๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 22 Temmuz 2011, 14:20:23



Konu Başlığı: Çatışma Günleri
Gönderen: Ekvan üzerinde 22 Temmuz 2011, 14:20:23
Çatışma Günleri


Şirk ordusu Medine'ye yaklaşıp, o zamana kadar Araplar arasında hiç bilinmeyen bir savunma yöntemiyle karşılaştıkları zaman şaşkına dönmüşlerdi. Ne yapacak­larım bilememişlerdi. Ordugâhlarını kurup, küçük birlikler halinde hendeğin bir tarafında sürekli gezinerek, Müslümanların bir açığınryakalamaya çalışmanın ça­basını yürütmeye başlamışlardı. Müşrikler hendeğe yaklaştıkça Müslümanlar ön­ceden hazırladıkları taşlarlar ve oklarla onları hendekten uzaklaştırıyorlardı. Müş­rikler, kısa süre sonra, hendeği geçemeyeceklerini anladılar. Önlerindeki hendek çok geniş ve derindi. Sadece bir noktada damlıyordu. Orası vakit yetmediği İçin Müslümanların yarım bırakmak zorunda kaldıkları yerdi. Müşrik komutanlar il­gilerini o bölgeye yönelttiler. Kuşatma süresince de hep o bölgeyi gözleyip, Müs­lümanların uzaklaştıkları, dalgınlıklarına gelip kendilerini fark edemeyecekleri bir anı yakalamaya çalıştılar. Buna karşılık, Resulüllah hendeğin bu dar kısmı için özel nöbetçiler tayin edip günün her saatinde orasını göz önünde tutuyordu. Biz­zat kendisi de, çoğu zaman, gece veya gündüz, soğuk veya sıcak demeden nöbet tutanların yanında yer alıyordu.

Geceleri çok soğuk geçiyordu. Bazı Müslümanlar evlerinden getirdikleri yor­ganlara sarınıp nöbet tutuyor veya nöbeti biten kendisini yorganın altına atarak ısınmaya çalışıyordu. Çoğu zaman hendek boyunda devriye gezen veya nöbet tu­tan Resulüllah da geceleri çok üşüyor, arada bir çadırına girerek ısınmaya çalışı­yordu. Resulüllah'ın o gecelerden birisinde ne kadar üşüdüğüyle ilgili olmak üze­re Hz. Aişe'nin tanıklığı şöyledir: 'O kadar üşümüştü ki titriyordu, bana sokulup ısınmaya çalıştı.[221]

Hizmetlerini görmek için Aişe, Ûmm-ü Seleme ve Zeyneb sırasıyla Resulül-lah'ın yanında kalıyorlardı. Bu nedenle Resulüllah'ın savaş sırasındaki durumuy­la ilgili haberlerin bir çoğu bu eşlerinden nakledilmiştir. Ümm-ü Seleme o korku ye soğuk dolu gecelerden birisiyle ilgili olarak şunları anlatmıştır: 'Resulüllah biz­zat hendeği bekliyor, Müslümanlarla birlikte, nöbet tutuyordu. Havalar çok soğuk ge-Çiyordu. Bu nedenle özellikle geceleri çok üşümüş hâlde çadıra gelip biraz ısınmaya Çalışıyordu. Bir defasında nöbetten gelip yattı. Uyumaya haşladı. O uyurken dışan-an Ey Allah'ın süvarileri. diye bir ses geldi. Bu muhacirlerin kendi aralarındaki parotalarıydı. Resulüllah uyandı ve hemen kalkıp çadırın önünde nöbet tutan Abbad b. Bişr'e bağırtının sebebini öğrenmesini istedi. Abbad bir sûre sonra gelerek; 'Ömer ba­ğırmış. Gatafanâan bir grup düşman süvarisi hendeği geçmeye kalkışmış. Müslüman­lar onları defetmeye çalışıyorlar' dedi. Resulüllah hemen zırhım giyindi. Miğferini taktı. Atına binip seslerin geldiği tarafa doğru gitti. Bir süre sonra yüzü güler hâlde geldi. 'Allah'ın İzniyle defedildiler. Bir kısmı öldü, bir kısmı da yaralandı' dedi. Son­ra tekrar yattı. Çok yorgundu. Hemen uyumaya başladı. Tam uyumuştu ki korku ve­rici bir bağırtı duyuldu. Resulüllah hemen fırlayıp kalktı. Abbad b. Bişr'i bağırtının se­bebini öğrenmesi için gönderdi. Abbad 'Müşriklerden bir grup hendeği geçmeye çalışı­yorlarmış' diyerek geldi. Resulüllah tekrar zırhını giyindi. Miğferini taktı. Atına binip seslerin geldiği tarafa doğru gitti. Sabaha kadar da gelmedi. Seher vakti geldiği za­man 'Düşman geri püskürtüldü. İçlerinden birçoğu öldürüldü, bir çoğu da yaralı' de­di. Sonra sabah namazını kıldı ve bir daha yatmadı.[222]

Müşrikler hendek boyu gezinip, Müslümanların dalgın bir anını yakalamaya çalışıyorlar, bazen de fırsatını bulunca Müslümanlara taş veya ok atıyorlardı. Sık­lıkla hendek boyunda devriye gezen Resulüllah'ın ok menziline girdiğini görün­ce, hep birden O'nun bulunduğu yere hücum edip, ok atıyorlardı. Yapabildikleri başka bir şey yoktu. Günler bu şekilde geçerken, adamların gittikçe sabırsızlan­ması nedeniyle komutanlar bir araya gelip ne yapacaklarını görüştüler. Hendeği dar bölgeden geçmekten başka çare olmadığını, bunun ise ancak süvarilerle başa­rılabileceğini biliyorlardı. Ordunun en atik ve güçlü savaşçılarının ani bir hücum­la hendeğe yönelip, dar bölgeden geçmeyi denemelerine karar verdiler. Eğer kar­şıya birkaç kişi geçebilirse, Müslümanların o noktaya gelmesini bir süre engelle­yerek diğer birçok adamın da hendekten geçmesini sağlayabileceklerini düşündü­ler. Karar gereği sabah olunca bizzat komutanların kendileri hendeğin dar kısmı­na yakın yerde toplanıp ani bir hücumla atlarını hendeğe doğru sürdüler. Bindik­leri atlar ordunun en iyi atları olduğu için birkaç tanesi hendeği geçmeyi başardı. Plan düşündükleri gibi işliyordu. Fakat Müslümanların geri çekilmek niyetleri yoktu. Hendeği geçen müşrik savaşçılar Müslümanlarla hendek arasında sıkışıp kaldılar. Diğer müşrikler ise bütün denemelerine rağmen hendeği geçemediler. Bu durumda hendeği geçenler için ölüm kaçınılmaz görünüyordu. Korkmadıklarını göstermek ve bir savaşçı gibi ölmek için Müslümanlardan kendilerine rakip iste­diler. Savaşçılığı ve gücü ile ünlü Amr b. Abd kendisiyle çarpışacak birisini iste­yenlerdendi. Müslümanlar çekindiler. Çünkü hepsi de açlık, yorgunluk ve uyku­suzluktan bitkin haldeydi. Üstelik karşılarındaki herhangi birisi değil Amr b. Abd idi. O gücüyle, savaşçılığıyla nam salmış bir adamdı. Bu nedenle kimseden ses çık­madı, ilk anda hiç kimse Amr'ın karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Bunun üze­rine Amr şımardı. Şımarıkça sözler söylemeye, davranışlar sergilemeye başladı. Amr'ın şımarıkça bağırtıları karşısında Ali ileri atıldı. Ancak Resulüllah onu geri çekti. Kendisine rakip çıkmadığını gören Amr'ın şımarıklığı daha da arttı; rakip is­teğini ağır sözler, alay ve hakaretler eşliğinde sürdürmeye başladı. Ali yine çıkma­ya niyetlendi, ancak Resulüllah yine engelledi; 'O Amr'dır ya Ali!' dedi. Amr'ın üçüncü davetinde de kimse çıkmayınca Resulüllah Ali'yi kendi elleriyle çatışma­ya hazırladı; bizzat kendi zırhını giydirdi, sarığını sardı ve kılıcını verdi.

Ali ile Amr birbirlerine hücum ettiler. Uzun bir süre ikisi de birbirini yeneme­di. Bir ara ortalığı tozduman kapladı. Herkes, ne olduğunu anlamak, kimin galip geldiğini bilmek istiyordu. Ancak tozdan ne olduğunu anlamak mümkün değildi. O sırada Ali'nin 'Allahu Ekber' diye bağırdığı duyuldu. Toz dağıldı, Amr yerde ya­tıyordu. Müslümanlar hep bir ağızdan tekbir getirmeye; 'Allahu ekber, Allahu ek­ber...' diye bağırmaya başladılar. Ali, hendeği geçmiş olan Dırar b. Hattab ile Hü-beyre b. Ebî Vehb'in üzerine yürüdü. Dırar, Amr'ı bile yenen yiğit Ali'den korkup kaçmaya başladı. Zorlukla hendeği geçip, arkadaşlarına kavuştu. Sonraları Müslü­man olan Dırar'a o zaman niçin kaçtığı sorulduğunda; 'Ali'nin gözlerinde ölümü gördüm' demiştir. Hübeyre çarpışmaya niyetlendi. Bir iki darbe yaptıysa da işinin zor olduğunu anlayınca, o da kaçtı. Bu sırada bazı Müslümanlar da ileri çıkıp ça­tışmaya dahil oldular. Hz. Ömer, Dırar'a, Zübeyr ise Hübeyre'ye saldırdı. Ancak hem Dırar, hem de Hübeyre kaçmaya başladılar. Komik bir durumları vardı. Ka­vimlerinin en kahramanları küçük çocuklar gibi kaçıyor, bir yandan da arkadaş­larından yardım istiyorlardı. Halbuki peşlerinde olan bir ordu değil, sadece birer kişiydi. Bu arada hendeğe çok yakın bir noktada bulunan Nevfel b. Abdullah ken­disini hendeğe attı. Ancak Ali de arkasından hendeğe atlayıp, Nevfel'in işini bitir­di. Hendeği aşarak Müslümanların tarafına geçmeyi başaranlardan birisi de Ikri-me b. Ebû Cehil'di. O da şimdi canının telaşına düşmüştü. Silahını atarak hende­ği tekrar geçip, arkadaşlarının yanma gitmeye çalışıyordu. Zorlukla da olsa başar­dı ve canını kurtardı. Sonunda hendeği geçen beş müşrik komutandan ikisi öl­müş, diğer üçü ise rezil ve. perişan hâlde tekrar kendi ordularının tarafına geçme­yi başarmış oldu. Müslümanlar sevinç içerisinde, müşrikler ise mahcup ve perişan haldeydiler. Ali elinde kılıcıyla Resulüllah'ın yanına gelirken, 'O, akılsızlığı nede­niyle puta yardım ediyordu. Ben ise Muhammed'in Rabbı adına savaşıyordum. Ey in­sanlar Allah Resulünü çaresiz bırakır sanmayın.[223] diye başlayan ve aynı doğrultu­da devam eden bir şiiri okuyordu.

Çatışma sonrası müşrikler iki komutanlarının cesetlerini alma girişiminde bulundular, ladesi durumunda on bin dirhem gibi büyük bir diyet teklif ettiler. Ancak Resulüllah teklifi kabul etmedi; 'Allah onların ölülerine de lanet etsin, diyet­lerine de [224] diyerek cesetlerin verilmesini istedi, diyet olarak teklif edilen bedeli almadı.

Kuşatma uzadıkça, Şirk ordusu zorlanmaya başladı. Yiyecekleri iyice azalmış­tı. Bir ara Hayber Yahudilerinden yiyecek yardımı istediler. Huyey b. Ahtab arpa, hurma ve hurma kabuğu gibi hem savaşçılar ve hem de hayvanlar için 20 deve yü­kü yiyeceği hemen yola çıkardı. Ancak küçük bir kervanm şirk ordusuna doğru yaklaştığını fark eden Müslümanlardan bir grup, daha hızlı davranıp kervanı ele geçirdiler. Müşrikler acil ihtiyaçları olan yiyeceklerden mahrum kalırlarken, Müs­lümanlar açlıklarım bir süreliğine de olsa karşılayacak yiyecek elde etmiş oldular. Bir akşam toplanan müşrik komuta heyeti ertesi gün topyekün saldırı kararı al­dılar. Sabah olunca, Müslümanların ok menzilinin dışında olmak üzere hendeğin yakınma dizildiler. Artık kimsede sabır kalmamıştı. Saldın emrini beklemeye baş­ladılar. Müşriklerin saldırı için hendek boyunda sıraya geçtiğini gören Resulüllah da bütün Müslümanları müşriklerin karşısına, hendeğin kıyısına dizdi. Güvenle­rini kaybetmemelerim, sabırlarını bozmamalarını istedi. Eğer sabrederlerse, Al­lah'a olan güven ve itimatlarını kaybetmezlerse savaşın muhakkak lehlerine so­nuçlanacağını söyledi.

Nihayet savaşın beklenen anı gelmişti. Müşrikler topyekün saldırıya geçtiler. Müslümanlar ise önceden hazırladıkları siperlerinden müşriklere taş ve ok atıyor­lardı. Müşrikler hücum üstüne hücum yaptılar. Ama bir türlü hendeği geçemedi­ler. Müşriklerin hücumları ve Müslümanların bu hücumları durdurma çabaları o gün sabahın erken saatlerinden akşamın karanlığına kadar kesintisiz devam etti. O gün, her anı çatışmayla, koşuşturmayla geçen bir gün oldu. Öyle ki Resulüllah da dahil olmak üzere Müslümanların tamamı o gün öğle, ikindi, akşam namazla­rım vaktinde kılamadılar. Sonradan hepsini birden kıldılar. Akşam olunca hende­ği geçemeyeceklerini anlayan müşrikler tekrar ordugâhlarına döndüler. Umutla­rını büyük oranda kaybetmişlerdi. Müslümanlara bir şey yapamayacaklarına daha da güçlü bir şekilde inanmaya başlamışlardı.

O günkü çatışmalar sırasında Sâ'd b. Muaz kolundan yaralandı.. Kolundaki atardamar tamamen kesilip, koptu. Kanı durdurmak mümkün olmadı. Resulüllah'a getirdiler. Bir görgü tanığının ifadesiyle koldan fışkıran kan Resulüllah'ın yü­zünü ve sakalını kırmızıya boyadı. Resulüllah, kesiği ateşle dağladı. Ancak kan yi­ne de durmadı. Dağlama işini üç defa tekrarladı, kan akışı biraz olsun yavaşladı. Bu sırada, orada bulunanlar, öleceğini anlayan Sâ'd'ın bir duasına tanık oldular. Sâ'd şöyle diyordu: 'Ya Rabb! Eğer bu müşriklerle yapılacak herhangi bir çarpışma daha varsa beni öldürme; bırak o çarpışmalara da yetişeyim. Müşriklerle çarpışmayı İstediğim kadar hiçbir şey istemiyorum. Yok eğer müşriklerle çarpışmalar bitmişse be­ni bırakma, canımı al da şehit olayım. Fakat Kurayza Yahudilerinin sonunu da bana göster. Onların sonlarını gösterinceye, cezalarını çektiklerini görünceye kadar ölümü­mü ertele. Onların cezalandırılmalarını ve Sana, Resulüne ve Müslümanlara ihanet­lerinin karşılığını görmelerini istiyorum. Cezalarını çektiklerini görmem benim sevin­cim olacaktır. [225] Bu duayı takiben kan durdu ve bir daha akmadı.


[221] Vakıdî, MeğazU 11/465, 466.

[222] Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 111/236.

[223] Ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihâye, 111/205.

[224] Vakıdî, Meğazi, 11/525; Ibn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye, 111/238; Ibn Sâ'd, et-Tabaka­tü'l-Kübra, III/423; İbnü'l Esir, el-Kâmil fVt-Târih, 11/182.

[225] Vakıdî, Meğazi, 11/478; Koksal, islâm Tarihi-Medine Devri, V/268, 269.