içinde olacağız. Bu birlik ve beraberlik, denizin bir kılı aşındırıp yok et­mesine, Hirâ ve Sabir dağlarının yeryüzünde yok olmasına kadar devam ede­cek; herkes verdiği söze, yaptığı yemine sadık kalacak.[24]

Birliğin üyeleri, ilk iş olarak, Âs b. Vâil'in zorbalığına engel oldular; Sehm'li tüccarın hakkım iade ettiler. Abdullah b. Cüd'ân'ın evinde temeli atılan ve sonra­ları, haksızlığa uğrayanları koruma konusunda önemli işler yapan bu birliğin üye­leri arasında o sıralar yirmi yaşında olan Muhammed de vardı. O, böyle bir birli­ğin üyesi olmaktan hep onur duydu ve bunu yıllar sonra 'Ben Abdullah b. Cüd'ân'ın evinde öyle bir anlaşmaya dahil oldum ki, onu en güzel kızıl develerle dahi değişmem, islâm çağında dahi böyle bir anlaşmaya çağınlsam tereddüt etmeden kabul ederim[25] diye dile getirirdi. Söz konusu birlik üyelerinin ve özellikle de bu topluluğun ön­de gelen üyelerinden Muhammed'in, birlik oluşmasını sağlayan amacı layıkıyla yerine getirdikleri kaynaklardaki bazı rivayetlerden açıkça anlaşılmaktadır. Bu­nun örneklerinden birkaçı şöyledir:

Yemen'li bir tüccar, kızı ile birlikte Mekke'ye gelmişti. Mekke'nin nüfuzlu ve zorba şahsiyetlerinden Nübeyh b. el-Haccac, kızı zorla babasından alıp evine ka­pattı. Durumdan haberdar olan Hılfû'l Füdûl üyeleri, birlikte giderek Nübeyh'in evini kuşattılar ve kızı alıp babasına teslim ettiler.

Sümale kabilesinden bir tüccar mal satmak için geldiği Mekke'de Ubeyy b. Ha-Lepin oyununa geldi ve satışını yaptığı malın bedelini alamadı. Tüccar, ismini duy­duğu Hılfû'l Füdûl üyelerine başvurdu. Başvurduğu üye veya üyeler tüccara, ubeyy'e gitmesini ve Hılfû'l Füdûl üyelerinin durumdan haberdar olduğunu, pa­rasını vermesini, yoksa birlik üyelerinin işe karışacağını söylemesini bildirdiler. Jüccar denileni yaptı. Ubeyy hiç itiraz etmeden adamın parasını ödedi.

Zubeyd kabilesinden bir tüccar mallarını satmak üzere Mekke'ye geldi. Tücca-rıtı mallarını ucuz bir fiyata almayı tasarlayan Ebû Cehil, o malları alması muhte­mel kişilerle görüşerek, diğer tüccarları söz konusu kişinin mallarını almaktan vazgeçirdi. Hiç kimse Ebû Cehil nedeniyle o adamın mallarını almaya yanaşmadı. Tüccar oynanan oyunu fark ederek, yardımını isteyecek birisini aramaya başladı. Kendisine Hılfû'l Füdûl üyeleriyle görüşmesi tavsiye edildi. Görüşebileceği en uy­gun kişinin Muhammed olacağı özellikle söylendi. Çünkü birliğin amacını en çok önemseyen O idi. Tüccar, Muhammed'i bularak durumu anlattı. Muhammed, tüc­cardan mallarının gerçek bedelini sordu. Tüccar mallarının gerçek bedelini söyle­yince, Muhammed parayı çıkarıp tüccara verdi ve bütün malı satın aldığım bildir­di. Ebû Cehil durumdan haberdar olunca öfkelendi; o öfke ile yanına gelerek Muhammed'e sataştı. Fakat yapacağı bir şey yoktu. Haksızlığı açığa çıkmış birisi ola­rak oradan uzaklaşmak zorunda kaldı.



[24] Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 1/141; Ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l-Kübra, 1/128; îbnü'l Esir, el-Kâmü fı't-TâriK 11/41.

[25] Ahmed, Müsned, 1/90; Ibn Hişam, es-Siretun-Neheviyye, 1/142; Ibn Sâ'd, et-Tabakatü'l- Kübra 1/129.