Konu Başlığı: Hz Muhammed zamanında toplum yapısı Gönderen: Safiye Gül üzerinde 12 Mayıs 2011, 13:30:09 1- Toplum Yapısı
Hz. Peygamber döneminde İslâm toplumu, Müslümanlar ve zimmîlerden meydana geliyordu. Müslümanların büyük çoğunluğu Araplardan oluşmakla birlikte diğer etnik kökenlere mensup (mesela Habeşli, İranlı, Rum vs.) insanlar, ayrıca etnik kökeni farklı köleler ve azatlı köleler de bulunuyordu. Çünkü Hz. Peygamber'in mesajı her renk, ırk, dil ve kültüre mensup insana açıktı. Mekke döneminde ve Medine döneminin ilk yıllarında Hz. Peygamber'in davetine, bütün olarak kabileler değil, bireyler katılmışlardır. Kabile yapısının hâkim olduğu; kişinin kimliğini, şahsiyetini ve konumunu kabilesinde ve kabilesi sayesinde bulduğu bir toplumda bireylerin kazanılması çok zor bir işti. Kabileden kopmak bir bakıma intihar etmek, yani yok olmak demekti. Kabilesinden kopan bir insan, antlaşma (hilf) yoluyla başka bir kabileye iltihak etmek zorunda idi. Böyle bir ortamda bireyi kazanmak zor olduğu gibi, bireyin de kabilesine rağmen İslâm'ı kabul etmesi büyük bir fedakarlık ve cesaret isteyen bir işti. Hz. Peygamber, davetini kabul eden bireyler arasında yeni bir dayanışma bağı kurarak, Allah'a iman ve Resûlü'ne bağlılık üzerinde birleşen bir toplum meydana getirdi; tüm mü'minleri kardeş ilan etti. Etnik kökeni ve daha önceki sınıfı ne olursa olsun, bütün mü'minleri eşit kabul etti. Yeni toplum, kabileyi aşıyor ve kuşatıyordu. Bu düzenleme bir bakıma İslâm hâkimiyetinde eşit haklara sahip vatandaşlık statüsü kazandırıyordu. Şu kadar var ki, yeni toplum yapısında kabilenin varlığı tamamen inkar edilmiyor veya ortadan kaldırılmıyordu. Zaten hedef ve amaç, kabileyi ortadan kaldırmak da değildi. Bireylerin kabileye bağlı kalmalarında hiç bir engel yoktu. Hatta, yoğun bir şekilde 9. ve 10. hicrî yıllarda yeni topluma mensubiyet, kabileler düzeyinde de gerçekleşmeye başlamıştır. Hz. Peygamber kabileleri adına Medine'ye gelen heyetleri kabul etmiştir.[704] Kabile başkanları ve ileri gelenleri, kabile aleyhine değil, kabilenin varlığını koruyarak Medine'ye gelmişler ve yeni topluma katılmışlardır. Hz. Peygamber özellikle askerî seferlerde kabile yapısından istifade etmiştir. İlk karşılaştığı kimselere tanışmak maksadıyla hangi kabileden olduklarını sormuştur. Ancak bir kabileye mensubiyet üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarılmış, üstünlük ölçüsü takvâ olmuştur. Siyasî açıdan liderliği kaybedenlere yapılan muameleye burada kısaca temas etmek yerinde olacaktır. Eski kabile reislerinin bir kısmı Hz. Peygamber tarafından aynı kabile veya şehre memur veya vali tayin edilmiş; askerî seferler ve diğer hususlarda kabilelerle irtibatı sağlamak için kabile temsilcisi olmuşlardır. Ancak bazı eski reisler yerine başkaları tayin edilmiştir. Meselâ Mekke'de oturan Kureyş ile Taif'de oturan Sakîf kabilelerine yeni valiler tayin edilmiştir. İslâm'ı kabul eden reisler, yeni bir görev verilmediği durumlarda bile Hz. Peygamber tarafından daima itibar görmüşlerdir. Hz. Peygamber döneminde kast, sınıf ve aristokrasi gibi doğuştan geldiği kabul edilen ayrıcalıklı statülerin yerini, çalışmakla kazanılan ve ehliyete dayanan konumlar almıştır. İdarecilerin ve diğer görevlilerin tayininde, işe ehil olma esası kabul edilmiştir. Hür-mevlâ-köle, zengin-fakir, kuvvetli-zayıf, kadın-erkek, genç-ihtiyar kim olursa olsun inanan herkes eşit kabul edilmiştir. Böylece Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Halid b. Velid gibi, farklı tabiat ve karakterlere mensup insanları tek çatı altında birleştirmiştir. İslâm'la birlikte Arap Yarımadası'nda merkezî otorite hâkim olduğu için, kabilelerin kan davası gütmeleri, müstakil olarak birbirinden intikam almaları yasaklanmıştır. Çok yaygın olan kan davaları kaldırılmış; onun yerine suçun ferdîliği ve sadece suç işleyenin cezalandırılması prensibi kabul edilmiştir. Gasp, soygun, içki, kumar, fuhuş, hırsızlık, yetim malı yemek, kan dökme, intikam, yalan, kin, haset, kibir, gıybet, koğuculuk gibi fert ve toplumun zararına olan davranışlar yasaklanmıştır. Anlaşmazlıkların çözümünde kâhine başvurulması yerine, ya bizzat Hz. Peygamber'e veya onun tayin ettiği memurlara başvurma esası getirilmiştir. Müslümanlar dışında kalan ve "zimmî" diye adlandırılan Yahudiler, Hristiyanlar, küçük azınlıklar şeklinde Sâbiîler ve Mecusîler cizye vergisi ödeyerek hür tebaa statüsünde yaşıyorlardı. Hz. Peygamber, Müslümanların oluşturduğu toplumda bu inancı paylaşmayanların inanç hürriyetine, can ve mal güvenliğine sahip olarak yaşamalarına imkan tanımıştır. Hicretten hemen sonra Medine'de bulunan müşrik ve Yahudi toplumları ile bir sözleşme yaparak bu uygulamanın ilk adımını atmış olduğunu daha önceki konularda anlatmıştık. Bu suretle bir çok dinî-kültürel grubun birarada yaşamasını mümkün kılan bir yapı oluşmuştur. Daha sonra Medine'deki Arap kabilelerinin tamamen Müslüman olması ve Yahudi kabilelerinin şehirden çıkarılması ile Medine'de yalnız Müslümanlar kalmıştır. Bununla beraber başşehir dışında, Hayber, Vâdilkurâ, Fedek, Maknâ ve Teymâ'da Yahudiler; Eyle, Ezruh, Dûmetülcendel ve Necran'da Hristiyanlar; ayrıca Hecer ve Bahreyn'de kısmen Mecusiler oturuyordu. Buraların halkıyla yapılan anlaşmalar sayesinde gayr-i müslimler dinî ve hukukî temele dayalı kültürel kimliklerini koruyarak İslâm toplumunun içinde yaşamaya devam etmişlerdir.[705] Peygamberimiz zimmîye zulüm haksızlık yapan, ona gücünün üstünde sorumluluk yükleyen ve ondan arzusu dışında bir şey alan kimseye kıyamet günü bizzat kendisinin hasım olacağını söylemiştir.[706] Yapılan antlaşmalarda onların canlarını, mallarını, dinlerini, ayin ve ibadetlerini, mabetlerini ve din adamlarını hukukun himayesi altına almıştır.[707] Muâhidi öldürenin cennete giremeyeceğini söylemiştir.[708] Hz. Peygamber zamanında Mekke'nin Fethi'ne kadar, yarımadanın içinden meydana gelen göçler sayesinde başşehir Medine'nin nüfusu artmıştır. Halk yine bedevî ve hadarî olmak üzere iki tarzda yaşamaya devam etmiştir. Fakat Hz. Peygamber medenî bir toplum kurmayı hedeflemiştir. Bu bakımdan Medine'ye yapılan göçlerle şehirleşmeye doğru bir gelişme yaşanmıştır. [704] Câbirî, İslam'da Siyasal Akıl, çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 1997, 188-189. [705] Ahmet Özel, "Gayri Müslim", DİA, XIII, 420. [706] Beyhakî, IX, 205. [707] İbn Sa'd, I, 288. [708] Ebû Dâvud, III, 191. |