Konu Başlığı: Evrensel Ölçüler Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 11:55:51 Evrensel Ölçüler Risâletin ilk aylarıydı. Henüz çok az sayıda ayet vahyolunmuştu. Müminler, imanlarının şartlarını, gereklerini ve durumlarını, bunlara ilaveten Resulüllah da bir elçi olarak ilâhî görevinin gerektirdiği sorumlulukları mevcut ayetlerden hareketle anlamaya ve uygulamaya çalışıyorlardı. Geceleri gerçekleştirilen tertil üzere Kur'an okumalarıyla imanlarını, düşüncelerini, hayatlarını, kişiliklerini sapasağlam ve tertemiz bir şekilde inşa ediyor, yaratılış gayesine uygun birer mümin olabilmenin çabasını yürütüyorlardı. Ancak özellikle mensubu oldukları dinin genel ilkeleri, gidişatlarının temel özellikleri, insanlara karşı halleri ve davranışları konusunda ek bilgilere ihtiyaçları vardı. Zira, mevcut ayetler, bazı sorularını cevaplamakta yetersizdi. İşte böylesi bir zamanda bir grup ayet vahyolundu. Bunlar, müminlere, durumlarının ve gidişatlarının nasıl olması gerektigiyle ilgili en genel ölçüleri açıklayan, yollarını çok daha ileri noktalarını görebilecek şekilde aydınlatan ayetlerdi. Bu ise, hiç kuşku yok ki, gerek inanç ve yaşantı tarzı ve gerekse insanlara yapılan çağrının gayesini bilme imkânı sağlaması açısından oldukça önemliydi. Bu ayet grubuyla, esenlik yurdunun rehberi ve hayatın kitabı olan Kur'an'm özeti kendilerine verildi. Bu özelliği nedeniyle de söz konusu ayetler, Resulüllah tarafından, 'Benzeri ne Tevrat'la, ne incil'de, ne Zebur'da ve ne de Kufan'da bulunmayan [99] diye tanımlandı. Hz. Hüseyin ise, çok sonraları, kutlu elçi dedesinin bu sözlerini daha da açarak, söz konusu ayetleri kim doğru şekilde anlarsa 'Allah'ın indirdiği bütün kitapları bilen; sanki Tevrat, incil, Zebur ve Vur-kan'ın tamamım okumuş gibi olacağını [100] söyledi. Bunlardan da anlaşılıyor ki, ilgili ayetler, Hz. Davud, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed ile insanlığa sunulan ilâhî bilginin özetiydi. İnsanın yaratılış gayesini, hayat tarzında uyulması gereken ilkeleri ve bütün bunların temelini oluşturan inanç esaslarını açıklamak gibi geniş kapsamlı bir özelliğe sahipti. Bu ayetler Fatiha sûresinin ayetleriydi. Bilindiği üzere sûre şöyledir: 'Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Hamd âlemlerin Rabb'ı olan Allah'adır. O, Rahman ve Rahimdir. Din gününün sahibidir. '(Ya RabbO Sadece sana ibadet eder, sadece senden yardım dileriz- Bizi dosdoğru olan yola (Sırat-ı müsta-kîm'e) ilet; Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş ve sapmışların yoluna değil.[101] Şimdi bu sûre ile bildirilen ilke ve ölçüleri, verilen bilgileri imkânlarımız dahilinde tespit etmeye çalışalım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. [102] Sûre, tevhid hakikatinin temel özelliklerinden birisini ifade ederek ve aynı zamanda dönemin insanlarının bu hakikatle ilgili genel yanlışlıklarından birisini düzeltecek bir cümleyle başlıyordu. Ayrıca, Fatiha'nm takip eden ayetlerinde de tekrarlanarak Allah'ın 'Rahman' ve 'Rahim olduğu bildiriliyordu. Bununla, müşrik Araplar tarafından bilinen ve yaygın olarak kullanılan 'bismike'llahümme' (Allah'ım senin adınla) ifadesinde söz konusu edilen Allah'ın iki temel sıfatına değiniliyordu. Bu farklılık ile de iki ayrı inanç sisteminin; tevhid ve şirkin farklılığı eösteriliyor, şirkin yanlışlarından birisi tashih edilip, doğrusu ifade ediliyordu. Önceki bölümlerde yer alan açıklamalardan hatırlanacağı üzere, müşrik Araplar, Allahın varlığını ve birçok sıfatlarını kabul ediyor; ama o tahayyül ettikleri Allah'ın yaratma işini tamamladıktan sonra varlıklarla irtibatım büyük oranda kestiğini düşünüyorlardı. Onlara göre Allah evrenin ve insanın yaratanıydı; evrenin Rabbı sıfatıyla her türlü tabiat olaylarını yönetip kontrol edendi ama insanın rabbı değildi; insanın işlerine karışmazdı. Müşrikler bu inançları gereği Allah'ı birçok sıfatıyla biliyor, inanıyor; ama fiilen Allah'sız yaşıyorlardı. Fatiha'da, rahman ve rahim sıfatları ifade edilerek Allah'ın genel olarak tüm yarattıklarıyla, özel olarak da insanlarla ilgisini kesmediği bildirildi. Allah'ın yaratıklarına rahmetle yaklaşan, onların isteklerini dikkate alan, her şeyi bilen ve yöneten olduğu açıklandı. Daha sonraları vahyolunan bir ayet ise bu durumu daha da açıklığa kavuşturdu: 'Kullarım sana beni sorarlarsa (onlara söyle ki): Ben onlara yakınım. Bana dua edince dua edenin duasına karşılık veririm. O halde onlar bana karşılık versin (benim çağrıma uysunlar), bana iman etsinler ki, doğru yolu bulsunlar.[103] Sûrenin daha ilk cümlesinde (besmelede), müşriklerin şirklerine dayanak kıldıkları temel yanlışlarından birisi düzeltilip, Allah'ın yaratıklarıyla ilgisini kesmediği açıklanıyordu. Ayrıca, tüm insanların, hayatlarının her anındaki her bir işi neye göre ve niçin yapacakları; her bir işin hangi şartlarda doğru ve meşru olabileceği de bildiriliyordu. Böylelikle tüm bir hayata temel olması gereken ölçü gösteriliyordu. Buna göre, insanlar işlerine 'Allah'ın adıyld başlamalı, bireysel ve toplumsal işlerini Allah'ın adıyla ve Allah için yapmalıydılar. Bir işe Allah'ın adıyla başlamak ise, o işin Allah'ın yapılmasına izin verdiği bir iş olduğunu ve Allah'ın belirlediği ölçüler dahilinde yürütüleceğini gösterecekti. Zaten, özü itibarıyla, Peygamberlerin gönderiliş amacı ve insandan istenen de buydu.[104] Hamd âlemlerin Rabb'ı olan Allah'adır. [105] Fatiha sûresi ile, insanın sahip olduğu ve olabileceği şeylerin hepsini yaratanın Allah olduğu, onları Allah'tan başka herhangi bir varlık veya iradenin vermediği; veremeyeceği bildirildi. Bu, Allah'tan başka böyle bir iradeye sahip olan bulunmadığını ifade eden bir açıklamaydı. Tevhid hakikatinin gereklerinden olmak üzere, Allah'ın, her şeyin sahibi ve efendisi olduğu; herhangi bir ayırım yapmaksızın insanlara sayısız nimetler verdiği ve ayrıca insanlığın hep aradığı ve özlemini taşıdığı 'esenlik yurduna' götüren yolu gösterdiği de bildirildi. Allah'ın emir ve yasaklarının, tamamıyla insanların iyiliği için olduğu; bu emir ve yasakların insanların dünya ve ahiret hayatlarım 'esenlik yurdu" kılacağı ifade edildi. Daha sonra vahyo-lunan ve konuyu daha ayrıntılı ifade eden bir başka ayet ise bunu şöyle açıkladı: 'Ey insanlar! işte Rabbinizden size bir öğüt, göğüslerde olabilecek her türlü (hakka, hakikate, ahlâka aykırı şeylerden kurtuluş) için bir şija ve (O'na) inanan herkes için bir yol gösterici ve rahmet (olan Kur'an) gelmiştir.[106] Bu ve benzeri ayetlerle açıklandı ki, eğer Allah bir şey emretmişse o insanların yararınadır; eğer bir şeyi yasaklamışsa o da insanların zararınadır. Yine açıklandı ki, Allah hayırlı işlerde yardımlaşmayı emreder, kulları arasında sevgi ve dostluk güçlenip kuvvetlensin, birbirlerine destek olsunlar diye; Allah zulmü yasaklar, hiç kimse zulme uğramasın diye; Allah iyiliği emreder, kulları hep iyilikle karşılaşsın diye; Allah kötülüğü yasaklar, kullan hiçbir zaman kötülük bataklığına saplanmasın diye; Allah kolaylığı emreder, kullan zorlanmasın diye Ve bütün bunlar nedeniyle Allah'ın herhangi bir çıkarı, menfaati yoktur. Çünkü, O'nun için çıkar, menfaat söz konusu değildir; zira, O'nun bir karşılığa, bedele ihtiyacı yoktur. O, sadece kullarının iyiliğini ister ve önlerindeki seçeneklerden doğrusunu tercih etmeleri için yardım eder. O'nun bu lütufları karşısında insanlara düşen sorumluluk ise sadece ve sadece 'hama [107] etmek ve bütün bir hayatı hamd üzerine ikame etmekten ibatir Zira, insan aciz bir yaratık olmasına karşılık, Allah tüm âlemlerin sahibi, yö-etip kontrol edenidir. Kur'anî ifadeyle âlemlerin [108] Rabb'idir. (Allah) din gününün sahibidir. [109] Kur'an'm önemli bir terimi ilk defa bu ayette gündeme geldi. Bu 'dın'di. Din, daha sonra birçok ayette geçen en temel terimlerden birisi oldu. Her geçtiği yerde içinde bulunduğu ayet bağlamında özel sayılabilecek bir anlam kazandı. Bazen 'hükmetmek', bazen 'hak ve hukuk', bazen de 'yönetmek', 'ceza ve ödül', 'boyun eğmek', 'hesaba çekmek', 'örf'âdet', 'sakındırmak' , 'hayat tarzı' gibi anlamlara geldi. Hepsinin varıp dayandığı manâ ise inanılan ve yaşanılan boyutuyla bütün bir hayat tarzı ve dayandığı ilkelerdir. Din terimi, Kur'an'da ilk defa geçtiği Fatiha'daki ayette, 'karşılık verme/hesabı görme' anlamına geliyordu. Yani mahşerde gerçekleşecek olan hesapların görülmesi anını; bütün bir hayatın muhasebesinin yapılacağı anı ifade ediyordu. Bu ayetle Allah'ın 'karşılık verme' gününün, ahiretteki hesap görme gününün yegâne sahibi olduğu bildiriliyordu. Ancak şu çok önemli bir ayrıntıydı ki, bu ayette bildirilmek istenen asıl konu, Allah'ın hakimiyet alanlarının birisinden daha insanları haberdar etmek değildi. Asıl amaç daha başkaydı. Asıl amacın ne olduğunu ve Allah'ın 'din gününün' yegâne sahibi olmasının ne anlama geldiğini anlamak için, insanlığın genel durumuna bakmak gerekiyor. İnsanlık tarihinde, insanların hak yoldan ayrılıp yanlış yollara sapmalarının ve bunun sonunda hem dünya hayatlarını ve hem de ahiretlerini cehennem kılmalarının birbiriyle irtibatlı birçok nedeni vardır. Bu nedenlerin ortak noktasını, Allah'a, varlığında veya sıfatlarında eş koşulması oluşturmaktadır. Bunun en yaygın biçimini ise, eş koşulan varlığın Allah ile insan arasında aracı kabul edilmesidir. Bu nedenledir ki, Mekke müşrikleri de putlara taparlarken, esasında putlara tapmadıklarını; onları istek ve arzularını Allah'a ileten aracılar olarak gördüklerini söylüyorlardı. Putlar için "Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir [110] Onlara bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye itaat ediyoruz [111] diyorlardı. Bu 'aracı' inancı, hemen her zaman, kendisine bağlananın günahlarını Allah katında şefaatiyle affettiren varlık/kişi inancına dönüşmüştür. Allah ise, Fatiha ile her türlü kuşkuyu yok edecek bir tarzda açıkladı ki, 'din gününde yani insanların hesaba çekilerek bütün hayatları boyunca yaptıklarının karşılığının verileceği o önemli günde şefaatçiler, aracılar olmayacaktır. O günün yegâne sahibi, yegâne hakimi Allah'tır. Bu, yine o günlerde vahyolunan bir başka ayette şöyle açıklandı: 'Evet, bilir misin? Nedir acaba o hesap günü? O gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün iş Allah'a kalmıştır.[112] Dolayısıyla, o önemli günde herhangi bir gücü ve iradesi bulunmayan sözde aracıların reddedilmesi gerekmektedir. [113] Onlar, o sözde aracılar, şefaatçiler, inananlarına bir fayda sağlamadıkları gibi, hesap gününün yegâne sahibi olan Allah'ın şanına, yüceliğine bir iftira oldukları için azabın da nedenidirler. İnsanlar inançlarında ve yaşantılarında sadece ve doğruca Allah'a yönelmeli; O'nun emir ve yasaklarına göre yaşamalıdırlar. Ayrıca, 'hesap günü' Allah'ın tek ve mutlak egemen olduğu gerçeği bildirilirken, müşriklerin belirli bir kesiminin azıp sapmasına neden olan gerekçeler ayaklar altına almıyor, onların gerçek anlamda bir değer ve önem ifade etmedikleri bildirilmiş oluyordu. Bunlar çok sayıda erkek çocuğa veya taraftara sahip olma veya zen-olma durumlarıydı. Elbette ki bu tür şeyler toplumdan topluma değişir. An-k Arap toplumu için bu ikisi çok önemli bir ayrıcalık nedeniydi; adeta ebedî sadetin teminatıydı. Fakat Kur'an bunların hiçbirisinin hesap günü işe yaramaya-aöı bildirdi. Hatta daha da önemlisi bunların birer hesap nedeni olduklarını açık-ladr onlar, doğru kullanılmadıkları takdirde, azabın nedeniydiler: 'Nihayet o gün (dünyada yararlandığınız) nimetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz.[114] (Ya Rabb!) Sadece sana ihıdet eder, sadece senden yardım dileriz. [115] Mekke'de ve çevre bölgelerde yaşayan müşriklere göre, Allah yüceliği nedeniyle aşağı/degersiz olan yaratıklarından uzak dururdu; durmalıydı. Dolayısıyla, bir yaratık olması nedeniyle aşağı konumda olan insan, yüce Allah'a ibadet edemezdi; istek ve arzularını O'na doğrudan bildiremezdi. Bir insanın yapabileceği, bir kul olarak sorumluluklarını gerçekleştirebileceği tek yol/yöntem, Allah ile insanlar arasında irtibatı sağlayan veya bir başka ifadeyle Allah'ın, bazı sıfatlarını devrettiği aracılara yönelmekten ibaretti. Müşrikler, insanların söz konusu aracılara ibadet etmeleri durumunda Allah'a ibadet etmiş olabileceğine inanıyorlardı. Zanlarmca böyle de olmak zorundaydı; çünkü, yine zanlarmca, insanlarla ilgilenenler Allah değil, Allah'a vekillik yapan aracılardı. Bu inancın etkisi risâletin daha ilk gününden itibaren kendini açığa vurmuş ve hakikatin dile getirildiği her zaman da açığa çıkmaya devam etmiştir. Fatiha sûresinde ise 'yalnızca' Allah'a ibadet edilmesi gerektiği açıklandı. Müşrikler, "yalnızca Allah'a ibadet etmenin' ne anlama geldiğini anlamakta zorlanmadılar ve bununla sahip oldukları 'aracılar' inancının reddedildiğini fark etmekte gecikmediler. Bu nedenle Resulüllah'ı ve ailesini Kabe yakınında, putları aracı kılmadan, doğrudan Allah'a ibadet ediyor görünce şaşırmaktan ve öfkelenmekten kendilerini engelleyemediler. Halbuki onlar namaz (salât) nedir bilen ve bunu bir oranda gerçekleştiren insanlardı; fakat elbette ki aracılar ile. Fatiha süresindeki talimat mesaj Allah'a da ibadet edin' türünden müşriklerin kendi lehlerine yorumlayabilecekleri bir talimat/mesaj değildi. Ayette açıkça 'Sadece Allah'a! ibadet edilmesi gerektiği bildiriliyordu. Bu son derece açık ve kesin bir ifadeyle; şirk inançlarını alt-üst eden, şirk sistemini temelden sarsan bir çağrıydı. Bu çağrı risâletin özüydü, esasıydı.[116] Söz konusu ayet, Fatiha'nm diğer ayetleriyle birlikte incelendiğinde şu ilkeleri dile getiriyordu: Yalnızca Allah'a kulluk edilmelidir; O'nun emrine ve insanlar için tayin ettiği ilkelere uyulmalıdır; heva ve hevese kul olmaktan kaçınılmalıdır. Allah'a kulluk hususunda da yalnız O'ndan yardım istenmelidir. (Ya Rabbi!) Bizi dosdoğru olan yola (Sırat-ı müstakîm'e) ilet; Nimet verdiğin kimselerin yoluna. [117] Bir kulun Rabbinden en önemli isteğinin ne olması gerektiği, Fatiha sûresinde bir kulun sözleri olarak ifade edildi. Kulun, Rabb'inden sırat-ı müstakim' talep etmesi ve 'sırat-ı müstakim'de yolcu olma çabası içerisinde bulunması gerektiği açıklandı. 'Sırat' yol demektir, 'müstakim' ise kendisinde bir eğrilik ve sapma bulunmayan şey anlamına gelmektedir. İki terim bir arada kullanılınca 'dosdoğru olan yoVu ifade etmektedir. İnsanlar tecrübeleriyle bilirler ki, çok değişik yollar vardır; kısa, uzun, dar, geniş, eğri, dolambaçlı, düz, yolcusuna sıkıntı veren, rahat yolculuk sağlayan, hedefe götüren, hedeften uzaklaştıran... Fakat bütün bu yolların içerisinde hiç itirazsız hedefe gitmeye en uygun olanı, düz (kısa), geniş, rahat ve yolculukla amaçlanan hedefe götürme özelliklerine sahip olandır. Fatiha'nın bu ayetiyle iman ve hayat tarzı yol ile sembolize edildi ve yolun dosdoğru olması gerektiğine dikkat çekildi.[118] Üzerinde yürünen yolun herhangi bir yol değil 'dosdoğru bir yol" olması gerektiği açıklandı. Zaten yolculuktan amaç da bir yere gitmek değil midir? O halde kim yolunun dar, uzun, dolambaçlı ve bozuk olmasını ister? Kim varacağı yere gitmeyen bir yolda veya çıkmaz sokakta yolcu olmak ister? 'Dosdoğru' yol, hedefe ulaştıran en kısa yoldur; yolcuları için rahat yoldur; amaca götürücü olduğunu her zaman belli eden yoldur. Bu yol Resulle bildirilen ve O'nun uygulamalarıyla gösterilen yoldur. Kur'an açıkladı ki, insanlar dosdoğru yolun yolcusu olmak istiyorlarsa, Allah'ın insanlar arasından seçtiği ve 'dosdoğru yoVun Özelliklerini, gereklerini bildirdiği elçisine, elçisi ile verdiği kitaba uymalıdırlar: 'Yol gösterme ancak Allah'ın yol göstermesidir [119] Bu Kur'an, insanları gerçekten en doğru yola iletir.[120] Fatiha sûresinde, insanlar için gerekli olan şeyin herhangi bir yol olmayıp, sadece sırat-ı müstakim olduğu bildirildikten sonra, konu daha da somutlaştırıla-rak, bu yolun yolcularının ortak vasıfları da açıklandı; onların, kendilerine 'nimet verilen/verilecek' kimseler olduğu bildirildi. Bu, hem kulun istemesi gereken şeyi hem de sırat-ı müstakime mensup olmanın insana neler kazandıracağını açık-lavan bir ayetti. Nimet mutluluktu, sevinçti, huzurdu, rahatlıktı, ödüldü, zenginlikti özgürlüktü, iyilikti, ahlâktı, güzellikti.... Nimete sahip olanların kimler olduğu ise, daha sonraları vahyolunan bir başka ayette şöyle açıklandı: 'Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, iste onlar Allah'ın nimete eriştirdiği peygamberler, sıd-dıklar, şehitler ve saiihlerle birliktedirler. Ne iyi arkadaştır onlar. Bu, Allah'ın büyük lütjudur.[121] Kendilerine gazap edilmiş ve sapmışların yoluna değil. [122] Sûre, örnek alınmaması veya kendileri gibi olunmaması gereken kişi veya kişiler konusunda bir uyarı ile bitiyordu. Fatiha'nın son ayetinde dosdoğru yoldan ayrılanların durumu hatırlatılıyor ve onlar gibi olunmaması gerektiği bildiriliyordu. Bu olumsuz durumun mensuplarının iki önemli özelliği vardı: Onlar; 'azaba uğramış' ve 'sapmış1 kimselerdi. Bu kategorilere yanlış yolda olan herkes dahildi. Çünkü sırat-ı müstakimin dışı azaptı, sapmaktı. Bildirildi ki, sırat-ı müstakimin dışında doğruluk, iyilik, ahlâklılık, güzellik... olmazdı, olamazdı. 'Azaba uğramış' ve 'sapmışların' kimler olduğu Fatiha'da somut bir örnekle açıklanmadı. 'Azaba uğramış' ve 'sapmışların' kimler olduğu ancak daha sonraları isimleriyle örneklendirildi. Onların örneği-geçmiş ümmetlerin yanlış yolu tercih edenleriydi; Nuh'un, Hûd'un, Salih'in, Şuayb'ın, Lût'un, İbrahim'in... kavimleriydi. Yakın zamanda ise Musa'nın ve İsa'nın kavimleriydi. Resulüllah ise örneklerle ilgili olmak üzere şunlart söyledi: 'Yahudiler, kendilerine gazap edilmiş, Hıristiyanlar ise sapmış olanlardır.[123] Allah, müminleri, ismi bildirilen veya bildirilmeyen tüm 'azaba uğramış' ve 'sapmış' olanların herhangi birisi gibi olmaktan sakındırıyordu. Bunu ise risâletin daha ilk günlerinde vahyettiği Fatiha sûresi ile yaptı. Bu, konunun önemine bina-endi. Ayrıca, Fatiha sûresinin risâletin ilk günlerinde vahyolunduğu dikkate alınacak olursa, Resulüllah'm ve diğer müminlerin 'Kitap Ehli' ile karşılaşmadıkları, onlarla, olan ilişkilerinde problemler açığa çıkmadığı bir zamanda, Allah, müminleri onlar gibi olmaktan sakındırmak suretiyle, onlarla olan irtibat dönemine hazırlamış da oluyordu.[124] Daha sonra vahyolunan şu bir kaç ayet ise, bu sakındırmanın açıkça emredildiği diğer bazı ayetlerdir: Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın, işte bunlar için büyük bir azap vardır. [125] Kendisi için doğru yol belli olduktan sonra kim peygambere karşı çıkar ve müminlerin yolundan başka bir yola giderse, onu o yönde bırakırız ve cehenneme sokarız; o ne kötü bir yerdir. [126] Ey iman edenler! Yahudiler ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin dostudurlar. İçinizden onları dost tutanlar, onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez. [127] Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir. [128] Fatiha sûresinin ne gibi anlamlar ifade ettiğini, insanlara neler bildirdiğim ve ne talimatlar verdiğini kendi dillerinde inmiş olan bu ayetleri Mekke'de yaşayan müminler ve müşrikler; işiten herkes, gayet açık bir tarzda ve doğru bir şekilde anladılar. Daha da önemlisi, müşrikler onu anlamakta hiç zorlanmadılar. Onlar, bu kısa sûreyi daha ilk duyduklarında, sahip olduğu ilâhî mesajları anında kavradılar ve kendilerinin temsil ettiği inanç ve hayat tarzlarmdaki yanlışlıklarının gözler önüne serildiğini, reddedildiğini görerek, büyük bir öfkeyle tepkide bulundular. 'Allah ağzını kırsın [129] diyerek Resulûllah'ı protesto ettiler. [99] Neseî, îftitah 25; Tirmizî, Fedailu'l Kur'an 1. [100] Fahreddin Ra2Î, Tefstr-i Kebîr, 1/253. [101] Fatiha, 1:1-7 [102] Besmele ayet midir, değil midir? Dolayısıyla Kur'an'a dahil midir, değil midir? Bu, İslâm uleması tarafından çok tartışılmış bir konudur. Tartışmaların özeti kısaca şudur; Kur'an'da iki tür besmele vardır. Bunlardan birinci gruba dahil olanı Nemi sûresinin 30. ayetîndeki besmele olup, bu besmelenin bir ayet ve dolayısıyla Kur'an'a dahil olduğunda ihtilaf söz konusu değildir. İkinci gruptaki besmeleye gelince, bu besmele ler sûrelerin başlarında bulunmaktadır. Bir kısım ulema bu besmelelerin Kur'an'a dahil olmayıp, sûreleri birbirinden ayırmak amacıyla Kur'an'a yazıldığını iddia ederler ki İmam Malik bu görüştedir. Said b. Cübeyr, Zührî, Ata, Ibn Mübarek, imam Şafiî ve kuvvetli bir görüşe göre Ebû Hanife bu besmelelerin de ayet olduğu kanaatinde-dirler. Bu görüşlerini destekleyecek bazı hadisler de naklederler. Fakat bu tartışmalar, bir yana, besmele, yani bir işe, faaliyete, eyleme Allah'ın adıyla başlamak, gerek ayetlerle ve gerekse hadislerle açıkça ifade olunmuştur. Bir Müslüman ise, Allah ve Resulü tarafından emredilen şeyi yapmakla sorumludur. O halde besmelenin Kur'an olyp olmadığı teoride kalan bir tartışma olup, besmele pratikte Müslüman'ın hayatının ayrılmaz parçası ve gereğidir. [103] Bakara, 2:186 [104] Andolsun biz, her kavme 'Allah'a kulluk edin, Tağuttan kaçının' diyen elçiler gönderdik. Onlardan kimine Allah hidayet etti. Onlardan kimine de sapıklık hak oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın, yalanlayanların sonu nasıl olmuş!' (Nahl, 16:36) Tağuta kulluk etmekten kaçman ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı: Onlar ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar, işte onlar Allah'ın, kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar aklı selim sahipleridirler.' (Zümer, 39:17,18) [105] Fatiha, 1:1 [106] Yunus, 10:57 [107] Sizde olan her nimet Allah'tandır'(Nahl, 16:53), 'Allah'ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz'(Nahl, 16:58) gibi ayetlerin de işaret ettiği gibi Allah, insana sayısız nimetler bahsetmiştir ve bu nimetlerden bir tanesini dahi alacak olsa, onları geri verecek herhangi bir kimse veya irade yoktur. Dolayısıyla, insanın da kendisinden alman nimeti geri almaya veya yaratmaya gücü yoktur. Allah insana sayısız nimetler vermiş ve bunu karşısında sadece bir şey istemiştir; şükür. Ancak bu özel bir şükürdür. Yani bütün hayatı kuşatacak, bütün bir hayatı etkileyip, yönetecek, kuşatacak bir şükür. Şükrün bu anlamıyla kullanımındaki işlevini anlamak açısından, şükrün karşıtı olan nankörlüğün, Kur'an'da sıklıkla küfr anlamında kullanıldığım bilmekte fayda vardır (Örneğin bkz: İbrahim, 14:29; Nahl, 16:112-114; Bakara, 2:152; Isra, 17:66,67; Şura, 42:48; Ankebût, 29:65,66). Kur'an'm bildirdiği üzere, şükür mutlak anlamda sadece Allah'a yapılmalıdır. Kalpten gelerek, içten bir saygı ile şükretmek ise Kur'an'da özel bir durum olup 'hamd' olarak ifade olunmuştur. Açıklanmıştır ki, hamd sadece Allah'adır. Çünkü hamde layık olan sadece Allah'tır; 'O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'tır. Başta ve sonda hamd O'nadır,...'(Kasas, 28:70). [108] İnsanların bireysel ve toplumsal hayatlarında söz sahibi olan veya olmaya çalışan, bu özellikleriyle de Kur'anî bir ifade olarak rablik davasına kalkışmış olan kişi veya kişiler ancak yeryüzünün bir kısmında sözlerini geçirebilirler. Sultaları ancak yeryü-zündedir. Dolayısıyla onların rablik davasına kalkışmalarına neden olan güçleri ve imkânları sınırlıdır. Halbuki Allah böyle değildir. O sadece yeryüzünün bir kısmında veya tamamında veya güneş sisteminde veya Samanyolunda veya maddî varlıkların tamamı üzerinde değil, bütün bunların yanı sıra madde dışı varlıklar üzerinde de güç sahibidir. Çünkü hepsinin yaratıcısı ve sahibidir. Bu ve diğer başka nedenlerle tüm bunlar üzerindeki yegâne otorite O'dur. O bütün bu âlemlerin rabbidir. (bkz: Bakara, 2:131; Haşr, 59:16; Maide, 5:28; En'âm, 6:164...). [109] Fatiha, 1:3 [110] Yunus, 10:18 [111] Zümer, 39:3 [112] înfitâh, 82: 18,19 Kimsenin kimseden faydalanamayacağı, kimseden şefaat kabul edilmeyeceği, kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği günden sakının.1 (Bakara, 2:48) '(O gün) ne alışverişin, ne dostluğun, ne de şefaatin olmadığı gün(dür).' (Bakara, 2:254) '(O gün) kimsenin kimseye yardım edemeyeceği bir gündür. O gün emir yalnızca Allah'a aittir.' (Mü'min, 40:16) 'De ki 'Bütün şefaat Allah'ındır.' (Zümer, 39:44) [113] Müfessİr Reşid Rıza konuyla ilgili önemli bir noktaya dikkati çekerek, Özetle şu açıklamayı yapmaktadır: 'Sahip oldukları bazı imkânlar nedeniyle insanları peşlerinden sürükleyen, baskı ve zulümieriyle insanları sindirenler geçici bir süre için otorite sahibi olabilirler. Otoriteleriyle insanları iyice korkutup sindirebilirler. Bu durumu içinde yaşadığımız toplumda veya diğer toplumlarda sürekli görüyoruz. Ancak Allah bu ayetle bildirir ki geçici olan bu otoriteleri bırakın, onların gerçekte bir güçleri yoktur. Asıl otorite sadece Allah'a ait olup, o mahşerdeki hesapla da ebedî gelecek belirlenecektir' (Reşid Rıza, Tefsir el Menâr, 1/54,55). [114] Te-kasür, 102:8 [115] Fatiha, 1:4 [116] İbn Kesir, ulemadan bazı şahsiyetlerin 'Fatiha Kur'an'ın simdir. Fatiha'nm sırrı da 'Sadece sana İbadet eder, sadece senden yardım dileriz' ayetidir' dediklerini nakleder.' lbn Kayyım ise 'Yalnızca sana ibadet eder, yalnızca senden yardım isteriz' ayetinin altı özelliği kapsadığını belirtir: 1- Yalnızca Allah'a kulluk etmek, 2- O'nun emrine ve insanlar için tayin ettiği yaşama tarzına uymak, 3- Heva ve hevese kul olmamak, 4-Beşerî görüşlere, fikirlere, onların hükümlerine ve izlerine tabi olmamak, 5- Allah'a kulluk hususunda yalnız O'ndan yardım istemek, 6- Bu hususta ne kendisinin, ne de başkasının güç ve kuvvetinden yardım istememek' (lbn Kayyım, Medaric, 1/54). [117] Fatiha, 1:5,6 [118] Gerçek yOl gösterme ancak Allah'ın yol göstermesidir.' (En'am, 6:71) 'Asıl doğru yol, Allah'ın yoludur.' (Bakara, 2:120) 'Yolu doğrultmak Allah'a aittir.' (Nahl, 16:9) 'Semud'a gelince; Biz onlara doğru yolu gösterdik, Fakat onlar körlüğü hidayete tercih ettiler.' (Fussilat, 41:17) 'Biz ona hayır ve şerri, her iki yolu da göstermedik mi?' (Beled, 90:10) 'Onları (peygamberleri) emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.' (Enbiya, 21:73) [119] En'am, 6:71 [120] Isra, 17:9 [121] Nisa, 4:69,70 [122] Fatiha, 1:7 [123] Tirmizî, Tefsiru.1 Kur'an, 1,2. [124] Daha sonra vahyolunan ayetlerde Yahudi ve Hıristiyanların 'azmış' ve 'sapmış' olma nedenleri ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Buna göre her iki topluluğun yanlışlıkları şunlardır: Yahudiler: Allah'a karşı nankör oldular. Kendilerini yaratan, varlıklarını devam ettiren, azıklarını veren, durumlarını gözeten ve kendilerine nimetler bahşeden, sıkıntılarını sona erdiren, Firavun'un zulmünden kurtaran... Allah olmasına rağmen; Allah'a değii, başkalarına müteşekkir oldular; Allah'ın belirlediği ilkelere rağmen, başkalarının belirlediği hayat tarzlarına göre yaşamayı tercih ettiler; Allah'ın hükümlerini dikkate almadılar: Bakara, 2:61; A'raf, 7:160-162. Allah'a verdikleri söze sadık kalmadılar. Allah'ın hükümlerine göre yaşayıp, sadece Allah'a kul olma ve böylelikle sadece Allah'a ibadet etme sözlerini yerine getirmediler: Duha, 93:246; Maide, 5:12,13; A'raf, 7:165. Allah'a kul olmanın gereklerinden olan 'İyiliği emretme, kötülüğe engel olma" sorumluluğunun gereğini yerine getirmediler: Maide, 5:79. Allah'a itaat konusunda hainlik yaptılar; Allah'a itaati terk ettiler: Maide, 5:13,32 Dost olunması yasaklanan kafirlerle dostluk kurdular; onları kendilerine yoldaş ve sırdaş edindiler: Maide, 5:80,81. İmandan yüz çevirdiler: Bakara, 2:63,64,74; A'raf, 7:148; Casiye, 45:16,17. Peygambere asi oldular; başka rehberler edindiler: Maide, 5:20,26; A'raf, 7:138-140. Puta taptılar: Bakara, 2:51,52,92,93; A'raf, 7:148-152,155-156; Taha, 20:83-97. Peygamberleri yalanladılar veya öldürdüler: Maide, 5:70,71; Isra, 17:4. Allah'ın emirlerine karşı lakayt kalıp, üâhî emirlere uymamak için kaytarmanın yollarını aradılar: Bakara, 2:67-73. Faiz yediler: Nisa, 4:161. Fitne ve fesat çıkardılar: Maide, 5:64. Allah'ın kendilerine verdiği nimetler üzerinde hak sahibi olanların haklarını vermeyerek cimrilik yaptılar; yoksulu, düşkünü, öksüzü, yetimi, güçsüzü, sakatı... gözetmediler, korumadılar: Nisa, 4:53. Sadece dünya hayatını dikkate alıp, ahireti dikkate almadılar. Böylelikle sadece maddeyi ölçü kabul ettiler ve ahireti hesaba katmadıkları için sorumsuzca yaşadıkları bir hayat tarzına sahip oldular: Bakara, 2:96; Nisa, 4:53. Haksız şekilde insanların mallarını gasp ettiler, sahtekârlıklarla, hilelerle insanları sömûrdüler: Al-i îmran, 3:75; Nisa, 4:161; Tevbe, 9:34. Dinlerine karşı lakayt davrandılar; kendilerini esenliğe götürecek olan dini ciddiye almadılar: Nisa, 4:137. Allah hakkında yanlış ve kötü zanlarda bulundular: Al-i İmran, 3:181; Maide, 5:64. Bütün olumsuz özelliklerine rağmen kendilerini Allah'ın seçkin kullan olarak nitelediler; bütün sapkınlıklarına, yanlışlıklarına rağmen cennetlik olduklarını iddia ettiler: Bakara, 2:94,111,112; Nisa, 4:49,50; Maide, 5:18; Cuma, 62:6-8. Peygamberden inanmayacakları ve yapmayacakları şeyleri istediler: Nisa, 4:153 Bazı meleklere düşman oldular: Bakara, 2:97. Din adamlarını kendisine itaat edilmesi zorunlu kişiler (Rabb) edindiler: Tevbe, 9:31. Allah'a olan ahitlerine veya insanlarla olan antlaşmalarına uymadılar: Enfal, 8:56,57. Allah'ın seçkin kullarından birisi olan Hz. Meryem'e iftira attılar: Nisa, 4:156,157; Meryem, 19:27-34. Kendilerine sıran müstakimi gösteren kitaplarım tahrif ettiler; kelimelerin anlamlarını değiştirdiler. Böylelikle yanlış gidişlerini meşru gösterecek şeyler yaptılar: Bakara, 2:75,79,95,174; Al-i îmran, 3:78,93; Nisa, 4:46; Maide, 5:13,41-43. Hıristiyanlar: Hz. İsa'yı bir kul olarak değil, yüce bir varlık olarak niteleyerek şirke girdiler: Al-i Îmran, 3:79,80; Maide, 5:17,75,116,117; Meryem, 19:37-39. Teslis inancını oluşturarak, Allah'ın birden fazla olduğunu iddia ettiler ve buna inandılar: Nisa, 4:171; Maide, 5:7374,116,117. Allah'ı bir yaratık, bir insan gibi düşünerek, ona çocuk isnat ettiler: Bakara, 2:116; Al-i Îmran, 3:171; Maide, 5:18; Tevbe, 9:30; Nahl, 16:71. Allah'ın kendilerine bildirdiği ve üzerlerindeki yükleri atıp hayatlarını kolaylaştıran dinle yetinmeyip, dini kendileri için zorlaştırdılar; ruhbanlığı oluşturdular: Hadid, 57:27. Allah'a olan sözlerine sadık kalmadılar: Maide, 5:14. Çeşitli usûllerle insanların mallarını gasp ettiler: Tevbe, 9:34. Din adamlarım kendisine itaat edilmesi zorunlu kişiler (Rabb) edindiler: Tevbe, 9:31. Allah tarafından kendilerine lütfedilmiş sırat-ı müstakimin rehberi olan kitaplarım tahrif ederek, yanlış olan gidişatlarını tahrif ettikleri kitapla meşru gösterdiler: Aİ-i Îmran, 3:78; Maide, 5:13. [125] Al-i Îmran, 3:105 [126] Nisa, 4:115 [127] Maide, 5:51 [128] En'am, 6:159 [129] Fahreddin Ra2î, Tefsîr-i Kebîr, 1/252. Konu Başlığı: Ynt: Evrensel Ölçüler Gönderen: ✿ Yağmur ✿ üzerinde 24 Eylül 2014, 21:53:39 Esselamu aleykum;
Evrensel ölçü çok değişik bir ölçü..İnsan da ölçer ama tam ölçüyü tutturamaz..Ama Hazreti Allah c.c. daha iyi bir ölçüyle ,bir kişinin gözüyle ölçtüğünün daha kalitelisi ölçer...Uzayın gezegenler arasındaki farktan,DNA nın yapısına kadar muhteşem bir nizamla döşenmiştir evren...Evrenin kanunlarını biz bilmesek onun yaratan bir YARADAN olduğunu biliyoruz..Çok şükür...Allah c.c. razı olsun.. |