Konu Başlığı: Bâtılın Acziyeti Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 16:19:09 Bâtılın Acziyeti Yanlış olan bir şey ne tür gerekçelerle ve yöntemlerle 'doğru' gösterilmeye çahşırsa çalışılsın; hiçbir yanlış, hiçbir zaman gerçek anlamda 'doğru' vasfını kazanamaz. Fakat bir yanlışın 'doğru' gibi gösterildiği şartların ve ortamın insanları, gereği göremeyecek şekilde düşünce kabiliyetinden, idrak gücünden uzaklaştırılmışlarsa, orada 'jyanhş'm otoritesi rahatlıkla devam eder. Bu durumu beşerî sistemlerin temel özelliği olarak da ifade etmek mümkündür. Bir kişinin, bir ailenin, bir topluluğun, bir etnik grubun, bir cinsin, bir ırkm veya bir toplumun menfaatini temin gayesi üzerine kurulmuş olan beşerî sistemler, varlık nedeni olan gayeyi gerçekleştirmek için diğer bütün insanların haklarını gasbetmekten, onları sömürmekten, bunu gerçekleştirebilmek için zulme, zorbalığa, baskıya, işkenceye başvurmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Bunu ise gizli, üstü kapalı şekilde değil, çoğu zaman ve hatta her zaman gayet açıkça yaparlar, işlerini, özelliklerini 'haklı' göstermek için gerekçeleri hazırdır; yapılanlar 'büyük, ulu kralın iradesi gereğidir, 'mübarek ve ulu soyun hakkıdır', 'yüce milletin menfaatleri icabıdır\ 'seçkin ırkın üstünlüğünün gereğidir' vs... İnsanlar ise bu gerekçelere eğer düşünce kabiliyetleri yok edilmiş, idrakleri köreltilmişse isteyerek boyun eğer, isteyerek sömürünün, baskının, zulmün muhatabı ve aracı olurlar. Veya düşünce kabiliyetini tamamen yitirmeyenler, idrak güçleri hâlâ canlı olanlar ise 'çaresizlik', 'güçsüzlük', 'imkânsızlık' gerekçeleriyle sömürülmenin, baskının, zulmün muhatabı ve aracı olmaya devam ederler. Çünkü 'za'fa uğratılmışlardır. Birileri ise bu arada sorumsuzca, haksız ve zorba bir tarzda saltanatlarını sürdürmeye, herkesin hakkını gasp edip zevk ve safa içerisinde yaşamaya devam ederler. İşte bütün bu gerçekleşenlerin varıp dayandığı temel özellik; bâtıl olanın, yanlış olanın kendisini 'doğru/haklı' gösterme hilesidir. Oynanan oyun, büyük bir oyundur, büyük bir sahtekârlıktır. Bu hileyi gerçekleştirenler ise, haksız menfaatler üzerinde tahtlarına kurulanlar, saltanatlarını sürdürenlerdir. Ancak hile ne kadar ustaca gerçekleştirilmiş olursa olsun, uygulamalar her an hakları gasp edilen insanlara ne kadar başarıyla kabul ettirilmiş olursa olsun; 'yanlış' olanın 'doğru' karşısında herhangi bir gücü yoktur. Bütün 'yanlışlar', 'doğru' ile karşılaştıkları zaman eriyip, yok olurlar. Bu durumun en kısa ve güzel ifadesini bir ayet şöyle dile getirmiştir: "Hâk geldi bâtıl yok olup gitti. Zaten bâtıl her zaman yok olmaya mahkûmdur.[96] Herkes bilir ki, sabit ve sağlam duran bir şey sarsılmaz, ses yapmaz. Ancak yıkılan, yok olan şeyin feryatları, bağrıltıları olur. Yediği dayaklara rağmen Abdullah b. Mesud'un fark ettiği gerçek buydu. Müşriklerin, okuduğu ayetler karşısında şaşkına dönüp, dayak atarak tepki göstermelerinden anladı ki, şirk sistemi, Mekke ileri gelenlerinin övündükleri o sistem öylesine güçsüz, öylesine javallı konumdadır ki, bir tek kişinin dahi okuduğu birkaç ayet karşısında yıkılma tehlikesi geçirebilmektedir. Bütün payandaları sallanmaya başlamaktadır. Bütün hileleri gözler önüne serilmektedir. Onun için de bu hile düzeninin failleri, haklılıklarını, hakkı ifade eden ağzı zorbalıkla kapatmaya çalışarak ispat etmeye çalışmıştılar. Bu ise Mekke sisteminin, Mekkelilerin inanç ve hayat tarzlarının ne kadar yanlış, zayıf, sahte, hilelerle dolu olduğunu gösteren önemli bir delildi. Abdullah b. Mes'ud'un girişimiyle anlaşılmıştır ki yanlış, zayıf, sahte, hile olan bir şey, gerçeği ifade eden bir cümle karşısında hiç direnemeden yok olup gitmektedir Acizleşip, perişan olmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Mısır'da, yüz binlerce insanı zorbaca yöneten, canlarına, mallarına, namuslarına istediği gibi müdahale eden ve bunları gerçekleştirirken hiç korkmayan Firavun sadece iki kişiden korkmuştu. Yüz binlerce insanın hiçbir zaman en ufacık şekilde dahi gerçekleştiremediği korkuyu, bir sözüyle Musa ve kardeşi Harun gerçekleştirmişti: (Firavun ve adamları dediler ki;) 'Sen bizi babalarımızdan devraldığımız yol üzerinden ayırmak için mi geldin. Saltanat yeryüzünde ikinize mi ait olacak? Biz ikinize de iman etmeyiz.[97] (Firavun dedi ki;) 'Ey bana tâbi olanlar! Doğrusu bu, bilgin bir sihirbaz. Sizi sihirle yurdunuzdan çıkarmak istiyor.[98] Görünüşte bu korku tamamen yersizdi. Zira bir taraf yüz binlerce insanın teşkil ettiği kocaman bir toplum ve muntazam orduları bulunan güçlü bir devlet; diğer taraf ise sadece iki kişiden oluşan küçücük bir grup. Fakat o müşrikler, o müşrik önderleri çok iyi biliyorlardı ki, asıl güç yüz binlerce kişiden oluşan kimselerde değil, doğru olandadır. Asıl güç silahta, orduda değil; haklı olmaktadır. Hakkın karşısında bâtılın hiçbir gücü yoktur. Hakla karşılaşan bâtılın akıbeti yok olmaktır: 'Biz hakkı bâtılın üstüne atarız da, o onun beynini parçalar, (bâtılın) derhal canı çıkar.[99] [96] îsrâ, 17:71 [97] Yunus, 10:78 [98] A'raf, 7:109,110 [99] Enbiya, 21:18 |