๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hukuku İslamiye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 04 Mart 2010, 01:57:56



Konu Başlığı: Hüccetlere,Karinelere,Yeminlere,Beyyinelerin Tercihine dairdir
Gönderen: Ekvan üzerinde 04 Mart 2010, 01:57:56
(İKİNCİ BÖLÜM)

HÜCCETLERE, KARİNELERE, YEMİNLERE, BEYYİNELERİN TERCİHİNE
DAİRDİR.



İÇİNDEKİLER : Hücec-i battıyyenîn hükmü. Karine-i kaîıa ve sair hükm sebebleri. Tahlife ve tahalüfe aid meseleler. Bir lahika: Yemin hakkında. Te-nazu bil´eydiye aid meseleler. Beyyİnİerİn trcihine aid meseleler. Söz kimin olduğuna ve tahkim-i hâle dair meseleler. [4]

Hücec-F Hattiyyenin Hükmü :



155 - : Mazmunu ikrar ile veya şahadet-i âdile ile sabit olan hat ve hâ-tem, medar-ı hükmdür.

Tezvir ve tasni şüphesinden salim olan hat ve hatem do mamûlünbihdir, yani: Medar-ı hükmdür: Berat-i sultanî, defter-i hâkânî kuyudu ve usûlüne muvafık hiyle ve fesatdan salim olarak tahrir ve zabt edilmiş olan mehakim sicillâtı gibi. Fakat böyle olmadıkça yalnız hat ile, yalnız hatem ile ve yahut hat ve hatemin mecmuiyle amel olunmaz. Çünkü yazı yazıya benzeyebilir, mü­hürler de taklid edilebilir veya başkasının eline geçmiş olabilir.

îmam Ebû Yusuf ile imam Muhammed´e göre bir şah id, bir ra´vi veya bir hâkim, hâdiseyi unutmuş olduğu halde ona dair yazılarını görünce muktezası-na göre amel edebilir. Fetva bu veçhiledir. Zira bunda galat nadirdir, bir tağ­yir ve tahrif bulunsa ona ıttıla mümkündür. Bir yazının diğer yazıya her veç­hile müşabih olması pek azdır. Binaenaleyh nâsa genişlik gösterilmesi için bu yazıya itimad tecviz edilmişdir.

Sarrafların, tacirlerin, simsarların defterieriyle de amel edilebileceğine bazı zevat, kail olmuşlardır, bunlarda tezvirden emindirler (Hamevî, Tenkih, Reddimuhtar.)

156 - : Vaktiyle Türkiye´de Sultan Süleyman ve Üçüncü Sultan Murad zamanlarında bir ilmî heyet tarafından umuma ve tesisat-ı hayriyyeye aid arazi, köyler, mezraalar, mer´alar, yaylalar, kışlaklar ve bunların merbut ol­dukları cihetler büyük bir itina ile yazılmış, bunlara dair (970) adet defter vücuda gelmişdir. Bu defterler, istanbul´da Defteri Hâkânî = Tapu idaresi denilen dairede birbiri içinde mühürlü dört demir kapıyı havi, metin, emin bir mahzen içinde hıfz edilmekte bulunmuşdur. işte: «K-uyud-ı Defteri Hâkânî» den maksad, bunlardır.

Eşhasın alelade tasarruflarında bulunan tarlalar, çayırlar, bunun hami­dedir. Bunlar her ne kadar tapu senedlerine merbut iseler de bunların maz­munları, bilâ beyyine muteber değildir (AhkâmüTarazi.)

157 - : Mazmunu beyyine ile sabit olmadıkça mücerred vakfiyye ile and olunmaz. Çünkü hâkim, hüccete binaen hükm eder. İpuccet ise beyyine ife ik­rardır. Mücerred vakfiyye ise hüccet olmaya salih değildir. Yazı yazıya bet Eeyebilir. Fakat mahkemenin mevsuk ve mutemedünbih olan sicilinde raıia?-yed olan bir vakfiyye ile ameî olunur. Bu, Mamûlünbihadır (Tenkih-i Bâ-midî.) [5]

Kari Ne-1 Kat! A Ve Sair Hükm Sebebleri :



158 - : Esbab-ı hükm, yedidir. Bundan biri, karine-i kâtladır. Diğe´s" de şahatîfet, ikrar, yemin, yeminden nükûl, kasame ve bazı zevata göre _r kadıdır. Yani: Hâdiseye hâkimin muttali bulunmasıdır.

Meselâ : Bir şahs, elinde kana bulaşmış biçak olduğu halde havf ve :ii: ile bir boş haneden alelacele çıkmakla hemen o haneye girüse de henü gazlanmış bir kimse görülse, bu hâl, o şahsın bu kimseyi kati etmiş. oldü-.. bir kat´î karine teşkil eder, bunda iştibah olunmaz. Binaenaleyh, hâkin;. :-karineye binaen û şahsın katil olduğuna hükm eder.

Kezalik : Bir kimsenin elinde bulunan bir malda senelerden beri asar ruf-ı müllâk ile mutasarrıf bulunması, bu malın kendisine aidiyyeti için Ür karine-i kâtladır. Binaenaleyh bu karineye mebni bu malın o kimseye uSj-yetine şahadet olunabilir (Reddimuhtar Mecelle.)

159 - : Bir şey hakkında şahadete mebni hükm verileceği gibi ikran. se­mine, veya yeminden nükûle binaen de hükm verilebilir.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan karz cihetinden olarak şu kadar rteaal dâva ve bunu inkâra mukarin iki şahidin şahadetiyle isbât etse bu measgsa o kimseye verilmesine hükm edilir.

Kezalik : Böyle bir borçlunun borcunu ikrar etmesi veya kendisine u edilen yeminden nükûl eylemesi takdirinde de bu veçhile hükm olunur,

Bilâkis, müddeî, bu alacak iddiasını isbât edemeyib de muddeaaleyı dişine tevcih edilen yemini yapsa müddeînin bu alacak dâvasının hükm edilir. Kasâme de yemin kabilindendir. Kasâme mebhasine mür;:ıafc"

160 - : îlnvi kadıya gelince bu da bazı zatlara göre esbab-ı Şöyle ki: Bir hâkim, daha hâkim olmadan bir şeye muttali olsa, kim olunca ledel´mürafaa o şey hakkında bu ıttılaına göre hükm verebife

Meselâ : Bir zat, bir kimsenin bir şahsa şu kadar meblâğ borç görmüş olsa da sonra hâkim olduğu zaman buna dair huzurunda bir âfet inkâr vuku bulsa bu zat, bu meblâğın ikraz veistikraz edildiğini müşahade et­miş olduğuna mebni bununla hükm edebilir. Çünkü böyle bir dâvayı şahadet le isbâtdan maksad, hakikat-ı hâle ıttıla husulüdür. Hâkim ise emin olduğun­dan onun ıttılaı da bu hususda kâfidir.

Fakat diğer zevata göre bir hâkimin kendi ıttılaına binaen hükm vermesi, hakkında töhmeti, sui´zanm celb eder. Bahusus zamanenin fesadı, hâkimlere böyle bir salâhiyyet verilmesine mânidir. Binaenaleyh hâkimin ilmi, esbaİM hükmden olamaz. Müftabih olan da budur (Mebsût, Camiül´füsûleyn.)

(îbn-i Hazm, ilm-i hâkimin esbab-ı hükmden olup olmaması hususunda şu malûmatı vermektedir.

Hâkim için farzdır ki, dima, kısas, hudûd, emval gibi hususlarda kendi il­miyle hükm etsin. Bunları gerek hâkim olmadan evvel ve gerek sonra bilmiş olsun müsavidir. En kuvvetli hükm, hâkimin kendi ilmine istinaden vermiş ol­duğu hükmdür. Çünkü bu halde hakka yakını bulunmuş olur. Sonra ikrar ile, daha sonra da beyyine ile olan hükm kuvvetlidir, imam Şîfii, Ebû Sevr, Ebû Süleyman da buna kaildirler.

Rivayete nazaran Ömer tbnil´aziz demişdir ki: Hâkim, zina hususunda kendi İlmiyle = Ittılaiyle hükm edemez. Şa´bî de demişdir ki: Ben hem kadı, hem de şahid olamam.

imam Malik, îmam Ahmet, Ebû Ubeyde ve bir kavle nazaran Ibn-i Ebî Leylâ ve bir kavle göre imam Muhammed de demişdir ki: Hâkim, kendi bil meşine istinaden hiç bir şey hakkında hükm edemez.

îmam Ebû Yusuf da demişdir ki: Hâkim, hudüdden başka, kısas ve saire hususlarında kendi ilmiyle hükm edebilir. Bunlara gerek hâkim olmadan ev­vel ve gerek sonra muttali bulunmuş olsun müsavidir. İmam Muhammed´in ilk kavli de böyledir.

imamı Azama göre ise hâkim, kazaya tevdii etmesinden evvelki ıttılaına binaen asla hükm edemez. Meselâ: Bir hâkim, bir şahsın birini kati etdiğine hâkim olmadan muttali olsa hâkim oldukdan sonra bu bilgisine binaen o şah­sın katil olduğuna hükm edemez. Amma hâkim oldukdan sonra muttali oldu­ğu şeylerhakkında hükm edebilir. Bundan yalnız hudûd müstesnadır, onlar ile hükm edemez, imam Leys´e göre de müddeî, hukuk-ı nâsa müteallik bir hususda bir şahid ikame etmedikçe hâkim, mücerred kendi ilmine istinaden hükm edemez. Fakat bir şahid ikame ederse hâkim, o şahid ile beraber kendi ilmine istiaden hükm edebilir (Kitâbül´muhallâ.)

(Müctehidin-i kiramdan bazılarına göre kâiflerin = Nesebleri firasetleriy-le tâyine muktedir kimselerin neseb hususundaki ifadeleri de esbab-ı hükm-dendir. .

Bu hususda Hanbelî´lere aid olan bazı meseleler, ikinci cildde neseb meb-hasinde yazılmışdır.

(Ibn-i Hazm diyor ki: Bir çocuğun nesebini ilhak hususunda kâifenin sö-ziyle hükm vâcibdir. Bu hususda hürreler ile cariyeler müsavidir. îmam Şa­fiî´nin, Ebû Süleyman´ın kavli de böyledir, imam Mâlik´e göre yalnız cariye­lerin çocukları hususunda kaillerin şahadetiyle hükm edilebilir, imamı Azama göre İse bununla hiç bir hususda hükm edilemez (Elmuhallâ.)

(Şafiî´lere göre kaifler hakkında şu gibi meseleler vardır.

(1) : Kâifin müslim, âdil, nâtık, basîr, reşît, tecrübe sahibi nesebini nefy edeceği şahsa karşı âdavetden beri ve nesebini ilhak edecek şahsa gayr-ı ka-rib bulunması şartdır. Çünkü kâif, ya hâkim veya kasım demekdir.

(2) : Bir kâifin tecrübe sahibi olup olmadığını anlamak için bir çocuk, va­lidesi» içlerinde bulunmayan kadınlar ile beraber üç kere kâife gösterildiği gibi bir kerre de validesi aralarında bulunan kadınlar ile beraber kâife arz edilir. Kâif, bu çocuğu, asıl validesine nisbet eder de diğerlerinden birine nis-bet etmezse sahib-i tecrübe olduğu anlaşılmış olur.

(3) : Esah olan kavle göre kâifde hürriyet, zükûret de şartdır. Fakat adet şart değildir.

Binaenaleyh iki kimse, bir meçhul lakıtın veya sair meçhûlünneseb bir ço­cuğun nesebini iddia etseler bu çocuk kâife gösterilir. Kâif, bunu o iki kim­seden hangisine ilhak ederse bu çocuğun nesebi o kimseye lâhik olur.

(4): iki kimse, bir kadına bir şüphe üzerine, meselâ: Zevcesi veya cari­yesi sanarak tekarrüb edib de kendilerinden tevellüdü mümkün olacak halde bir çocuk dünyaya gelse bakılır: Eğer çocuk, bunların takarrübünden itiba­ren altı ay ile dört sene arasında dünyaya gelmiş ise kâife gösterilir. Ve eğer iki takarrüb arasına bir hayz tehallül etmiş ise çocuk, ikinci tekarrüb sahibi­ne aid olur, velev ki bunun nesebini ilk tekarrüb sahibi iddia etsin. Çünkü hayz, rahmin çocukdan beri olduğuna zahiren bir alâmetdir. Bununla çocuğun ilk tekarrüb edene taallûkunun inkıtâı zahir olur. Artık kâife göstermeğe hacet kalmaz. Meğer ki ilk takarrüb eden, o kadının nikâhı sahih ile kocası bulun­muş olsun, ikinci tekarrüb sahibi de bir £übhe ile veya fâsık nikâh ile tekar­rüb etmiş olsun. Bu takdirde İlk tekarrüb edenin taalluku, münkati olmaz, - kâife müracaata ihtiyaç görülür. - Çünkü nikâh-ı sahih ile olan firaşda tekar­rüb imkânı, nefs´i tekarrüb makamına kâimdir, bunda hayzdan sonra da te­karrüb imkânı hâsıldır.

(5) : Kâifin bir çocuğu bir şahsa ilhak etmesi, hâkimin.hükmü bulunma­dıkça muteber olmaz. Hâkim, kâife bu hususu emr etmeli, onun ilhakını ten-fiz eylemelidir. Meğer ki kâifin kâifiyyetine hükm etmiş olsun (Tuhfetül´mub-tac, îbn-i Kasım ve Şirvânî Haşiyeleri.) [6]

Tahlife Ve Tehalüfe Aid Meseleler :



161 - : Bir müddeî, dâvasını beyyine ile isbâtdan izhar-ı acz edince onun talebiyle müddeaaleyhe yemin verdirilir. Bu, bir tahlif meselesidir ve bir kaide-i esasiyedir. Fakat bu kaideden bazı meseleler müstesnadır. Ezcümle: Bir kimse, bir şahsdan «Sen fülâmn vekilisin» diye dâva, o şahs da inkâr etse kendisine yemin teklifi lâzım gelmez. Çünkü bu yeminde faide yokdur. Bir kerre vekil kendisini vekâletden azl edebilir. Bu inkâr ise bir azl ve istifa de­mekdir. Sonra yeminden nükûl ikrar sayılsa onun bu ikrarı başkası hakkında muteber olmaz.

Kezalik : iki kimseden her biri, bir şahsın elindeki bir malı o şahsdan sa­tın almış olduğunu iddia etmekle o şahs, bu malı bunlardan birine satdığını ikrar ile diğerinin iddiasını inkâr eylese kendisine yemin tevcih edilemez. Zira bu tevcih edilen nükûl etse bu, bir ikrar olacakdır. Halbuki bu ikrar, evvelki mukarrünlehin aleyhine muteber olmaz.

162 - : Müddeîye yemin tevcihi hususunda isticar, irtihan, ittihab ve tes­lim dahi satın alma iddiası gibidir.

Meselâ : iki kimseden her biri, bir haneyi İsticar etdiğini iddia etdiği hal­de hane sahibi bunlardan birinin iddiasını ikrar ve tasdik etse artık diğerinin dâvasını inkârdan dolayı kendisine yemin tevcih edilmez. Zira bu yemininden nükûl etse bu, diğeri aleyhine ikrar olacakdır, Bu ikrarda ise muteber olma­dığından faide yokdur:

Velhâsıl : Bir kimsenin bir hususda ikrarı, caiz, muteber olmazsa inkârı halinde kendisine yemin lâzımgelmez (Bedâyî, Reddimuhtar.)

163 - : iki hasımdan biri tahlif edilince namı akdes-i ilâhîye yemin eder. Yani: «Vallahi veya Billahi veya Tallahi» diye veya ALLAH´a and içeri m ki di­ye yemin eder, yoksa talâka veya itâka yemin etdirilmez. Böyle bir yemin tek­lif edilse bundan imtina, nükûl sayılmaz.

Ancak bazı fukahaya göre hasmın ilhahi üzerine yemin, tagiiz ve teşdid edilebilir.

Meselâ : Kendisinden dâva edilen bin lirayı inkâr eden bir müslümana: «Gizliyi de, aşikârı da bilen ve rahman ve rahîm olan ALLAH Taâlâ´ya kasem ederim ki benim bu müddeîye bin lira borcum yokdur.» şeklinde yemin verdırilebilir.

Maamafih müddeaaleyh, ALLAH Taâlâ´nın ismine yemin edib de bu taglizden nükûl etse bu nükûliyle hükm edilemez, zira maksûd olan yemin hâsıl olmuş-dur (Tenvir, Zeyleî.)

164 - : Yemin, zaman ve mekân itibariyle tagiiz edilemez. Meselâ bir müddeaaleyh, mutlaka ikindiden sonra veya bir camii içinde yemin etmeğe mecbur tutulamaz (Dürer.) şerif

165 - : Yemin, ancak hâkimin veya naibinin huzurunda onların tahlif ve teklifi ile muteber olur. Başka kimselerin huzurlarmdaki yemin veya yemin­den nükûl muteber değildir. Çünkü yemin, husûmeti kesmek içindir. Hâkim ile naibinin huzurunda olmayan bir yemin ise husûmeti katı´ etmez.´ Tahlif ise hâkimin hakkıdır, hasmın hakkı değildir (Fethül´kadir. Tekmile.)

166 - : Bazen bir mazerete mebni hâkimin naibi, yemin edecek kimsenin nezdine gider. Hâkim, nâib olarak bir eminini müddeaaleyhin nezdine gönde-rince buna iki de âdil kimse terfik edilir. Bu iki kimse yemine veya yeminden nükûle şahid olarak buna dair hâkimin huzurunda şahadet ederler. Bunlar ol­mayınca yalnız eminin sözü kabul edilmez (Surretül´fetavâ.)

167 - : Istihlâfda niyabet carî olur, halfde = Yemin etmekde carî olmaz.

Binaenaleyh vasi, mütevelli, çocukların velisi, dâva vekilleri hasma ye­min verdirilmesini hâkimden taleb edebilirler. Amma kendilerine yemin ver­dir ilemez.

Meselâ : Müvekkillere yemin teveccüh edince bu yemini onların bizzat et­meleri lâzımgeîir, onların yerine vekillerine yemin tevcih edilemez.

Fakat bunların ikrarları, asıl hakkında sahih olan hususlarda kendilerine yemin tevcih edilebilir.

Meselâ : Bey´e vekil olanın, bu hususda müvekkili aleyhine ikrarı sahih olduğundan kendisine yemin tevcih edilebilir. Şöyle ki: Bilvekâle satılan şeyi ´ayb-ı kadîmi bulunduğu iddiasiyle müşteri reddetmek istemekle vekil, bu aybı inkâr etse kendisine yemin verdirilir, yeminden nükûl ederse sattığı şey, hıyar-ı ayıbdan dolayı kendisine red olunur (Mecelle, Dürer.)

168 - : Yemin, hasmın talebi üzerine verdirilir. Çünkü yemin, hasmın hakkıdır, onun talebi olmadıkça hâkim, yemin verdiremez. Yalnız beş yerde taleb vuku bulmasa da hâkim, yemin verdirir. Şöyle ki:

(1) : Bir kimse, bir terekeden deyn veya ayn gibi bir şey dâva ve isbât etdikde hâkim, müddeîye: «Bu hakkını müteveffadan tamamen veya kısmen bir veçhile istifa etmiş, olmadığına veya bilvekâle istifa etdirmediğine ve onu bu hakkın tamamından veya bir kısmından ibra etmediğine ve bu deynin tama­mı veya bir kısmı ile başkası üzerine havale kabul eylemediğine ve başkası tarafından tamamen veya kısmen iyfa olunmadığına ve bu hakkın mukabilin­de müteveffanın rehni olmadığına» yemin verir. Buna «Yemin-i istizhar» de­nir.

Olabilir ki. a^ıaklı hakkını nlmıgdır du şahidler, bunu bilmeksizin şaha­dette bulunmuşlardır. Binaenaleyh hakika! i hâlin tamamiyle zuhurunu temin için bu yemine lüzum görülmüşdür. Bu yemin, terekenin hakkıdır, vârisler bu­nu taleb etmeseler de hâkim, yine bu yemini alucakhya tevcih eder. Bu tahli­fin lüzumunda ittifak vardır (Hindiyye, Reddimuhtar;)

(2) : Bir kimse, bir mala müstahik çıkıb da inkâra mukarin iddiasını bey-yine ile ispat etdikde : «O malı başkasına satmamış ve hibe etmemiş, velhâsıl bir veçhile mülkünden çıkarmamış» olduğuna dair hâkim tarafından kendisi­ne yemin verdirilir. Bu yeminden nükûl ederse istihkak dâvası reddolunur (Bezzâziyye.)

(3) : Müşteri, mebii ayıbına binaen reddedecek oldukda redde hükm edil­meden evvel, hakim, müşteriye «Mebiin aybına muttali oldukdan sonra kavlen ve yahud onda maliklerin tasarrufu gibi - meselâ onu satışa çıkarmak gibi - tasarruf üe delâleten bu aybına razi olmamış olduğuna» dair yemin verdirir.

(4) : Hâkim, şüf´a ile hükm edecek oldukda şüf´adara : «Şüf´asını ibt&l, yani : Hakk-ı şüf´asını bir veçhile iskat etmemiş olduğuna» dair yemin tevcih eder.

(5) : Bir kadın gâib bulunan kocası aleyhine nafaka takdir edilmesini ta­leb etmekle nafaka ile hükm olunacak olsa : «Kocası kendisini boşamarmş ve kendisine nafaka vermemiş olduğuna ve yanında mal bırakmadığına» dair bu kadına hâkim yemin verdirir. Bu son meselede yemin verdirilmesi, îmam Ebû Yusuf´a göredir (Vâkıat, Dürerül´hükkâm.)

169 - : Tahlif = Yemin tevcih etmek, hâkimin hakkıdır. Onun teklif ve tevcihi bulunmadıkça yapılan yemin, muteber olmaz.

Binaenaleyh daha hâkim tarafından yemin teklif edilmeden mücerred has­mın talebi üzerine müddealeyh yemin ediverse muteber olmaz, tekrar hâkim tarafından tahlif edilmesi lâzımgeîir (Abdülhalim.)

170 - : Bir kimse, kendi fi´iline dair yemin edecek olsa betate yemin et-dirilir. Yani : «Bu şey böyle değildir.» diye kat´i suretde yemin edilir. Fakat başkasının fi´ili hakkında yemin edilecek ise adem-i ilme yemin verdirilir. Ya­ni : «O şeyi bilmediğine» yemin etdirilir.

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan şu kadar meblâğ veya şöyle bir emanet veya gasben zaziülyed olduğu bir hanenin kendisine aidiyyetini iddia, o şans da inkâr etse «O kadar meblâğ borcu olmadığına, kendisinde öyle emanet bir nıal bulunmadığına ve o hanenin o kimsenin mülkü olmadığına» yemin eder.

Kezalik bir kimse, bir mütevvaffanın terekesinden şu kadar meblağ alaca-. £ı olduğunu dâva, vârisler de inkâr etseler, bunlar : «Müverrislerinin o kimse ye o kadar meblâğ borcu olduğunu bilmediklerine» yemin ederler.

Maamafih adem-i ilme yemin edilmesi lâzım gelen bir dâdisede betate ye-Riin edilse muteber olur. Çünkü betate yemin daha kuvvetlidir: «Müverrisi-*nİ2in o kimseye o kadar borcu yokdur.» diye yemin edilmesi gibi. Fakat be­ yemin edilecek yerde ademi ilme yemin edilse muteber olmaz (Dürer.)

171- : Yemin, ya sebebe veya hâsıl olur. Şöyle Ui : Bir hususun vaL mıh olmadığına yemin etmek, sebebe yemindir. Bir hususun hâlâ baki olub tuma­ğına yemin etmek de hâsıJa yemindir.

Maamafih bu hususta bir zabıta vardır. Şöyle ki : Dcrmeyan edilen bir râfiiıı iaf´iyle ya mürtefi olacak bir halele bulunur veya bulunmaz. mürtefi, olmayacak bir halde ise tahlif, bilîçma sebebe yapılır. Ve eğe: ri--lefi olacak bir halde ise bakılır ; Eğer müddei, hâsıla tahlif takdirinde mm-zarrır olacak ise tahlif, yine sebebe yapılır. Ve eğer mutazarrır ohnayacase tahlif, imamı Âzam ile İmam ATuhammed´e göre hâsıla, İmam Ebû re ise yine sebebe yapılır. Aşağıdaki meseleler, bu zabıtaya müstenitdri.

172 - : Bir şahsa, yemin tevcih edileceği zaman hâkim bakar, mia^ aleyh eğer hâsılı inkâr ediyorsa hâsıle ve eğer sebebi İnkâr ediyorsa sâce yemin verdirir. Bu babda müreccah olan kavi, budur.

Meselâ : Bir kimse, bir gahsdan «Sana yüz lira borç olarak verdin, mı; bana ver.» diye dâva, o şahs da aScn bana yüz lira borç vermedin* diye jikit etse sebebi inkâr etmiş olacağından ona : Vallahi bu kimse bana yüz lire ar vermedi» diye yemin etdirüir.

Müddealeyh, o kimsenin bu iddiasına karsı : «Benim bu kimseye barn yoktur.» dese hâsılı inkâr etmiş olacağından : «Vallahi benim bu kimseye ıtr-cum yokdur.:ndiye tahlif olunur. Çünkü sebebe yemin etse mutazarrır ohuıür. Şöyle ki : Bu şahs, o kimseden borç almış, fakat sonra onu ödemiş-veya aıcı: ibra edilmiş olabilir. Halbu ki bunu isbât edemez. Şimdi borç almadığına ;;3l; etse hânis olur. Borç almış ise de Ödemiş veya ibra eylemiş olduğunu bunu isbât edenıiyeceği cihedlo uhdesinde kalmamış olan bir borç ile ı:: v.. edilir. Binaenaleyh kendisini bu zarardan siyanet için hâsıla, yani : - :ji olmadığına yemin etdirilmesi lâzım gelir.

Kezalik ; Bir kinişe, bir sahadan : «Sen fülânın bana olan bu kadar :nrai-na kefil olmuşdun, onu bana ver.» diye dâva, o gahs da «Bu cinciden sarita-eum yulıdur.» dese´hâsıla yemin etcürüir. Yani : «Bu kefalet cihetinden &m* kadar veya daha az borcum yokdur.» diye yemin eder! Yoksa o kiınseirto alacağım kefalette bulunmamış olduğuna yemin etdirilmez. Zira olabüÜ. kfct´il olmuş ise de bu borcu ödemiş veya bundan ibra cdilmişdir. Fakat :ukü isbâta kadir değildir, O halde bu sebebe yemin etriiriise ye yemin edib gâsiı-kâr olacak veya yeminden niikûl edib tnüddeabihi tediyeye mecbur olacaüir (Velvâlieiyye.)

173 - : Hâsıla yemin verdirilmesi, müddeînin zararına müeddi olacaiiüir-sa sebebe yemin verdirilmek lâzım gelir. Bunda icmâ vardır.

Meselâ : Hanefi mezhebi üzere mahukeme cereyan eden bir mankenle bir kimse, Sâfiîyyül´mezheb bir zatdan satın aldığı mülk haneye car-i mhi&s. olmak sebebiyly süf´a hakkım taleb etdigi huiâe.bu satış, muamelesini üâtr

demese o zata : «Bu müddeînin hakk-ı şüf´ası yokdur.» diye hâsıla yemin ver­dirilmez. Belki «Şu haneyi satın almadım» diye sebebe yemin verdirilir. Çünkü Safi? mezhebine göre civariyet sebebiyle şüf´a hakkı sabit olmaz. Artık bu zat, kendi mezhebine nazaran müddeînin hakkı şüf´ası olmadığına yemin etse onu mutazarrır etmiş olur (Dürer. Abdürrahim.)

174 - : Muhtelif dâvalar içtima etse, yani : Bir kimse, bir şahsdan müte-addid şeyler hakkında bir medisde müetemian dâvada bulunsa cümlesi için bir yemin kifayet eder, her birine başka başka yemin verilmek lâzım gelmez.

Meselâ : Bir k^mse, bir şasdan şu kadar kuruş cihet-i karzdan, şu kadar meblâğ da gasb ile istihlâk etmiş olduğu bir mahn zamanı cihetinden dâva, o sahs da bunları inkâr etse «Bu cihetler bu müddeiye bir borcu olmadığına» dair bir kerre yemin ettirilir, iki defa yemine hacet kalmaz. Meğer ki ikinci şey hak­kındaki dâvanın dinlenmesi, .birinci dâvanın yemin ile halledilmesine mütevak­kıf bulunsun, o takdirde başka başka yemin lâzım gelir.

Meselâ : Bîr kimse, vekâlet iddiasıyle bir şahsdan müvekkili namına §u kadar meblâğ dâva ve isbâtdan izhar-ı acz etmekle o şahs, hem vekâleti, hem de bu borcu inkâr etse bu şahsa evvelâ bu vekâleti bilmediğine yemin verdiri­lir, bu yeminden nükûl ederse muhakemeleri yapılır, vekil müddeasını isbât e-demeyince bu şahsa «Borcu olmadığına» da ayrıca yemin verdirilir. (Dürer.)

175 - : Muamelâta dair dâvalarda kendisine yemin teklif olunan kimse, «Yemin etmem» diye sarahaten veya bilâ özrin sükût ile deiâleten yeminden nüküî etse bu nukûlü ikrar veya müddeabihi bezi sayılacağından hâkim, onun nükûliyle hükm eder, artık hükmden sonra yemin edecek olsa ona iltifat olun­maz, hâkimin hükmü hâli üzere kalır.