๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 15:28:27



Konu Başlığı: Anlaşma Girişimi
Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 15:28:27
Utbe b. Rabia'nın Anlaşma Girişimi


Utbe b. Rabi'a, Mekke Şehir Devletini büyük bir problemden kurtarma 'şerefini' el­de edeceği inancıyla, kendisine verilen görevi büyük bir memnuniyetle kabul et­ti. İşini en uygun biçimiyle yerine getirip, başarılı olacağına emindi. Çünkü şiir konusunda derin ve geniş bilgi sahibiydi. Zira, düşüncesine göre, Resulüllah'ın in­sanlara bildirdiği sözlerin en önemli özelliği şiir olmasıydı. Kendisi şiirden iyi an­layan birisi olduğu için, bu özelliğiyle Resulüllah'ı yenip, davasından vazgeçirecek veya hiç değilse ortak bir anlaşma zemini bulması mümkün olabilecekti. Bunu ise 'O'na bazı tekliflerle gideceğim. Bunlardan hangisini kabul ederse etsin, istediğini ve-ririz. Böylelikle bizimle uğraşmaktan uzaklaştırmış oluruz' sözleriyle dile getirdi. Toplantıda bulunanlar onun bu kararım destekleyip; Tekliflerini kabul ediyoruz; gereğini yerine getiririm. Git, O'nunla konuş ve anlaş' dediler.

Mekke liderlerinin toplantı yaptıkları ve kendilerine temsilci olarak Utbe b. Rabi'a'yı seçtikleri sırada, Resulüllah'ın evlerin arasından çıkarak Kabe'ye doğru geldiğini gördüler. Müşrik liderler şanslı günde olduklarını düşündüler; Resulül­lah'ı aramak zahmetinden kurtulmuşlardı. Resulûllah, Kabe'nin yakınma, Mekke ileri gelenlerinin toplantı yerlerinden biraz ileriye gelip, oturdu, Utbe b. Rabi'a toplantıda alman karar gereği arkadaşlarından ayrılarak Resulüllah'ın yanma git­ti. Resulüllah'ın karşısına oturup, konuşmaya başladı. Önce övücü bir şeyler söy­ledi: 'Yeğenim.' biliyorsun ki sen ailece ve soyca hepimizden daha şereflisin' dedi. Da­ha sonra ses tonu ve cümleleri değişti: 'Ancak ne var ki sen kavminin başına büyük bir iş, büyük bir sıkıntı getirdin. Toplumumuzda dağılmalara, parçalanmalara neden oldun. Üstelik kavminin en akıllılarını akılsızlıkla itham edip, dinlerini ve ilahlarım reddettin. Atalarımızı suçlayıp, aşağıladın'. Suçlayan bu ifadeleri nasihat ve teklif­ler izledi; fakat sözlerinin arasına tehditlerini yerleştirmeyi de ihmal etmedi: 'Bü­tün bunlara rağmen sana bir teklifte bulunacağım. Beni dinleyip, teklifimi düşün. Bel­ki bu teklifimin hiç değilse bir kısmını kabul edersin. Araplar içinde bizi rezil ettin, Vallahi binler kılıçlarımızı sıyırıp, birbirimizi yok edecek bir çarpışmaya hazır bek­liyoruz. Gel sen beni dinle de bütün bunlara gerek kalmasın'.

Utbe, yumuşak bir üslûpla başladığı konuşmasına, Resulüllah'ın kendileri açı­sından oldukça büyük olan kabahatlerini sıraladıktan sonra, 'biz senin iyiliğini is­tiyoruz' izlenimini verecek cümlelerle devam etti. Resulüllah'ı biraz yumuşattığını veya belki de korkuttuğunu düşündüğü için, teklifini açıkça dile getirdi: 'Yeğe­nim! Eğer senin bu işe kalkışmaktaki amacın mal elde edip, zengin olmaksa, bunlara gerek yok. Sana mal verir en zenginimiz yaparız- Yok eğer senin amacın şeref ve şan kazanmaksa, seni en şereflimiz ilan ederiz. Eğer kral olmak istiyorsan, seni kralımı? olarak tanımaya hazırız. Yok eğer bunların hiçbirisi söz konusu değil de, bir cinin et­kisine girmiş isen, o cini senden uzaklaştırmak için tedavini üstleniriz. Bu uğurda bü­tün malımızı harcamaya hazırız. Biliyoruz ki musallat olan bir cin, gerekli tedavi ya­pılmadıkça insandan uzaklaşmaz. Fakat amacın ve durumun bunların hiçbiri değil ise, söylediğin şiirlerin coşkusuna kapılıyorsan, biliyoruz ki Abdülmuttalib oğulları­nın şiirleriyle kimse baş edemez.

Resulüllah, Utbe b. Rabia'nın sözlerini hiç kesmeden sonuna kadar dinledi. Ne sözleriyle ve ne de davranışlarıyla herhangi bir tepki vermedi. Utbe'nin konuşma­sını bitirdiğini anlayınca 'Konuşman bitti mi Ey Ebü'l Velid?' diye sordu. Sessizce dinlenmesi nedeniyle teklifinin kabul edileceği umuduna kapılan Utbe ıEvet' de­yince, 'O halde şimdi de sen beni dinle' diyerek Fussilet sûresini okumaya başladı.

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla,

Hâ. Mîm. (Kur'an) rahman ve rahîm olan Allah katından indirilmiştir. Bu, bi­len bir kavim için âyetleri Arapça açıklanmış bir kitaptır. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi; artık dinlemezler. Dediler ki: 'Bi­zi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık var­dır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen istediğini yap, biz de yapmaktayız!' De ki: 'Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyolunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Or­tak koşanların vay haline!' Onlar zekâtı vermezler; ahireti inkâr edenler de on­lardır. Şüphesiz iman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükâfat vardır. De ki: 'Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O'na ortaklar mı koşuyor­sunuz?' O, âlemlerin Rabbidir. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada be­reketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıda­lar takdir etti. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: 'İste­yerek veya istemeyerek, gelin!' dedi. İkisi de 'İsteyerek geldik' dediler. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azız, alîm Allah'ın takdiridir. Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: 'işte sizi Ad ve Semûd'un ba­şına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum!' Peygamberler onla­ra, önlerinden ve arkalarından gelerek 'Allah'tan başkasına kulluk etmeyin' de­dikleri zaman, 'Rabbimiz düeseydi elbette melekler indirirdi. Onun için biz sizin­le gönderilen şeyleri inkâr ediyoruz' demişlerdi. Ad kavmine gelince, yeryüzün­de haksız yere büyüklük tasladılar ve: 'Bizden daha kuvvetli kim var?' dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah'ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmedi­ler mj? Onlar bizim âyetlerimizi inkâr ediyorlardı. Bundan dolayı biz de onla­ra dünya hayatında zillet azabını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez. Semûd'a gelince onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden al-çaltıcı azabın yıldırımı onları çarptı. İnananları kurtardık. Onlar (Allah'tan) korkuyorlardı. Allah'ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler. Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir. Derilerine: 'Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz?' derler. Onlar da: 'Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu, ilk defa sizi o yaratmıştır. Yine O'na döndürülüyorsunuz' der­ler. Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahit­lik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın bilmeyece­ğini sanıyordunuz. Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mah­vetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz. Şimdi eğer dayanabilirlerse, onların ye­ri ateştir. Ve eğer (tekrar dünyaya dönüp Allah'ı) hoşnut etmek isterlerse, memnun edilecek değillerdir. Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Ken­dilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap on­lara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi, inkâr edenler: 'Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız' dedi­ler. O inkâr edenlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kö­tüsüyle cezalandıracağız. İşte bu, Allah düşmanlarının cezası olan ateştir. Ayet­lerimizi inkâr etmelerinden dolayı, orada onlara ceza olarak ebedî kalacakları yurt (cehennem) vardır. Kâfirler cehennemde: 'Rabbimiz! Cinlerden ve insanlar­dan bizi saptıranları bize göster'de aşağılanmalardan olsunlar diye onlan ayakla­rımızın altına alalım!' diyecekler. Şüphesiz, 'Rabbimiz Allah'tif deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: 'Korkmayın, üzül­meyin, size vâdolunan cennetle sevinin!' derler. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız. Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istedi­ğiniz her şey orada sizin için hazırdır. Gafur ve rahîm olan Allah'ın ikramı ola­rak. (İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve 'Ben Müslümanlardamm' diyen­den kimin sözü daha güzeldir? İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuş­turulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir. Gece ve gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Eğer Allah'a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah'a secde edin! [271]

Burada ilk dikkati çeken şey, Resulüllah'ın tartışma ortamından özellikle ka­çınması ve Utbe'nin sözlerini sonuna kadar hiç kesmeden dinledikten ve söyleye­cek bir şeyi olup olmadığını sorduktan sonra, kendisinin de sonuna kadar dinlen­mesi gerektiği anlamına gelen teklifiyle Fussilet sûresini okumaya başlamasıydı.

Resulüllah, Utbe'nin tehdit ve tekliflerine cevabı kendi sözleriyle değil, Kur'an ile vermişti.

Resulüllah'ı, iki elini yere dayayıp sessiz bir şekilde dinleyen Utbe önce şaşır­dı; sonra korktu. İşittiği her sözle de korkusu katlanarak arttı, işittikleri karşısın­da söyleyecek bir kelime dahi bulamadan telaşla yerinden kalktı. Resulüllah'a yak­laşıp, elleriyle Resulüllah'ın ağzını kapayarak susturmaya çalıştı. Bir yandan da 'Akrabalığımızın aşkına yeter. Ne olursun sus!1 diyerek yalvanyordu. Resulüllah, onun yalvarmalarına aldırmadan okumasını devam ettirdi. Fussilet sûresinin sec­de ayeti olan 37. ayetini okuyup secde ettikten sonra 'Ey Ebû'l Velid! işitmekten özenle kaçındığın şeylerden birisini dinlemiş bulunuyorsun. Artık işte sen, işte o' de­yip 'Senin, teklif ve tehditlerine karşılık cevabım buduf anlamına gelen sözlerini bi­tirdi. Utbe perişan bir halde yerinden kalktı ve arkadaşlarının yanma gitti.

Utbe'nin Resulüllah'la konuşmasını uzaktan seyreden Mekke eşrafı, konuşma sonunda Utbe'nin garip bir şekilde yerinden kalkıp, yanlarına doğru aynı gariplik içerisinde geldiğini görünce telaşlandılar. Şaşkınlık içerisinde birbirlerine bakıp; 'Vallahi Utbe'de değişmiş olarak dönüyor1 dediler. Utbe yanlarına gelince, heyecan ve merak içerisinde sordular: 'Ey Ebû'l Velid! Ne oldu, ne konuştunuz?'. Utbe üze­rinden atamadığı şaşkınlık ve gariplik içerisinde anlatmaya başladı: 'Vallahi O'ndan öyle sözler işittim ki, bu sözlerin benzerini şimdiye kadar hiç işitmedim. Val­lahi bunlar ne sihirdir, ne kehanet, ne de şiir. Ey Kureyş topluluğu! Gelin beni dinle­yin. Siz bu işi bana bırakın ve benimle birlikte hareket edin. Bu adamı serbest bıraka­lım. O'na ilişmeyelim. O'ndan uzaklaşalım. Vallahi ondan duyduğum sözler öyle bir mesaj taşıyor ki, şayet O'nu Arap toplumu reddedip öldürürse, biz elimizi vurmadan bu işten kurtulmuş oluruz. Yok eğer O'nun söylediklerini Arap toplumu alır ve kabul ederse, onlarla bütün insanların hakkından geliriz. Bütün insanlara hükümdar olu­ruz. Çünkü O'nun kudret ve şerefi, bizim kudret ve şerefimiz olur. Böylelikle insanların en mesudu oluruz. Gelin bu söylediklerimi kabul edin. Eğer dediklerim olmazsa sonunda bana isyan edin.[272]

Utbe'nin bu sözler karşısında Dâru'n Nedve'nin üyeleri olan Mekke'nin müş­rik ileri gelenleri iyice şaşırdılar. Utbe'nin de Resulüllah'ın etkisinde kalmış olma­sını sihirle yorumlayıp; 'Vallahi o, seni de sözleriyle büyülemiş' dediler. Utbe'nin ce­vabı ise 'Bu sizin görüşünüzdür. Ben söyleyeceğimi söyledim. Ne istiyorsanız onuya-Vın oldu. Sonra da Resulüllah'la görüşmesini takiben kapıldığı şaşkınlık ve garip-ıgı şöyle açıkladı: 'Bunca gerçeklere rağmen, onlar yine de yüz çevirirlerse de ki: 'Si-zı Ad ve Semûd'un uğradıkları helak edici azaba benzer bir azapla uyarmaktayım [273] deyince, ağzını tutarak, sözüne daha fazla devam etmemesi için ak-a"alık bağlarımız adına yemin verdim. Çünkü ben, Muhammed'in bir şey söylediği Zaman hep doğruyu söylediğini, yanlışının hiç açığa çıkmadığını bildiğim için, ettiği azabın üzerime ineceğinden korktum.[274]



[271] Fussilet, 41:1-37

[272] Heysemî, Mecma'ü'z Zevâid, VI/20, 21; Rudanî, Cem'ulFevâid, 111/257, 258.

[273] russüât, 41:13

[274] İbn Ishak, Siyer, 266, 267;