๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 11:49:29



Konu Başlığı: En Güzel Davet
Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 11:49:29
En Güzel Mücadeleyle Sürdürülen Bir Davet


Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel tarzda mücadele et [204] ayetinde belirtildiği üzere, İslâm'a davet yönteminin önemli özelliklerinden bir diğeri de, 'en güzel tarzda mücadele etmek1 tir. Ayette geçen 'mü­cadele' terimi ilk planda karşılıklı çatışma, çekişme, kavga gibi olumsuz durum ve özellikleri çağrıştırıyorsa da, ayette ifade olunan mücadelenin bu özelliklerle bir ilgisi yoktur. Konu, fiziksel bir gücün gerektirdiği mücadele değildir. Konu, is­lâm'ı bilmeyen veya yanlış ve eksik bilene islâm'ı doğru ve tam anlatmak çabasıyla ilgilidir. Muhatabı, mutlak hakikat olan islâm'ı kabul eden ve yaşayan birisi kılmak yönünde gayret sarf etmeyi ifade etmektedir. Bu ise muhatabı aklen ve kal­ben ikna etmekle mümkün olabilir. Bu ikisi gerçekleşince sonuç Allah'a havale edilir ve yeryüzünde Hakkı temsil ediyor olmanın sorumluluğu yerine getirilmiş olur.

Davetçi açısından muhatabın soruları cevaplanırken iki değişik hareket nokta­sı söz konusu olabilir:

1- Doğru ve anlaşılır delillerden hareket ederek konuyu doğru ve tam olarak anlatmak,

2- Yanlış ve çelişik delillerden hareketle tartışma­dan üstün çıkma gayreti taşımak. İslâm davetinde uygun olan şey birinci gruba mensup olmaktır. İkinci gruba mensup olmaktan uzak durulmalıdır. Eğer bu ba­şarılırsa muhatap en azından, karşısındaki kişinin kişisel bir çıkar peşinde koşma­dığını, arzu ve düşüncesinin gerçekten tamamıyla kendi iyiliği ve saadetiyle ilgili olduğuna inanacaktır. İtiraf etmese dahi kalbinin bir köşesinde olumlu kıvılcım­lar parlayacaktır. İşte istenilen mücadele budur. Fakat dikkat edilirse istenilen herhangi bir 'mücadele' değil 'en güzel mücadeledir. Davetçinin karşısındaki mu­hatap her kim olursa olsun, Firavun'dan daha şerli olacak değildir. Halbuki Allah, Hz. Musa'ya azmış olan Firavun'a gidip hakkı tebliğ etmesini isterken şu talimatı vermişti 'O'nunla yumuşak hir dille konuşun, o zaman belki aklını başına toplar, ya­hut da olur ki korkar.[205]

Elbette ki davet sırasında karşıdan sorular gelecek veya itirazlar yükselecektir. İşte bu sorulara en uygun ve doğru cevaplar verilmeli, itirazlar karşısında öfkelen-memeli, sabredilmeli, anlayış gösterilmeli ve şüpheleri giderecek, yanlışları yok edecek önlemler alınmaya çalışılmalıdır. Bu ise, davet sırasında açığa çıkacak tartışmalarda, kişisel bir üstünlük gayretinde olmaktan özenle kaçınarak, dinin doğ­ru ve tam olarak anlatılması gerektiğinin önemli olduğunu bilerek ve buna uygun davranarak gerçekleşir. Eğer tartışmadan üstün çıkma arzusu taşınırsa, konu da­ha başlangıçta rotasından sapar ve İslâm davetiyle olan ilişkisi kopar. Artık dava kişisel üstünlük davasına dönüşmüş demektir. Olması gereken şey bu değildir. El­den geldiğince tartışmadan uzaklaşmaya çalışılmalı, muhatap tartışma, çekişme arzusu taşısa dahi bu yanlışa gelinmemen', sakin, bilinçli, aklı selim sahibi birisi olarak sorular cevaplandırılmalı ve bu arada da muhatabın yanlışlarını açığa çıka­racak sorular 'hikmet' ve 'güzel öğüt' ilkelerine uygun şekilde sorulmalıdır.

Ancak bütün bunlar kolay değildir. Hem de hiç kolay değildir. Nasıl Müslü­man olmak basit ve ciddiyetten uzak bir durum değilse, İslâm daveti de sıradan ve ciddiyetten uzak yöntemlerle gerçekleşmez. Müslüman olmak birçok olumsuz et­kilere karşı koymakla, birçok olumsuz arzu ve isteklere engel olmakla ve tama­mıyla olumlu, yani Allah'ın bildirdiği esaslara (Hududullah) göre inanmak ve ya­şamakla mümkündür. O halde Müslüman olmanın gereklerinden olan İslâm da­veti de rastgele ve sıradan bir iş değildir, olmamalıdır. Öncelikle bazı zorluklara katlanmak gerekmektedir; zira Müslümanlık sorumluluk temeli üzerinde yükselir Sorumluluk esası üzerinde yükseldiği içindir ki, müşriklerin sözleri ve sataş-lan karşısında sabredemeyip, kendisinden izin isteyen sahabelere Resulüllah'm vabı sabır olmuştur: Mekke döneminin ilk yıllarından birisinde, Müşriklerin müminleri aşağıladığı, sataştığı, baskı ve işkencelere uğrattığı bir zamanda Abdur-rahman b. Avf ile birlikte birkaç Müslüman Resulüllah'a gelerek; 'Ey Allah'ın Re­sulü' Biz müşrikken izzetli ve saygı gören kimselerdik. Mümin olduktan sonra zelil duruma düştük. Müsaade et karşılık verelim. İzzetimizi koruyalım' dediler. Henüz savaşa izin verilmeyen bu dönemde Resulüllah'm cevabı; 'Ben afla emrolundum. Vuruşmaya kalkmayın' oldu.[206] Henüz İslâm kendisine doğru ve tam olarak ulaşma­mış birçok insanın bulunduğu o dönemde ilâhî yönteme dayanan sorumluluğun gereği buydu.



[204] Nahl, 16:125

[205] Taka, 20:44

[206] Taberî, Câmiu'l-Beyân jî Tefsîri'l-Kur'an V/234; Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'an, 1/257.