Konu Başlığı: Engeller Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Temmuz 2011, 15:09:19 Dünyanın Esenliğinin Önündeki Engeller Kendisini esenlik, barış, huzur, saadet, güvenlik olarak tanımlayan ve insanları tüm bunların egemen olduğu bir dünyayı inşa etmeye ve böylesi bir dünyada yaşamaya davet eden İslâm'ın, daha risâletin ilk günlerinde evrensel bir din olduğu her türlü tereddütten uzak bir şekilde açıkça anlaşılmıştı. Daha önce değişik vesilelerle açıklandığı üzere, başta Resulüllah olmak üzere ilk müminler grubunu teşkil eden Hz. Hatice, Ali, Ebû Bekir, Zeyd ve diğerleri, mensupları sadece kendileri olan ve sayılarının on kişiyi aşmadığı bir dönemde dahi İslâm'ın bütün insanlığa hitap eden bir din olduğunu biliyorlardı. Üstelik, islâm'ın yalnızca Mekke toplumunun veya Arapların dini olmak istemediğini, çağrısının tüm insanlara yönelik olduğunu sadece o ilk müminler değil, Mekke'nin müşrik eşrafı da biliyordu. Bu nedenle de islâm'ın Mekke toplumunu aşarak dışarıya açılmasının problemlere neden olacağını düşünüyor ve bundan korkuyorlardı. İslâm'ın çağrısının tüm insanlığa yönelik olduğu risâletin ilk günlerinden itibaren hem müminler ve hem de Mekke'nin müşrikleri tarafından açıkça biliniyordu. Çünkü o ilk günlerde vahyolunan ayetlerde islâm'ın çağrısının evrensel özellikleri açıkça görülüyordu. Zira, ne risâletin ilk günlerinde ve ne de sonraki dönemlerinde, islâm hiçbir şekilde yalnızca bir topluluğun, bir kentin, bir bölgenin veya bir ırkın dini olarak tanımlanmadı, takdim edilmedi. Böyle olunca, gün gelecek Müslümanların diğer putperest toplumlarla veya kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlarla karşı karşıya kalacağı kesindi; başka türlüsü mümkün değildi. İslâm'm evrenselliği bunu gerektiriyordu. Bu nedenle, mutlak hakikatin kaynağı, İslâm davetinin rehberi olan Kur'an, Müslümanları, islâm'ın dünya egemenliğini inşa sürecinde karşılaşacakları engeller konusunda hep bilgilendirdi. Hatta davetin ilk günleri açısından düşünüldüğünde, Müslümanlar uzun süre hiçbir şekilde Hı-ristiyanlarla ve Yahudilerle karşılaşmadıkları, aralarında gerçek ilâhî dinin kimliği konusunda tartışma ve çekişmeler olmadığı zamanlarda bile Allah müminleri Hırisuyanlarla, Yahudilerle karşılaşacağı günlere hazırladı; Müslümanları Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında, bu dinlerin mensuplarının1'özellikleri konusunda bilgilendirdi. Bu sayede ne Habeşistan'a hicret eden ve ilk kez Hıristiyan bir toplumla karşılaşıp onlarla bir arada yaşamak zorunda kalan müminler ve ne de Medine'ye hicret edip Yahudilerle bir arada yaşamak zorunda kalan müminler, birlikte yaşamak zorunda oldukları Hıristiyanların ve Yahudilerin inançları ve hayat tarzları konusunda ne yapacaklarını, nasıl davranacaklarını bilemez konumda olmadılar. islâm'ın dünya egemenliğinin önündeki iki büyük engel Yahudilik ve mensupları ile Hıristiyanlık ve mensuplarıydı. Bu nedenle Kur'an Müslümanları bu iki dinin özelliklerinden, mensuplarının genel karakterlerinden haberdar etti. Bu dinlere ve mensuplarına karşı nasıl bir tutum ve davranış içinde bulunmaları gerektiğini bildirdi. Şu ayetler bunun bazı önemli örneklerini oluşturuyordu: (Ey iman edenler!) Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da sizden asla razı olmazlar. [130] Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (sizi değil, birbirini desteklerler). [131] (Resulüm!) Yemin olsun ki sen Ehl-i kitaba her türlü âyeti (delili) getirsen yi-ne de onlar senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar da birbirlerinin kıblesine uymazlar. Sana gelen ilimden sonra eğer onların arzularına uyacak olursan, işte o zaman sen hakkı çiğneyenlerden olursun.[132] (Onlar) 'Yahudileryahut Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek'1 dediler. Bu onların kurumuşudur. Sen onlara: 'Eğer sahiden doğru söylüyorsanız delilinizi getirin' de. [133] Yahudiler ve Hıristiyanlar "Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler. De ki: 'Öyleyse günahlarınızdan dolayı size niçin azap ediyor? Doğrusu siz de O'nun yarattığı insanlardansınız..[134] Ehl-i kitaptan bir grup, okuduklarını kitaptan zannedesiniz diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler. Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı hâlde 'Bu Allah hatındandıf derler. Onlar bilerek Allah'a iftira ediyorlar. [135] Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkarcılığa sevk ederler. [136] Biz Hıristiyanların diyenlerden kesin söz almıştık. Ama onlar da kendilerine zikredilenlerin (verilen öğütlerin, vahyedilen hakikatlerin) önemli bir kısmını unuttular. Bu sebeple kıyamete kadar aralarına düşmanlık ve kin saldık. Yakında Allah onlara yaptıklarını haber verecektir.[137] Yahudiler 'Uzeyr Allah'ın oğluduf dediler. Hıristiyanlar da 'Mesîh (Isa) Allah'ın oğludur1 dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar! [138] Ey iman edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolunda olmaktan engellerler. Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! [139] İslâm'ın dünya egemenliğinin önündeki engellerden birisi Yahudilik idi. Ama Hıristiyanlığa göre çok önemli bir engel değildi. Çünkü, Yahudilik kendisini bir toplumla sınırlamış, kapılarını diğer insanlara kapamış bir dindi. Bu nedenle de islâm davetinin önünde kapsamlı ve güçlü bir engel olarak yer almıyordu. Fakat Hıristiyanlık böyle değildi. O, dünya egemenliği idealine sahip olan, kapılarını tüm insanlara açmış bulunan ve gerek siyasî ve gerekse askerî açıdan da o günün dünyasında rakipsiz sayılabilecek bir güç haline gelmiş olan bir dindi. Dolayısıyla Kur'an, Müslümanları daha çok Hıristiyanlık ve mensupları konusunda bilgilendirdi. Ancak bu bilgilendirmeleri ve uyarıları sırasında Hıristiyanların sadece olumsuz özelliklerini görmedi. Genel olarak Ehl-i kitabı, özel olarak da Hıristiyanlığı ve Hıristiyanları hiçbir zaman düşmanlık hisleriyle değerlendirmedi. Hiçbir zaman bu dini tamamen yanlışların teşkil ettiği bir inanç sistemi ve hayat tarzı, Hıristiyanları ise her türlü olumsuzluğu kendilerinde bulunduran kimseler olarak tanımlamadı. Hatta Hıristiyanlığı diğer dinlerle, Hıristiyanları da diğer dinlerin mensuplarıyla karşılaştırdığında olumlu değerlendirmelerde bulundu. Şu ayetler bu hakşinaslığın gereğiydi: Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki, ona yüklerle mal emanet bıraksan, onu sana noksansız iade eder. Fakat onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet bıraksan, tepesine dikilip durmazsan onu sana iade etmez. Bu da onların, 'Um-mîlere karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yohtuf demelerindendir. (Onlar bunu derken) Allah adına bilerek yalan söylüyorlar. [140] İman edenler ile Yahudiler, Sabitler ve Hıristiyanlardan Allah'a ve ahiret gününe (gerçekten) inanıp iyi amel işleyenler üzerine asla korku yoktur; onlar üzülecek de değillerdir. [141] İnsanlar içerisinde iman edenlere düşmanlık bakımından en şiddetli olarak Yahudiler ile, şirk koşanları bulacaksın. Onlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da 'Biz Hıristiyanların diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır ve onlar büyüklük taslamazlar. [142] Kur'an, Ehl-i Kitabı ve özellikle de Hıristiyanları tamamen olumsuz değerlendirmediği; içlerinde doğru şeylere inanan ve doğru işler yapan adamların, hakkı arayan kimselerin olduğunu bildirdiği gibi, Müslümanların bu kimselere karşı olumlu davranmalarını da özellikle istedi. Şu ayetler de bu isteği dile getiriyordu: İçlerinden zulmedenleri bir yana, Ehl-i kitap ile ancak en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: 'Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımızda da sizin ilâhınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur. [143] De ki: 'Ey Ehl-i Kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah'tan başkasına tapmayalım. O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın''. Eğer onlar (bu çağrıya rağmen) yine yüz çevirirlerse, işte o zaman Şahit olun ki biz Müslümanlarız.'' deyin. [144] Gerek Yahudilerle ve gerekse Hırisuyanlarla yaşanacak problemler İslâm davetinin evrensel oluşunun kaçınılmaz bir sonucuydu. Zira İslâm, bazı olumlu özelliklerine rağmen, birçok bakımdan temel özellik ve ilkeleri konusunda tahrifata uğramaları nedeniyle Yahudiliği ve Hıristiyanlığı 'hak din' olarak görmüyor, onlarla anlaşmasını sağlayacak baskın ortak özellikler olmadığı için, tüm bâtıla yönelik savaşma bu dinleri de dahil etmiş bulunuyordu. Şurası dikkatlerden kaçırılmaması gereken önemli bir durumdur ki, İslâm sadece siyasî, ekonomik, askeri egemenlik amacı taşıyan ve bu amacı gerçekleştirdiği zaman kendisini başarılı kabul eden bir din değildir. İslâm'ın çağrısı, tüm dünyada her türlü yanlış inancın, kötülüğün, ahlâksızlığın, zulmün, sömürünün, baskının yok olması ve kendisinin temsil ettiği hakikati, iyiliği, edep ve ahlâkı, hakkı, hukuku, adaleti, güven ve itimadı, esenlik ve mutluluğu egemen kılma çağrısıdır. Dolayısıyla yanlışın cephesinde yer alan her şey, ismi ne olursa olsun, islâm için yok edilmesi, silinip ortadan kaldırılması gereken bir yanlıştır. Doğal olarak da islâm ile ne Yahudiliğin ve ne de Hıristiyanlığın anlaşması, birleşmeleri mümkün değildir. Müslümanların Medine'ye hicret etmeleriyle birlikte Yahudilerle ilişkilerde açığa çıkan gerilim ve düşmanlıklar veya Müslümanların egemenlik alanlarının.büyüyüp Suriye bölgesindeki Hıristi-yanlarla komşu haline gelmeleriyle açığa çıkan gerilim ve düşmanlıklar sürecin beklenen gerekleri, zorunlu sonucudur. [130] Bakara, 2:120 [131] Maide, 5:51 [132] Bakara, 2:145 [133] Bakara, 2:111 [134] Maide, 5:18 [135] Al-i îmran, 3:78 [136] Al-i İmran, 3:100 [137] Maide, 5:14 [138] Tevbe, 9:30 [139] Tevbe, 9:34 [140] Al-i îmran, 3:75 [141] Maide, 5:69 [142] Maide, 5:82 [143] Ankebut, 29:46 [144] Al-i Imran, 3:64 |