Konu Başlığı: Derin Kapsamlı Bir Ayrışma Gönderen: Ekvan üzerinde 01 Ağustos 2011, 10:52:18 Derin ve Kapsamlı Bir Ayrışma Mekke'de yeni bir inanç sistemi ve hayat tarzı vücut buluyordu. Mekke, her geçen gün iki ayrı inanç sisteminin ve hayat tarzının birbiriyle çatıştığı bir yere dönüşüyordu. Söz konusu inanç sistemi ve hayat tarzlarından birisinin kaynağı vahiydi. Resulüllah tarafından tebliğ ve beyan olunuyordu. İslâm ismine sahipti. Resulüllah'm ve O'na güvenip davetini kabul etmiş müminlerin şahsında adım adım bireysel ve toplumsal özellikleriyle inşa oluyordu. Diğeri ise, birbirlerine oranla çok farklı inançların ve hayat tarzlarının Mekke'deki temsilcisiydi. O şirkti; şirk diniydi. Şirkin gerektirdiği her türlü yanlışlığın bir hayat tarzına dönüşmüş biçimi olarak bireysel ve toplumsal hayata egemen olmanın çabasını yürütüyordu, iki din arasında çok yönlü ve yoğun bir savaş vardı. Savaş henüz sadece değer ve anlayışlarda kendini açığa vuruyordu. Fakat sürecin yakın zamanda fiilî çatışmalara gebe olduğu da kesindi. Çünkü islâm tarafından hergün biraz daha deşifre edilen ve yanlışlığı, hakikate uzaklığı, saçmalığı, kötülüklere temel oluşu her gün biraz daha açığa çıkarılan şirk, mensuplarının şahsında saldırganlaştıkça saldırgan-laşıyordu. Zorbalıkla egemen olmaya ve elde ettiği egemenliği sürdürmeye çalışıyordu. İslâm'ın son peygamberin şahsında insanlığa sunuluşu Müddessir süresinin ilk ayetleriyle başlamıştı. Her geçen gün, her vahyolunan ayet ile bir inanç sistemi, bir hayat tarzı olarak aşama aşama inşa olup, tamamlanıyordu. Ancak o yeni bir din değildi. İslâm kendisini dinler arenasındaki yeni bir din olarak takdim etmiyordu. Asıl olan kendisiydi. Mekke toplumundan hareketle ve Hz. Muhammed ile tüm insanlığa sunuluyordu ama, insanlığın ilk ve asli diniydi. Bu nedenle de diğerlerinin arasında, onlara rağmen varolacağı bir hayat alanı bulmanın mücadelesini vermiyordu. Ayrıca, insanlığın dosdoğru dini olması konusunda kendisine ortak veya yandaş kabul etmiyordu. Önce kendisi vardı ve diğer tüm dinler; inançlar, hayat tarzları kendisinden sonra ve kendisine tepki olarak doğmuşlardı. Tepkisel olanlar, sonradan oluşanlar diğerleriydi; yapay, sahte, temelsiz, yoldan çıkmanın sonucu, yanılgı ürünü olmak onlara aitti. Hz. Peygamberle insanlık katmda vücut bulmaya başlayan vahyin dini ise asıldı, gerçekti, maddî ve manevî temelleri vardı, sağlamdı, esenliğin yoluydu, kurtuluşun rehberiydi. Bunu ise sahip olduğu doğrularıyla, akla, bilince, şuura, düşünceye hitaplarıyla ortaya koyuyor ve ikna, ispat, bilgilendirme süreçlerinde kendisi ile muhalifleri arasındaki farklılıkları bütün ayrıntılarıyla gözler önüne seriyordu. Vahyin dini olan İslâm, birbirlerine oranla sahip oldukları bütün farklılıklarına rağmen diğer dinlerin hepsini aynı kategoride değerlendiriyordu. Hepsinin de benzer zihniyetin ve şartların ürünü olduğuna dikkat çekiyordu; hepsi de insanların eseriydiler; yanlışların, cehaletin, heva ve hevesin, zannm, aldanışın, aldanmanın ve aldatmanın... ürünüydüler. Bilgi olarak zan, hayat tarzı olarak cahiliye temel dayanaklarım oluşturuyordu.[359] Halbuki kendisi ilme dayanıyordu; mutlak gerçeğin inanç ve hayat tarzıyla ilgili boyutu İslâm olarak anlam kazanmıştı. İslâm inançta ve yaşantıdaki doğruların ismiydi. İslâm gerçekti, İslâm esenlikti, İslâm hakti, adaletti, doğruluktu, güzellikti, iyilikti, akıllılıktı, bilinçlilikti.[360] Müslüman ise tüm bunlara teslim olandı; tüm bunları yaşayan ve yaşanmasının çabasını yürütendi.[361] Vahyin diniyle diğerleri arasında bazen gizli, bazen açık bir savaş vardı. Mekke toplumu hakikat ile batılın savaş alanına dönüşmüştü. Ancak sürecin yegâne faili vahiydi; her vahyolunan ayet safları biraz daha ayırıyor; farklılığı biraz daha netleştiriyordu. İlk ayetlerle başlayan ayrışma, risâletin her yeni aşamasında biraz daha ayrıntılara iniyordu. Peş peşe vahyolunan ayetlerle, müminlere nasıl olmaları veya olmamaları gerektiği ayrıntılı bir şekilde bildiriliyordu. Vahiy, geçmişte yaşamış hakikat önderlerinin, salihlerin ve Resulüllah'ın şahsında olması gereken insan modeli ortaya koyup, tüm insanlardan bu modelleri örnek almalarım istiyor; geçmişin ve Mekke'nin kötülük önderlerinin, zorbalarının, zalimlerinin, azgınlarının şahsında da benzerlik dahi taşınmaması gereken olumsuz, kötü, ahlâksız, tutarsız insan tipini gösteriyordu. Yine, vahyolunan her bir ayet hakikat-batıl, doğru-yalan, iyi-kötü, güzel-çirkin, ahlâklıhk-edepsizlik farkını müminlerin ve islâm davetinin muhalifi olan kötülük önderlerinin veya yandaşlarının kişilik ve karakterlerinde, inanç ve hayat tarzlarında ayrıntılı bir şekilde ortaya koyuyordu. Müşriklerin/kafirlerin bazı fikirlerle, inançlarla, gerekçelerle gizledikleri yahut üzerini örttükleri tüm yanlışları, zorbalıkları, edepsizlikleri deşifre ediyordu. Zariyat sûresi bu konuda örneklerden sadece birisiydi. Zariyat sûresi ile özelde islâm davetinin Mekke'deki muhaliflerinin, genelde ise tüm beşeri dinlerin ve mensuplarının bazı özellikleri şöyle açıklanıyordu: '(Ey yanlışın adamları!) Sizler neye inanılacağı konusunda derin bir ayrılık içerisindesiniz. (Şunu bilin ki, inanç konusunda) gerçeğe aykırı görüşleri savunanlar ancak kendilerini aldatırlar. Onlar (inandıkları veya inkâr ettikleri nedeniyle) yalnızca kendilerini yok ederler. Kahrolsun; anlayıp bilmedikleri şeyler konusunda sadece zanda bulunmakla yetinenler, aptallıkları nedeniyle cehalete gömülenler! (Biliyoruz ki, onlar alaycı bir şekilde) 'Ne zaman gelecekmiş hesap günü?' diye soruyorlar, (iyice bilsinler ki, onlar) o gün (alay ettikleri) o ateşi tadacaklar. (O gün kendilerine) 'işte sorduğunuz ateş bu' denilecek. Fakat Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar, (o gün) kendilerini (keyifle gezinecekleri) bahçeler arasında, pınarların başında bulacaklar.[362] [359] Israiloğullarmı denizden geçirdik, orada kendilerine mahsus birtakım putlara tapan bir kavme rastladılar. Bunun üzerine: 'Ey Musa! Onların tanrıları olduğu gibi, sen de bizim İçin bir tanrı yapF dediler. Musa: 'Gerçekten siz cahil bir toplumsunuz' dedi.' (A'raf, 7:138) 'Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.' (En'am, 6:33). 'O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve âyetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.' (A'raf, 7:51). İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridirler.1 (En'am, 6:108). 'Yahut (o kâfirlerin duygu, düşünce ve davranışları) engin bir denizdeki yoğun karanlıklar gibidir; (öyle bir deniz) ki, onu dalga üstüne dalga kaplıyor; üstünde de bulut... Birbiri üstüne karanlıklar... İnsan, elini çıkarıp uzatsa, neredeyse onu dahî göremez. Bir kimseye Allah nûr vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi yoktur.' (Nûr, 24:40). 'Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pek iyi bilendir.' (Yunus, 10:36). [360] (Peygamber) onlara iyiliği emredip, kötülüğü yasaklar. Temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılar, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılar. (Hayatlarını zorlaştıran) sırtlanndaki ağır yükleri indirir, üzerlerindeki bağları ve zincirleri kırar atar.' (A'raf, 7:157) 'Bu Kur'an İnsanları gerçekten en doğru yola iletir.' (Isra: 17:9) 'Ey iman edenler! Sizi yaşatacak şeylere çağırdığı zaman Allah ve Resulünün çağrısına koşun.' (Enfal, 8:24) 'Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kulunu apaçık ayetlerle gönderen O'dur. Şüphesiz Allah sizlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.' (Hadid, 57:9) Allah kullarım esenlik yurduna çağırıyor.' (Yunus, 10:25) [361] İşte onlar, Rableri tarafından gösterilmiş doğru yol üzeredirler ve onlar kurtuluşa erenlerdir.'(Lokman, 31:5) 'Ve onlar, sözün en güzeline yöneltilmişler, övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna iletilmişlerdir.1 (Hac, 22:24) İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.' (Bakara, 2:157) 'Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velisidirler. Onlar iyiliği emreder, kötülükten ahkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir.' (Tevbe, 9:71) '(O kullar), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.' (Furkan, 25:72) 'Ve onlar ki, iffetlerini korurlar.' (Mü'minun, 23:5) '(O kullar), harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar. Yine onlar ki, Allah ile beraber (tuttukları) başka bir tanrıya yalvarmazlar, Allah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahı (nın cezasını) bulur.' (Furkan, 25:67, 68) [362] Zariyat, 51: 8-15 |