๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hz.Muhammedin İslam Daveti => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 16:38:25



Konu Başlığı: Ahlâk İsyanı
Gönderen: Ekvan üzerinde 29 Temmuz 2011, 16:38:25
Ahlâk İsyanı

 

Şüphe yok ki, Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olma­yı emredip; çirkin işleri, haksızlığı ve taşkınlığı yasaklıyor ve size düşünesi-niz diye öğüt veriyor. Sözleşme yaptığınızda Allah'ın sözleşmesini yerine getirin. Sağlama bağladıktan sonra, yeminlerinizi bozmayın. Nasıl bozarsı­nız ki, Allah'ı kendinize kefil kılmışsınız. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsınız hepsini bilir. İpliğini sağlamca büktükten sonra, onu söküp dağıtan kadma benzemeyin. Bir topluluk diğer bir topluluktan daha çok ve üstün diye ye­minlerinizi bozup, hileli hareket etmeyin. Allah bütün bunlarla sizi imti­handan geçiriyor ve üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri, kıyamet günün­de size açıklayıp bildirecek. [6]

islâm davetini durdurmak için birbirleriyle görüşüp-konuşan ve verdikleri karar­larla amaçlarına ulaşmaya çalışan Mekke eşrafı, önceki bölümde geçtiği üzere, bu toplantıların bir kısmında, Resulüllah'ın şahsıyla ilgili olumsuz haberler yayarak insanları Resulüllah'tan uzaklaştırmayı planladılar. Haberin konusunun ne olaca­ğını düşünüp, tartıştılar. Onun kâhin, şair veya sihirbaz olduğunu ilan etmeyi dü­şündüler. Fakat hiçbirisinde karar kılamadılar. Çünkü bunların hiçbirisinin Resu­lüllah için geçerli olmadığını biliyorlardı. Ancak buna rağmen O'nun insanı derin­den etkileyen sözlere sahip olduğunu dile getirip; 'O'nun sözlerinde sanki bir sihir var, O'nu dinlemeyin' propagandasını yürütmeye karar verdiler.

Mekke ileri gelenleri, İslâm davetini durdurmak için çareler düşünürlerken Resulüllah'ın şahsıyla ilgili, insanları kendisinden uzak tutacak ahlâkî bir zaafı hiçbir şekilde gündeme getiremediler. O'nun çıkarcı olduğunu; kişisel veya ailevî çıkarları hedefleyen gizli niyetlere sahip olduğunu; yalancı, ikiyüzlü, güvenilmez, zorba, cimri, nankör.... olduğunu dile getirmediler, getiremediler. İftira niteliğin­de bile olsa böylesi bir şeyi gündeme taşımayı akıllarından dahi geçirmediler, geçiremediler. Üstelik bunu yapmaya hazır bir ruh haline sahip olmalarına rağmen. Çünkü, İslâm davetinin daha ilk yıllarında vahyolunun birçok ayetle, Mekke eş­rafının kişiliği ve karakteri ortaya dökülmüş, onların insanlara karşı zorba,[7] sal­dırgan, [8] kibirli, [9] bencil, [10] kaba, [11] günahkâr, [12] hayra engel olan, [13] yetime, fakire, yar­dımcı olmayan, [14] mal düşkünü, [15] cimri, [16] boş işlerle uğraşmayı seven, [17] nankör[18] kimseler oldukları gözler önüne serilerek; tüm toplumun gözünde rezil-rüsvay ol­maları sağlanmıştı. Onlar, değişik gerekçelerle gizledikleri veya üstünü örttükleri ahlâksızlıklarının, problemli kişiliklerinin, düşük karakterlerinin deşifre olması­nın verdiği intikam duygusuyla, Resulüllah'a yönelik benzer bir saldırıya geçebi­lirlerdi. O'nun için bazı ahlâkî zaafları gündeme taşıyabilirlerdi. Ancak, olumsuz sıfatları nedeniyle ağır bir şekilde eleştirilen ve bu nedenle öfkeden gözleri dön­müş halde bulunan Mekke eşrafından hiç kimse, Resulüllah'm karşısına geçerek kendisinin de bu özelliklerin tamamına veya en azından birisine sahip olduğunu ifade etmedi, edemedi. Resulüllah'ı hiçbir şekilde böylesi kötü, aşağılık özellik ve sıfatlarla eleştirmediler, eleştiremediler. Daha da önemlisi, düşmanlıktan akılları­nın başlarından gittiği anlarda dahi ResulüUah'm ahlâkî erdemlerini ifade etmek­ten kendilerini alamadılar. Zira, olumlu Özelliklerinin, erdemlerinin Mekke'deki herkes tarafından bilinmesi nedeniyle, Resulüllah'ın şahsıyla ilgili olumsuz bir ha­berin hiç kimseyi etkilemeyeceğinin farkındaydılar. Resulüllah'm kişiliğiyle ilgili başlatacakları iftira kampanyasının tslâm davetine değil; iftiraları nedeniyle ken­dilerine zarar vereceğini biliyorlardı.

Resulüllah açısından durum böyleydi. Kolaylıkla ifade edileceği üzere, Resu-lüllah özel birisiydi. O sadece peygamberlik döneminde değil, peygamber olma­dan önce de, ilâhî iradenin müdahaleleri ile.temiz kalmış birisiydi. O, dürüstlü­ğün, doğruluğun, doğru sözlüğün, sözüne sadık kalmanın, hakkı ve adaleti gözet­menin ulaşılamaz yüksek erdemler olarak algılandığı ve bu nedenle söz konusu erdemlere aykırı durumların yaygınlık kazandığı bir toplumda, bu erdemlerin canlı bir tanığı ve temsilcisi olmayı başarmış bir şahsiyetti. Risâlet öncesinde, ken­disinin de farkında olmadığı dolaylı ilâhi müdahalelerle, risâlet döneminde ise va­hiyle gerçekleşen doğrudan müdahalelerle hep 'temiz:' olması sağlanmıştı. Bu ne­denledir ki, kendisini bütün özellikleriyle çok yakından tanıyan Mekkelilerce 'Muhammet? ismiyle değil, ahlâkî erdemlerinin ifadesi olarak ıen güvenilir kişi' sı­fatıyla tanınıp, anılmıştı. O'nun en katı düşmanları en kızgın anlarında bile, O'nun kişiliği, karakteri, ahlâkı ile ilgili konularda ifade edilecek bir iftiranın işe yaramayacağını düşünebilmişlerdi; akılları duygularına teslim olmamıştı, İslâm davetim durdurma çabalan sırasında yararlanmalarını sağlayacak bir eksiklik ve­ya kusuru ResulüUah'm kişiliği, karakteri ve ahlâkı için söz konusu edememişler­di. Fakat ya diğer müminler? Onlar dün denecek yakınlıkta bir zamana kadar; İs­lâm'a girdikleri dakikaya kadar, şirk toplumunun bir üyesi olarak o toplumda bu­lunan ahlâkî zaaflara sahip kimselerdi. îslâm'a girdikleri zaman toplumlarındaki birçok olumsuz özelliği üzerlerinde bulunduruyorlardı. Bundan Hz. Ebû Bekir başta olmak üzere, sadece birkaç mümin istisna edilebilecek durumdaydı. Diğer­leri, herhangi bir Mekkeli gibi yaşamıştı; zorba, saldırgan, kibirli, bencil, kaba, gü­nahkâr olmak; hayra engel olmak; yetime, fakire, yardımcı olmamak; mal düşkünlüğü, cimrilik, boş işlerle uğraşmayı seven birisi olmak, nankör olmak gibi özel­likler yabancısı olmadıkları özelliklerdi. Müşrik Mekke ileri gelenleri işte bu özel­likleri İslâm'a yönelik girişimlerinin malzemesi olarak kullanabilirlerdi. Resulül­lah'm hakkında iftirada dahi bulunamamalarma karşılık, Resulüllah'ın davetini kabul etmiş kişilerin olumsuz özelliklerini gayelerine ulaşmada araç olarak kulla­nabilirlerdi. Müşrik önderler, İslâm davetini durdurmak için, Resulüllah'ın çevre­sindeki insanların bazı ahlâkî eksiklik ve kusurlara sahip olduklarını belirterek, kendilerini haklı çıkarabilirlerdi Yoksul ve köle olanların iktidarı ele geçirip in­sanlar üzerinde otorite kurmak istediklerini, güçlenince insanlara zulmedecekle­rini, yoksulluklarının ve köleliklerinin intikamını almak isteyeceklerini dile geti­rebilirlerdi. Ahlâkî eksiklik ve kusurları dillerine dolayıp bu iddialarını pekiştire-bilirlerdi. Fakat bunu da yapmadılar; daha doğrusu yapamadılar. Çünkü, daha dü­ne kadar her türlü ahlâkî kusur veya eksikliği İle kendilerinden birisi olan b.u ba­zı kimselerin İslâm'a girince köklü, kapsamlı bir değişime sahip olduklarını gör­müşler ve görmeye de devam ediyorlardı. O müminler 'Allah'tan başka ilâh yoktur deyip eski dinlerini, bir başka söyleyişle inançlarını ve hayat tarzlarım terk edip, vahiyle bildirilenlere mensup oldukları andan itibaren, bütün ahlâkî kusur ve ek­siklikleri üzerlerinden silkeleyip atmışlardı. Her biri güzel ahlâkın en güzel örnek­leri haline gelmişler veya gözle görünür bir hızla bu süreci yaşamaya devam edi­yorlardı. Bu şartlarda, yeni durumlarından hareketle, onların ahlâkî bir eksiklik veya kusurlarından bahsetmek, bunu İslâm davetini durdurmada araç olarak kul­lanmak mümkün değildi. Bazı küçük eksikleri veya kusurları İslâm davetine yö­nelik karşıt propagandanın aracı olarak dile getirilse bile, işe yaramayacağı kesin­di. Çünkü onlardaki olumlu değişimi herkes olanca açıklığıyla görüyordu. Zira onlar îslâm'a girerken, sadece bir isim değişikliği gerçekleştirmemişler; bir ahlâk isyanı başlatmışlardı. Hem kendi hâl ve gidişatlarım olması gereken en güzel biçi­me dönüştürmüşler ve hem de herkesi bu sürece katılmaya davet ediyorlardı. On­ların şahsında yaşanan süreç, en kısa ifadesiyle ahlâksızlıktan ahlâka, bazı ahlâkî İlkelerden ahlâkın en güzel ilkelerine dönüşümdü. Onların şahsında gerçekleşen, güzel ahlâkın yaşayan bedenlere dönüşmesiydi. Bundan dolayıdır ki müşriklerin ileri gelenleri Resulüllah'ı veya İslâm'ı suçlamaya, aşağılamaya çalışırlarken; bu müminlerle ilgili bir eksiklik veya kusur olarak onların fakir, köle olduklarını ile­ri sürmekten başka iddialarına dayanak olacak bir şey bulamadılar.

Risâlet döneminin müminleri ve özellikle de risâletin Mekke yıllarında İslâm davetini kabul eden müminler için şirkten tevhide geçiş, herhangi bir inanç veya ayat tarzından, başka herhangi birisine geçiş türü bir değişim değildi. Gerçekle­şen değişim, sadece veya daha çok bir isim değişikliği, muhit değişikliği, arkadaş Egi Şikliği, lider değişikliği, ideoloji değişikliği, siyasal tercih değişikliği... değildi. erçekleşen, elbette ki bunları da kapsayan bir değişimdi; ama daha çok ve hatta en önemlisi ahlâk değişimiydi. Zira, İslâm daveti, risâlet sürecinin hiçbir aşama­sında, hiçbir zaman, ahlâkı arka plana atan, ahlâkî değişimi geciktiren bir yakla­şıma ve eğilime sahip olmadı. Bunun en küçük bir örneğini bulmak mümkün de­ğildir. Risâlet sürecinde, iman etmenin olmazsa olmaz şartlarından Allah'ı tek ilâh olarak bilmek, bilmekten daha çok, O'nun tek ilâh olduğu bilinciyle O'nun emir ve yasaklarına itaat anlamına geldi. Hz. Muhammed'İn peygamber olduğunu ka­bul etmek, sadece kabul etmekten çok, O'nun bildirdiği ilke ve şartlara teslim ol­mayı, onlara göre yaşamayı ifade etti. Ahireti, kıyameti, hesap gününü, cenneti, cehennemi tasdik etmek, sadece tasdik etmekten çok; dünyadayken yapılan tüm işlerden hesaba çekilme bilinciyle sorumlu ve bilinçli yaşamak, davranmak de­mekti. Kur'an'm vahiy olduğunu kabul etmek, Kur'an'ı kutsal bir metin kabul et­mek değil, Kur'an'ı inancın ve hayatın kitabı kılmak demekti. Namaz kılmak bir tapınma eylemi değil, 'kötülüklerden uzak durmaktı'. Mümin olmak, sadece isim değişikliği değil; hakkın şahidi olmak, hakkı insanlar arasında temsil eden olmak­tı...

İlk müminlerin şahsında yaşanan bu büyük değişimin mahiyetini anlamak için, değişimin rehberini incelemekte yarar var. Konuyla ilgili olmak üzere Kur'an'a bakıldığında ilk dikkat çeken özelliklerden birisi, vahyolunan ilk ayetler­le birlikte bir ahlâk isyanının başlatıldığıdır; en güzel ahlâkı hayatın yaşanan ger­çeği kılma sürecinin inşa edilmeye başlandığıdır. Daha önce üzerinde ayrıntılı bir şekilde durulduğu üzere 'Elbiseni temiz tut. Pis şeylerden uzak dur [19] emri, sürecin ilk, önemli ve kapsamlı adımını teşkil etmiştir. Bu ayetle, başta Resulüllah olmak üzere, tüm müminler bu emirle kişiliklerini, karakterleri­ni, ahlâklarını, onurlarını, yaşantılarını... her türlü yanlışlıktan, ahlâksızlıktan, kötülükten temizlemeye davet edilmişlerdir. Takip eden ayetlerde de bu davetin ayrıntıları bildirilmiş ve en güzel ahlâkın bedenleşme süreci devam ettirilmiştir. Üstelik, doğrudan müminlere hitap eden ayetlerin yanı sıra, müşriklerin olumsuz özelliklerinden bahseden ayetler de müminler için birer emirdi, açıklamaydı; ha­tırlatmaydı, uyarıydı. Doğrudan kendilerine emreden ayetlerle nasıl olmaları ge­rektiğini öğrenirlerken; müşriklerin olumsuz özelliklerinden bahseden ayetler de nasıl olmamaları gerektiğini öğreniyorlardı.

İlk andan itibaren vahyolunan ayetlerden başlayarak risâlet sürecinde vahyo­lunan ayetlerle bildirildi ki, her mümin, Allah'ın razı olduğu yegâne dinin temsil­cisi sıfatıyla yoluna devam etmek ve bütün engellemelere rağmen yeryüzünde hakkın temsilcisi olmak zorundadır. Hakkın temsilcisi olmak ise sadece söylemle gerçekleşecek veya sadece isim değişikliğiyle olacak bir şey değildir. Hakkın tem­silcisi olmak tamamen yaşantıyla, hâl ve hareketlerle bağlantılıdır. Bu nedenle bir müminin nasıl 'hakkın şahidi olacağı', her seferinde farklı bir tutum veya davranış örnek verilerek gösterildi, bildirildi, emredildi. Örneğin her müminin, çevresindeki yetime, öksüze, düşküne, [20] yoksula yardımcı olması, onların ihtiyaçlarını im­kânları nispetinde gidermeye çalışması gerektiği açıklandı. Bildirildi ki, her mü­min ekonomik gücü dahilinde infakta bulunmalı,[21] kendisini bütün kötülükler­den alıkoyan namazını ikame etmede ihmalkâr davranmamal, [22] kulluğunu sade­ce Allah'a yöneltmelidir. [23] Kafirlerin, müşriklerin yaptığı gibi insanları ırklarına, cinslerine, sahip oldukları imkânlara göre ayırıp bunlara göre değerlendirmek, in­sanları aşağılamak bir müminin yapabileceği şeyler değildir. [24] Gurur, [25] cimri­lik, [26] mal makam tamahkârlığı, [27] nankörlük, [28] boş işlerle uğraşmak [29] bir mü­minde bulunmaması gereken özelliklerdir. Her mümin bu ve benzeri her türlü kö­tü, yanlış özelliklere, tutum ve davranışlara sahip olmaktan özenle kaçınmalıdır. Bir mümin olumlu, güzel şeylerin yaşayan bedeni olurken, bu özelliklere niçin sa­hip olduğunun bilincinde olmalı, kendisini böyle davranmaya sevk eden İslâm'ı uygun dille başkalarına anlatmalıdır. [30] Kötülüklerin sonunun ne olduğunu hatır­latmalı, açıklamalıdır. [31] Fakat bunları da kendi kafasından yöntemler geliştirerek değil, bizzat Kur'an'a göre davranarak yerine getirmelidir. [32] Kur'an, her zaman ba­şucu kitabı olmalı, onunla olan irtibatını hiç kesmemelidir. [33] Şu bazı ayetler ko­nunun örneklerindendir:

Şüphe yok ki, Allah adaleti ve iyilik yapmayı, yakınlara karşı cömert olmayı emredip, çirkin işleri, haksızlığı ve taşkınlığı yasaklıyor ve size düşünesiniz di­ye öğüt veriyor. Sözleşme yaptığınızda Allah'ın sözleşmesini yerine getirin. Sağ­lama bağladıktan sonra, yeminlerinizi bozmayın. Nasıl bozarsınız ki, Allah'ı kendinize kefil kılmışsınız. Şüphesiz ki Allah, ne yaparsınız hepsini bilir. İpli­ğini sağlamca büktükten sonra, onu söküp dağıtan kadına benzemeyin. Bir top­luluk diğer bir topluluktan daha çok ve üstün diye yeminlerinizi bozup, hileli hareket etmeyin. Allah bütün, bunlarla sizi imtihandan geçiriyor ve üzerinde ayrılığa düştüğünüz şeyleri, kıyamet gününde size açıklayıp bildirecek. [34]

Sen kullarıma söyle, her zaman sözün en güzelim söylesinler. Şüphe yok ki şey­tan, insanların arasını açmak için fırsat kollamaktadır. Şüphe yok ki şeytan, gözle görülmese de insana apaçık bir düşmandır. [35] De ki: 'Gelin Allah'ın gerçekten neyi yasakladığım size anlatayım: O'ndan başka şeylere asla ilâhlık yakıştırmayın; anne-babamza iyilik yapın ve onlara karşı say­gısızlıkta bulunmayın; çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla öldürmeyin; çünkü sizin de, onların da nzıklarını sağlayacak olan biziz. Açık veya gizli hiçbir utanç verici fiil işlemeyin ve adaleti yerine getirmek dışında, Allah'ın kutsal saydığı İnsan haya­tına haksızca kıymayın. Allah size aklınızı başınıza alasınız diye bunları emredi­yor. Ergenlik çağına erişinceye kadar, yerimin mal varlığına, onun iyiliği için olma­dıkça dokunmayın. Bütün alışverişlerinizde ölçü ve tartıyı tam olarak, adaletle ya­pın. Biz hiçbir İnsana, taşıyabileceğinden daha fazla yük yüklemeyiz. Ve bir görüş belirttiğinizde, yakın akrabanıza karşı olsa da, adaletli olun. Allah'a karşı verdiği­niz sözlere daima riayet edin. Allah bunu düşünüp öğüt alırsınız diye emretti.' Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, diğer yollardan gitme­yin ki, sizi O'nun yolundan ayırıp saptırmış olurlar. Allah bütün bunları size emretti ki, yolunuzu Allah'ın kitabıyla bulmuş olasınız, [36]

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse: Kur'an, elçisini, risâlet sürecinin ilk anın­dan itibaren kalbiyle, kafasıyla ve yaşantısıyla eğitip, olgunlaştırdi. O'nu bütün özellikleriyle insanlık için 'en güzel örnek [37] alemlere rahmet [38] bir şahsiyet kıldı. Dosdoğru bir inanç sisteminin ve hayat tarzının kitabı olan Kur'an'ın 'ete-hemiğe bürümnesi' için bu önemli ve gerekliydi. Zira Kur'an'm ebedî ilkeleri, elçisi ile insanlık için kusursuz ve eksiksiz modeline ka­vuşacaktı. O kutlu elçi yaşayan Kur'an olarak [39] tüm insanlık için hakikate tanık­lık edecekti. [40] Fakat, İslâm'ın bireysel ve toplumsal modelini somut şekilde or­taya koymak, onun evrensel ilkelerini yaşayan boyutuna kavuşturmak için sade­ce Hz. Peygamber'in değil, başkalarının da eğitilip yetiştirilmesi gerekiyordu. Za­manlar ve toplumlar üstü kılınan Kur'an'm sunduğu birey ve toplum modelinin, ahlâkî yapının tarihsel bir gerçeğe dönüşmesi, insanlığın her zaman hayalini kur­duğu 'altın çağın yaşanan bir gerçek olması için başkalarının da zihniye ti eriyle, düşünceleriyle, hayat tarzlarıyla eğitilip, olgunîaştırılması gerekiyordu. Sadece ha­kikatin elçisi değil, örnek bir nesil de, ebedî hakikatin bireysel ve toplumsal yapı­daki tanıkları, modelleri [41] olacaklardı.


[6] Nahl sûresi, 16:90-92

[7] Müddessir sûresi, 74:12-17; Kalem sûresi, 68:14; Tebbet sûresi, 111:2; Leyi sûresi, 92:11,18; Hümeze sûresi, 104:2,3

[8] Kalem sûresi, 68:12

[9] Kıyamet sûresi, 75:31-33

[10] Müddessir sûresi, 74:44

[11] Kalem sûresi, 68:13

[12] Kalem sûresi, 68:12

[13] Kalem sûresi, 68:12

[14] Fecr sûresi, 89:17; Müddessir sûresi, 74:44; Gaşiye sûresi, 89:18; Mâ'un süresi, 107:3

[15] Fecr sûresi, 89:19,20

[16] Leyi sûresi, 92:8

[17] Müddesir sûresi, 74:45

[18] Abese sûresi, 80:17,23

[19] Müddessir, 74:4,5

[20] Duhâ sûresi, 93:9,10; Müddessir sûresi, 74:44; Fecr sûresi, 89:17, 18; Mâ'un sûresi, 107:2-7

[21] Leyi sûresi, 92:18-21

[22] Müzzemmil sûresi, 73:2-4,8,20; Kaf sûresi, 50:39-40; Mâ'un sûresi, 107:4-6; Alak sû­resi, 96:19; Kevser sûresi, 108:2

[23] Necm sûresi, 53:62

[24] Abese sûresi, 80:1-10

[25] Kıyamet sûresi, 75:31-33

[26] Leyi sûresi, 92:8

[27] Fecr sûresi, 89:20

[28] Abese sûresi, 80:17-23

[29] Müddessir sûresi, 74:45

[30] Müddessir sûresi, 74:2

[31] A'lâ sûresi, 87:9,10

[32] Kaf sûresi, 50:45

[33] Müzzemmil sûresi, 73:4-6

[34] Nahl, 16:90-92

[35] îsra, 17:53

[36] En'am, 6:151-153

[37] Ahzâb, 33:21

[38] En­biya, 21:107

[39] Hz. Aişe, kendisine Resulüllah 'in ahlâkım soran kimselere şöyle demiştir: 'Siz hiç Kur'an okumadınız mı? O'nun ahlâkı Kur'an idi.1 (Müslim, Müsajirin 139; Ebû Davud, Tatavvu 26, Ahmed, Müsned VI/54, 91, 163, 188)

[40] O gün onlar, Allah'a teslim oluverirler ve uydurdukları düzmece tanrıları da onları yüzüstü bırakır ve kaybolup giderler. Gerçekleri örtbas eden, başkalarını Allah yo­lundan çeviren kimseleri, çıkardıkları bozgunculuktan dolayı, azap üstüne azap ka­tarak cezalandırırız. O gün her topluma, kendileri içinden aleyhlerine bir şahit çı­karacağız. Ve seni de ey peygamber! Mesajının ulaşabileceği tüm insanlar üzerinde şahit kılacağız ve biz sana her şeyi açıklayıp anlatan, doğru yolu gösteren, rahmet olan ve Allah'a yürekten boyun eğenlere müjde olarak bu kitabı indirdik.' (Nahl, 16:87-89)

'Her bir ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onlara şahit kıldığımız zaman hal­leri nice olacak!' (Nisa, 4:41).

[41] Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız...' (Al-i İmran, 3:110)