๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hukuku İslamiye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 26 Mart 2010, 09:49:11



Konu Başlığı: Sünnetlerin mahiyeti ve ehemmiyeti
Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Mart 2010, 09:49:11
İKİNCİ KISIM


Süneni Nebevtyyeye Dairdir



İçindekiler: Sünnetlerin mahiyeti ve ehemmiyeti. Sünnetlerin başlı­ca, aksam ve ahkâmı. Kavilerde aranılan şartlar, vasıflar. Sünnetlerdeki istinad, irsal, ittisal ve inkıta, Mürsel hadislerin nevileri ve hükümleri. Hadislerin ravileri, metinleri ve senedleri itibarile Devleri. Haberlerin mahiyyeti ve nevileri, haber mahalleri, yâni: kendilerinden haber veri­len hâdiseler. Bazı rivayetler ve haberler hakkındaki ta´n ve itiraz.

Sünnetlerin mahiyeti ve ehemmiyeti:

383 - : Lügatte âdet, tarikat mânâsına gelen sünnet, ıstılahta: «Resulü Ekrem (Sallâllahü Aleyhiveselîem) Efendimizin bütün mübarek sözleri ile bir kısım fiilleri ve bazı hâdiselere karşı sükût buyurmuş ol­malarıdır» ki bunlar, ümmet hakkında birer delildir, birer dinî hüccet­tir. Bu cihetle sünnetler, süneni kavliyye, süneni fî´liyye, süneni takri-riyye adile üç kısma ayrılmıştır. Kavlî sünnetlere «ehadisî şerife» de denilir.

384 -: Resulüekrem Hazretlerinin bütün mübarek sözleri, fî´lleri ümmet için en güzel bir imtisal nümunesidir. Nebiyyi Zîşan´ın dinî hü­kümlere ait olan bütün sözleri, birer vahyi ilâhî neticesidir. Çünkü Kur1-anıkerim´de: Resulullah havadar söylemez, onun sözü ancak kendisine tebliğ olunan bir vahyi ilâhîdir.) buyurulmuştur. Binaenaleyh Kur´anı Mübîn, Cibrili Emîn vasıtasile ti­lâvet ve tebliğ edilmiş bir vahyi ilâhîden ibaret olduğu gibi hadisler de peygamberimizin mübarek kalbine lâyih olan birer vahyi ilâhînin, birei ilhamı rabbaninin eseridir. Onun için dir ki, hadislere de «vahyi gayri metlüv» adı verilir, bunlar da vahyin «zahir» kısmından sayılır. Hazre-fci peygamberin, bizzat içtihat ve teemmül neticesi olarak beyan buyur­duğu herhangi bir hüküm de «vahyi gayri nıetlûv». vun «bâtın» kısmın teşkil eder. İçtihat bahsine müracaat!.

385 -: Resulüllahın mübarek sözleri birer sünnet olduğu gibi za ti nebevilerine mahsus, hasaisi nebeviyeden mâdut olmayan ve kasd v( ihtiyara müstenid bulunan fî´lleri de birer sünnettir. Dinen memnu olmadiği evvelce malûm bulunmayıp ümmetten sâdır olan herhangi bir ta´ie karşı sükût buyurmaları da o şeyin cevazına işaret olacağından o da bir sünnettir. Fakat küfür ve isyan gibi memnuiyeti dinen malûm olan bir fi´le karşı sükût buyurmaları, onu tecvize asla delâlet etmez.

386 -: Nebiyyi Âlişan´dan kasden sâdır ve teheccüd namazı gibi kendi hasaisi senıyyelerinden gayri mûdud olan bir fî´l, Resulüekrem hakkında farz veya vacip ise ümmeti hakkında da farzdır, vacibdir, Haz-reti peygamber hakkında müstehab veya mubah ise ümmeti hakkında da, müstehabdır veya mübahdır. Böyle sıfatlan malûm olan fî´ilerin hü­kümleri, Resulüekrem ile ümmeti arasında müşterek bulunmuş olur. Böyle bir filin sıfatı bilinmezse ibahaye hami olunur, bize de ittibaı caiz olur. Çünkü bu hâlde müteyakkan olan budur.

387 - : Resulüekrenrin sünnetleri, pek mühimdir, dinî esasların pek mukaddesidir; bunlara ittiba etmek, ümmet için bir vecibedir. An­cak Nebiyyi Zîşan Hazretlerine isnat ve izafe edilen her sünnetin, haki­katen bir sünneti nebeviyye olup olmadığını tedkik icap eder. Bu husus­ta büyük, muhterem muhaddislerin, islâm âlimlerinin meşhud olan ça­lışmaları, ilim tarihinde nâzirİ görülmemiş bir hâlde ve her türlü tasav­vurların fevkinde bulunmuştur.

Her nakl edilen sünnetin râvîleri, muhbirleri nazara alınmış, bun­ların ne derecede itimada lâyık olup olmadıkları tesbit edilmiş, bu hu­susta bir isnad ve an´ane usulü vücude gelmiştir.

Meselâ: Sahihi Buharî´de yazılı olduğu üzere: «Ebu Nü´im, Abdul­lah ibni Dinar´dan, o da ibni Ömer radiyallâhü anhümadan şöyle riva­yet etmiştir: îbni Ömer, demiştir ki: Nebiyyi Ekrem Sallâllâhü aleyhi-vesellem ahundan bir hatem = bir yüzük ittihaz etmişti, nâs da altun-dan hatemler edindiler. Nebiyyi Ekrem sallâllâhü aleyhi vesellem: «Ben altundan bir hatem edinmiştim deyip onu terk ettiler ve «Ben onu ebe-diyyen takınmayacağım» diye buyurdular, nâs da hâtemlerini terk edi-verdiler.

İşte bu, bir senet ile, bir an´ane ile ve ahad tarikile rivayet edilmiş bir sünnettir. Hem de sünneti filiye ile sünneti kavliyeyi camidir. Nâsin hâtemlerini parmaklarından çıkarıp terk edivermelerine karşı Resulüek-rem´in sükût buyurmaları da bir sünneti takririyye kabilinden sayılabi­lir. Bu sünneti nebeviyye, Resulüekrem´in ef aline iktida ve ittibaın lü­zumunu da göstermektedir. [7]

Sünnetlerin ballıca aksamı ve ahkâmı:



388 -: Sünnetler, râvîlerin adetleri, kuvvetleri itibarile müteva-tir. meşhur, ahad kısımlarına ayrılmıştır. Bu kısımların kuvvetleri, hü­kümleri de bizzarure başka başka bulunmuştur.

389 -: Mütevatir sünnetler, yalan üzerine ittifakları âdeta naza* ran aklın caiz görmediği bir cemaatin Resulüekrem´den rivayet ettikle­ri sünnetlerdir.

Meselâ: bana yalan yere bir şe­yi isnad eden, ateşten oturacağı yere hazırlansın) hadisi şerifi müte-vatirdir. Bunu Nebiyyi Zîşan´dan büyük bir cemaat işitmiş ve bu, her asırda binlerce zevat arasında rivayet edilegelmiştir. Binaenaleyh bu­nun bir hadisi nebevi olduğunda şüphe edilemez.

Mütevatir olan bir sünnet, bir hadisi nebevi, hüküm itibarile kat1-iyye ifade eder, itikad hususunda da, ibadât ve muamelât hususlarında da bir hüccet bulunur.

390 -: Tevatürde muhbirlerin, râvîlerin muayyen adetleri yoktur. Bu aded, hâdiselere göre değişir. Elverir ki, insana yakın ifade etsin, in­sanda kat´î surette bir vicdanî kanaat husule getirsin. Hattâ bu muhbir­lerin arasında çocukların, gayri müslimlerin bulunması da bunu kabule bir mâni teşkil etmez.

Tevatür, bir haberdir. Bir haberden zarurî bir ilim hâsıl oldu mu, artık o kuvvetli bir delildir. Ancak bir iki kişinin haberi hiçbir vakit bir haberi mütevatir olamaz.

Namaz rekâtlarının adetlerine, nakidler hakkındaki zekâtın kırkta bir olduğuna dair olan haberler, bütün tevatür yoliyîe bize vâsıl olmuş­tur.

Velhâsıl: böyle bir tevatür neticesinde rivayet edilen haberin veya mahsûs bir hâdisenin vukuu hakkında bizzarure yakinî bir ilim husule gelmiş olur.

391 - : Meşhur sünnetler, bidayeten Resulüekrem Efendimizden bir iki zat rivayet etmiş olduğu hâlde bilâhare ümmeti merhume arasın­da şöhret bulup ikinci ve üçüncü asırlarda tevatür derecesini bulmuş olan sünnetelrdir. Mestlerin üzerine meshin cevazı hakkındaki hadisi şe­rif, bu kabildendir. ( ^Ui» Jl>Vi l-l )= amellerin hükümleri niyetlere gö­redir) hadisi şerifi de bu cümledendir.

Bu gibi meşhur haberler, zan mertebesinde bulunur. Fakat ümmeti merhume arasında böyle kabul edilerek şöhret bulmuş olduğu cihetle ifade ettikleri zan, kalbi tatmin edecek bir kuvveti haiz bulunur. Artık bunu inkâr eden, yâni: bunun bir sünneti nebeviyye olduğuna kail bu­lunmayan kimse, ümmeti merhume hakkında itimatsızlık göstermiş, on­ları tahtie eylemiş olacağı cihetle fâsik = sapık sayılır.

392 -: Haberi ahad ile sabit sünnetler, bir zatın diğer bir zattan veya bir zatın bir cemaatten veya bir cemaatin bir râvîden rivayet etmiş olduğu sünnetlerdir. Tevatür derecesinde olmayan râvîlerin, meselâ: iki üç zatm rivayet ettikleri bir sünnet de haberi ahad kabilindendir.

Böyle bir sünnetin râvîlerinde bazı şartlar aranır, râvîler, bu şart­ları hâiz olunca rivayet ettikleri şey, galebei zannı icap eder, yalnız iba-dât ve muamelât hususlarında muteber olur, kendisile amel edilir. Bunu inkâr eden, tekfir, tadlil edilmez. Fakat ehliyeti haiz olan râvîleri tahtie ettiği için bid´at ehlinden sayılır.

Bazı kimselere göre haberi vahid, ilim ifade etmediği cihetle ameli de icap etmez. Çünkü amel için ilim lâzımdır. Lâzımın intifası, melzumun da intifasını iktiza eder. = zandan başkasına tâbi ol­mazlar) nazmı şerifi de zannî şeylere itibaıu müstahsen olmadığını gös­terir.

Maamafih bu zanna ittibam müstahsen ohnaması, en ziyade itikadı ve cezaî şeylere nazaran olsa gerektir. [8]

Kavilerde aranılan şartlar, vasıflar :



393 -: Kavilerde vücudu aranılan başlıca şartlar, dörttür. Bun­lardan biri bulunmayınca rivayeti makbul olmaz. Şöyle ki:

(1) : Râvide akü şarttır. Binaenaleyh mecnunların, matuhların, gayri mümeyyiz çocukların rivayetleri muteber değildir.

(2) : Râvide islâmiyet şarttır. Çünkü gayri müslimlerin islâm di­nine müteallik bir husus hakkında taassubdan azade bir hâlde ilgili bu­lunmaları, müsteb´addir.

(3) : Râvide adalet şarttır. Yâni: râvi, diyanet ve siyretçe müsta­kim olup kebair denilen büyük günahlardan kaçınmalıdır. Sagayir deni­len küçük günahlara musir olmamalıdır. Nefsin hissetine delâlet eden âdî hâllerden de uzak bulunmalıdır.

(4) : Râvide zabıt şarttır ki, bu, hakkile işitmek, mânâyı anlamak, lâfzı hıfz etmek, hıfz üzerine murakabede bulunmak ile hâsıl olur. Şöyle ki: râvi, rivayet ettiği şeye dair hiçbir şeyi kaçırmayıp onu lâyıkile işit­miş, görmüş olmalıdır.

Kezalik: rivayet ettiği şeyin mânâsını lâyıkile anlamalı ve onu kud­reti nisbetinde ezberlemeğe çalışmalıdır ve onu başkasına rivayet ede­ceği zamana kadar güzelce hafızasında tutmuş bulunmalıdır.

Rivayet edilen bir hadisi şerifin yalnız lûgavî mânâsı değil, hük­mü şer´îsini de bilmek, zaptın kemal mertebesidir.

394 -: Bir hadisi şerifi Resulü Ekrem´den rivayet eden zat, bi­hakkın fakîh, yâni: her veçhile içtihada kadir ve hadis rivayetile maruf ise rivayet ettiği hadis, kıyasa muvafık olsun obuasın kabul olunur. Kı­yas ile aralarını telif kabil ise telif edilir. Meselâ: hadisi şerif amma, kıyas hassa delâlet ediyorsa hass, âmmı tahsis ederek her ikisinin de, hükmüne riayet edilmiş olur. Fakat aralarında tearuz bulunup telifi ka­bil olmazsa böyle haberi vahid kabilinden olan bir hadis, kıyasa tercih olunur. Hulefai Râşidîn ile Abdullah ibni Abbas, Abdullah ibni Öme Abdullah ibni Mes´ud, Abdullah ibni Âmr ve Zeyd ibni Sabit ve Müa ibni Cebel ve Ummülmüminîn Hazreti Âişe bu kabii râvilerdendir (rad yallahü anhüm).

İmam Malikten rivayet edildiğine nazaran haberi ahad kabilinde olan bir hadis ile kıyas arasında tearuz vukuunda mutlaka kıyas, ta* dim olunur.-

395 -: Haberi ahad kabilinden olan bir hadisin râvisi, rivayeti mâruf olduğu hâlde bihakkın fekahetle muttasıf bulunmadığı takdird o hadis, kıyasa muvafık ise kabul olunur, muvafık değilse kabul edilme: Şariin maksadına iyice infazı nazarda bulunamamış olduğuna zehab h£ sil olur.

Eshabi kiramdan Ebu Hüreyre ile Enes ibni Mâlik (radıyallâhü ar hüma) bu kabil râvîlerden sayılmıştır. Vakıa bunlar da fakın zevatta: iseler de her vecihle içtihada muktedir bulunmamışlardır.

396 -: Bir hadisi şerifin râvisi, yalnız bir iki hadis rivayetile mâ ruf olunca bakılır: Eğer bu zatın rivayeti birinci, ikinci veya üçünci karinde vaki ve kiyasa muvafık ise bu rivayeti kabul olunur. Velev ki selef arasında zahir bulunmuş olmasın. Çünkü bu üç karinde sıdk y adalet galiptir. Fakat bu tarihten sonra vukubulacak böyle bir rivaye kabul olunmaz.

Böyle yalnız iki hadis rivayetile tanümış olan zata «meçhulürriva ye» denir. Bu hususta seleften murad, imamı Âzam zamanından İman Muhammed İbnil Hasenin zamanına kadar olan zatlardır.

397 -: Bir râvinin naklettiği hadis, selef arasında zahir bulunmuı olunca bakılır. Eğer selef bunu kabul etmiş ise veya sükût edip hakkın da ta´n etmemiş ise veya ihtilâf edip bunu bazıları kabul edip bazılar kabul etmemiş, fakat kıyasa uygun bulunmuş ve bunu kendisinden si kat da nakleylemiş ise kabul olunur. Ve illâ kabul olunmaz. İki misâl:

(1) : Sahabei kiramdan Ma´kil ibni Sinan rivayet etmiştir ki: Hi lâl ibni Mürre vefat edip medhulün biha olmayan zevcesi Berda´ı teri etti, bu kadın için mehr tesmiye edilmemiştir. Resulü Ekrem Hazretler bu kadına kabile kadınlarından emsalinin mehrleri nisbetinde bir meni ile hüküm buyurdu.

Ma´kil´in bu rivayetini ibni Mes´ud kabul etmiş, İmam Ali kabul et´ memişti. Fakat bu rivayet, Hanefiyece kıyasa muvafıktır. Bu rivayet ibni Mes´ud, Alkamî, Mesruk gibi zatlar da Ma´kildene nakl etmişlerdir Binaenaleyh Hanefiye bununla amel etmiştir.

Kıyasa muvafakati şu cihetledir: Mevt, duhul gibidir. Duhul ile -zifaf ile mehr lâzım geldiği gibi mevt ile de lâzım gelir. Yâni: duhul ile nikâh teekküt edip mehr vacip olduğu gibi ölüm ile de nikâh teekküt eder. Artık bundan dolayı ölüm ile de mehr vacip olur.

Fakat Şafiîier, bu hadisi şerifi kıyasa muhalif görerek bununla amel etmemişlerdir. Onlara göre mehr ya takdir ile veya iki tarafın terazisile veya hâkimin kazasile veya duhul ile vacip olur. Bunlardan biri bulunmayınca mehr lâzım gelmez. Nitekim duhulden evvel talâk vukuunda da hüküm böyledir. Binaenaleyh duhulden evvel vefat vu­kuunda da mehr verilmesi vacip olmaz.

(2) : Fatma Binti Kays demiştir ki: Kocam beni üç talâk ile bo­şadı. Resulü Ekrem Hazretleri bana nafaka ve sükna takdir buyurma-dı. Fakat Hazreti Ömer ile sair sahabei güzin bu rivayeti .,* *ı_O > < ^JZ~ c-* v = kendi sakin olduğunuz yerde onları da iskân ediniz) emri Kur´anîsine muhalif görüp kabul etmemişlerdir. Binaenaleyh bu­nunla amel olunamaz. Maahaza, bu rivayet, kıyasa da muhaliftir. Çün­kü üç talâk ile boşanan bir kadın da iddet içinde bulundukça sair mu´ teddeler gibidir. Binaenaleyh o da nafakaya, süknaya müstahik olur.

Hanefiyyerün mezhebi budur. Ibni Mes´ud Hazretlerinin, ibrahim Nahaînin mezhepleri de böyledir. [9]

Sünnetlerdeki, rivayetlerdeki isnad, irsal, ittisal ve inkıta:



398 -: Resulü Ekrem {sallâllahü aleyhi vesellem) Efendimizden rivayet edilen bir sünneti seniye, bir hadisi şerif, ya müsned veya mür­sel bulunur. Şöyle ki. bir sünneti nebeviyye, bizlerden tâ zatı risaletpe-nahiye kadar bir râvîler silsilesile isal edilirse müsned, muttasıl nâmını alır. Bu râvîler silsilesine senet, an´ane de denilir. Bu râvilerin sırasile adlarım zikr etmeğe de İsnad adı verilir. Sened ile isnadın cem´inde «esa-nid-- tâbiri kullanılır. Bu isnad, islâm âleminde tâ zamanı Nebeviden beri carîdir ve müslümanlann pek yüksek hasletlerinden maduttur.

Bilâkis bir sünneti nebeviyye, doğrudan doğruya Resulûllahtan ri­vayet edilip aradaki râvîlerin isimleri tamamen veya kısmen zikredil-mezse mürse! ve munkati nâmım alır. Meselâ: hadisi şerifi bir müsned hadistir. Bu hadisteki râvîlerin sıra ile yazılan isimleri, «sened» dir. Buna. tarik, vecih de denir. Bu râvîlerin böyle birbirinden hadisi nakl etmiş olmalarını bildirmeğe de «isnad» denilir. Resulü Ekrem´in asıl mübarek sözlerine de «metni hadis» adı verilir. Bu hadisi şerifte Abdullah ibni Ömer (radıyalîahü anhüma) dan şöyle dediği rivayet olunuyor. Ben Resulullah (sallâllahü aleyhi vesel* temden işittim, buyurdu ki: Hepiniz çobansınız, hepiniz raiyyesinden mesuldür. Yâni: her fert, muhafızdır, bir velayeti haizdir, eli altında olanlardan indallah mesuldür —: Emir, muhafızdır, erkek; ailesi efra­dı üzerinde muhafızdır. Kadın, kocasının hanesi ve çocuğu üzerinde mu­hafızdır. Artık hepiniz muhafızdır, hepiniz kendi eli altında bulunanlar­dan mesuldür. Herkes, uhdesine düşen sıyanet ve himaye vazifesini lâ-yıkile ifaya çalışmalıdır ki, bu mesuliyetten kurtulabilsin. ,(Sahih Bu­harı).

399 -: Bir hadisi şerifin inkıtaı, ya zahir veya bâtındır. inkıtaı zahir, usuliyyuna göre râvî ile merviyyün anh arasındaki vasıtayı terk etmektir. Böyle bir hadîse «mürsel» denir. Meselâ: bir hadisi şerifi ib­rahim ibni Musa Hişamdan, o da Cüreycden, o da Ata´dan, o da ibni Abbas´tan rivayet etmiş olduğu hâlde bir zat, Hişam´ı zikr etmeksizin «İbrahim ibni Musa; ibni Cüreycden, O da Atâ´dan O da ibni Abbas´dan diye rivayet etse bu hadis, mürsel olmuş olur.

Kezalik: râvîlerin hepsini zikr edip de yalnız ibni Abbasi zikr et­mese yine mürsel olmuş olur. İste bunlardaki inkıta, zahirdir.

İnkıtaı bâtına gelince bu da hadisin râvîleri tamamen zikredilmiş olmakla beraber hadisin bâtında, hakikati hâlde munkati olmasından ibarettir. Şöyle ki; bir hadisi şerifi nakledenlerden birinde adaletten ve­ya zabıttan mahrumiyet gibi bir noksan bulunsa veya o hadis kitabul-laha veya mâruf bir hadisi nebeviyyeye muarız bulunsa bâtını bir in­kıta ile munkati bulunmuş olur.

400 -: Bir hadisin kitaba veya mâruf bir hadise muarız bulun­ması, ya sarahaten olur. Nitekim Kays kızı Fatma´nın kendisine nafaka ve sükna takdir edilmemiş olduğuna dair rivayet ettiği hadis, daha kuvvetli delil olan âyeti celilesinc sarahaten mu­arız bulunmuştur.

Kezalik: îbni Abbas Hazretlerinin rivayet ettiği bir hadise göre Re­sulü Ekrem Efendimiz, bir hâdisede yalnız bir şahit dinlemiş, bir de müddeiye yemin verdirerek hüküm vermiştir. Bu hadis ise kendisinden kuvvetli ve meşhur olan şahit ikamesi da­vacıya, yemin de inkâr edene aittir) hadisi şerifine sarahaten muarız­dır.

Yahut bu muarız bulunmak delâleten olur. Bu da belvayı. âmde, yâni: herkesin bilmesine ihtiyaç bulunan bir hususda rivayet edilip yal­nız bir iki kişice malûm olan ve ashabı kiram tarafından nakli iltizam edilmemiş bulunan hadistir ki, bunun böyle şâz bir mahiyette bulun­ması, munkati olmasını icap eder. Nitekim Resulü Ekrem´in namazlar­da besmelei şerifeyi cehren tilâvet buyurduğunu Ebu Hüreyre Hazretleri nakletmiştir. Halbuki bu hadisi, sair eshabı kiram nakletmemişler-dir. Eğer böyle olsaydı bu hal, sair sahabei kirama hafi kalmazdı. On­lar tarafından da nakli iltizam olunurdu.

Kezalik: Hadis diye nakl edilen bir şeyi eshabı kiramın hadis ola­rak kabul etmeyip işitmiş oldukları hâlde ondan ı´râü etmeleri, delâleten bir muarizlik sayılır. Çünkü ashabı kiram, şeriati garrayı nakl hususun­da umdedirler, asıldırlar. Onların böyle nakledilen bir haberden kaçın­maları o haberin inkıtaına, intisabına delâlet eder.

Meselâ: Gayri baliğ kimselerin mallarından Hanefiyeye göre zekât lâzım gelmez. Hazreti Ali ile ibni Abbas´m mezhebi böyledir. Şafiiyyeye göre ise lâzım gelir. Hazreti Âişe ile Abdullah ibni Ömer´in mezhebi de böyledir. Bu babda her iki tarafın delilleri vardır. Bu hususta Âmr ib­ni Şuayıb: yetimlerin malları hakkında bir hayırlı cihet arayınız, tâ ki, o malları sadaka yiyip tü­ketmesin) âiye bir hadis rivayet etmiştir. Fakat iki taraf da bu hadisi nazara almamış, kendi içtihatlarım, .hükümlerini buna bina kümanuştır. Binaenaleyh bu haberden i´raz ettikleri için bu, batmen, manen munka-ti bulunmuştur. [10]


Mürsel hadislerin nevileri ve hükümleri :



401 -: Mürsel, munkati denilen sünnetler, hadisler dört nev´e ay­rılır. Şöyle ki: (1): Mürseli sahabedir ki, eshabı güzinden bir zatın va­sıtadan bahsetmeyerek doğrudan doğruya Resulü Ekrem´e isnat etmiş olduğu hadistir. Meselâ: İbni Abbas Hazretlerinin rivayet ettiği hadis­lerden birçokları bu kabildendir. Bu zat, zamanı nebevide pek genç ol­duğundan kendisinin bizzat femi saadetten dört veya on şu kadar hadis işitmiş olduğu mervîdir, mütebaki hadisleri Hazreti Ömer´den, Hazreti Ali´den vesair sahabei güzinden işitmiş olduğu hâlde bunları: (Kalenne-biyyü sallâllahü aleyhi vesellem) diye mürsel olarak rivayet etmiştir.

Sahabei kiramın böyle mürsel olarak naklettikleri hadisler, bilicma muteberdir, makbuldür. Çünkü onların hepsi de uduldür, adaletle, is­tikametle maruftur. Naklettikleri hadisleri Resulü Ekrem´den ya biz­zat veya kendileri gibi adaletle, istikametle muttasif olan diğer bir sa-habî veya müteaddit sahabe vasıtasile telâkki etmişlerdir. Artık onların rivayetlerinde şüpheye mahal yoktur. Onları bizzat Resulü Ekrem Haz­retleri tezkiye buyurmuştur.

(2) : İkinci, üçüncü karinelerdeki zevatın irsalidir. Sabinin, ibni Müseyyebin, Hasanı Easrînin vasıta olan sahabîyi, meselâ: İmam Aliyi zikretmek sizin doğrudan doğruya (Kale resulûllah..) diye rivayet et­mesi gibi.

Bu nevi mürseller, Hanefiye indinde hüccettir. İmam Mâlikin ve iki rivayetten birine göre Ahmet ibni Hanbeün ve ekseri mütekelliminin mezhepleri de budur. Zâhirîyeye ve eimmei hadisden bir cemaate göre böyle mürseî bir hadis asla kabul edilmez. İmam Şafiîye göre de böyle mürsel bir hadis, bir âyet ile veya meşhur bir sünnet ile veya kıyasa mu­vafakatle teeyyüt ederse veya ümmet tarafından telâkki bilkabule maz-har bulunmuş olursa veya bu irsale şeyhleri muhtelif iki adi râvî de iş­tirak ederse veya bunun başka bir tarik ile ittisali sabit bulunursa mak­bul olur.

Bu kabil mürselleri kabul eden zevat diyorlar ki: İkinci ve üçüncü karnler = asırlarda adalet, istikamet galiptir. Vasıta bizce meçhul ise de râvîce malûmdur. Râvî, adi ve istikametle maruf olduğundan sika ol­mayan kimseden hadis rivayet edeceğine ihtimâl verilmez. Bu cihetle­dir ki, bu karnlerdeki mürsel hadislerin kabul edilmeleri hakkında âde­ta bir icma vaki olmuş gibidir.

(3) : Üçüncü karnden sonraki asırlardan herhangi birinde adaletle muttasif bir râvînin irsalidir. Bunun makbul olup olmaması hakkında Hanefî imamlarının ihtilâfı vardır. İmam Kerhî, bunun makbuliyetine kaildir. Çünkü râvî, adi ile mâruf olunca itimada lâyık olmayan bir va­sıta ile hadis nakletmez. Böyle bir zat, vasıtanın hâlinden gafil sayıla­maz.

İsa ibni Eban gibi bazı zatlar da müteakip asırlarda sui ahlâkın şu-yuunu nazara alarak bu´kabil mürsellerin kabulüne taraftar bulunma­mışlardır. Meğer ki, bir takım sikat, râvînin müsnedini rivayet ettikleri gibi mürselini de rivayet ve kabul etmekte bulunmuş olsunlar. Çünkü bu rivayet, onun hakkında bir tâdildir ve o mürselin Resulûllaha ittisa­line bir şahadettir.

(4) : Min vechin mürsel, min vechin müsnettir. Meselâ: (Lâ ni-kâhe illâ biveliyyin = nikâh ancak veli vasıtasiyle akdedilebilir) hadi­si şerifini İsrail ibni Yûnus müsnet olarak rivayet etmiş, Şu´be ile Süf-yanı Sevrî ise mürsel olarak nakl eylemiştir. Binaenaleyh bu hadisi şe­rif, Hanefiyeee esasen makbuldür. Şu kadar ki bu, bir haberi ahad-´dir. Âkil bir baliğenin nefsini bizzat tezviç edebileceğini ise âyeti kerimesi nâtıktır. Bu cihetle bu hadisi şerif, daha kuvvet­li bir delile muhalif görüldüğünden bu babda umumî üzere kabul edil­memiştir.

Mürsel hadisleri kabul edenler, bu dördüncü nev´i de kabul etme­mişlerdir. Mürsel hadisleri kabul etmeyenler ise bu nev´in kabul edilip edilemeyeceğinde ihtilâf göstermişlerdir. Bir kısmına göre bu nevi de, makbul değildir. Madem ki, min vechin inkıta vardır. Bu, merviyyün anhi cerhe delâlet eder. Min vechin isnat tâdildir. Cerh ise tâdilden evlâdır. Diğer bir kısma göre ise min vechin irsal hâlinde merviyyün anhin hâli meskût bırakılmıştır. Min vechin isnat ise merviyyün anhin hâlini nâtıktır. Artık sâkit, natıka muarız olamaz.

402 - : Yaktile muhaddisini kiram tarafından süneni nebeviyyc, ahaöisi şerife tamamen zapt edilmiş olduğundan artık öteden beri mu­teber bulunan bir hadis kitabında münderiç, mâruf bir hadisi şerifi : (Kale Resulullahi = Rcsuluîlah demiştir.) veya (rüviye aninnebiyyi ~ peygamberimizden mervîdir) diye rivayet etmek caiz ve makbuldür. Fakat böyle bir kitapta yazılı bulunmadığı hâlde: «Resulullah şöyle buyurmuştur, veya ondan şöyle rivayet olunmuştur» diye rivayet edi­lecek bir hadis, kabul edilemez ve böyle mazbut olmayan bir hadisi ar­tık asrımızdan zamanı nebeviye kadar bir senet ile, bir an´ane ile ri­vayet etmeğe de imkân kalmamıştır. [11]

Hadislerin râvîleri, metinleri ve senetleri i ti bari I e nevileri:



403 -: Sünnetler, hadisler, sadrı evvelden beri şüyu ve intişar ba­kımından mütevatir, meşhur ve müstefiz. haberi ahad nevilerine ayrıl­dığı gibi yine haberi ahad kabilinden olarak aziz, garib nevilerine de ayrılır.

Resulü Ekrem´e veya bir sahabîye veya tabiinden bir zata ref ve isal edilmeleri bakımından da merfu, mevkuf veya maktu nevilerine ayrılır.

Senetlerinin Resulü Ekrem´e veya bir sahabîye veya bir tabiîye bi-lâ inkıta isal edilip edilmemesi itibarile de muttasıl veya müsnet, mürsel, munkati, mu´dal, muanan, muallâk, müdelles nevilerine inkısam eder.

Sünnetler, hadisler, râvîlerinin adalet ve zapt gibi vasıflarına ve senetlerinin ittisal ve inkıta gibi hâllerine göre de sahih, hasen, zayıf muallel, metruk, şaz, münker nevilerine ayrılır.

Metinlerinin veya senetlerinin tebdil ve ilâvesi veya uydurulmuş ol­maları itibarile de müdreç. muztarib, musahhaf, muharref. müphem, mevzu nevilerine munkasim bulunur. Bunlara dair sırasile malûmat verilecektir.

404 -: Yukarıda mütevatir, meşhur, haberi ahad kabilinden olan sünnetlere dair malûmat verilmiştir. Hadisi aziz, hadisi garip denilen sünnetler de haberi ahad kabilindendir. Şöyle ki: Râvîleri iptidadan in­tihaya kadar en az iki zattan veya bazısı iki bazısı ikiden ziyade zevat­tan ibaret olan ve âhad derecesini geçmeyen bir sünnete «hadisi aziz» denir. Meselâ: bir hadisi şerifi yalnız Ebu Hüreyre ile Enes ibni Mâlik (radıyallahü anhüma) rivayet edip bunlardan da birer veya ikişer zat rivayet etse bir hadisi aziz olmuş olur. Maamafih şayi olan bir ıstılaha göre hadisi aziz ile hadisi meşhurda ilk tabakadaki râvînin birden ziya­de olması şart değildir. Binaenaleyh bir hadisi şerifi Resulü Ekrem´den evvelâ bir sahabî rivayet edip ondan da iki zat rivayet etse yine hadisi aziz olmuş olur. Bunlara «haberi aziz» de denir.

Hadisi garib´e gelince bu da her tabakada yalnız bir râvî tarafım­dan rivayet edilen hadistir. Buna «Ferd» de denir. Garip olan hadislerin, bir çoğu sahih değildir. Fakat bazıları da sahihtir. Garip olmak, sıh­hate mâni değildir. Senedini teşkil eden râvîierin adalet ve zapt derece­lerine göre ya sahih veya zayıf bulunur.

405 -: Sünnetler, Resulûllaha veya bir sahabîye veya bir tabiî­ye ref ve ittisal edilmelerinden dolayı merfû, mevkuf veya maktu adı­nı alır. Şöyle ki:

Hadisi hıerfü; Resulü Ekrem´den sarih veya sarih hükmünde ola­rak muttasıl veya münkati bir senet ile rivayet edilen herhangi bir ha­distir. Meselâ: Bir sahabînin, veya bir tabiînin, veya herhangi bir za­tın (kale Resulûllah.. = Resulü Ekrem sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurdu veya buyurmuştur veya şöyle yaptı veya yapmıştır veya şöy­le bir hâdiseye karşı sükût buyurdu veya buyurmuştur) diye rivayet et­tiği bir sünnet, sarahatten bir hadisi merfûdur.

Bir musannifin hiç senet zikr etmeksizin: (Kalennebiyyü sallallahü aleyhi vesellem = peygamber aleyhisselâtü vesselam şöyle buyurmuş­tur) diye naklettiği bir hadis de bu kabildendir.

Sahabei kiramdan veya tabiînden bir zatın akıl ile idrak edileme­yecek bir şeyi, meselâ: ahret hayatına müteallik bir hâdiseyi veya bir âyetin sebebi nüzulünü ve geçmiş veya gelecek zamana ait bir vakayı kur´anı mübinden veya israili yy âttan ahz etmeksizin ve Resulü Ekrem´e sarahaten isnat eylemeksizin nakl etse bu da hükmen merfû bir hadis olur. Çünkü buna başka türlü ıtlaı tasavvur olunamaz.

Bir sahabmin içtihat mevzuu olmayan bir işi meşru görerek işleme­si de Resulü Ekrem´e hükmen ref edilmiş bir hadisi fîlî sayılır. îmam Şafiînin rivayetine göre Hazreti Ali´nin küsuf namazının her rekâtında iki defadan ziyade rüküa varması bu cümledendir.

Kezalik: bir sahabînin: Biz Resulü Ekrem´in zamanında şöyle ya­pardık. Demesi veya: Biz şöyle yapmakla memur idik, veya şöyle yap­maktan nehy olunmuştuk. Demesi de bu kabildendir.

Hadisi mevkuf ise akıl İle idrâk edilecek bir-şeyin muttasıl veya munkati bir senet ile sahabei eüzinden birine sarahaten isnat ve ifca*v edilmesidir. Meselâ: «Hazreti Ömer, şöyle söyledi veva şöyle yaptı ve­ya şöyle bir hâdise karşısında sükût buyurdu» denilse bu bir hadisi mevkuf olmuş olur.

Hadisi maktua gelince bu da: akıl ile anlaşılabilen bir geyin´ mut­tasıl veya munkati bir senet ile tabiîni kiramdan veya onların tâbilerin-den bir zata isnat edilmesi suretiel olan hadistir. Meselâ: Hasanı Bas-rî, şöyle dedi, veya yaptı veya şu hâdiseyi görüp sükût etti.» denilse bu, bir hadisi maktu olmuş olur.

Bu hâdiseler de, misallerden de anlaşılacağı üzere kavlî, fîlî, takri­ri kısımlarına ayrılmaktadır.

406 -: Senetlerinin Resulü Ekrem´e veya bir sahabîye veya bir ta­biîye bilâ inkıta isal edilip edilmemeleri bakımından muttasıl veya müs-net, mürsel, munkati vesaire nâmını alan hadislere gelince bunlardan muttasıl, mürsel, munkati hakkında (398, 399, 400, 401) inci rakamlar sırasında malûmat vermiş bulunuyoruz. Biz burada mu´dal, muan´an, muallâk, müdelîes denilen hadislere dair sırasile biraz malûmat vere­ceğiz.

407 - : Mû´dal: Sahabîye varıncaya kadar râvîlerinden iki veya daha ziyade vasıta zikredilmeyip terk edilmiş bulunan hadistir ki, bu da usuliyyuna göre mürsel demektir.

408 -: Muan´an: Senedinin bir yeya birkaç yerinde «an» tâbiri kullanılan, meselâ: (haddesena fülânün an fülânin an fülân..) diye riva­yet edilen hadistir. Buna «anane» tarikile rivayet de denir.

Sahih görülen kavle göre bu suretle hadis rivayet eden zatki, ken­disine «muan´in» denir. Eğer tedlis ile maruf değilse ve an = den lâfzile zikrettiği Şeyhî ile aralarında mülakat mümkün -İmam Buha-sırasmda malûmat vermiş bulunuyoruz. Biz burada mu´dal, muan´an, rîye göre sabit = ise rivayet ettiği bu hadîs, muttasıl sayılır. Bazı ule­maya göre ise, hadîsi muan´an, her hâlde munkati sayılır..

Bazan «an» yerinde (enne) kullanılır- Meselâ: (Haddesenezzühriy-yü ennebnel müseyyebe kale keza..) denilir. Cumhura göre bu da «an» hükmündedir. Mutlak olarak istimali, tedlisden selâmet, imkânı müla­kat şartile işitmeğe hami olunur, yâni râvî onu nakl ettiği zattan işit­miş sayılır.

Hadisi muan´ana bir misâl: Sahihi Buharı.

Yâni Buharı merhum Süleyman´dan, o da Şu´beden, o da Halidden, o da Kılâbeden, o da Enes ibni Mâlikten rivayet etmiştir. Peygamberi Zîşan Efendimiz buyurmuştur ki: Her ümmetin bir emîni vardır. Bu ümmetin emîni de aşerei mübeşşereden olan-Ebu Ubeydedir.

409 -: Muallâk, senedinin yalnız iptidasından bir veya birkaç râ-vîsi hazf edilmiş olan hadistir. Meselâ: Bir zat kendi şeyhini ve şeyhi­nin şeyhini zikr etmeksizin onların fevkindeki râvîlerden itibaren cezm sigasile senedi zikr etse, meselâ: (Flân dedi veya yaptı veya şöyle rivayet etmiştir.

Sahihi Buharide talik pek çoktur. Meselâ: (Allahü ehakku en yüs-tahya minhü -Allahü tealâ kendisinden haya olunmaya herkesten daha haklıdır.) hadisi şerifi muallâktır. Çünkü Buharı merhum, bunu «Kale behzübnü hakimin an ebihî an ceddihî anirinebiyyi sallâllahü aley­hi vesellem)* diye cezmen rivayet etmiştir. Halbuki Buharı, Behze yetiş­memiştir.

Hadisi muallâk, esasen red edilen hadisler kısmına dahildir*. Iskat edilen râvînin hali meçhul kalmış oluyor. Bu cihetle talik, bir kusur­dur ve mürtekibi tedlis ile meşhur ise hadis müdelies kabilinden sayılır. Fakat muallâk hadis, başka bir tarik ile rivayet olunur da bununla sa­kıt olan râvînin ismi bilinir ve onun sika olduğu anlaşılırsa bir hadisi sahih olabilir. Bahusus hadisi Buharî gibi bir zat cezm sigasile zikr ederse senedinin kendisince sabit olduğuna ve ancak sahih bir maksada mebni râvîyi hazf eylediğine hükmolünur.

Bazı ulemaya göre senedi hiç zikr edilmeksizin : (Kalennebiyyü sal-lallahü aleyhi vesellem = peygamber efendimiz şöyle buyurdu) diye nakl edilen bir hadis de «muallâk» sayılır.

410 -: Müdelies, senedinde râvîlerinden biri ligarezin bırakılmış, onun fevkindeki râvîden işitildiğini îham eder gibi bir tarzda rivayet olunmuş veya râvîlerinden biri bir garaza mebni kendi maruf ismile ve­ya künyesiîe zikr edilmemiş olan hadistir. Tedlis yapan râvîye: «mü-dellis» adı verilir. İsmi bırakılan râvîye de «müdellesün anh» denir.

Esasen tedlis, bir malın kusurunu müşteriden gizlemek manasına­dır. Bunun deles maddesinden müştak olduğu da söylenmiştir. Deles ise: Nur ile zulmetin, aydınlıkla karanlığın karışık bir hâlde bulunması de­mek olan alaca karanlıktan ibarettir.

Hadislerde tedlis üç suretle olur:

(1) : Tedlis fîl isnaddır ki, râvî, hadisi kendi şeyhinden işitmiş ol­duğu hâlde onu bırakıp hadisi mülâkî olduğu şeyhinin şeyhinden işitmiş olduğunu îham eder bir vecihle : Meselâ : «Kale fülânün» veya «an fülânin» diye rivayet eder. Halbuki bu hadisi, şeyhinin şeyhinden işit­memiş olduğu huffazı hadisin şahadetlerile mazbut bulunur.

(2) : Tedlis fittesviyedir ki râvî, şeyhini zikr etmekle beraber onun fevkinde bulunan râvîlerden birini za´fı sebebile terk eder, diğer si´ka olan râvîleri zikr ederek böylece senedin bütün ricalini mevsukiyet bakımından müsavi kılar. Buna «tecvit» de denir ki, gözleştirme de­mektir.

(3) : Tedlis fişşüyuhtur ki râvî, şeyhini veya şeyhinin şeyhini maruf olmayan bir ismile veya künyesile veya nisbetile zikr veya bir sı­fat ile tavsif ederek bu veçhile hadisin senedini metîn göstermek ister. Tedlisin en şerlisi budur.

BakiyyetübnülveKd, bu nevi tedlisi en ziyade yapanlardan imiş. Süf-vanübnü uyayne, ibni İshak, A´meş, Katade; Sevrî. Velid ibni Müslim gibi saduk zatlar da tedliste bulunmuşlardır.

«Tedlisler, bir fâsid garaza müstenit olursa, meselâ: râvînin zâfmı örtbas etmek veya o râvîden rivayete tenezzül etmemek gibi bir mak­sada mübteni olursa mezmum, makduh, olur. Fakat sahih bir garaza müstenit olursa, meselâ: senedi kısaltmak, veya şeyhî Sikadan olmak­la beraber samîierce meçhul bulunmak, veya aynı ismi tekrardan kaçın­mak, veya şeyhinin küçük olmasına mebni rivayetine kıymet verilme­mesinden korkmak gibi bir maksada mebni bulunursa mezmum. mak-duh olmaz. Bu veçhile tedlis, bir kizb değildir. Binaenaleyh müdellisin adaletini-iskat etmez. Fakat râvî. hadisi şeyhinden işitmiş olmadığı hâl­de onu ondan işitmiş olduğunu iktiza eden bir siga ile îrad eder, meselâ: «semıtü an fülânin = filândan işittim- veya «kaddesena fülânün -fi­lân bize haber verdi» derse bu, tedlis değil, kizb olur. Artık bu tedlis yapanın diğer rivayetleri de kabul edilmez.

Bazı zatlara göre hadisi müdelles. mutlaka kabul edilmez. Fakat sahih görülen şudur ki: râvî. işitmiş olduğunu beyan etmeksizin hadisi işitmek ihtimâli olan bir lâfz ile rivayet ederse bu. hadis mürseî hük­münde olur. Sahihi Buharîde ve Müslımde bu kabil hadisler vardır.

411 - : Hâvilerinin adalet ye zapt gibi vasıflarına ve senetlerinin

ittisal ve inkıtaı gibi hâllerine mebni sahih vesaire nevilerine ayrılan sünnetlere gelince bunlar da sırasile şunlardır:

412 - : Hadisi sahih: iptidasından müntehasına kadar âdil, zabit

râvîler tarafından muttasıl bir senet ile rivayet edilmiş olan hadisdır ki, iki kısma ayrılır.

Biri: sahih´ lizatihîdir ki. râvîlerinde adalet ve zapt sıfatları, sene­dinde de ittisal hâli vechi kemal üzere bulunan ve şaz. muallel bulun­mayan hadistir.

Diğeri: sahih ligayrihîdiı ki. râvîlerin adalet ve zaptında bir nevi kusur ve noksan bulunmakla beraber diğer bir hadisi sahih ile teeyyüt etmekle veya daha birçok tarikler ile rivayet edilmekle veya sair bir veçhile senedindeki bu kusur ve noksan, cebir ve telâfi edilmiş olan ha­distir.

Demek ki, bir hadisin lizatihi sahih olması için başlıca beş şart vardır:

(1) : Muttasıl bir senet ile rivayet edilmiş olmalıdır. ,Bu hâlde mür-sel, muallâk, munkati, mu´dal olan hadisler, lizatihî sahih olamaz.

(2) : Râvîlerin hepsi de âdil olmalıdır. Adaletle maruf olmayan bir râvînin naklettiği hadis, lizatihî sahih değildir.

(3) : Râvîlerin hepsi de tamüzzabt olup nakl ettikleri şeyi hakkür. bellemiş, eksiksiz, artıksız olarak hıfz etmiş olmalıdır.

(4) : Şâz olmamalıdır.

(5) : Muallel olmamalıdır.

İmamı Âzam"a göre hadisin sıhhati için râvînin fakih olması da şarttır.

İmam Buharîye göre her râvînin rivayet ettiği hadisi kendi şeyhin­den işitmiş olduğunun sabit bulunması da bir şarttır.

413 -: Hadisi hasen, hadisi sahih ile hadisi zaif arasında bir mer­tebeyi haiz olan, yâni: -râvîlerinin sıfatlarında bir nevi kusur bulunan hadisdir ki, iki kısma ayrılır.

Biri: lizatihî hasendir ki. râvîsinin yalnız zaptında bir nevi kusur bulunup başka tarikler ile rivayet edilmek gibi bir suretle bu kusuru te-´âfi edilmemiş olan hadistir.

- Diğeri: ligayrihî hasendir ki, esasen hadisi zaif iken zaafı başka birçok tarikler ile rivayet edilmek gibi bir veçhile mündefi bulunan ha­distir.

«Hadisi zaif: râvîlerinin adalet ve zaptında veya senedinin ittisalin­de kusur bulunup başka bir veçhile bu kusuru cebr ve telâfi edilmemiş olan hadistir.

Mürsel, muallâk, mû´dal, munkaü. müdeîles, muallel, şâz, münker, metruk, müdrec, maklûp. muztarip. musahhaf, muharref denilen hadis­ler, bütün ahadisi zaife kabilindendir.

414 - : Hadisi sahih ile hadisi hasen. hem halâl ve haram husu­sunda, hem de muamelât hususunda ihticaca saiihtir. Hadisi zaif ise an­cak ibadete veya ahlâka dair t ergi p ve terhîp hususunda muteber olabi­lir, kendisile yalnız fezaili â´maî hususunda amel caiz görülebilir. Meğer ki, za´fı pek şiddetli olsun, meselâ: râvîsi yalan söylemekle, fahiş galat ´ar ile mâruf bulunsun. O takdirde bir hadis olarak telâkki edilemez.

Şunu da ilâve edelim ki: sahih ve hasen olan hadislerin dereceleri kuvvet -ve makbuliyet itibariîe mütefavet olduğu gibi zaif denilen hadis­lerin zaaf dereceleri de mütefavettir.

Bir de bir hadis hakkında sahih, hasen veya zaif denilmesi, râvîle-nnin sikadan olup olmadıklarına ve senedine nazarandır. Nefsülemir ıtibarile değildir. Yoksa olabilir ki, sahih denilen bir hadis, zaif bilâkis zaif sanılan bir hadis de haddi zatında sahih bulunmuş olur. Çünkü si-kattan olan bir râvînin hataya mâruz kalmış olması mümkündür. Zaif görülen bir râvînin d$ hakka tercüman olmuş bulunması melhuzdur. Şu kadar var ki, bizce nefsülemir meçhul olduğundan bizim için râvîlerin, ve senetlerin evsaf ve ahvâline bakmaktan, ona göre hüküm vermekten başka çare yoktur.

415 - : Hadisi muallel: hakkında kadh ve ta´m icap edecek olar kusurlardan salim görülen, bununla beraber kendisinde sıhhatini ihlâl edebilecek gizfi bir illeti kadh bulunan hadistir. Böyle bir hadisin sıh­hatine dokunabilecek gamız sebebi kadhe «illet» denir ki, buna ancak hadis ilminde pek çok maharetleri olan zatlar muttali olabilirler. Hattâ deniliyor ki, bir hadisin illetini keşf edebilmek fevkalâde bir ihataya mütevakkıftır, o hadisin bütün tariklerini, yâni: isnatlarını toplamaya Ve rivayetlerinin ihtilâfına, her birinin zapt ve itkanının derecesine dik­katle nazar etmeğe bağlıdır. Bir hadisin bütün tarikleri bir araya cem edilmedikçe muallel olup olmaması anlaşılamaz.

Bir râvînin naklettiği hadis hususunda vehme düşmesi, meselâ: metinleri veya râvîieri birbirine karıştırması, veya merfuu, mevkuf, ve bilâkis mevkufu merfu göstermesi, yahut kendisinden kuvvetli râvîlere muhalefet etmiş bulunması da nakl ettiği hadis hakkında birer illeti kadhtir. Velhâsıl kendisinde böyle bir illet bulunan hadise muallel de­nildiği gibi «alil», «malûl» de denir.

Meselâ: (Elbeyyiam bilhıyar ^ alan satan muhayyerdirler) hadisi şerifini Süfyanı Sevrî, Abdullah ibni Dinardan rivayet etmiştir. Bunu bir çok muhaddisler de böyle zapt etmişlerdir. Halbuki Yâlâ ibni Ubeyd, bu hadisi Süfyanı Sevrînin Arar ibni Dinardan rivayet ettiğini naklet­mekle gaflete düşmüştür. Binaenaleyh bu hadis, Yâ´lânın rivayetine na­zaran mualleldir. Şu kadar var ki Âmr ibni Dinar ile biraderi Abdullah ibni Dinardan her biri sika olduğundan bu gaflet, yalnız senede aittir, metne tesir etmiş değildir.

Muallel ,bir hadis ile amel cihetine gelince bakılır: eğer bu hadis-, deki illet, onun sıhhatini cerh etmediği gibi hakkında, ta´n ve kadhi de müstelzim değilse kendisile amel olunabilir. Sika tarafından muttasıl bir hadisi mürsel gibi rivayet etmek bu kabildendir. Fakat bu illet, hadisin sıhhatini cerh ederse veya onun hakkında ta´m mutazammın bulunur­sa o hadis ile amel edilemez.

416 -: Hadisi metruk; ibadet ve taat hususunda fisk ve taksiri veya rivayetinde gafleti ve çokça galatı bulunmakla zaif sayılan bir râ­vînin nakl ettiği hadistir. Böyle bir kimsenin rivayeti, sikadan hiçbir kimsenin rivayetine muhalif görülmediği hâlde yine metruktür.

Meselâ: = cennete ne bir hiylebaz, ne bir cimri, ne de eli altında bulunanlara kötü muamele eden bir kim­se girmeyecektir.) hadisi metruktür. Çünkü bunu yalnız Sadaka ibni Museddakik, Ferkadibni Mürre tarikile rivayet etmiştir. Bunu bu tarik ile başkası rivayet etmemiştir. Sadaka ile şeyhi olan Ferkad ise ziyade zaaf ile müttehemdirler.

Böyle bir hadisi zaif bir râvî, diğer zaif bir râvîye muhalif olarak nakl etse hangisinin za´fı hafif ise onun nakl ettiği mürecceh olur.

417 -: Hadisi şaz; makbul, sikadan mâdut olan bir râvînin ken­disinden daha makbul olan sikalara muhalif olarak nakl ettiği hadistir. Bu muhalefet, metinde olacağı gibi senette de olabilir.

Bazı muhaddislere göre şâz, bir sikanın münferiden rivayet ettiği hadistir veya yalnız bir isnadı bulunan hadistir. Bu hâlde râvîsi sika ise tevakkuf olunur, o hadis ile hemen ihticac edilmez, sika değilse hadisi «metruk» olur.

Meselâ: Musa ibni Uleyyin1: ye naklettiği hadis, yevmi arefe sözünün ilâvesine binaen şazdır. Çünkü bu hadis, bütün tariklerden yalnız: diye rivayet edilmiştir. Yâni: Kurban bayramının birinci günü gibi ikinci, üçüncü, dördüncü günlerinde de oruç tutulamaz. Bunlar yiyip içme —ziyafetul-lah-günleridir.

418 -: Hadisi münker; zaif bir râvînin rivayet ettiği hadise me tin veya senet itibarile muhalif olarak ondan daha zaif bir râvî tarafın­dan rivayet edilen hadistir. Bu hâlde evvelki râvînia hadisine «mâruf» denir ki, ikinci hadise nazaran müreccah olur.

Bazı muhaddislere göre münker, münferid râvîsinden başka tarik­ten metni mâruf olmayan hadistir ki buna «ferd» de denir. Bazı zatlara göre de münker ile şâz müttehittir.

Meselâ: Ebu îshak: her kim namazım kılar, zekâtını verir, hac eder, oruç tutar, misafirine de ziyafet verirse cennete girer.) hadisin merfû bir hadisi nebevi ola­rak tahric etmiştir. Halbuki bu hadis, diğer sikatin rivayetlerine göre; ibni Abbas Hazretlerinin sözü olmakla bir hadisi mevkuftur. Binaena­leyh ibni İshakm rivayetine nazaran münker bulunmuştur.

419 -: Metinleri veya senetleri tebdil ve tahrif edilmiş veya büs­bütün uydurulmuş olan hadislere gelince bunlar da aşağıda sırasile izah edileceği veçhile müdrec vesaire nâmile beş nev´e ayrılmıştır.

420 -: Hadisi müdrec; metnine veya senedine hariçten bir gey dere ve ithâl edilmiş olan hadistir ki, «müdrecülmetn» ve «nıüdrecülis-nad» kısımlarına ayrılır.

Müdrecülmetnde ya râvînin veya başkasının bir sözü hadisin ya ev­veline veya ortasına veya sonuna ilâve edilmiş olur.

Müdrecüssenette senet tebdil ve tağyir edilmiş, meselâ: râvî, ken­disine başka başka iki senetle rivayet edilmiş olan iki metni bu senet­lerden yalnız birile rivayet eylemiş olur.

İdrac, hadisin mücmelini izah, müşkilini tefsir, hükmünü beyan gi­bi sahih bir garaza müstenit dursa memnu olmaz. Fakat bâtıl bir mez­hebi teyit etmek gibi fâsid bir garaza müstenit olan idrac, memnudur.

Meselâ: Ebu Hüreyre radiyallahü anhten rivayet edilen hadisi müdrecülmetindir. Çünkü «Esbıgulvuzu» cüm­lesi, Ebu Hüreyre´nin kelâmı olup hadisin evveline ilâve edilmiştir. Bu­nun böyle olduğu yine Ebu Hüreyre´den başka bir tarik ile rivayet edi­len şu hadisi şeriften anlaşılıyor: Yâni: abdesti eksiksiz alınız, çünkü Ebülkasım aleyhisselâtü vesselam buyurdu ki: «Yazık cehennemde yanacak ökçelere» demek ki, bunların abdestte lâyıkile yıkanılmaması, bir ufak cüz´ünün kuru kal­ması, azabı müstelzimdir. İşte bu azaptan tahzir ve bunun hilâfına ter-gip için o cümle ilâve edilmiş bulunuyor.

421 -: Hadisi muztarip; biribirine metin veya fcened itibariyle mu­halif olmak üzere iki suretle, rivayet edilen hadistir. Ya metinde veya is­nadında takdim, te´hir veya ziyade ve noksan yapmakla veya râvîsinin yerine başka râvî, metninin yerine başka metn ikame etmekle vücude gelir.

Meselâ : Ebu Hüreyre, radiyallahü anhten rivayet edilen bir hadis denilmişken bunu bazı râvîler de: diye rivayet etmişlerdir. Bu suretle hadisin

metninde böyle bir takdim ve te´hir vücude gelmiştir. Buna «maklûbül-metn» denir.

Bir hadisin râvîsi meselâ: bir kere «Mürretübnü Kâb», bir kere de «Kâab ibni Mürre» diye gösterilse bununla da isrfadında bîr tebeddül vücude gelmiş olur ki buna da «maklübül isnad» denir.

İztirab, hadisin za´fmı icab eder. Fakat sikat tarafından vaki olur­sa za´fım mucib olmaz, sıhhatine, hüsnüne zarar vermez.

Hadisi muztaribe aid iki mütehalif rivayetten biri vücuhi tercihten birile tereccüh edince ıztırab zail olur, rivayeti racih olan mahfuz veya mâruf olur. Mercuh olan da şâz veya münker olur.

Râvîlerden birinin daha kuvvetli hıfza mâlik olması veya mervıy-yün anh olan zata ziyade müsahib bulunmuş olması, tercih sebeplerin­dendir. .

422 -: Hadisi mu-sahhaf; metninde veya senedinde sureti hattıy-

vesi bozulmamak üzere yalnız bir harfinin veya müteaddit harflerinin noktası tağyir edilmiş olan hadistir. akikden yüzük it­tihaz ediniz) hadisini: = çadırınızı akikle kurunuz) di­ye rivayet etmek ve «İbni Müracİm» adındaki bir râvîyi «ibni Müzahim» diye yazmak gibi.

423 - : Hadisi muharref: Metninde veya senedinde yazı şekil ve sureti bozulmamakla beraber bir harfinin veya müteaddit harflerinin harekesi tağyir ve bu sebeple başka bir kelimeye kalb edilmiş olan ha­distir.

Meselâ: Cabir ibni Abdullah, radiyallahü anhüma: yâni: Übeyyibni Kâab, Ahzab muharebesinde şereyanı azu-disinden vuruldu.) demiştir. Sonra Antere, bunu = babam Ahzab gününde..) diye rivayet etmiştir. Halbuki Hazreti Ca-bir´in babası Abdullah daha evvel Uhud gazasında çehid olmuştu.

424 -: Hadisi mübhem; râvîsinin zikredilen ismi ve künyesi veya lâkabı veya sıfatı veya sanati veya nesebi sikat arasında meçhul bulu­nan hadistir. Böyle bir hadis, makbul değildir, râvîsinin maruf ismi zik-redilmedikçe kabul olunmaz.

Meselâ: Mehmed ibnissâibilkelbî´yi bazı râvîler, ceddine nisbet ile, «Mehmed ibni Bişr», bazıları da «Hammadibnissaib» diye zikr etmiş ba­zıları da muhtelif künyelerinden birile zikrederek : «Ebunnasr» veya «Ebu Said» veya «Ebu Hişam» demiştir. Bu yüzden bir çok yanlışlıklar vücude gelmiş, bunu başka başka kimseler sananlar olmuştur.

Mâruf bir adı bırakıp meçhul bir adı zikr etmek, sahibinin mahiye­tini gizlemek maksadına müstenitolabilir ki, bu, ta´ne bir vesile teşkil eder.

Hattâ: bir muhaddis, râvînin ismini zikr etmeksizin: «Haddeseni recülün» veya «Haddeseni sahibün li» veya «Ahbereni şeyhun» veya «Enbeeni adlün» veya «Haddesena sikatün» dese hadisi kabul edilmez. Çünkü kendisince malûm veya mevsuk olan bir râvînin başkalarınca meçhul, mecruh olması melhuzdur.

Bir kavle göre böyle: «Haddesenissika -Bana sika haber verdi» «Enbeeni adlün -bana bir âdil zat haber verdi» tarzında rivayette bu­lunan, eimmei erbaa gibi müçtehitlerden bir zat olursa bu veçhile olan tadili, kendi mezhebine salik olanlarca makbul olur.

Bir de herhangi bir sahabıden :ismi zikr edilmeksizin rivayet edi­len hadisi mübhem, makbuldür. (Haddesni sahabiyyün = bana bir sa-habî haber verdi, tahdiste bulundu» diye rivayet edilmesi gibi; zira sa-habei kiramın hepsi de adaletle muttasıftır. Elverir ki, onlardan rivayet eden râvî, riyayet şartlarını haiz bulunsun.

425-: Hadisi mevzu; Resulü Ekrem (sallallaiıü.aleyhi veselîem) Efendimizin mübarek namına kasden uydurulmuş olan asılsız haberdir. Buna «hadisi muhtelâk» da denir. Resulûllaha söylemediği veya yapma­dığı bir şeyi söylemiş veya yapmış olmak üzere kasden isnat etmek bü­yük bir masiyettir. Hattâ böyle hadis uyduranın küfrüne kail olanlar bile vardır.

Birgivî merhumun beyanına göre bir şahıs bir hadis vaz etmiş oldu mu artık onun hiçbir rivayeti kabul edilemez. Rivayet etmiş ve edeceği diğer hadisler de mevzu sayılır.