๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hukuku İslamiye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 10 Mart 2010, 18:23:24



Konu Başlığı: Vekilin Azil Ve İn´izaüne Dair Meseleler
Gönderen: Ekvan üzerinde 10 Mart 2010, 18:23:24
Vekilin Azil Ve İn´izaüne Dair Meseleler :



135 - : Bİr müvekkil, vekilini dilediği vakit vekâletten azledebilir. Çünkü vekâlet, müvekkilin hakkıdır, onu iptal edebilir. Velev ki vekâ´et-i devriyye suretiyle olsun.

Meselâ : Bir kimse bir zata hitaben «Seni her ne zaman azledersem sen benim vekilimsin» deyip o da kabul etse aralarında bir vekâ´et-i dev­riyye vücuda gelir. Çünkü vekâletin şarta taliki sahihdir. Artık müvekkil onu azil edemez, zira her azil ettikçe vekâlet teceddüd eder.

Fakat Şemsüddin-i Serahsî´nin beyanına göre bu hususda esah olan şu­dur ki, müvekkil «Ben seni bütün vekâletlerden azlettim» dese bu azil, mu­allâk olan tevkile de, muallâkünaleyh olan tevkile de mühsarif olur. Eğer bu azil caiz .görü´mese vekâlet, ukud-i Iâzimeden kılınmış olur, bu ise hükm-ü şer´îyi tağyire müeddi olur. Vekâletin bir akd-i lâzim telâkki edil­mesi ise bâtıldır (Mebsût).

136 - : Tevkile başkasının hakkı tallûk etmiş olursa vekilin azli, hak sahibinin* rizasına tevakkuf, eder.

Meselâ : Bir medyun, malını rehin edip de borcun vâdesi hululünde rehni satmaya birini, meselâ mürtehim akd-i rehin zamanında veya bilâhare tevkil etmiş bulunsa artık mürtehinin rizası olmadıkça bu vekili azil edemez. Bey´i büvefaye tevkil de böyledir. Yani : Bir malı müşteriye vefaren saU maya vekil olan, müşterinin rızası olmadıkça azledilemez. Zira bu da rehh\ hükmünde olup buna müşterinin hakkı taâl´ûk etmiştir- Beyi bilvefa meb-hasine müracaat.

Kezalik : Bey´e vekil olan, semtni kabza hâkimin emriyle müvekkilini tevkil etse artık onu azil edemez.

Kezalik : Bir medyun, muaccel olan borcunu semeninden almak için bir malını satmaya dâyini tevkil etse bu dâyini azil edemez. Borç müeccel ol­duğu takdirde ise azil edebilir (Bahriraik, Hindiyye).

137 - : Müddeinin talebi üzerine müddeaaleyh birini müddeinin huzu­runda veya haberdar olmak üzere gıyabında husûmete tevkil etse artık bunu müddeinin gıyabında azil edemez. Çünkü kendisi de intifa edebileceğinden müddei dâvasını takip edemeyip mütezarrır olabilir.

Fakat müddei, husûmete tevkil ettiği kimseyi müddeaaleyhin rızasına muhtaç olmaksızın azil edebilir. Çünkü müddei, hak sahibi olduğundan hak­kını dilerse bizzat takip eder, dilerse bilKüIliyye terk ve tehir edebi´ir (Bahr. Hindiyye). ´

138 -: Bir hâdise hakkında husûmete vekil olan, azil edildikten sonra o hâdise hakkında müvekkilinin lehine şe"hade,tte bulunacak olsa İmam Ebû Yusuf´a göre şehadeti mjitîaka kabul edilmez. Çünkü o; vekâleti kabul etmiş olmakla müvekkili makamına kaim olmuştur. İmamı Âzam ile İmam Mu-hammed´e göre bakılır : Eğer ohâdiseden dolayı hâkimin meclisinde icrayı vekâlette bulunmuş ise bilâhare bu şehadeti kabul olunmaz. Fakat vekâlette bulunmamış ise kabul olunur. Zira müvekkilinin makamına kaim olması, hâkimin huzurunda mahasamuda bulunmuş olmasiyle tahakkuk eder. (Meb-sut).

139 - : Gaib o´an bir müddeaaleyhin vekili, müvekkilinin kendisini azil - etmiş olduğunu iddia ettiği halde müddei. onu tekzib etse bu vekilin bu azil

iddiası kabul olunmaz.

140 - : Bir vekil, kendisini müvekkilinin rızası olmasa da huzurunda veya gıyabında vekâletten azil edebilir. Çünkü vekâ´et, gayrı lâzım bir akid-dir, bir,teberru demektir. Bir kimse buna mecbur tutulamaz. Şu kadar var ki, müvekkilinin gıyabında vekâletten istifa ederse bundan müvekkilini ha­berdar etmesi lâzımdır.

Fakat bu vekâlete - yukarıdaki meselelerde yazıldığı üzere - başka­sının hakki tallûk etmiş olursa vekil, - o başkasının rizası olmadıkça - nefsini vekâletten azil edemez, vekâleti ifaya mecbur olur.

141 - Vekil, nefsini azle müstahik olduğundan müvekkelünbihi ifadan imtina etse veya bu hususda tehavün ve tekâsül gösterse bu yüzden müvek­kiline "terettüb edecek ziyam zâmin olmaz-

Mesc´â : Bir medyun sefere giderken bir kimseye «Bu malımı satarak semeninden filâna olan borcumu ver.» diye emir etmiş olmakla o kimse bu malı sattığı halde semenini bir müddet dâyine vermese de bu semen elinde tea´ddisi ve taksiri olmaksızın telef olsa bunu zâmin olmaz,

Keza´ik : Bir malı satmaya vekil olan, bir tehavün neticesi olarak o malı satmasa da o mal çürüyüp telef olsa bu vekile zaman lâzım gelmez (Tenkih).

142 - : Müvekkili tarafından gıyabında kasden azledilmiş olan bir ve­kil, haberi azi1 kendisine vâsıl oluncaya kadar vekâleti haiz bulunur. Bu vakte kadar olan tasarrufu, müvekkili hakkında nafizdir. Aksi takdirde ve­kil mutazarrır olur. Bundan bir mesele müstesnadır. Söyle ki : Bir kimse husûmete tevkil ettiği bir gaibi haber-i vekâlet, kendisine henüz vâsıl olma­dan azil edebilir. Çünkü bu takdirde, vekâlet henüz mün´akid olmuş olmadı­ğından müvekkilin bu azli, vekâlet hakkındaki icabından rücu demektir. Fakat haber-i vekâlet kendisine vâsıl olmuş olursa azlini haber almadıkça vekâletten münazil o´maz (Hindiyye, Reddimuhtar).

143 - ; Vekilin mün´azil olması için müvekkilin azline muttali olması lâzımdır. Bu ittilâ dört suretten biriyle olur. Şoyie ki, ya müvekkil vekiline azlini şifahen söyler veya bu hususda yazdığı mektup vekiline vâsıl olur veya bu azli vekiline bir resulü vasıtasiyle tebliğ eder, ve´ev ki bu resul, mümeyyiz bir çocuk olsun, velev ki vekil bunun sözüne inanmasın. Elverir ki müvekkilin resulü olduğunu söy´esin. Ve yahud müvekkilin azlini vekile bir fuzûli haber verir. Bu muhbir, âdil olursa veya âdil olmadığı halde bunu vekil tasdik ederse vekil mün´azil o?ur. Fuzûli olan muhbir en az iki kişi olduğu halde de hükm böyledir (MecmaüTenhür, Reddimuhtar),

144 - : Husûmete veya muayyen bir şeyi satın almaya vekil olan kimse, nefsini vekâletten azil ettikte âz´ini müvekkiline bildirmesi lâzımdır. Azlini müvekkiline bildirnceye kadar vekâlet uhdesnde kalır. Çünkü aksi takdirde müvekkili mutazarrır olabilir. Meselâ : Bir müddet içinde o muayyen şeyi kendi veya başkası namına satın alsa müvekkili için almış olur. Meğer ki .müvekkilinin tâyin ettiği semenden fazlasına almış olsun.´

Fakat bey´e veya gayrı muayyen bir malı iştiraya veya nikâha vekil olan kimse, nefsim azü edince vekâletten mün´azil o-ur- Velev ki azlini mü­vekkiline bildirmesin, çünkü bu takdirde müvekkili mutazarrır olmaz Kuret-tüuyünil´ahyar).

145 - : Bir dâyin, medyunun huzurunda kabzı deyne tevkil ettiği kim­seyi medyunun haberi olmadıkça bu vekâletten a´zil edemez. Çünkü bu tak­dirde medyun onu vekil sanarak borcunu ona tediye etmekle mutazarrır olabilir. Binaenaleyh medyun onun az´ine vâkıf olmadan ona borcunu verse borcundan beri olur. Fakat vekilin azlini haber aldikdan sonra verse beri ol­maz (MecmaüTenhür, Reddimuhtar).

146 - : Bir dâyin, -medyunun gıyabında ondan alacağını kabz için vekil tâyin ettiği kimseyi azil edebilir. Çünkü bu azilden dolayı medyun mutazar­rır olmaz. Meğer ki bu gıyabî tevkile muttali olmuş olsun. O takdirde zahir o´an, medyuna haber verümedikçe vekilin azli sahih olmaz (Reddimuhtar)-

147 - : Bir insan bir hususa dair vekil tâyin etmiş olduğu zevcesini üç talâk ile boşaaa veya kölesini azad etse vekâletleri yine devam eder. Çünkü talâk veya itak bu vekâletin bekasına mani değildir (Mebsut).

148 - : Müvekkelünbihin hitama ermesiyle vekâlet nihayet bulur, vekil de azle muhtaç olmaksızın vekâletten bizzarur mün´azil olur. Çünkü vekilin yapacağı bir şey kalmamış olur. Müvekkelünbih hitama ermesi ise ya mü­vekkilin veya vekilin ifa etmesiyle vücuda gelir.

Meselâ : Bir kimse, bjr şahsı bey´e veya şîrâya veya icareye veya imza-i deyne veya kabz-ı deyne vekil ettikten sonra bunlan vekjl henüz yapmadan müvekkil yapsa artık vekilin vekâletine mahal kalmaz. Bilâkis bunlan mü­vekkil yapmadan vekil yapacak olsa yine vekâleti nihayet bulur (Feyziyye, Reddimuhtar).

149 - : Müvekkilin veya vekilin mutbekan tecennün etmesiyle vekâlet bâtıl olur. Çünkü bunlarda tevkile, ifayı vekâlete liyakat kalmamış olur. Hattâ vekiîı bilâhare ifakat bulsa da vekâleti avdet etmez.

Kezâlik : Vekâlete başkasının hakkı taallûk etmiş olsa da vekilin tecen-nüniyle bâtıl olur. Zira vekilin tasarrufa ehliyeti kalmamıştır. Fakat mü­vekkilin tecennün etmesiyle bâtıl olmaz (Reddimuhtar).

150 - : Vekilin vefatiyle vekâlet zail olur, vârislerine mevrüs olmaz, onun yerine vârislerinden biri müvekkil namına bir tasarrufda bulunamaz. Şu kadar var ki, vekilin a´mış olduğu bu mal, hiyar-ı ayıb i.e bayiine red­dedilmek lâzım gelirse bu hak, vekilin vârisine veya vasisine ait olur, vârisi veya vasisi bulunmazsa bu hak, bir rivayete göre müvekkile bir rivayete göre de hâkimin nasbedeceği vasiye ait,bulunur. Bu hakk-ı red, vekile asa­leten sabit olduğundan vârisine intikâl eder (Mecmaül´enhür)-

151 - : Müvekkilin vefatiyle vekil mün´azil olur. Ve7ev ki müvekkil, bir çocuğun vasisi olsun, velev ki müvekkilin vefatına muttali bulunmasın. Çünkü vekilin azle muttali olması, azil kasdı da şarttır. Yoksa vefat s*ibi, tecennün gibi bir sebeble olan azl-i hükmî de şart değildir. Maamafih gayrı lâzım olan tevkilin devamı için bu babdaki emrin hükmen kıyamı lâ­zımdır. Vefat veya tecennün halinde ise bu emrin kıyamı mutasavver de­ğildir. Hattâ müddeinin taîebi üzerine müddeaaleyh tarafından husumete . tevkil edilen kimse de müddealeyhin vefatiyle veya tecennüniyle vekâlet­ten mün´azil olur. Çünkü bu halde müvekkilin husumeti müteazzir ve bu husumet hakkı vârislerine müntakil olur-

Fakat bu tevkile rehin veya vefaen bey´i gibi bir suretle başkasının hakkı taallûk etmiş bulunursa müvekkilin vefatiyle vekil münazil olmaz.

Meselâ : Bir rehni satıp borcu ödemeğe vekil olan, müvekkilinin vefa­tiyle vekâletten mün´aziî olmaz (Bahrirâik, Hindiyye, MecmaüTenhür. Tekmile).

152 - : Müvekkilin vefatiyle vekili mün´azil olacağı gibi bu vekiîin ayni hususa dair vekili varsa o da mün´azü olur. Çünkü bu ikinci vekil de mü

vekkiün vekilidir. Bu cihetledir ki, evvelki vekilin vefatiyle veya azletme-siyîe bu ikinci vekil mün´azil olmaz.

153 - : Vekâletin zevalini müstelzim bazı sebepler daha vardır. Ezcümle müvekke"ünbih isminin tebeddül edeceği veçhile tebeddül etse vekâlet bâtıl, vekil mün´azU olur. Alınacak arsanın ebniye haline gelmiş olması gibi.

Kezalik : iştiraya vekü olanın elinde müvekkilinin parası telef olsa ve-ki, mün´azil olur.

Kezaİik : Bir kimse, bir alacağını medyundan kabza birisini tevkil et­tikten sonra o alacağım başkasının üzerine havaleten kabul etse vekü mün´azil olur.

Kezalik : Bir kadını nikâha vekü olan, o kadını kendi nefsine izafe ile tezevvüc etse vekâletten mün´azil ve akdi nikâh kendi hakkında mün´akid olur (Tekmiîe).

Aşağıdaki meseleler bu cümledendir :

154 - : Müvekkili aleyhine ikrarı müstesna olmak üzere husumete tevkil edilen kimse, hâkimin huzurunda veya haricde ikrarda bulunsa mün´azil olur.

Kezalik : Müvekkilinin emrine muhalefet eden bir vekil, azli zımnî ile mün´azil olur.

Meselâ : Bir. malı şu kadar gümüş para ile satın akmaya vekil olan, onu altın para ile veya uruzdan bir şey Üe satın alsa vekâletten mün´azil olup o mal kendisine kalır (Tekmile).

155 - : Bir çocuk hakkında babası veya vasisi tarafından tevkil edilen kimse o çocuğun baliğ olmasiyle vekâletten mün´azil olur.

Kezalik : Ticarete mezun bir çocuğun vekili, o çocuğup hacr edilmesi üzerine vekâletten mün´azil o´ur- Velev ki vekil, bu hacre muttali olmasın. Çünkü bu in´izâl bir emri hükmîdir, buna ittilâ şart değildir (Tekmile).

156 - : Aralarında bir akdi şirket bulunan kimseler, bu hususda birbi­rinin vekili olur. Bilâhare veya bunlardan birinin sermayesi daha bir ma! almadan telef olsa şirket bâtıl olacağı gibi aralarındaki vekâiet-i zımniyye de bâtıl olur. Bu malın telef olduğuna bu şerikler gerek vâkıf olsunlar ve gerek olmasınlar. Hattâ bu şeriklerden ikisinin veya birinin bu şirket malla­rında tasarruf için tevkif etmiş Olduğu haricden bir vekü de bu şeriklerin ayrılması üzerine münazil olur. Velev ki bunların bu ayrılmalarına muttali oîmasm (Reddimuhtar ve Tekmilesi).

157 - : Resul, mürsilinin azletmesiyle veya vefatiyle risâletten mün´azU olur. Velevki mürsiîin azline veya vefatına muttali olmasın- Artık bu azil ve­ya vefat tarihinden sonra mürsüi namına yapacağı tebligat ve tasarrufat muteber olmaz. Mürsilin icabı bununla bertaraf olmuş olur.

(Malikî´Iere göre vekil, müvekkilinin vefatına muttali olunca mün´azil olur. Fakat vekil, başka beldede bulunduğu takdirde müvekkilinin vefatına muttali olmadıkça mün´azil olmaz. Bunda ittîfak vardır. Müvekkili üe bir bel dede bulunduğu ve kendisinin vekili olduğunu bildiği takdirde ise müvekkili­nin vefatına muttaÜ olmayınca-mücerred bu vefat ile mün"azü olup olmaya­cağına dair iki kavil vardır- Râcih olan, muttali olmadıkça mün´azil olmaması dır (Şerh-i Kebir, Düsûkî).

Şafiî´lere göre de vekâlet, iki tarafdan caiz, gayrı lâzım bir akiddir. Binaenaleyh müvekkil, vekilini huzurunda azledebilir. Gıyabında azle ge­lince bunda iki kavil vardır. Bir kavle göre bununla da vekil derhal mün´azi! olur. Çünkü olur. Çünkü azil, rizaya muhtaç o´madığından ilme de muhtaç olmaz- Şu kadar var ki bu kıyabî azle işhad mendubdur. Zira vekilin tasar­rufundan sonra müvekkilin aonü azletmiş olduğuna dair iddiası bİ´â şuhûd kabul olunmaz. Diğer bir kavle göre ise vekil, bu azlini haber almadıkça müa´azil olmaz (Tuhfetü?muhtaç).

Hanbelî´lere göre de müvekkil, vekilini azledebilir, velevki tevkiî, bir vekâlet-i devriyye suretiyle olsun. Meselâ : Müvekkilin «Seni her azlettikce vekil tâyin ettim.» demesi bir vekâlet-i devriyyedir- Çünkü bu vekâlet, azl ile beraber deveran edip durur.´ Müvekkil «Seni her tevkil ettikçe az´ettim.» demedikçe vekil vekâletten mün´azil olmaz. Fakat böyle deyince mün´azil olur. Bu tâbir, şarta, yani tevkile muallâk bir feshdir. Fesh-i mualâk ise şahindir.

Müvekkil iflâs edip müvekkeiünbih de tasarrufattan hacr edilmiş olunca da vekili mün´azil olur (Keşşafülkına).

Zahirîlere göre de kimse, vekilini azil ve yerine başkasını tevkil edebi­lir. Buna hasmı mani olamaz. Çünkü bir kimse kendi haklarında dilediği gibi tasarrufda bulunabilir, bunda hasmına bir zarar yoktur. Belki zarar, bir kimseyi kendi haklarındaki tasarrufdan menetmekdedir. Meğer ki bu men´i icap eden bir delil bulunsun.

Bir vekil, gıyabında yapılan azil haberini almadıkça müvekkilinin emri­ne binaen yapacağı şeyler müvekkili için lâzım olur. Veievki aradan uzun bir müddet geçsin. Amma azline muttali olduktan sonra yapacağı şeyler, müvekkili namına nafiz olmaz, belki fesh olunur. Nitekim bu hükm, hâkim­lerin, valilerin; kumandanların aziMeri hususunda da carîdir-

Vekâlet, müvekkilin mevtiyle bâtıl olur. Bundan vekilin haberdar olup olmaması müsavidir. Çünkü müvekki´in vefatiyle emvali vârislerine intikal eder. Artık bunların tevkil etmedikleri bir kimsenin bunların mallarında hükmü carî olmaz. îmamül müsliminin vefatı böyle değildir. Onun vefatiy e onun tâyin etmiş olduğu hâkimler, valiler ve saire mün´azil olmazlar. Me­ğer ki onun ha´efi olan imamül müslimin tarafından azledilsinler. Çünkü

müslümanların iğlerine bakacak bu gibi memurların vücudlarma daima ih tiyaç vardır. Resulü Ekrem, Sallallâhü Taâlâ aleyhi veseMem efendimiz da nahırete irtihâl buyurduklarında Mekke-i Mükerremede, Yemenide Bah­reyn´de ve sairede bulunan valileri vazife´erine devam etmiş, bunların ir tihâl-i nebeviye vâkıf ohnadan evvelki hükmleri yine nafiz bulunmuştur. Bunda Ashab-ı Kiramından hiç bir zat muhalefette bulunmamıştır. (Elmu-hallâ)- [25]

Vekâlete, Risalete Dair İhtilâflar ;



158 - : Bir kimsenin vekâleti inkâr edilse mücerred bu vekâlet, dâva ve isbat olunamaz. Meğer ki sahih bir dâva zmıminda sübûtuna hükm edilsin.

Meselâ: Bir kimse, bir şahıs aleyhine dâva açıp «Ben filân zatın bu şahısda olan şu kadar alacağım dâva ve kabza vekiliyim.» deyip o şahıs da borcu ikrar edip bu kimsenin vekâletini inkâr etse bu kimse, vekâletini beyyine ile isbat edebilir. Bu vekâlet sabit olunca hâkim bu kimsenin o zat tarafından vekil olduğuna ve dâva ve ikrar edilen borç paranın kendisine verilmesine hükm eder (Dürer).

159 - : Vekâlet, mücerred hasmın tasdikiyle sabit olmaz.

Binaenaleyh bir kimse, mahkemede hazır bulunan bir -(şahıs muvacehe­sinde «Bu, benim hasmım gaib filânın vekilidir.» diye ikrar, o şahıs da bu. vekâleti itiraf etse mücerred bununla vekâlet sabit olmaz. Böyle bir vekiiin huzuriyle yapılan muhakeme, muteber değildir. MeseTâ O kimse, bu vekilin huzurunda o gaibden bir hak talebinde bulunarak müddeasını beyyine İle isbat eylese kabul olunamaz (Feyziyye, VakıatüTmüftîn).

160 - : Bir kimsenin bir hususa vekil olduğu inkârına mukarin iddia edi­lerek beyyine ile isbât edilmek istenüse bakılır : Eğer müddeinin vekili ol­duğu id

161 - : Bir kimse, bir medyuna müracaatla dâyin tarafından deyni kab­za vekil olduğunu iddia, medyun da onu tasdik etse deyni bu kimseye teslim lâzım gelir. Artık dâyin hazır oluncaya kadar bunu vekilden istirdad ede­mez. Velevki onun vekil olmadığı ikrariyle sabit olsun.

Bilâhare dâyin zuhur edip de o kimsenin vekâletini tasdik ederse veya tekzibine rağmen o kimse bu vekâleti beyyine ile isbât eylerse deyin öden­miş olur. Fakat bu vekâlet tasdik veya beyyine ile sabit olmazsa dâyin, onu tevkil etmediğine yemin edince medyunun borcunu dâyine tekrar vermesine emrolunur. Medyun da vermiş olduğunu eğer mevcud ise aynen, vekilli elinde müstehlek ise bedelen istirdad eder. Çünkü bunu vekile vermesinden gayesi, beraeti zimmeti idi, bu gaye hâsıl olmamıştır- Amma deyni namın* verdiği şey, vekilin elinde telef olmuş, ise medyun bunu vekile tazmin et-tirememiş. Zira bunun vekâletini evvelce tasdik etmiş olmakla bunun bu deyni kabzda muhîk olduğunu itiraf etmiştir.

Şu kadar var ki, bu vekil bu deyni kabz ederken medyuna «Eğer dâ­yin gelir de benim vekâletimi inkâr ederek alacağım senden tekrar abrsa onun senden alacağı meblâğa zâminim.» demiş bulunursa bu takdirde med­yun, dâyinin kendisinden alacağı meblâğı bu vekilden alabilir.

Kezalik: Medyun, bu vekâleti tasdik etmekle beraber borcunu bu vekile vermiş olsa veya vekil, bu parayı isterken «Seni bu borçdan ibra etmekli-ğim şartiyle bu borcu kabzettim.» demiş bulunsa yine bunu vekilden istir­dad edebilir (Hindiyye, Haniye, Tekmile).

162 - : Vekil, müvekkilinin emrine binaen kendi malından müvekkili­nin borcunu ödediğini iddia, müvekkil de tasdik ederek ödenen borcun bede­lini vekile tediye ettikten sonra dâyin, bu alacağım vekilden aldığını inkâr, ve beyyine ile sabit olmamakla yemin de etse müvekkilden bu alacağını is­teyip alabilir. Bu halde müvekkil de verdiği bedel ile vekile rücu eder. Onu evvelce tasdik etmiş olması, bu rücua mani değildir. Çünkü bu takdirde müvekkilin zimmetindeki borcu vekilin kendi maliyle ödeyerek buna müs-tahik olmuş olduğu sabit olmamıştır (Tekmile).

163 - : Müvekkil, bir şahsa olan borcunu ödemek için vekile bir mik­tar para verip de badehu vekilin bu parayı verdiği dâyinin ikrariyle veya inkârına mukarin beyyine ile veya yeminden nükuliyle sabit olsa müvekkil borcundan, vekil de aldığı tazminden kurtulmuş olur. Veküe ayrıca yemin lâzım gelmez.

Fakat vekil bu parayı dâyine vestiığini iddia, müvekkil de kendisini tas--dik ettiği halde dâyin, bu parayı aldığım inkâr ve beyyine bulunmadığı ci­hetle bunu almadığına dair yemin de etse söz dâyinin olur, alacağını mü­vekkilden alır. Fakat müvekkil,-vekiline rücu edemez. Zira onu tasdik et­miştir.

Şâyed bu hususda vekili hem dâyin, hem de medyun olan müvekkil, tekzib ederse bu parayı yine müvekkilin dâyine vermesi lâzım gelir, vekil ise yeminiyle tasdik olunur, bu parayı tazmin etmesi lâzım gelmez. Çünkü o; emindir, bu para kendisine emaneten verilmiştir. Emaneti ehline iysâl ettiğini iddia eden her´emin ise yeminle .tasdik olunur. Fakat yeminden nükûl ederse bu varayı müvekkiline zâminolur (Hindiyye, Bahrirâik).

164 - : Bir kimse, medyununun zimmetindeki alacağı paradan bir şahsa olan borcunu tediye etmek üzere medyununa emir, o da kabul etse o kimse müvekkil, bu medyun da vekil mesabesinde bulunur. Bu halde bu vekil, o borcu tediye ettiğini iddiada bulunsa, dâyin ise bu tediyeyi inkâr etse bu vekilin bu tediye iddiasında tasdiki icap etmez, bunu beyyine ile isbâta mec­burdur. Çünkü tediye edeceği para ve sair bir mal, elinde emanet değil zim­metinde mevcud, bu cihetle mazmun bir şeydir- Binaenaleyh tediye iddiasını isbât edemezse bunu tazmine mecbur olur. Meğer ki müvekkil, vekilin bu iddiasını tasdik etsin. O ha´de vekil borcundan beri olur. Fakat bu tasdik ile dâyinin o parayı kabz etmiş olduğu sabit olmaz. Belki yeminiyle söz, dâyinin olur, yemin edince alacağını müvekkilden alır.

Maamafih Vekil müvekkilinin tekzibine karşı bu tediye iddiasını beyyine ile isbât edemeyince müvekkilin yemin etmesini taleb edebilir. Müvekkil, o parayı vekilin dâyine verdiğini bilmediğine tahlif olunur, yemin ederse ve­kilden alacağını alır, nükûl ederse vekilden tediye ettiğini iddia ettiği mik­tar borç sâkit olur (Hindiyye).

165 - : Bir deyni, meselâ: Bir borç parayı veya mebiin veya mecurun bedelini veya magsup veya müstehlek bir şeyin bedelini kabza vekil olan, bu deyni kabz ederek müvekkiline teslim ettiğini veya bunun kendi elinde telef olduğunu iddia ettikde bakılır: Eğer müvekkili bu iddia zamanında ber-hayat ise vekilin bu iddiası kabul olunur, kendisine zaman lâzım gelmez, medyun da borcundan kurtulmuş olur. Fakat müvekkili vefat etmiş ise ken­disine bu İddiasına binaen zaman lâzım gelmez. Çünkü kendisi emin ittihaz edilmiştir. Müvekkilinin vefatiyle vekâleti zail olmuş ise de haiz olduğu emanet vasfı zail olmamıştır. Fakat bu iddiası müvekkilinin a´acağına te­sir etmez, bununla müvekkilinin alacağı medyundan sâkit olmaz. Zira bu ikinci takdirde müvekkilinin vefatiyle vekâlet zail olmuş, veki´in iddia et­tiği şeyi artık yapmağa salâhiyeti kalmamıştır. Meğer ki vekilin bu deyni müvekkilinin hayatında kabz etmiş olduğu beyyine ile veya varislerinin tasdik?eri ile sabit olsun (Dürerülhükkâm).

166 - : Me´dyun, kabz-ı deyne vekil olan kimsenin muvaccehesinde bor-ucnu dâyine vermiş veya borcundan kendisini dâyinin ibra etmiş olduğunu iddia etse bakılır: Eğer medyun bu iddiasına iki şahid ikame ederse bunun­la ifa veya ibraya hemen hükmedilmez. Çünkü müvekkil, gaibdir. Şu kadar var ki vekil de borcu kabz edemez. Bu husus müvekkilin hazır bulunması­na kadar tehir edilir. Amma medyunun bu iddiasına beyyinesi bulunmazsa borcunu vekile vermeğe mecbur o\vx. Zira vekâlet ile borç sabittir- Tediye ve ibra iddiası ise mücerred bir dâvadır. Bu halde vekile de bu borcun ve­rildiğini veya ibra edildiğini bilmediğine yemin verdirüemez. Çünkü vekil, nâibdir. Naibe ise yemin teveccüh etmez. Ancak medyun bu borcu vekile verdikten sonra dâyine müracaat ederek onun bu borcu istifa etmemiş veya ibra eyîıememiş olduğuna dair kendisine yemin verdirir. Dâyin yemin edince hükm hali üzere kalır, nükû1 ederse hükm bozulur, makbuz istirdad olunur. Şâyed makbuz vekilin elinde telef olmuş ise medyun, vekilden bir şey iste-. yemez, müvekkile müracaat eder. Çünkü vekilin eli, müvekkilin eli gibidir (Mecmaül´enhür, Dürrümuhtar).

167 - : Müvekkil ile vekil bir aynin büvekâle kime verileceği hakkında ihtilâf ederek müvekkil «Bu malı Zeyd´e vermek üzere emretmiştim-» deyip vekil de «Amre vermek üzere emretmiştin, ona´ verdim.» dese söz, vekili-lindir (Bahrirâik).

168 - : Bir malı, meseîâ: Bir elmas yüzüğü satın almaya vekil, aldığı malı müvekkili için aldığını beyan, müvekkil de onu vekilin kendisi için almış olduğunu iddia etse bakılır: Eğer müvekkil o malın semenini vekile vermiş ise söz maâlyemin vekilindir. O mal gerek muayyen olsun ve gerek olma­sın ve o mal gerek vekilin eîinde telef olmuş veya tagayyüb etmiş olsun ve gerek olmasın. Çünkü semen, vekilin elinde emanettir, sonra da vekil uhdei emanetten memur* olduğu veçhile çıktığını iddia etmektedir. Binaenaleyh bu hususda tasdik olunur.

Fakat müvekkil, semeni vekile vermemişle alınan mal da telef olmuş ve­ya tagayyüb etmiş ise söz müvekkilindir. Zira müvekkil, vekilin kendi üzerine hakk-ı rücuunu münkirdir. Alman mal vekilde mevcud bulunduğu takdirde ise söz, imameyne göre vekilindir (Mecmaül´enhür, Tekmile).

169 - : Veki\ bir malı kendi veya müvekkili parasiyle aldığını tasrih etmeksizin satın aldıkdan sonra bu mah kendisi için niyet ederek aldığını iddia, müvekkil de «Benim için niyet eylemiş idin» diye dâva etse verilen para hakem kılınır. Şöyle ki: Bu para müvekkilin parası ise setin alınan şey müvekkilin o!ur. Bilâkis vekilin parası ise o şey vekilin olur. Mebiin pa­rası henüz verilmemiş ise vekilin beyanına müracaat olunur (Minhatürhâiik). .Satın alınırken hiç bir taraf namına niyet edilmediğinde müvekkil ile vekil müttefik bu´unursa alınan §ey, İmam Muhammed´e göre vekilin olur. Çünkü herkesin kendi nefsi için amel etmesi asıldır. Müreccah görülen de budur, imam Ebû Yusuf´a göre yine verilen para hakem kılınır (Bahrirâ­ik, Hindiyye).

170 - : Vekil, aldığı şeyi müvekkili için aldığını iddia, müvekkil de onu kendi nefsi için aldığını dermeyan etse söz müvekkilin olur. Çünkü vekilin kendisine semen ile rücuunu münkirdir- Fakat müvekkil, alınacak şeye ait parayı vekil vermiş ise söz vekilindir. Zira vekil, emindir. Uhde-i emanet­ten çıkmasını istemektedir. Alınan şey telef olmuş ise söz, imameyne göre yine vekilindir. Velevki parası vekile verilmiş olmasın (Bahr, Ankaravî).

171 - : iştiraya vekil olan, bir malı alıp getirdikten sonra müvekkili ile ihtüaf edip müvekkil, «Bu benim mailindir, fi´ân benden gasbetmişti. diye iddia, vekil de «Bit t ilânın malıdır; bunu senin için aldım.» diye beyan edince bakılır; Eğer müvekkil, semeni vekile vermiş ise söz vekilindir, ver­memiş ise söz müvekkilindir, vekil müddeasım isbât etmedikçe semen ile müvekkile rücu edemez. İkisi de beyyine ikame etse vekilin beyyinesi evlâ­dır (Hindiyye).

172 - : Bir mah satın almaya veki\ o malı kadîm ayıbından dolayı bayie red etmek istedikde bakılır: Eğer bayi bu ayıba müvekkilin razı oldu­ğunu iddia, vekil de bunu inkâr etse bayiden beyyine istenir. Beyyine ika me edemezse mebi kendisine red edilir, vekile yemin tevcih edilemez. Bi lâhare bayi, müvekkil hazır olunca onun muvacehesinde rizasım isbât ede­mezse ona yemin tevcih edebilir, nükû! ederse bayi ile muhasamaya hakkı kalmaz, fakat alınan mal vekilin mülkünde kalır. Meğer ki müvekkil bunu kabul etsin veya vekil, müvekkilin rizasmı isbât eylesin, o halde o mal mü­vekkilin olur (Hindiyye Haniye). i

173 - : Müvekkil ile vekil, satın alınan şeyin semeninde ihtilâf ettikde bakılır: Eğer semen vekile verilmiş ve alınan şeyin kıymeti vekilin iddiası­na muvafık bulunmuş İse söz vekilindir. Çünkü vekiî, emindir, fazla mikta­rın tazminini münkirdir. Fakat müvekkilin iddiasına muvafık ise söz müvek­kilindir, vekil onun emrine muhalefet etmiş olur.

Meselâ: Yüz liraya bir yüzük almaya vekil o?an, bu yüz lirayı müvek­kilinden aldıktan sonra bir yüzük satın alsa da bunu yüz liraya aldığını id­dia, müvekkil de elli liraya aldın diye dâva etse yüzük değeri esas ittihaz edilir.

Amma, vekil, semeni müvekkilden almamış, alınan şeyin kıymeti de müvekkilin dâvasına muvafık bulunmuş olursa söz müvekkilin oîur. Alınan şeyin kıymeti vekilin iddiasına muvafık olduğu takdirde ise aralarında teha-lüf cereyan eder, ikisi de yemin ederse beyinlerindeki akd-i hükmî, fesh ve alınan şey veki´e terk olunur. Çünkü müvekkil ile vekil, bayi ile müşteri menziline tenzil olunarak bunlar, bu veçhile semenin miktarında ihtilâf edin­ce aralarında tehalüf ceryan eder (Bahrirâik.)

174 - : Bey´e vekil olan, sattığı malların bedellerini Örf ve âdet üzere emini yediyle müvekkiline göndermiş olduğunu iddia, müvekkil de bunların, bazılarını aldığım inkâr etse söz meâl´yemin vekilin olur- Velevki böyle pey­derpey gönderdiği meblâğın tafsilâtını - aradan uzun bir müddet geçmiş olduğundan - bilmesin (Tekmile).

Kezalik: Bey´e vekil olan, mebiin semenini müvekkilin müşteriden kabz ettiğim veya müşteriye olan bir borcuyle takasda bulunduğunu iddia, müvek­kil ise inkâr etse söz meâl´yemin vekilindir. Bu kabz veya takas vukuuna yemin edince müvekkiline bir şey zâmin olmaz. Nitekim bu semeni müsteriden alıp müvekkile bizzat teslim ettiğini iddiada bulunduğu takdirde de söz vekilindir, bunu zâmin olmaz. Fakat yeminden nükûl ederse bu semeni mü­vekkiline zâmin olur (Haniyye, Ankaravî).

175 - : Bey´e vekil olan, mebii müşteriye henüz teslim etmeden «Ben o mah filân kimseye sattım, semenini ben kabz ederek müvekkilime ver­dim.» veya «Semeni elimde telef oldu.» veya «Semeni bizzat müvekkilim müşteriden aldı.» deyip müvekkil de daha satış vaki olmadığını ve semeni kabz etmediğini söyleyerek vekiü tekzib etse bakrhr: Eğer müvekkil´o malı vekile teslim etmiş ise söz vekilindir. Müşteri o malın semeninden beri olur-Vekil de bu iddiası üzerine yemin edince zamandan kurtulur. Fakat veki! yeminden nükûl ederse semeni zâmin o´ur.

O satılacak malı müvekkil vekile teslim etmemiş ise vekil, o mah sat­tığına dair iddiasında yine tasdik olunur. Çünkü haber verdiği şeyi filhâî inşaya kadirdir, tekzibe mahal yoktur. Fakat semeni müvekkilin kabz etmiş olması hakkındaki iddiasında tasdik olunmaz. Bu halde müşteri dilerse se meni yeniden müvekkile vererek mebii kabz eder, dilerse bey´i fesh ey´er. Vekil «Senini kabz edip müvekkilime verdim.» veya «.Ben kabz ettikten sonra elimde telef oldu.» demiş olunca bu semeni müşteriye vermesi lâzım gelir-

Müvekkü, bey´in vukuu ve semenin kabzı hususunda vekili tasdik edip ancak semenin kendisine verildiği veya telef o´duğu hususunda vekili tekzib etse söz yeminile vekilin olur. Bu halde vekilin tekrar semen talebine hakkı o1amaz, mebii müşteriye teslime mecbur bulunur (Ankaravil.

176 - : Vekil, satmak üzere müvekkilinden aldığı eşyanın bir kısmını satıp bir kısmım satamamakla kendisine iade ve teslim etmek istediğinde müvekkil, «Bu eşya benim değildir, senindir.» diye ihtilâfta bulunsalar söz vekilindir (Abdürrahim fetavası).

177 - : Müvekkil, vekilin bâdelazil mubayaada bulunduğunu, müşteri de mubayaanın kablelazil vuku bulduğunu iddia etse müvekkilin beyyinesi tercih o´unur. ikisi de târih beyan etmemiş, ikisi de ayni tarihi beyan et miş veya bunlardan biri tarih beyan edip diğeri beyan etmemiş olduğu tak­dirde de hükm böyledir.

178 - : Müşteri, sabık bir tarih beyaniylc mubayaanın vekil tarafından kablelaziî vukuunu, müvekkil de lâhik bir tarih beyaniyle bâdelazil vukuunu´ iddia etse müşterinin beyyinesi tercih olunur.

179 - : Müvekkile, akdi nikâhı vekilin bâdelazil yaptığını, zevç de ni­kâhın kablelaziî yapıldığını iddia etse-müvekkilinin beyyinesi râcih olur. ikisi de tarih beyan etmemiş^ ikisi de ayni tarihi beyan etmiş veya biri tarih beyan etmiş olduğu halde diğeri beyan etmemiş olduğu suretlerin hepsinde de hükm böyledir.

180 - : Zevç, vekilin tatlik azlinden sonra* olduğunu, zevce de azlinden evveî olduğunu iddia etse zevcenin beyyinesi râcih olur. İkisi de tarih beyan etmese veya ikiside aynı tarihi beyan etse veya birisi tarih beyan ettiği hal­de diğeri, beyan etmez bu suretlerin hepsinde hükrn böyledir.

181 - : Vekil, kendisini filân kimsenin şu hususa vekil tâyin edip bu­nunla hâkimin de hükm etmiş olduğunu tarih beyan ederek iddia, o kimsenin meselâ kardeşi de bu kimsenin o tarihden mukaddem vefat etmtş olduğunu dermeyan etse vekilin beyyinesi râcih oîur (Ankaravî, Aliyyül´imâdî, Etta-rikatül´vazıha.)

182 - : Memur, haneyi tamir ettirdikden sonra sarfiyatın miktarında âmir ile ihtilâfda bulunsalar bina ehli hibreye, erbabı vukufa keşfettirilir, bunlar hangisinin iddiasında ittifak ederlerse söz onundur. îhtilâf ettikleri takdirde söz, meâl´yemin ziyadeyi İnkâr edenindir. Beyyine ise ziyadeyi id­dia edenindir.

183 - : Âmir, nafakaya sarf edilen miktarı tamamen veya kısmen in­kâr ettiği halde memur, âmirin emri veçhile sarf ettiğini iddia etse bu id­diasını isbata mecbur olur. Isbat edemediği takdirde söz «Memurun o veç­hile sarf ettiğini bilmediğine» dair yeminiyle âmirindir. Fakat âmir, sarf edilecek parayı evvelce memura verip de bedahû kendisi bunun tamamen sarf edilmediğini, memur da sarf edildiğini iddia etse söz, yeminiyle memurun olur (Surretülfetava).

184 - : Bir muamelede bulunan, meselâ bir malı satan kimsenin o hu-susdaki vekil mi, resû! mü, olduğunda ihtilâf olunsa söz risâleti iddia ede­nindir. Binaenaleyh, vekâleti iddia edenin bu iddiasını isbat etmesi lâzım ge­lir. Lâkin resul akdi nefsine muzaf kılmış olursa «Ben resul idim, vekil değil idim.» diye iddiası makbul olmaz. Meselâ: Bu suretle bir mal satın almış olsa bedelini vermek kendisine lâzım gelir (Haniyye, Tenkih).

185 - : Bir kimsenin idaresinde bulunan bir şahıs, meselâ: Hizmetkârı bir tacirden bir mal satın aldıkdan sonra tacir «Bu malı sen kendine aldın semenini ver.» diye o şahısdan dâva, o şahıs da «Ben o malı filân kimse na­mına filân kimse namma aldım, yani: Akdi onun namına muzaf kıldım, se­menini ondan alacaksın.» diye ihtilâfda bulunsalar söz akdi kendi nefsine izafe kılmadığına dair yeminiyle o şahsındır. Çünkü o, akdin nefsine izafe­tini ve semenin kendisine lüzumunu münkirdir. Fakat ikisi de beyyine ikame edecek olsa tacrin beyyinesi tercih olunur (Tenkih, Tekmile).

186 - : Mukriz, vâd ettiği borç parayı bir şahıs eliyle gönderip de kab-lelvüsûl elinde telef olsa bakılır: Eğer o şahıs,, mukrizin resulü ise bu za­rar mukrîze ait oîur. Ve eğer müstakrizin resulü olup müstakriz onun kab­zını mukir ise bu barar müstakriz üzerine lâzım gelir. Fakat nüstakrii, resülünün kabzını münkir ise söz, müstakrizindir. Resul «Ben o parayı kabz ettim.» dese bile müstakrize zaman lâzım gelmez (Ankaravî). [26]

Vekaletin Hikmeti Teşriiyyesi :



187 - : Vekâletin meşruiyeti, kitabullâh L´e, sünneti nebeviyye ile, bü­tün ümmetin icmaiyle sabittir. Ashab-ı kehfin kendilerine taam satın almak için para vererek içlerinden birini şehre göadermiş olduklarınımll ffâyet kerimesi natıktır. Bu ise bir tevkilden başka bir şey değiMir.

Resûli Ekrem, salîallâhü talâlfi aleyhi vesel´em efendimiz de bazı hu suslara ashab-ı kiramından münasip gördükerini tevkil buyururdu. Ezcümle Hakim Ibni Hizamı kurban almaya tevkil buyurmuştu. Muhacereten Habe-şede bulunan Ümmülmüminin Ummü Habibe Hazretlerini zat-ı risâletpena-hilerine tezvic için de Habeş hükümdarı Necaşîyi veya Amr Ibni Ümmiye-tiz Zamrî´yi vekil tâyin buyurmuştu.

Nebiyyi Zişan Efendimizin Hayber arazisi üzerinde vekâletini haiz na­zırları vardı. Sadakaları tahsil, tevzi için, kısas ve hudud gibi cezaları tat­bik ve bir kısım hukuku istifa için ashab-ı kiramından baz) zatları tevkil buyururdu.

imam Ali Hazretleri, lüzum görülen dâvalar için mahkemede bizzat ha­zır bulunmazdı. Emvale dair bir dâvaya lüzum görülünce bunu takibe bira deri Akiyl Hazretlerini tevkil ederdi. Hazreti Akiyl ihtiyar olunca onun ye­rine Abdullah îbni Cafer Hazretlerini vekil tâyin etmeğe başlamıştı.

Vekâlet usûlü büyük bir ihtiyaca müstenid olduğundan ptedenberi akvam arasında carî olageldiği gibi müslümanlar arasında da carî olmuş, bunun meşruiyeti hakkında ümmetin icmaı da münakit o7muştur.

Şüphe yok ki her kimse, muhtaç olduğu şeyleri temine, mallarının hep­sinde tasarrufa, lüzum gördüğü murafaat ve muhasamatı takibe bizzat kadir olamaz. Bu hususlarda insanların birbirine yardım etmelerine vakit vakit ihtiyaç görülmektedir.

Hattâ Zahirîlerden îbni Hazm diyor ki: «Müslümanlar için birbirinin hukukunu korumak, mutalebede bulunmak bir vecibedir. Bir müslüman için tevkil edilmese de bir din kardeşinin birindeki hakkını onun namına taleb etmek vacibdir. Meğer ki hak sahibi bu hakkından vazgeçsin, meselâ: Borç­lusunu ibra etsin, o zaman bunu başkalarının talebe salâhiyeti kalmaz. Bu husus bir teavün esasına müsteniddir, adaleti ikame vazifesinden ibareettir. İhsan ve ittika hususunda da birbirinize yardım ediniz, adaleti lâyıkiyle te­mine çalışınız» mealindeki ve gibi evamiri ilahiyye de buna delildir. Artık tevkil bulunsun bulunmasın, zalimane muameleleri inkâr etmek, sahibi hazır olsun, gaib olsun br hak ı izhara çalışmak vacibdir. Bu hakkı taleb etmeğe medyunun «Sen ne karışı­yorsun, ihtimâl ki sahibi bunu istemeyecektir.» demesi mani olmaz. O med­yuna deriz ki: «AHah-ü Taâlâ bunun taleb edümesini emretmiştir, artık böy­le yakinen sabit olan bir vecibeyi iddia edilen iskat edemez.»

işte Zâhrî´ler, ihkak-ı hak hususuna bu kadar lüzum görmektedirler.

Sair islâm hukukçularınca ise her müslüman, âmmeyi alâkadar eden hu-sus´arda davacı bulunabilir, şehadet-i hisbede bulunabilir. Bu, müslümanla-rın müşterek vazifeleri cümlesindendir. Fakat şahıslara aid, ferdî haklan nasihatla, irşad ve tenvir ile izhara çalışmak, ahlâkî bir vazife ise de bunu başkalarının fiilen ta´eb ve takib etmesi sahibinin tevkiline mütevakkıftır. Böyle bir tevkil bulunmadıkça bunu takib caiz görülemez, bundan bir takım mahzurlar teveilüd edebilir.

Ancak şunu da i´âve edelim ki, vekâletten asit gaye, herhangi bir kim­seye meşru surette yardım etmektir, herhangi bir hakkın tecellisine hizmet­te bulunmaktır- Yoksa gayrı meşru surette yardım etmek, husamatta bulun­mak caiz değildir. Meselâ müvekkili haksız yere kazandırmak caiz olmadı­ğı gibi müvekkilin hakkını lâyıkiy´e takib etmeyip hasmının haksız olarak kazanmasına sebebiyet vermek de caiz olmaz. Böyle bir hareket; zulümdür, ruh-ı adaleti müteellim edecek bir vicdansızlıktır, buna hiç bir temiz kalbli İnsan cür´et edemez, her mütedeyyin insan böyle bir hareketin mânevi ceza­sından titrer durur. Nitekim bir hâdis-i şerifde buyurulmuştur. Yani: Her kim kendisine ait olmayan bir şe­yi, kendisinin hakkı imiş gibi iddiaya kalkışırsa bizden değildir, o, oturaca­ğı âteşin cehenneme hazırlansın. Ne elîm akıbet!.

Hattâ mümkün olduğu kadar muhasamattan geçinmeUdir onunla bunun­la lüzumsuz yere uğraşıp durmaktan sakınmalıdır. Bunun neticesinde büyük

mesuliyetler yüz gösterebilir hadisi şerifi, bize bu hakikati telkin etmektedir. Yani: însan için müttası´ halk ile hu­sumetlerde bulunmak günah olmaya kâfidir. Binaenaleyh lüzumsuz husumetlerden kaçınmalıdır. Husumette bulunmak icab edince de adaletten, insafdan ayrılmamalıdır- Velhâsıl: îslâm hukukunun tecviz ettiği bir madelet ve nısfet bir ema­net ve sadakat dairesinde yapılan vekâlet´erin meşruiyeti, içtimaî hayatı tanzim, ve teshil, medenî İhtiyaçları tatmin ve izâle edeceğinden her veçhi­le maslahat ve hikmet muktezası bulunmuştur. Bidayetul´müctehİd - Elmlzanülkübra. [27]

[1] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/239-243.

[2] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/244-246.

[3] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/247252.

[4] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/252-253.

[5] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/253-263.

[6] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/263-266.

[7] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/267-278.

[8] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/278-282.

[9] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/282-285.

[10] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/286-287.

[11] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/288-289.

[12] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/289-297.

[13] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/297-298.

[14] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/298-299.

[15] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/300-308.

[16] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/308-310.

[17] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/311-312.

[18] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/312-316.

[19] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/316-323.

[20] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/323-334.

[21] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/334-341.

[22] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/341-345.

[23] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/346-350.

[24] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/350-354.

[25] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/354-360.

[26] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/360-367.

[27] Hukukı İslamiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kamusu, Ömer Nasuhi Bilmen, Bilmen Yayınevi: 6/367-368.