๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hukuku İslamiye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 26 Mart 2010, 09:55:32



Konu Başlığı: Kıyasın mahiyeti ve rükünleri
Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Mart 2010, 09:55:32
DÖRDÜNCÜ KISIM


KIYASI FDKHIYE, EDİLLEİ ERBAADAJN BAŞKA HÜCCETLERE VE HİKEMİ TEŞRttYYEYE DAİRDİR



İçindekiler: Kıyasın mahiyeti ve rükünleri. Kıyasın şartları. Kıya­sın hükmü ve kısımları. Kıyası celi ile kıyası hafinin kısımları. Kıyaslar­da aranılan illetlerin nevileri. Nususda tâliiin bir asi olup olmaması. Kı­yasın bir hüccet olması ve derecei kuvveti, Kıyas aleyhindeki deliller ve cevaplar. Bazı kıyaslan red ve defe müteallik mübahese yolları. Delil­ler arasında tearuz vukuu. Edillei erbaadan başka hüccetler. Maslahat­ların nevileri, hükümleri. Şer´î hükümlerin sebepleri ve teşriî hikmetleri. [21]

Kıyasın mahiyeti ve rükünleri :



459 -: Kıyas; lügatte takdir, müsavat, bir şeyi diğer bir şey ile ölçmek manasınadır. Buna «mukayese» de denir. Istılahı şer´îde kıyas: «iki malûm şeyden birinin mensus olan hükmünü —yâni: bu hükmün mislini--aralarındaki müttehid illetten dolayı diğerinde de büictihad iz­har» etmektedir.

Meselâ: bir hadisi şerif: «buğdayı buğday ile mislen bimislin satı­nız, fazlasına satarsanız fazlası riba olmuş olur» meâlindedir.

Binaenaleyh meselâ: bir kile buğdayı bir kile buğday ile peşin ola­rak mübadele edebiliriz, bundan fazlasile mübadele edersek bu fazla ha­ram olur.

Acaba bu hüküm darıda da var mıdır? Bir mikdar darı da kendi­sinden fazla bir darı ile mübadele edilse haram olur mu?

Biz darı hakkında böyle sarih bir hüküm görmüyoruz. Fakat bakı­yoruz ki, bir mikdar buğdayın diğer bir buğday mukabilinde fazlasile satılmasının memnuiyetine sebeb, keyliyyet ile cinsiyettir. Bunlar bir cinstendir, kile ile satılırlar, birinin mikdarı fazla oldu mu aralarında ri­ba tahakkuk eder. O hâlde iki muayyen mikdar darıda da bu keyliyyet ile cinsiyyet vardır. Bunlarda da ayni memnuiyetin, sebebi mevcuttur.

Binaenaleyh buğdayda cari olan hükmün darıda da cereyan edeceği bir ictihad neticesi olarak kıyas ile tebarüz etmiş oluyor.

Pirinç, susara gibi mekilât hakkında da hüküm böyledir. Riba bah­sine müracaat!.

460 -: Kıyasın rükünlerine gelince bunlar, tarifinden de anlaşılaca­ğı veçhile şu dört şeyden ibarettir:

(1) : Asıl buna «makiaün aleyh-», «müşebbehün bih» denir. Riba hususunda darıya nazaran buğday bir asidir, bir makisün aleyhtir. Bu­nun hükmü nas ile sarahaten sabit bulunmuştur.

(2) : Feri´, buna «raakis», «müşebbeh» denilir ki, aslın hükmüne tâbi olan şeydir. Buğdaya nazaran darı gibi ki, bunun hükmü, kıyas ile izhar edilmiştir.

(3) : Hükmi asi. Bu, kitab ile, sünnet ile, icma veya istihsan ile sa­rahaten sabit olan hükmi seridir. Buğdayın.buğday ile mütefadılen satı­lamayacağı hakkındaki sünnet ile sabit olan hü)«n gibi.

(4) : İlleti camia. Bu, asi ile fer arasında, yâni: makisün aleyh ile makis beyninde müşterek olup hükmi şer´îye alâmet bulunmuş olan şey­dir. Buna «menatı hükm» de denir. Buğdaya nazaran riba hükmünün vücudüne keyiiyyet ile cinsiyyetin illet olması gibi.

461 -: Kıyaslardaki illetler, birer illeti şer´iyyedir. Şer´î illetler ise birer alâmetten, emareden ibarettir. Asıl hükm, hitabı şer´î ile sabittir. Haktealâ Hazretleri hiçbir illetin tesiri altında bulunmayan bir hakikî müessirdir, onun ilâhî hükümleri, garazlar ile muallel değildir, belki ken­disinin hikmeti muktezasıdır.

Mutezile ise der ki: şer´î illetler, aklî illetler gibi müessirdir. Meşe-lâ: ateş yakmaya illet olduğu gibi aniden kati de kısasa illettir. Bu tak­dirde Allah Tealâ´mn failün bilicab olması lâzım gelir ki, zatı bârî, bun­dan münezzehtir.

Kezaiik: İlâhî hükümler, garazlar ile muallel olsa isükmal bilgayr lâzım gelir. Çünkü bu takdirde Hak Tealâ Hazretleri illeti gaiyyeye muh­taç olmak iktiza eder. Zira o illet bulunmadıkça istikmal kabil olamaz.

Bir de illeti gaiyye, illeti failiyyenin illiyetine illettir. O hâlde bir hükümdeki illeti gaiyye, Cenabı Hakkın o şeydeki halikiyyetine illet ol­muş, zatı akdesi ilâhî, o illetin tesiri altında bulunmuş olur ki bu, sânı ulûhiyyete asla lâyık değildir.

Velhasıl: ilâhî hükümlerin fâideleri, maslahatları bütün mükellefle­re racidir. Yoksa zatı barice bir garaza, bir fâideye müstenit değildir. [22]

Kıyasın şartları:



462 -: Kıyasın esas şartlan şunlardır:

(1) : Asi, muhtassun biruıas olmamalıdır. Yâni: aslın hükmü, diğer bir delile nazaran yalnız kendisine mahsus, kendisi o hükm ile mümtaz bulunmamalıdır. Aksi takdirde o asi, makisün aleyh olamaz. Ashabı Ki-ram´dan Hazreti Huzeyme´nin tek başına şahadetinin makbtıliyeti gibi.

Resulü Ekrem, sallallahu aleyhi vesellem efendimiz = Huzeyme kime şahadet ederse kifayet eder) buyurmuştu

ki bu, Huzeyme radıyallahü anhe mahsus bir imtiyaz idi. Artık Huzey-meye kıyasen başka bir zatın da münferiden şahadeti kabul edilemez.

(2) : Asi, kıyas tarikinden mail, alâ hılâfilkıyas sabit bulunmuş ol­mamalıdır. Namazların rekâtları, hadlerin mikdarları gibi. «Şer´î mikdar-lar» denilen şeyler bu cümledendir. Biz bunların birer hikmete müstenid olduğuna kaniyiz, fakat bu hikmetlerin nelerden´ibaret olduğunu tayin edemeyiz. Başka bir tâbir ile biz bunlardaki hükümlerin illetlerini kat´î surette bilemeyiz. Binaenaleyh bunlarda kıyas yapamayız. Bunun içindir ki, ibadetlerde, cezaî hükümlerde kıyas carî olamaz. Meselâ: sabah na­mazının iki rekât olduğuna kıyas ederek öğle namazının da iki rekât ol­masına hükm edemeyiz ve haddi kazfi, haddi zinaya kıyas ederek iki­sinden dolayı da şu kadar celde -ağaç veya kamçı ile vurmak lâzım gelir diyemeyiz.

Kezaiik: nisyan tarikile yiyilip içilen bir şeyden dolayı orucun bo­zulmayacağı kıyasa muhalif olarak bir nas ile sabit olmuş, şöyle ki: Re­sulü Ekrem Efendimiz unutarak orucunu bozan bir zata: = Orucuna devam et. Sana ancak Allahü Tealâ yedirip içirdi) buyurmuştur. Artık hata yolile olan bir iftarı buna kıyas edemeyiz. Meselâ: oruçlu olduğunu bildiği hâlde abdest alırken boğazın­dan içerisine suyu kaçıran bir kimse için de orucunun bozulmayacağına kıyas voliyle hükümde bulunanlayız. Ancak Şâfnîerce hata ile ikrah, nisyana kıyas olunmuştur.

{3} : Asıldaki hüküm; sabit, yâni: gayri mensuh olup fer´a nakl edilebilecek bir hükmi şer´î bulunmalıdır. Çünkü bir kere mensuh bir hüküm, başka bir şeyde kıyas tarikile. cari olamaz. Sonra şer´î olmayıp aklî, Jûgavî bulunan bir hüküm, bir mânâ da fer´a nakl edilemez. Yâni: kıyası şer´î ile lügat isbat olunamaz.

Meselâ: hamr lâfzı, lügatte sıkılmış üzüm suyunun galeyan ve şid­det husulünden sonra köpüğünü atan kısmına verilmiş bir isimdir. Şim­di hamrdaki tarab veren şiddet ve iskâr gibi vasıfları cami oldukların­dan dolayı hurma şurubuna ve benzerlerine de kıyas yolile hamr ismim vererek her birini ayni hükme tâbi tutmak caiz değildir. Ancak Şâfiller­den bazı zatlar, bu gibi isimlerde de kıyasın cereyanını ve her birinir ayni hükme tâbi -tutulmasını caiz görmüşlerdir.

(4) : Feri´de kendisine mahsus bir nas bulunmamalıdır. Çünkü ken dişine has bir hükmü şer´iyi haiz bulunan ssey, mansusulhükm bulunmuş olacağından artık kıyas yolile hükme muhtaç bulunmaz.

Şunu da ilâve edelim: kıyas ile sabit olan bir hükm, başkasına taad-dî edemez. Başka bir tabir ile feri´ bulunan makîs, başkası için makisün aleyh olamaz. Çünkü bu makisün aleyh ile makisdeki hükm, müttehid ise her ikisi as"ü makisün aleyhe kıyas edilmiş olur. Bunların arasındaki hüküm müttehid değilse artık aralarında illeti camia bulunmamış olaca­ğından kıyas bâtıl olur.

(5) : Feri, illet ve hükümde aslın tam naziri olmamalıdır. Olursa o da asi olmuş olur, artık kıyasa mahal kalmaz.

Fen, aslın her hususta değil, belki aslın yalnız hükme illet olan vas­fında naziri bulunmalıdır ki, kıyas yapılmasına mahal bulunsun.

(6) : Aslın hükmü, kıyas yapıldıktan sonra ne asılda ve ne de fer´ de tagayyür etmemeli, eğer asılda mutlak ise fer´de de mutlak olmalı ve bilâkis asılda mukayyed ise fer´de de mukayyed bulunmalıdır, hiç bir veçhile değişmemelidir.

Meselâ: bir müslim, hem talâka, hem de zihara ehildir. Bir gayrı müslim de talâka ehildir. Buna kıyasen zihara da ehildir, diyemeyiz. Çünkü desek fer´de hüküm değişmiş olur. Şöyle ki: zihar yapan bir müslim, keffaretini ya rakabe azad etmekle veya altmış fakiri itam ile. ve bunlara muktedir değilse iki ay muttasıl oruç tutmakla ifa eder. Bir gayri müslim ise oruç tutmaya ehil değildir. Artık böyle bir kıyas ka­bul edilecek olsa aslın hükmü fer´de kısmen olsun tagayyür etmiş olur ki, bu, caiz değildir. [23]

Kıyasın hükmü ve kısımları:



463 - : Kıyasın hükmü, ta´diyedir. Yâni: asıldaki hükmün fere de nakl edilmesidir. Şöyle ki: asıldaki hüküm her ne ise onun bir misli de feride izhar edilir, bu hüküm kıyas yolile meydana çıkarılmış olur.

464 - : Kıyasın kısımlarına gelince: kıyaslar; vecihlerinin, illetle­rinin, müctehidlerce derhal anlaşılabilip anlaşılamaması itîbariîe celî ve hafî kısımlarına ayrılır. Şöyle ki: bir kıyasın vechi derhal münfehim olursa o bir kıyası celî olmuş olur ve mutlak surette söylenilen kıyas ile bu kıyası celî kasd edilir. Bilâkis bir kıyasın vechi derhal münfehim olamayıp tetkika muhtaç bulunursa o da bir kıyası hafî olmuş olur. Kı­yasın bu kısmına usul ilminde diğerinden fark için «istihsan» adı da verilmiştir.

Bir de fıkıh ilminde istihsan tâbiri, böyle kıyası hafî mânâsında de­ğil, alelıtlak kıyası celîye mukabil ve muarız bir delü mânâsında kulla­nılır. Bu hâlde her kıyası hafî, istihsan ise de her istihsan bir kıyası hafî değildir. Bu delili âm; bir eser, yâni: bir âyet, bir hadis, veya bir icma veya bir zaruret olabileceği gibi bir kıyası hafî de olabilir.

Meselâ: kendilerinden matlûb menfaat, filhal mâdum olduğu cihetle kıyası celîye nazaran caiz olmaması lâzım gelen icarenin, selemin cevazı bir hadisi şerife müstenit bulunmuştur. İşte bu bir istihsan meselesidir.

Kezalik: istisnam, yâni: bir şeyi yapmak üzere bir sanat ehlile mu­kavele yapmanın cevazı da kıyasa muhalif olarak icma ile sabit olmuş­tur. Çünkü yaptırılması istenilen şey, akd zamanında mâdûm olduğun­dan bunun hakkındaki satış mahiyetinde olan akdin caiz olmaması muk-tezayı kıyas iken bu, icma ile caiz görülmüştür. Binaenaleyh bu da bir istihsan meselesidir.

Kezalik: teneccüs eden havuzların, kuyuların taşlarında, toprakla­rında necaset eseri kalmış bulunabileceğinden mücerred sularım çıkar­makla temiz olmayacakları muktezayı kıyas iken bunların sularım çıkarmakla temiz olmalarına hükm edilmesi de bir zarurete mebni caiz bulunmuştur. Çünkü aksi takdirde büyük bir harec, meşakket içinde kal­mış oluruz. Dinde ise harec yoktur. Zaruretler memnu olan şeyleri mu­bah kılar, işte bu da bir istihsan meselesidir.

Kezalik: yırtıcı kuşların artıkları kıyası celîye nazaran temiz olma­mak lâzım gelirken kıyası hafiye nazaran temiz sayılmıştır. Bu cevazın illeti, hafî olduğundan bunun hakkındaki´ delü, bir kıyası hafiden ibaret bulunmuş, kıyası celîye muarız olduğu hâlde ona takdim edilmiştir. Ni­tekim bu cihet ilerideki meselelerde de tavazzuh edecektir, işte bu da, hem usul, hem de fıkıh bakımından bir istihsandır. [24]

Kıyası celî ile kıyası hafinin kısımları :



465 -: Kıyası celî şöylece iki kısımdır:

(1) : Tesiri zaif, yâni: illeti müessiresi kuvvetsiz bulunan kıyası ce-lîdir. Yırtıcı hayvanların artıklarına kıyasen yırtıcı kuşların artıklarının da murdar olmasına hükm etmek gibi.

(2) : Fesadı zahir, sıhhati gizli olan kıyası celidir. Namazda oku­nan secde âyetinden dolayı icap eden secdei tilâvetin rükûı salât ile eda edileceğine hükm etmek gibi. Çünkü secdei tilâvetten murad, Hak Te-alâ´ya tazim ve inkivadı izhardır. Bu murad ise namazda bir ibadeti maksuda olan rükû ile de hâsıl olur. Binaenalevh bu rükû ile tilâvet sec­desinin de eda edilmiş olmasına hükm, sahihtir.

466 -: Kıyası hafiye gelince bu da şöylece iki kısımdır:

(1) : Tesiri kavi olan kıyası hafidir. Yırtıcı kuşların artıklarının te­miz olduğuna hüküm hu kabildendir. Zira yırtıcı kuşları yırtıcı hayvan­lara kıyas doğru değildir. Yırtıcı hayvanlar, ağızlarile su içerler, lûap-lan suya dökülür, bunların ağızları temiz olmadığından îûapları da te­miz değildir; bu cihetle suyu temizlikten çıkarır. Yırtıcı kuşlar ise gaga-larile yerler, içerler. Gagaları ise kemiktir, temizdir.

(2) : Sıhhati zahir, fesadı gizli olan kıyası hafidir. Tilâvet secdesi­nin rükû ile eda edilemeyeceği hakkındaki kıyası hafî bu cümledendir.

Çünkü zahiren secde rükûa mugayirdir. O hâlde rükû. ile secde ifa edil-miş olamaz. Fakat hakikati hâlde böyle bir mugayeret yoktur. Zira sec­deden murad, Hak Tealâ´ya tevazu ve inkiyaddır, mütekebbirlere karşı da muhalefettir. Bunlar ise namaz içindeki rükû iie de tahakkuk eder.

İmdi kıyası celî ile kıyası hafî, tearuz edince bakılır. Her ikisi mü­savi bir hâlde ise kıyası celî tercih, olunur. Çünkü bunda vechi kıyas, zahirdir.

Kezalik: kıyası celinin ikinci kısmı, yâni: fesadı zahir, sıhhati haü olan kısmı, kıyası hafinin ikinci kısmına, yâni: sıhhati zahir, fesadı giz­li bulunan kısmına tercih edilir.

Kıyası hafiye gelince bunun da birinci kısmı, yâni: tesiri kavi bulu­nan kısmı, kıyası celinin birinci kısmına, yâni: tesiri zaif bulunan kısmı­na tercih olunur. Kuşların artığı meselesinde olduğu gibi. [25]

Kıyaslarda aranılan illetlerin nevileri:



467 -: İlletler, mansııs ve müstenbat İlletler adile iki nevidir. ileli mensusa, nas İle´ veya icmâ ile bilinen illetlerdir. Meselâ: bir hadisi şerifte buyurulmuştur. Yâni: kedi mur­dar değildir. Çünkü o —ev içinde-dolaşıp duranlardandır. Ondan sa­kınmak güçtür. Bu hadisi şerifte kedinin murdar sayılmamasının illeti, onun tavvafînden olmasıdır diye tasrih bu vurulmuş tur. Binaenaleyh bu illet, nassı nebevi ile sabittir.

Kezalik: bir çocuğun malında ve nikâhı hususunda velayet carîdir. Bu velayetin illeti, onun çocuk, kasır bulunmasıdır. Bu hâlin bu hususta bir illet olması ise icma ile malûmdur.

Bir hükme münasib olarak zikr edilen bir vasıf, bir gaye, bir istis­na, veya bir şart da illeti gösteren naslar kabilindendir.

.Meselâ: «Ulemaya ikram et» denilse bu ikramın illeti, âlimlik vasfı olduğu ibareden anlaşılmış olur.

Kezaîik : refikalarınıza temizlenecekleri za­mana kadar yaklaşmayınız) nazmı şerifinde cinsî mukarenetten menin illeti, ademi taharet olduğu gayesinden münfehim olmaktadır.

468 -: İleli müstenbeteye gelince: bu da ictihad ile taayyün eder. Şöyle ki: nas ile veya icma ile sabit illetlerin toplanacakları bir vahdet noktası var mıdır ki, bu babdaki .hükümlerin bir illeti müşterekesi sa-yılabilsin?.

Meselâ : çocukluk neden velayete illet oluyor?. Kedinin tavvafİn­den oluşu da ne için temiz sayılmasına bir illet bulunuyor?.

Bir müctehid, bunları tetkik ve tamik edince bunların bir zarurete mebni hükme illet olduğuna intikâl eder. Diğer bir tâbir ile bu muhtelif illetlerin bir cins altına dahil bulunduğunu görür ki, o da zarurettir. Şöyle ki: bunların arasında mülâyemet, yâni: Resulü Ekrem´den, selefi salibinden nakl edilen illetlere uygun bir münasebet mevcuttur. Bu ci­hetle´zaruretin hem velayete, hem de kedinin tabir sayılmasına illet ol­duğu anlaşılmış olur ki, işte bu, bir müstenbet illettir.

Velhâsıl bir kıyasın, bir nassın illeti ya nas ile veya istinbat ile sa­bit olur.

469 -: Bir müctehidin bir nassı bir illeti kasıra ile tâlil etmesi, yâni: fer´a taaddî ve tesir edemeyecek bir illet ile talilde bulunması, Ha* nefiyyece caiz değildir. Çünkü böyle bir tâlilde faide yoktur. Aslın hük­mü ise bu nakıs tâlil ile değil, nas ile sabit bulunmuştur.

İmam Şafiî Hazretleri ise bir nassın illeti kasıra ile tâlil edilmesini caiz görmüştür. Meselâ: müşarünileyhe göre altın ile gümüşte ribanın cereyanına illet, bunların semen olmalarıdır. Halbuki bunlardan, başka hakikaten semen olarak kullanılan başka bir şey bulunmadığından se-meniyyet, altın ile gümüşe muhtas, başka şeylere gayri müteaddî bu­lunmuştur. Binaenaleyh bu tâlil, bu babdaki nassın başkasına teaddî ve tesirine mâni olacak bir illeti kasıra ile talili demektir.

470 -: Yukarıda da işaret olunduğu üzere kıyasın illetine «mena-tı hükm» de denir. Bu illet, sarim nassı ile tayin edilmemiş olunca müc» tehid, hükme medar olan illeti istinbat eder. Bu istinbata «tahrici me-nat» denir. Bu istinbat îmsusundaki tetkike de «tahkiki menat» denilir. Bir de kıyasa mevzu olan hâdisede hükme illet olması melhuz birçok va­sıflar bulunabilir. Bunların hepsi illet değildir. Bunlardan hangisinin hü­kümde âmil, müessir, illeti tamme olduğunu arayıp bulmaya da «tenkı-hı menat» denilmiştir. [26]

Naslarda tâlilin bir asi olup olmadığı:



471 -: «Nususta asi olan tâlil midir, ademi tâlil midir» meselesi, usuliyyun arasında ihtilaflı bir meseledir, Şöyle ki: Hanefilerce nusus­ta asî olan, filcümle tâlildir. Yâni: taabbüdî ve cezaî hususlardan baş­kasına ait olan nasılların birer illet İle, birer hikmet ve maslahat ile mu­allel olması, mansus olanın hükmüne o tâlil vasıtasile başkasının kıyas £olile tâbi tutulabilmesi bir esastır. Meğer ki, hususî bir nassa veya ic-ttıaa muhalefet gibi tâlile mâni bir sebep bulunsun. Bu bakımdan nasîar iki kısımdır: gayri muallel naslar, muallel naslar.

472 -: Gayri muallel naslar, bunlar teabbüdî ve cezaî olan naslar-dır. Bunları biz tâlil edemeyiz. Meselâ: namazların ve had cezalarının hakkındaki naslar bu kabildendir. Bunlara başkaları kıyas edilemez. Sa­bah nama2i iki rekât olduğundan akşam namazının da iki rekât olma­sına hükm edilemez. Müctehid, bu husustaki naslara tâbi olur. Onların sade ibarelerile, delâlet ve işaretlerile amel eder, onların illetlerini istin-bat ile üzerlerine başkalarım kıyas etmeğe çalışmaz.

473 -: Muallel naslar. Bunlara «nususı tâliliyye» denir. Bunlarda asi olan tâlildir, kıyasın cereyan etmesidir. Bu kısım naslar, birer ileti mucibeye müstenit bulunmuştur. Bir çok muamelât hakkındaki naslar gibi.

474 -: Bazı zatlara göre alelıtlak naslarda asi olan, ademi tâlildir. Meğer ki, bir nassm muallel olduğuna dair zahiren bir delü bulunmuş olsun.

Bunlara göre bir mansusî bütün evsafile tâlil, mümkün değildir. Böyle bir tâlil, mümkün olmayınca da kıyas carî olamaz. Çünkü asl´ın bütün evsafı fer´de bulunamaz.

Buna cevaben deniliyor ki, kıyas için aslî -makisün aleyhi müm­taz bir vasıf ile tâlil kâfidir. Mansus için birçok vasıflar bulunabilir. Fa­kat medarı hükm, bu vasıfların hepsi değildir. Belki muayyen, mümtaz bir vasıftır, işte kıyas için mansusun hükmüne illet olan o mümtaz vas­fı bulmak, onu o vasf ile tâlil etmek kifayet eder. [27]

Kıyasın bir hüccet olması ve derecei kuvveti:



475 -: Kıyas, müctehitlerin cumhuruna göre bir hücceti şeriyye-dir. Bunun bir hüccet olduğu Kur´anıkerim ile, sünneti nebeviyye ile, müctehidlerden birçoğunun ittifakiîe sabittir. Nitekim ileride izah olu­nacaktır.

Maamafih kıyas, içtihada müstenit, zandan gayrihâli olduğu cihet­le edülei zanniyyeden sayılmıştır. Binaenaleyh kitaba, sünneti sabiteye ve icmaı ümmete muhalif olursa kabule lâyık, ihticaca salih olamaz.

476 - : Bazı kimseler, kıyasın bir hücceti şeriyye olduğuna kail bulunmamıştır. Şöyle ki: tmamiyye ile Revafız ve Havariç taifesi, kıya­sı inkâr etmişlerdir. Bunlara göre kıyas ile amel, şer´an da, akîen de mümteni´dir.

Zâhiriyyeden bir kısım zatlar da kıyasın hücciyetini kabul etmemiş­lerdir. Bunlara göre kıyas ile amel, akîen mümteni değildir, şarü mübın, kıyas iîe amel edilmesini emr edebilirdi. Fakat böyle bir emir vaki ol­mamıştır. Belki kıyas ile amel edilmesi men olunmuştur. Binaenaleyh kıyas bu cihetle batıldır. Kaşanî, Nehrivanî de buna kaildir.

477 -: Şeyh Muhyiddinî Arabi merhum, esasen kıyasa kail değil­dir. Fakat kıyas hakkındaki mütaleatı pek âlimâne ve pek munsifane olduğundan bunun bir tercümesini «Fıkhı Hanefînin esasatı» adındaki risaleden aynen iktibas ediyoruz:

Şeyh Muhiddini´ Arabî Hazretleri «Fütuhatı Mekkiyeye» de «Ahkâ­mı şer´iyyenin usulü» hakkındaki babda diyor ki: «Gerçi kıyas bîr delili kat´î değilse de haberi ahada şebihtir. Haberi ahad, ilmi kat´î ifade et­mezken anınla ahze ittifak olunmuş ve bu suretle haberi ahad, ahkâmı şer´iyyenin usulünden bir asi olmuştur. Binaenaleyh kıyas, şüpheden azade bir surette olarak vücude gelir ise varsın haberi ahad gibi usuli ahkâmdan bir asi olsun.»

«Biz, kıyası Hanefîye kail olmaz isek de, ictihaden mucebi kıyas ile hükm edenin hükmünü tecviz ederiz. Müctehid, gerek hata ve gerek isa­bet etsin. Çünkü sari, müctehid hata etse de anın hükmünü kabul ve kendisini me´cur addetmiştir. îmdi müctehid, kıyası bir asi olarak tanı­mak hususunda kitab veya sünnet veya icmaa veya bunlardan me´huz olan bir asle istinad etmemiş olsaydı meselei ictihadiye hakkında kıyas ile hükm etmesi kendisine halâl olamazdı. Belki çok kere nazariyatça sahibi insaf indinde kıyası celî hükme delâlette adiden menkul olan haberi vahidi sahihten daha kavı olur. Biz haberi ahadi, mücerred râ-vîsine olan hüsni zanmmıza binaen sened ittihaz ederiz. Halbuki ilmen Allah´a karşı kimseyi tezkiye edemeyiz. Zira şer´işerif insanları Allah´a karşı tezkiyeden bizi men etmiştir. Biz ancak bu hükmü böylece zanne­diyoruz diyebiliriz.»

«Doğrusu budur ki: nazarı aklî, kıyası celî de bize müşareket eder. Şer´an misillü ayatı kerime ile memur olduğumuz nazarı aklî ile isbat olunması lâzım gelen ahkâmı mahsusayı isbat etmiş idi. Kur´anda bu âyatın em­sali çoktur.»

«Hak Teaiâ Hazretleri evvelâ: rüknü âzam olan vücudu ilâhîyi is­bat bahsinde nazarı aklînin hükmünü tesbit, saniyen: nazarı aklînin hükmünü tevhidi ulûhiyetinde muteber addetti, bize kendisinden maada ılahün bilh.ak olmadığını bilmek için ukulumuz ile nazarı teklif etti. Biz andan sonra delili aklî ile bu ilahe vacib olan hükümlere nazar ettik ve bunu müteakip tarafı barîden bizim gibi beşer olarak bize gelmiş olan Resulün min indüiâh getirdiği şeyleri tasdikte bize emr eylediği nazarı aklîyi istimal ettik ve aklen peygamberin âyatile sıdkma delîi nasb et­tiği şeylere nazar ederek sübutünü idrâk ettik, bunların cümlesi öyle´ usuldür ki: biri münhedim olsa bütün şeraî batıl olur. Çünkü bütün «unların müstenedi sübutü nazarı aklîdir. Nazarı aklîyi sari itibar ve is-^mâlini kullarına emr etmiştir. Kıyas ise mahza böyle bi« nazarı nklîden ibarettir.» «Artık,Hak Tealâ Hazretleri ümmehatı din olan işbu erkânı ammede nazarı aklîyi ibahe ettiği hâlde kitabda, sünnette, icmad* para-natine tesadüf edemediğimiz bir meselei feriyede istimalini bizden nu-n edeceğini takdir eder misin ?

«Kat´î olarak biliyoruz ki, meselei feriyyenin elbette bir hükmü ilâ­hîsi, bir hükmi muayyeni vardır. Bu hükmü bilmenin tarikleri ise kitab ve sünnette sarahatin fıkdanına mebnî ilcayı zaruretle usulü şeriyyeden olan nazarı aklîye müracaat etti, bu usulün esasatı sübutiyesini de kitab ve sünnetten ahz ettik. Ve bu esasata nazaran kıyasî edillei ahkâmın usulünden bir aslı müstakil olarak kabul ettik. Maamafih bunu da kitab veya sünnette muayyen bir hükmü olmadığı surete hasr ettik. Binaen-aelyh yalnız bir mantukun bihte maksudı şarî olması baîd olmayarak meskutün anh ile mantukun bihin beynini cem eden bir illeti makulenin vücudu hâlinde meskutün anhi bantukun bihe kıyas ile iktifa ettik.»

«îmdi kıyas ameliyesine ancak mevazii zarurette ve aradığımız hükmü şer´î hakkında muayyen bir nassı mahsusa zaferyâb olamadığı­mız takdirde tevessül ederiz. İşte şu meselede mezhebimiz budur ve be­nim indimde kıyası usuli şeriyyeden asi olarak kabul edeni veya her­hangi bir asi veya fer´de bir müetehidi tahtie eden, şarie karşı sui edeb etmiş olur. Zira sari alelitlâk müetehidin hükmünü tesbit etmiştir. Sari ise bâtılı tesbit etmez. Binaenaleyh müetehidin reyi hak olmak lâzım gelir. Ve bu müetehide hatanın nisbeti muhalifin bu müetehid indinde delîl olması sahih olmayan delile nisbeti mesabesinde olur,»

«Şerı´de muhtî birdir ve gayri muayyendir. Binaenaleyh müetehi-din kavlile amel olunmak lâbüddür. Kıyas dahi müetehidin kavlidir. Nef-sülemirde hata bile olsa sari bize anınla amel edilmesini emr etti.»

«Bu babdaki beyanatımız, ilmen infirad ettiğimiz bir mesleki mah­susun iktizasıdır. Yoksa şahsan kıyasa kail değiliz. Ancak şevki ietihad ile kıvaaa kail olanlara nazaran bu sözleri sövlüyoruz. Çünkü sari, mü-eddavı ietihad olan hükmü kabul etmiştir. İmdi muhalif, insaf etmiş ol-savdı bu meselede bizimle nizadan sükût ederdi. Zira bu mesele, müna-zeün fih olmağa lâik olmayacak derecede vazıhtır. înteha.» [28]

Kıyas aleyhindeki deliller ve cevaplan:



478 -: Kıyası inkâr edenlere göre herhangi bir hâdise hususunda zahir naslar ile amel edilir. Bu babda kitab, sünnet, icmai ümmet kâfi­dir, kıyasa lüzum yoktur.

Bunlar, bu müddealarını isbat için şu gibi deliller irad etmektedir­ler:

(1) : Kitabuîlah, her şeyi camidir. Nitekim: " sana kitabı her şeyi mübeyyin olarak indirdik) = yaş, kuru hiç bir şey yoktur ki, illâ açık vazıh olan kitabda mezkûrdur) âyetleri bunu natıkür. Artık kıyasa ne hacet!

(2) : Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur:

Yâni: îsrail

oğullarının işleri dosdoğru devam ediyordu, tâ ki, aralarında esir ço­cukları çoğaldı, olmayan şeyleri olan şeylere kıyas ettiler de hem ken­dileri sapıttılar, hem de başkalarını sapıttırdılar.

Bu hadis ise kıyasın gayri meşru olduğunu göstermektedir.

(3) : Makisün aleyh olan asıl hakkındaki hüküm, ne gibi bir sebe­be, illete müstenit olduğu çok kere nas ile beyan edilmiş değildir. Bu hükmün ne gibi bir vasfa istinat ettiğini rey ile tâyin doğru olamaz. Artık bu hükmü hangi bir illetteki iştirakten -dolayı fer´de de isbat et­mek nasıl caiz olabilir? Bu, hakkullaha riayetsizlik olmaz mı?.

(4) : Naslar ile hükümleri beyan edilmemiş olan şeyler hakkında is-tishab ile amel olunur, ibahei asliye ciheti kabul edilir, onun cevazına, mübahulasl olduğuna hükmedilir, kıyasa hacet kalmaz.

Bu delillere karşı şu veçhile cevap verilmiştir:

(1) : Kitabı ilâhi, vakıa her şeyin hükmünü mübeyyindir. Fakat bu beyan, her hususta sarih değildir. Kuranıkerim ile sünneti nebeviyye, gerek lâfızları ve gerek mânâları itibariyle birer şer´î delildir. Kıyas yo-lile sabit olan bir hüküm ise bunların lâfızlarına değilse de mânâlarına dahildir, racidir. Bu cihetle kıyas müstakillen müsbit bir hüccet değil­dir, belki bir muzhir hüccettir, nassın ihtiva ettiği umumî bir hükmün cereyan edeceği gayri mansus mahalleri izhar ve iraeye hadimdir. Artık kıyasın bir hüccet olarak kabul edilmesi, Kur´anıkerim´in her şeyi mü­beyyin olmasına muhalif değildir.

nazmı celîlindeki kitabdan muradın da Kur´anı Kerim olduğu kat´iyyen malûm değildir. Birçok müfessirlere göre bun­dan murad, levhr mahfuzdur. Böyle bir ihtimâl sabit olunca da istidlal sakıt olur.

(2) : Şer´î naslann intibak edeceği hâdiseler, sahalar gayri mah­surdur. Halbuki Kur´andaki ve sünneti nebeviyedeki şer´î deliller, za­hirlerine nazaran mahduttur, bu gayri mahsur hâdiselerin hükümlerini muhtevi görülmemektedirler. Bu hâlde Kur´anıkerim olmamış olmaz mı?. Halbuki kıyas tarikile tayin edilen hükümlerde min vechin naslara raci, ayni illet ile sabit olunca böyle bir mahzur kalmaz. Artık Kur´am Mübînin bu hükümleri sarahaten değiise de manen muh­tevi bulunmuş olduğu taayyün eder. Ümmeti merhume için geniş bir sahai ahkâm açılmış olur, şer´î deliller ile hâl ve fasl edilemeyecek içti­maî, hukukî bir mesele kalmaz.

(3) : Kitabullahın tibyanen lıkülli şey olduğunu nazara alıp kıyasa lüzum görmeyenlerin sünnetlere de, icmaa da lüzum görmemeleri lâzım gelmez mi?. Eğer Kur´anıkerim, her şeyin hükmünü apaçık olarak beyan buyuruyorsa sünnetin, icmam ayrıca birer hücceti şeriyye olması­na hacet kalır mı?. Halbuki kemlileri de bu sünnetlerin, semaların bir rer şer´î hüccet olduğuna kaildirler.

Demek kî, Kur´anı âzimin bbyanen likülli şey olması, başka bir hüccetin mevcudiyetine mâni değilmiş. O hâlde kıyasın mevcudiyetine de mâni bulunmaz.

Filhakika bütün bu hüccetler, bir hükümler menbaı olan Kur´amke-rim´e manen râci olmakla aralarında bir mümanaat tasavvur olunamaz,

(4) : Vakıa bazı eserlerde, hadislerde kıyasın mezemmetini göste­rir işaretler vardır. Fakat bunlara mukabil, kıyasın meşruiyetine dair daha kuvvetli eserler, hadisler mevcuttur. Mezmum olan kıyas ise usu­lüne gayri muvafık, cühelanın teşehhiyatma müstenit olan vâhî kıyas­lardır.

Resulü Ekrem Efendimiz, ashabı kirammdan Muazibni Cebeli Ye­mene kadı tayin etmişti. Ne ile hükm edeceğini sormuş, o da: Kitabullah ile, sünneti nebeviyye ile, ve bunlarda sarahaten bulamadığı şeyler hak­kında da kendi ietihadile hükm edeceğini beyan etmekle Fahri Âlem Hazretleri: «Allahütealâ´ya şükür olsun ki, resulünün resulünü, resulü­nün razı olacağı şeye muvaffak buyurdu.» diye mahzuziyetini izhar bu­yurmuştur. İctihad İse kıyası da muhtevidir. Hattâ kıyasa mecazen iç­tihat da denir. Çünkü ictihad, kıyasa sebebdir. Aliyyibni Ebi Hüreyre ise içtihat ile kıyası bir sayarak bunu İmam Şafiiye nisbet etmiştir. Fa­kat cumhuri fukahaya göre ictihad kıyastan eamdır. Zira her kıyas iç­tihada muhtaçtır. Her ictihad ise kıyasa muhtaç değildir.

Velhâsıl bu hâdisede Resulü Ekrem´in Hazreti Muaza hitaben: «Bir şeyin hükmünü kitabda, sünnette bulamazsan ne ile amel edersin» diye buyurması, her hükmün bu iki menbada sarahaten bulunamayacağını gösterir. Sonra Hazreti Muazm: «İçtihadımla amel ederim» demesini tas­vip buyurması da.kıyasın meşruiyet ve memduhiyetine bir delildir.

Maamafih kitab veya sünnet bir hükmü ya bilâvasıta veya bilvasıta beyan eder. Kıyas ise vesait kabilindendir. Binaenaleyh kıyas ile zahir olan bir hükmü kitab veya sünnet, bilvasıta beyan etmiş olur. O hâlde. kıyas ile izhar edilen hüküm de ayni menbaa raci olmuş olmaz mı?.

Hazreti Ömer´in Musel Eş´arî Hazretlerine kıyası tavsiye etmiş ol­duğunu da ikinci kitabda göreceğiz.

(5) : Bazı hükümlerin illetleri nas ile gösterilmiş, bazı hükümlerin illetleri de nassın delâletile, işaretiîe ve selim aklın intikalile anlaşılmak­ta bulunmuştur.

Meselâ: nazmı celilile zina nehy edilmiştir. Bu neh-yin illeti de çünkü o bir fahiş cinayettir) kavli şerifile sarahaten gösterilmiş demektir. Artık zinaya kiyasen fevahişten bulu­nan herhangi bir şeye yaklaşmadan memnu olduğumuza kail olursak kitabullaha muhalefet mi etmiş oluruz?

Kezalik: şarii hakîm, Öldürücü bir zehir olduğu bilinen bîr şeyi ye­mekten bizleri men etmiş olsa artık o gibi zehirli olan sair şeyleri ye­mekten de memnu bulunduğumuz kıyas yolile taayyün etmiş olmaz mı?. Aksi takdirde şarii mübinin hikmeti teşriiyyesine muhalif harekette bu­lunmuş olmazmıyız?.

Şarii hakîm, bizleri teemmüle, tefekküre, istibsara, hükümleri is-tinbata davet ediyor. Eğer biz yalnız apaçık olan ahkâm ile amel edip bir takım hakayıkı tefekkür ve İstinbat vasıtasile meydana çıkarmakla mükellef olmasaydık bu tefekküre, istinbata, davet edilmemiz zaid ol­maz mı idi?.

Allahü Tealâ tefekkür ve teemmül erbabını medh ediyor. Tefekkür ve teemmülün bir neticesi olan istinbat, bir ictihad meselesidir. Kıyas da bir ictihad meselesinden başka değildir.

Bütün bunlar, kıyas ile amelin cevazına delâlet ediyor. Şarii mübî-nin tecviz ettiği bir şey ise kendisinin hukukuna bir tecavüz sayılamaz.

(6) : Istishab meselesine gelince bu, her hususta bir hüccet ola­maz. Gayri mutenanı ahkâm, mahdut naslar ile halledilemeyeceği gibi istishab yolile de hâl edilemez. Meselâ: «hürmetine dair nas bulunmayan şeyler hakkında ibahei asüyye ciheti kabul edilmeli, bir şeyi aslı üze­re bırakmaktan ibaret olan istishab esası düsturülamel olmalıdır* deni­liyor. Halbuki ibahei asliyyeyi gösteren birçok nasların umumiyeti, şâir naslar İle tahsis edilmiş, birçok şeyler mubah olmaktan çıkarılmış, icti­had için geniş bir tedkik sahası vücude gelmiştir.

Meselâ: o bir Halikı Zîşan´dır ki, yerde bulunan bütün şeyleri sizin için yaratmıştır) âyeti kerimesi, bizlere bir­çok şeylerin mubah olduğunu gösteriyor. Fakat bunlar, alelıtlak mubah mıdır? Elbette değildir. Bunları tedkik ve tefrik icab eder. Bunların ıtlakı üzere mubah olmayıp bir takma kayıdlar ile, şartlar ile mukayyed olduğunu yine âyaü kur´aniye göstermektedir. Ezcümle altın ve gümüş, bizlerin menfaati için yaradılmıştır. Fakat bununla beraber başkasının mülkünde bulunan altın ve gümüş bizlere haramdır, bunları sahibinin elinden gayri meşru surette alıp sarf edemeyiz, bizim bunlardan istifa­de edebilmemiz için bir takım kuyud ve şurut vardır. Aksi takdirde bun­lardan istifade caiz olmaz.

tşte bu hususlardaki cevaz veya ademi cevaz, bazan bir nâs ile sa­rahaten beyan olunmuştur, bazan da kıyas tarikile zahir bulunmuştur Artık kıyasın nassa muhalif, şarii mübînin hükmüne münafi bir şey sa­yılmasına imkân yoktur.

(7) : tbahei asliyyeyi esas tutan zahiriyye mezhebi, mahiyetindeki darlıktan dolayı değil midir ki^ hukukî, içtimaî hâdiseleri hâlle kifayet etmemiş, müslümanlık âleminde uzun bir müddet tatbik sahası bula­mayıp sâlikleri münkariz olmuş, mahsuîi mesaîleri tarihe karışıp git­miştir.

Zahiriye gibi kıyası inkâr edenler, kıble cihetini tayin, cihad işleri­ni tedvir gibi hususlarda içtihada, istimâl-i re´ye cevaz vermişlerdir. Ne­fislerinden zararı def veya nefislerine menfaati celb hususunda rey Ve ictihad ile amele lüzum görmüşlerdir. O hâlde sair hukukî meselelerde ne için bir ictihad eseri olan kıyas ile ameli caiz görmesinler.

(8) : îbni´Aküil Hanbelî diyor ki: Sahabei kiramın kıyas istimal et­tikleri tevatüri manevî ile bizlere baliğ olmuştur.

Ibni Dakiküîd de demiştir ki: Bence mutemed olan, aktarı arzda sarkan ve garben, asren bade asrın kıyas ile amelin iştihar etmiş olma­sıdır. Cumhurı ümmete göre böyledir. Ancak müteahhırinden bazıları buna muhalif bulunmuştur.

Şevkânî merhum da diyor ki: «Sahabeden, tabiînden ve fukaha ile mütekellimînden cumhur, kıyasın usuîi ger´iyyeden bir asi olduğuna za-hib olmuş, bununla hakkında sarahaten delili sem´î bulunmayan ahkâm üzerine istidlalde bulunmuşlardır. Kezalik: kıyasın cevazına Nebiyyi Zî-şan Hazretleri tarafından vukubulan kıyasat ile istidlalde bulunmuşlar­dır. Ezcümle sahabiyattan Has´amiyye: «Yâ Resuîellah!. Babam hac et­meden vefat etti, ben onun yerine hac etsem ona fâidesi olur mu?.* diye sormuş. Resulü Ekrem Hazretleri de: «Söyle bakalım, .babanın üze­rinde bir borç bulunsa da onu sen ödeşen babandan kifayet etmez mi?.» buyurmuş, Has´amiyyenin: «Evet..» demesi üzerine de Resulü Ekrem Hazretleri: «Öyle ise Allahütealâ´ya olan borç kaza olunmaya daha hak­lıdır» diye buyurmuştur ki bu, bir kıyas meselesi demektir.

Resulü Ekrem (saliâllahü aleyhi vesellem) den bi" çok kıyaslar vu­ku bulmuştur. Hattâ «Nasıhı Hanbelî» bu kıyaslara dair bir risale tas­nif etmiştir.

Yine Şevkânî merhumun ifadesine nazaran: kıyası nefy edenler de, her kıyas tesmiye edilen şeyin ihdarma kail olmuş değillerdir. Bunlar, illetleri mansus veya asi ile fer´ sayılan şeyler arasında fark gayri mev­cut olan bir kısım kıyasları, asi hakkındaki delilin medlulü tanımış, bu asi hakkındaki delili onlara da şâmil addetmiş bulunmuşlardır. Bu cihet­le arada istîzam edilecek büyük bir muhalefet yoktur. Bu muhalefet, lâfzıdır. Kendilerile böyle amel olunan şeyler hakkında manen ittifak vardır. Tariki amelin ihtilâfı ise manevî ihtilâfı ne aklen ve ne de şer´an ve örf en iktiza etmez. (Usuli Şevkânî).

Velhâsıl : gerek bir çok sahabei kiram ve gerek bir kısım tabiîn ile eimmei erbaa gibi müctehidîni izam, kıyas ile ameli caiz görmüşlerdir. Elverir ki, yapılan bir kıyas, şeraitini cami olsun, usulüne muvafık bu­lunsun, aksi takdirde o bir kıyası meşru olamayacağından —aşağıda ya­zıldığı veçhile-reddi cihetine gidilir. Usulü dairesinde olan bir kıyas ise, arz olunduğu üzere edillei şer´iyeden bir esastır, ve cumhuru ulema­ca makbuldür, muteberdir. Artık bu sevadı azamdan ayrılmak bizim için lâyık olamaz. (Aleyküm bissevadil´ a´zami). [29]


Konu Başlığı: Ynt: Kıyasın mahiyeti ve rükünleri
Gönderen: queen üzerinde 26 Mart 2010, 10:09:23
sağolun. bize yararı olacak bir knu seçmişsiniz.