๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hukuku İslamiye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 20 Mart 2010, 16:33:15



Konu Başlığı: Harb cihad hukuku ve esaret müesseseleri
Gönderen: Ekvan üzerinde 20 Mart 2010, 16:33:15
SEKİZİNCİ K İ T A B

HARB CİHAD HUKUKUNA VE ESARET MÜESSESELERİNE DAİR OLLB BİK MUKADDİME İLE BEŞ BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR.

MUKADDİME



Harbe, Cihada, Esarete vesaireye aid ıstılahları havidir. [52]

HARBE VESAİREYE MÜTEALLİK BİR KISIM ISTILAHLAR :

( A )



1 - (Abık) : Efcndisiiıdentemerrüderı kaçan, efendisinden bir kor­kusu, meşakkati işlerden bir endişesi olmaksızın mücorred havasına te-baiyyetle itaat, dairesinden çıkan köledir.

Mevlâsı tarafından icar, îdâ, veya İare edilmiş olduğu kimsenin nez-dinden firar eden köle de abık hükmündedir.

Bir rakikin böyle bir suretle temerrüden firar etmesine de «ibak > denir.

2 - (Abd) : Köle, hürriyetden mahrum, başkasının mülküne da­hil olan erkek insan demekdir. Cem´i abîddir.

Kulluk demek olan «ubudiyyet» esasen tezellül ve huzuı müftddir. Hürriyetini gaib etmiş olan şahıs da tezellül ve huzua maruz, efendi­sine inkiyada mecbur olacağından bu münasebetle kendisine abd = kul denilmişdir.

3 - (Abdi mahcur) : Münakehat ve muavezat gibi tasarruflardan men edilmiş olan köledir. Böyle bir kölenin yapacağı nikâh, bey-ve şira, karz ve rehn mevlâsının icazeti lâhik olmayınca bâtıl olur.

4 - (Abdi me´zun) : Alel´itlâk ticaretde bulunmasına veya bir be­del mukabilinde azad olması için kazanç sahasına atılmasına sarahaten veya delâleten müsade olunan köledir. «Me´zunı kebîr» ve «me´zunı sa-gîr» kısımlarına ayrılır.

Mevlâsı tarafından : «Bana şu kadar meblâğ te´diye etmek üzere hürsün» denilen bir köle, kabulüne mütevakkıf olmaksızın delâleten kesbe me´zun olur. Binaenaleyh o meblâğı kazanıb meviâsına verince azad olur. Hattâ o meblâğı mevlâsının bilâ mani elini uzadtb alabileco ği bir yere bırakmasiyie de azad olur. Buna «tahliye» denir ki, mania­ları kaldırmak demekdir.

5 - (Abdi me´sur) : Düşmana esir düşmüş olan köledir.

6 - (Abdi dal) : Kasde mukarin olmaksızın yolunu gaib ederek mevâsınm ikametgâhına gidemeyen memlûkdur.

7 - (Alic) : Güçlü, kuvvetli, iri, yarı, iş ehli, nefsini müdafaaya, tecavüzleri defe kadir kimsedir. Cem´i : uluedur.

8 - (Anve) Kahr ve galebe demekdir. Kahren vuku bulan bir fothe «anveten feth» denir. Maahaza bu kelime, ezdaddandir. îtaat ve inkiyad mânâsında da kullanılır. Bu halde de anveten feth, sulh ve nfk ile feth demek olur.

9 - (AîV) : Azad olmû; veya azad edilmiş olan köle veya cariye demekdir. Cem´i : utekadır. Maamafih azadlı cariyeye «atika» da denir ki cem´i : ataikdir. Atik kelimesi, esasen kerîm, cemil olan veya zaman, mekân veya, rütbe itibariyle kidemli bulunan şey demekdir. Azaldı kimsede hürriy-yet şeref ve mekrümetine nail olacağı cihetle «atîk» namını almışdır. [53]

(B)



10 - (Bağı) : Muhik olan bir veliyyül´emre veya naibine karşı bir te´vile, yani : kendisince doğru görülen bir delîle istinaden isyan ede­rek itaat dairesinden çıkan, bununla berber müslümanların katlini, mal­larının müsaderesini, zürriyetlerinin esir edilmesini halâl görmeyen men-nea = kuvvet sahibi müslimdir. Cem´i :bugatdır. Bağîlerin heyeti umu-miyesine «ehli bağ», «fiei bağiyye» namı da verilir.

11 - (Bağy) : Lûgatde mutlaka taleb ve kesb manasınadır. Sair mânalara da gelir. Sonra örfi lûgavîde : cevr ve zulm gibi icrası halal olmayan bir şeyi istemek mânasında iştihar etmiştir. Bu kelimenin zulm, teaddî fesade sa´y. fücura inhimak, hak´dan udul mânâlarında kullanıl­ması da bu itibar iledir.

Fıkıh ıstılahınca Bagy : «veliyyüremrin dairei itaatinden bir te´vile mebni haksız yere çıkarak tegallübde bulunmak» demekdir.

12 - (Bedeli rakabe) : Memîûkün = köle veya cariyenin şahsı makamına kaim olan kıymeti veya nefsi mukabilinde itasını deruhte et­tiği rtk veya kitabet akçesidir.

13 - (Bîa) : Hıristiyanlara aid kilisedir. Cem´i biya´dır.

14 - (Berazîn) : Acem atlarına verilen isimdir. Müfredi «birzevn» dir. Lûgatde «üzerine semer vurulan ata» birzevn denir. Dişisine de´birzevne» denilir. Kulakları sarkık ve sülpük olduğu için künyesi Ebül´ahtar» dır. [54]

( C )



15 - (Cariye) : Bir kimsenin memlûkesi olan genç veya ihtiyar kadındır. Cem´i cevarîdir. Cariye, esasen denizde cereyanı itibariyle sefine manasınadır. Ca­riyeler de efendilerinin emir ve hizmetleri dairesinde hareket edecek­leri cihetle bu namı almışlardır. Maamafih hür kadınlara.da «cariye» itlak edildiği vakıdir. Vakıflar gibi menfaati âmme hakkında devam eden bir sadakaya da «sadakai cariye» denilir.

I6 - (Cihad) : Lûgatde cehde, yani : vusu ve takati bezi etm?k manasınadır, cehd etmek, bir işde mübalâğa göstermek, herhangi bir hususda ziyadesiyle çalışmak mânasına da gelir.

istilanda cihad : «Hnk yolunda vukubulacak muharebelerde gerek nefs ile, gerek mal ve lisan ile ve gerek sair vasıtalarla çalışarak viîsu ve takati sarf etmek» den ibaretdir. «Mücahede» de çalışmak ve cenk etmek manasınadır. Nefsiyle veya harbîlerle mücahede ve muharebede bulunan bir müslümana da «mücahid» denir.

17 - (Ceyşl) En azdört yüz nefer süvari ve piyadeden müteşek­kil bir askerî kıt´a demekdir. Gerek veliyyüTemre ve gerek gazilere aid´ bulunsun. Cem´i cüyuşdur. On iki bin kişilik bir kuvvet, bir «ceyşi azîm» sayılır. Bu kadar vi­dana ziyade kuvveti haiz olan büyük ordulara «askeri azîm) adı verilir.

18 - (Cüiul) : Asker, çeri, muavin manasınadır. Bir tanesi : cün-dî, cem´i : cünud, ecnaddır.

19 - (Cuul) : Hizmet mukabilinde verilen ücrotdir. Abıkı = mev-lâsından kaçmış olan rakiki mevlâsına - mâlikine reddetmek üzere bil´-işhad derdest eden kimsenin bu hizmeti mukabilinde müstahik olduğu ücrete de cuuî denir.

20 - (Cimi ale.lcihad) : Gazada bulunmak üzere ahnıb verilen üc­rettir. Cihadına yardım olmak üzere mücahidlere verilen atîyeye de cuul denilmişdir. Sulh mukabilinde verilen bir nevi tazminat mânasında da müstameldir. Ceîle, ciale de cuul manasınadır. [55]

( D )



21 - (Dari islâm) : Müslümanların eli altında, hâkimiyeti daire­sinde bulunan yerlerdir ki, ehli islâm, oralarda emn ve eman içinde ya­şarlar.

22 - (Dar! adi) : Bir veliyyüremrin riyaseti, adalet ve hâkimiyeti dairesinde bulunan herhangi bir islâm beldesi demekdir.

23 - (Dari bajçy) : Bağîlerin İdaresi ve hâkimiyeti altında bulu­nan bir islâm beldesi demekdir.

24 - (Dari aman) : îslâm ordusu tarafından feth olunub içinde ehli zimmet ikamet etdirilen beldedir ki, bu, islâm hükümetinin hima­yesi ve hâkimiyeti altında bulunacağından dari İslama mülhakdır.

25 - (Dari harb) : Ehli islâm ile aralarında müvadaa ve musaleha bulunmayan gayri müslimlcrin ülkesidir.

26 - (Dari zimmet) : Müslümanların ahd ve emanını» himayesini kabul etmiş olan gayri müslimlere mahsus yerlerdir. Vaktiyle muhta-riyyeti idareye nail olan bir kısım eyaletler, bu kabilden bulunmuşdu.

27 - (Dariırrultlc) : Mürtedlerden müteşekkil bir taifenin istilâ ederek hâkimiyetleri dairesi altına aldıkları yerlerdir.

28 - (Deyr) : Nasaranın mâbedlerine verilen bir isimdir. Cem´i: «edyar» dır. Yahut deyr, Nasranîlerin manastırlarından ibaretdir. Bu halde keliseden başka olmuş olur.

29 - (Derb) : Lûgatde büyük sokak, mahalle, kale kapusu veya herhangi bir geniş kapı demekdir. Cem´i «dirab» ve «dürub» dur.

´örfen derbend, yani : dari harbin medhalidir ki, burası dari islâm ile dari harb arasında bir hattı fasıl teşkil eder.

30 - (Din) : Taat, âdet, tarik, alâmet, şan, ceza, mükâfat mâna­larını ifade eder. Istılahda : Allah Tealâya ubudiyet tariki demekdir. Dindar olana «mütedeyyin» denir. «Diyanet».de emanet, istikamet, itaat, dinî ahkâma riayet demekdir.

Dinler, başlıca şu iki kısma ayrılır :

(1) : Hakikî dinlerdir ki, bunlar büyük peygamberler tarafından insanlara tebliğ edilmiş olan ilâhî dinlerdir. Bunlara ulviyetlerine binaen «semavî dinler» de denilir. Bunların ahırı ve ekmeli, dini celili islâmdır.

(2) : Bâtıl veya muharref dinlerdir ki, bunlar insanlar tarafından vaz´edilmiş veya bilâhare tebdil Ve tağyir kılınmış olmakla birer ilâhî din olmak mahiyetinden mahrumdurlar. İslâmiyet haricinde kalan din­ler, bu kısma dahildirler.

31 - (Dini islâm). : Bütün peygamberlerin hâtemi ve efdal ve eş­refi olan Muhammed Mustafa, aleyhisselâtü vesselam efendimizin Allah Tealâ hazretleri tarafından bütün insaniyet âlemine tebliğine memur olduğu dini mübîndir ki, ahkâmı celîlesi, bütün beşeriyete müteveccihi­dir, ve ilâ kıyamissaa bakidir. [56]

(E)



32 - (Eman) : Korkusuzluk, asûdelik, endişeden berî olmak ma­nasınadır. Mukabili «havf» dır. «Emen», «emene», «imn» kelimeleri de eman ile müradifdir. Korkusuz, endişeden berî, hayatı mahfuz kimseye de «emin», «amin» denilir. Maamafih mutemed, gadr ve hiyançtden berî, mevsuk ve başkasına itimad eder kimseye de «emin» ıtlak olunur.

Bu aileden olarak «emanet» kelimesi de bir zatın emin ve mute­med olması mânasına geldiği gibi emin bir zatın uhdesine tevdi edilen şey mânasına da.gelir. «Emaneti eda etdi» denir ki, kendisine tevdi edil­miş olan şeyi sahibine iade eyledi, demekdir.

Harb ıstılahınca eman «emniyete nailiyeti hakkında düşmana ve­rilen söz veya yapılan işaret» den ibaretdir. «îstiman» de eman istemek ve emana nail olmak demekdir.

33 - (Enianı sarih) : Bİr kimseye karşı «sana eman verdim», siz eminsiniz», «size bir zarar yokdur» gibi bir tabir ile verilen emandı

34 - (Eman bilkitabe) : Ehli harbe emanname gönderilmek sure­tiyle verilen emandır. Şu kadar var ki, bu emannameyi gönderen zatn emin, müslüman, diğer şeraiti haiz bir kimse olduğu malûm olmalıdır. Bu, beyyine ile bilinmedikçe eman tahakkuk etmiş olmaz.

36 - (Eman bilkinaye) : Emanı işrab ve ifham eden bir tabir bir işaret ile verilen emandır. «Geliniz», «korkmayınız» diye hitab edilmesi gibi ki bu veçhile kendilerine hitab edilen şahıslar, bunun eman olduğuna zahib bulundukları takdirde emana nail olmuş olurlar.

Parmakla semaya doğru işaret edilmesi de bu kabildendir. Bu işa­ret : «Sen gökleri yaradanm hakkiyçin benden eminsin» veya: «Sana gökleri yaratan ilâhül´alemînin zimmetini, ahd ve emanım veriyorum.» gibi bir mânayı işrab eder.

36 - (Emanı mutlak) : Müddet ile tahdid edilmeyen emandır.

37 - (Emanı muvakkat) : Muayyen bir müddetle verilen emar-dır. Bu eman, müddetin nihayet bulmasiyle hitama? erer. Bir kaleyi mu­hasara eden bir islâm kumandanının o kale içindeki düşmana vermiş, olduğu on, on beş günlük bir eman bu kabildendir.

38 - (Emanı müebbed) : Bu «müvadaa ve musaleha» demekdir. iki tarafın biribirine karşı harb etmemek üzere silâhlarını terk etmeleri ile vücude gelir. Muharib bir kavmin akdi zimmeti kabul etmesi de bu kabildendir.

39 - (Emanı has) : Müslümanlardan şeraitini cami olan herhangi bir ferdin düşmandan herhangi muayyen bir şahsa veya bir taifeye ver­miş olduğu emandır.

40 - (Emanı âm) : Bütün muharib düşmana verilen umum! bir emandır. Bu, bir mühadenet ve musaleha mahiyetindedir. Binaenaleyh bu emanı vermek salâhiyeti, yalnız veliyvüTemr ile naibine aiddir.

41 - (Emanname - kitabüTeman) : Eman verildiğini müş´ir olan vesikadır.

42 - (Ehli emanet) : Hiyanetden berî, itimada şayan olan zatdır.

43 - (Ehli adi) : Adaletle muttasıf zevat. Buğatın mukabilidir

44 - (Ehlİ bağy) : Bağıların heyeti mecmuasından ibaretdir.

45 - (Emir) : Kumandan, veliyyi emir tarafından bir hususa, me­selâ : askerî sevk ve idareye, muharebe işlerine bakmaya tayin edilen başbuğ. Buna «emirülceyş» denilir.

46 - (Esir) : Muharebede diri olarak elde edilen mukatillerden Herhangi bir şahısdır. Cem´i : üsera, üsârâdır,

47 - (Esaret) : Bir muharebe neticesinde veya başka bir veçhile mağlûbiyet eseri olarak düşman eline düşmek, hürriyyetden mahrum kalmak halidirCDuk^bili hürriyetdir. [57]

( F )



48 - (Faris) : Atlı, süvari demekdir. Herhangi bir.ata rakib bu­lunan islâm mücahidi.

49 - (Feda = fida) ; Düşmandan alınan esirleri bir mal ile veya

islâm esirleri ile mübadele etmekdir.

Fida lâfzı, lûgatde ata, bezi, işar ve bedel vermek mânalarını ifade eder.

50 - (Feth) : Bir beldeyi, bir ülkeyi ya sulh ile veya kahr ile ele geçirmekdir. Bu kelime esasen kapalı bir şeyi açmak, bir işgali gider­mek manasınadır, hem maddiyatda, hem de maneviyatda kullanılır. Ka­pıyı feth etmek, kalbleri feth etmek gibi.

51 - (Füttuh) : Açmak, açılmak manasınadır. Zafer, nusret, kü-şayişi hatır, hakayiki keşf ve izhar mânalarında da müstameldir. Cem´i: fütuhatdır.

52 - (Füzulül´ganaim) : Ganimetmallarımn tayin ve tevziinden sonra bakiyye kalan az bir mikdar maldan ibaretdir ki, fakirlere tevzi olunur. [58]

(G)



53 - (Ganim) : Harb vakasında mukatil olarak ha2ir bulunup ga­nimete nail olan muzaffer islâm .mücahidi demekdir. Cem´i: ganimin.

54 - (Ganimet - magnem) : Harbîlerden muharebe esnasında ve­ya muharib iki ordunun tekabülü sırasında gazilerin kuvveti ile kahren alınan maldır. Cem´i ganaim, megânimdir.

55 - (Ganaimi me´Iûfe) : Harb esnasında düşmandan kahren alı­nan menkul mallardır.

56 - (Ganaimi gayri me´lûfe) : Harb sebebiyle düşmandan kah­ren veya sulhen alınan gayrimenkul mallardan, ytıni, düşman toprakla­rından ibaretdir.

57 - (Ganaimi halise) : Enfal denilen ganimet mallardır ki, mücahid askerlerden bir kısmına tenfil suretiyle tahsis edilmiş bulunur. Tenfil lâfzına müraeeat!.

58 - (Ganaimi maksııine) : Boşde biri beytülmâle alındıkdan son­ra, mütebakisi ganim ler arasında hisselerine göre tayin ve tevzi olunan ganimet mallardır.

59 - (Gamıimi gayri maksııme) : Düşmandan i£tinam olunub da henüz ganimler arasında taksim ve tevzi edilmemiş olan mallardır.

60 - (Gadr) : Hıyanet, naksi ahd, muahede ahkâmını bozmak manasınadır.

61 - (Gaza - gazv) : Harb makmasiyle düşmana doğru yönel­mek, sefere çıkmak, gayri müslinıler İle cenk etmekdir. Müfredi: gazve m´i : gazevatdır.

62 - (Gulûl) : Ganaimden çalmak, ganimet mallarından kablel-kısme hıyanet yoliyle bir şey almak demekdir. [59]

( H )



63 - (Hecin) : Babası arab atı, anası acem atı olan feresdir. Ba* bası arab, anası cariye olan veya babası anasından hayirli bulunan şahsa da «Hecin» denir.

Hanbelî fukahasma göre feresi hecin, hem anası hem de babası fe­resi arabî olmayan atdır. Mukrif gibi.

64 - : (Itarb = muharebe) : Mukatele, düşman ile cenk etmek. Cem´i : Hurub, muharebatdır. Cengâver, bahadır kimseye de «harb» denir. Mihreb, mihrab kelimeleri de şiddetli harb eden bahadır kimse demekdir. Hatiblerin, camii şerifde hutbe okudukları makama da mih­rab denilir. Güya ki şeytan ile, hava ve heves ile muharebe edilecek, nâ-sın diyanetini, ahlâkını siyanet ve müdafaaya çalışacak mevkidir.

Muharebe, hirab, îeharüb, ihtirab. kelimeleri de biribiriyle cenk ve ki-tal edib savaşmak manasınadır.

65 - (Harbi) : Ehli islâm ile aralarında muvadea ve musaleha bu­lunmayan gayri müslimlere aid ülke ahalisinden her biri, müennesi: har-biyyedir.

66 - (Hamule) : Yük çeken deveye, at ve saireye itlâk olunur. Üzerinde yük bulunsun, bulunmasın.

Nâsın eza ve cefasına tahammül eden kimseye de «hamul» denir.

67 - (Hürriyyet) : Esaretden beri, insanî hukuka tamamen mâ­lik olmak halidir. Başkasının mülkü olmakdan azade, insanî haklara ta­mamen sahib olan kimseye «hür,, denir. Cem´i ahrardır.

Esasen başka şeyler ile ihtüâtdan beri, halis olan şeye «hür» de­nilir. Binaenaleyh memlûk olmayan bir şahıs da başkalarının kaydi esaretinden halas bulmuş olacağı cihetle hür namını almıştır.

68 - (Ilamîs) : Büyük ordu demekdir. Vaktiyle ordular : mukad­dime, kalb, meymene, meysere, saka namiyle beş kısımdan müteşekkil olduğu cihetle hamîs adını alrmşdır. [60]

( I )



69 - (Itak) : rab atlarının güzel, cevad olan kısmıdır. Müfredi : «atik» dir. Azadlı kul. Cem´i : utekadır. Kadîm, nefis, kerim, cemil mâ­nalarım da ifade eder.

70 - (I´tak) : Azad etmek, yani : memlûkde şer´î bir kuvvet, bir ehliyet ve mâlikiyyet kudreti ispat eylemekdir.

Başka bir tarif ile : memlûk üzerindeki malikiyet hakkını vechi mahsus ile iskat etmekdir ki, memlûk bununla hürriyete kavuşur, ve­layete, şahadete, sair tasarrufata ve kendi üzerinde başkalarının tasar­rufunu defa kudret bulmuş olur.

I´tak tabiri, esasen kuvvet ihdas etmek manasınadır. Memlûkiyeti iskat edilen bir şahıs, bilcümle hukukî tasarrufata kudret bulmuş ola­cağından bu İskata «ı´tak» denilmişdir.

71 - (I´takı sarih) : Itka mevzu, sarih lâfızlardan biriyle yapılan ıtkdır. Seni ıtk etdim, seni azad etdim gibi.

72 - (I´takı vacib) : Katiden, zihardan, yeminden, nakzı siyam­dan nâş,i keffaret olarak yapılması icab eden

73 - (I´tiiki mendub) : Livechillah yapılan ıtkdır.

74 - (I´takı mubah) : Bir veçhe niyyet edilmeksizin yapılan ıtkdır.

75 - (I´talu mahzur) : Gayri meşru bir vech iğin, meselâ : esnam namına yapılan ıtkdır.

76 - (Ttakı cebri) : Malikinin rızasına bakılmaksızın hâkimin hükmiyle bir rakikin azad edilmesinden ibaretdir.

77 - (Itk): Azad etmek, memlûkde şer´î bir kuvvetin, bir ehliye­tin ve salâhiyet kudretinin sübutü.

Başka bir tarif ile : mevlâınm memiûkü üzerinde olan malikiyet hakkının vechi mahsus ile sukutundan ibarettir ki. memlûk bu sayede azad olarak hürriyete kavuşur.

Maamafih ıtk kelimesi, i´tak mânasına da müstameldir. Masdarı : atk, atak, atakedir.

78 - (itki muallâk) : Bir şarta talik suretiyle vukubulan ıtkdır. Bir kimsenin kölesine «şu işi yapar isen hürsün» demesi gibi ki, köle o işi yapınca azad olur.

79 - (itki müneccez) : Bir şarta muallâk veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin memîûküne hitaben «seni azad etdim» demesi gibi kib ununla köle derhal hürriyetine kavu­şur.

80 - (itki muzaf) : Bir zamana, bir vaktin girmesine veya çık­masına izafe edilen ıtkdır. «Sen gelecek ayın başında hürsün» denilme­si gibi ki, o ayın başında ıtk hâdisesi vücude gelir.

81 - (itle alâ mâl) : Bir köle veya cariyenin kitabet suretiyle ol­maksızın cins ve mikdarı malûm bir mal veya muayyen bir hizmet mu­kabilinde azad edilmesidir. Buna «ıtk-alâ cu´l» de denir.

82 - (Itk-ı kül) : Bir köle cariyeyi tamamen azad etmelidir. Bir mevlânın müstakillen malik olduğu kölesine «seni azad etdim» demesi gibi.

83 - (Itk-ı cüzü) : Bir memlûkün lâalettayin bir cüz´ünü azad et-mekdir. Bu halde imamı Azama göre mu´tik, o cüzü ile ne mikdar kasd etdiğini beyana mecbur olur. «Itk-ı ba´z» hakkında da hüküm böyledir. îki gerikden birisinin kendi hissesini azad etmesi de ıtk-ı ba´z kabilinden-dir.

84 - (Itk-ı sehm) : Bir memlûkün tayin edilmeksizin bir sehmini azad etmekdir ki, bu halde îmamı Azama göre altıda biri, tmameyne gö­re tamamı azad edilmiş olur.

86 - (Itk-ı mübhem) : Müteaddid memlûklerden lâalettayin bi­rini veya birkaçını azad etmekdir.

86 - (Itk-ı müşterek) : iki veya daha ziyade kimsenin mâlik ol­dukları bir rakiki azad etmeleridir.

87 - (Itkname) : Azad edilmiş olan köle veya cariyeye azad edil­diğini nâtık olmak üzere verilen vesikadır. [61]

( İ)



88 - (îbahiyyet) : Muharrematın mubah olduğuna kail Olmak veya bazı ibadetlerin sakıt olduğunu iddiaya cüret göstermekdir. Böy­le bir iddiada bulunan taifeye «ibahiyye» denir. Bunlardan her birine de «ibahî» denilir.

89 - (îman) : İnanmak, itikat etmek, Dini islâmda kat´iyyen sa­bit olub «zaruriyyatı diniyye» denilen esasları, hükümleri kalben tasdik ve iz´an etmekdir. Bu veçhile musaddik olan zata da «mü´min» denir.

90 - (tlhad) : Hak yolundan yüz çevirib küfür cihetlerinden bi­rine meyi etmekdir. Sahibine «mülhid» denir, gerek küfrünü saklasın, gerek saklamasın ve gerek evvelce üluhiyyet ve risaleti tasdik etmiş bulunsun ve gerek bulunmasın. Binaenaleyh ilhad- mefhumu, nifak, İr-tidad, inkârı mahz mefhumlarından daha şümullüdür.

91 - (trtidad) : Lûgatde dönmek, rücu etmek manasınadır. Is-tılahda: dini islâmdan badelkabul dönmekdir, yani esasen müsiüman olan veya bilâhare islâm dinini kabul etmiş bulunan bir şahsın muahha-ran dönüb başka bir dine intisab etmesi veya hiç bir din ile mukayyed bulünmayıb inkârı mahza sapması demekdir. Bu hale «riddet» de denir ki, esasen hakkı edadan imtina mânasını müfiddir. Böyle bir ha-reketde bulunan, yani: dini celîliislâmı terk eden şahsa da «mürted» ad] verilir.

92 - (İhraz) : Bir malı harz denilen mahfuz bir mahalle vaz et­mek, manasınadır. Düşmandan alman bir mal, ahz edenlerin mahfuz olan ülkesine idhal edilmekle ihraz edilmiş olur.

ihraz lâfzı, maddî veya manevî bir şeyi kazanıb elde etmek mâna­sında da müstameldir: İhrazı ganaim, ihrazı zafer gibi.

93 - (İmaret) : Beylik, kumandanlık.

94 - (İmaret alelcihaıi) : Harb için kumandan tayin edilmesi bu kumandanlık makamı. Bu imaret iki kısımdır: Biri «imareti hassa; dır ki, yalnız orduyu idareye, harb işlerini tedvire maksur bulunan ima retdir. Diğeri «İmareti âmme» dir ki, harbi jdare, ganimet mallarını tak­sim, müsaleha akdi gibi bütün cihadişlerine şâmil olan imaretdir.

95 - (İgare) : Bir malı başkasından .cebren ve alenen çabukça almak demektir. Buna «şebhum», «çapul» da denir.

96 - (İstilâd) : Cariyeyi ümmülveled kümakdır. Şöyle ki : mevlâ, cariyesinin kendi firaşından doğurduğu veya hâmil bulunduğu çocuk hakkında «bu, bendendir» diye ikrar ve itirafda bulunsa istilâdda bu­lunmuş, çocuğu kendi nesebine ilhaketmiş olur.

97 - (îsti´razül´ceyş) : Kumandanın orduyu teftiş ve müşahede etmek istemesi, resmi geçit yapdırılması.

98 - (Istinzal) : Muharib bir düşmandan teslim olmasını, hak­kında verilecek herhangi bir hükme muvafakat etmesini istemekdir. Bu­na «inzal» de denir.

Bizzat düşmanın kendi hakkmdaböyle bir muamele yapılmasını is­temesi de bu kabildendir.

99 - (İstilâ) : Lûgatde mutlaka galebe, tefevvuk manasınadır. Istılahda: bir kavmin emvalini veya ülkesini diğer bir kavmin bil´gale-be elde etmesi demekdir:

100 - (tstirdad) : Verilen şeyi geri almak istemek, başkasının eli­ne geçen bir malı, bir mahalli geri almak.

101 - (İstîlhak) : Cariyeden doğan çocuğun nesebini iddia etmek­dir. Şöyle ki : bir mevlâ, istifraş etmiş olduğu cariyesinin doğurduğu çocuk hakkında «bu, bendendir» diye ikrar etse istilhakda bulunmuş, o çocuğu kendi nesebine ilhak etmiş olur.

102- (îstirkak) : Bir şahsın köle veya cariye olmasını istemek, bir kimseyi rakik ittihaz etmek.

103 - (İstis´â) : Memlûkün sa´yini, iktisabda bulunmasını isteinek, kendisini çalişdırmakdır. Kitabete kesilen veya kısmen azad edi­len bir kölenin bedeli kitabeti veya mütebaki kısmına aid kıymeti Öde­yebilmek iğin ücretle bir işde çalıştırılması, bir istis´âdır.

Kölesinin say´ etmesini - kazanç sahasına atılmasını isteyen kim­seye «müstes´ı», say´ etmesi istenilen köleye de «rnüstesâ» denir. Mü-ennesi «müstes´at» dır.

104 - (İsmet) : Men etmek, hıfz etmek, mâlin, canın mahfuziye-tîni müstelzinı bir vasfı mahsus. Ma´siyetlerden maattemekkün ictinab melekesi.

305 - (ismeti mukavvime) : Şahsî bir masuniyetdir ki, buna te­cavüz edilmesi kısas veya tazminatı maliyyeyi icap eder.

106 - (İsmeti müessime) : Bir masuniyeti şahsiyedir ki, buna tecavüzde bulunmak, günahı müstelzim olur.

107 - (Kitabet) : Mevlâ ile memlûkü arasında muaveze tarikiyle carî olan bir akiddır. Buna «mükâtebe» de denir.

Başka bir tarif ile memlûkü min cihetilyed halen ve min cihetir-rakabe istikbalen azad etmekdir. Yani : memlûkü deruhte etdiği bedeli tediyesi ânında azad olmak üzere hâlen hürriyeti tasarrufiyeye, hakkı temellüke nail kılmakdır ki, memlûk bu sayede kendi hisabına iktisab-da bulunur, kitabet bedelini tediye edince rıkdan kurtulur.

108 - (Kitabeti salım i´) : Şeraitini cami olan mükâtebedir ki; cinai malûm, mikdan muayyen ve kat´î bir bedel üzerine yapılmış olur.

109 - (Kitabeti faside) : Şartı faside mukarin olan mükâtebedir ki, fasiden münakid olur. Meselâ : iki taksitde ellişer liradan yüz lira verilmek ve bir taksit zamanında verilmediği takdirde on lira daha tediye edilmek şartiyle yapılan bir kitabet, bu kabildendir ki, bu bedeli tediye halinde ıtk tahakkuk eder.

110 - (Kitabeti bâtıla) : Inikad şartlarını cami olmıyan mükâte­bedir ki, bununla kitabet ahkâmı sabit olmaz. Teslimi makdur olmayan veya meyte gibi maldan sayılmayan bir bedel mukabilinde yapılan kita­bet, bu kabildendir.

111 - (Kitabeti müştereke) : iki kimsenin müştereken mâlik ol­dukları bir köle veya cariye hakkında bir akd ile yapdıklan mükâtebedir.

112 - (Kitabeti sıks) : Bir memlûkün bir kısmını, meselâ nısfını kitabete kesmekdir.´

113 - (Kitabî) : Esas itibariyle semavî bir Öine, münzel bir kita­be mu´tekid bulunan gayri müslim kimse demekdir. Müennesi : «kita-biyye» dir. Ummumuna «ehli kitab» denilir. Yahudiler ile İsevîler bu cümledendir.

114 - (Küfr) : Esasen sotr ve ihfa manasınadır. Istılahda: Allah Tealâmn varlığını veya birliğini, yahut şerayii ilâhiyyeden veya enbiya ve mürselîn hazeratından herhangi birisini inkâr etmekdir.

115 - (Kenîse) : Esasen Yahudiler ile Hıristiyanların mabetleri­ne verilen bir isimdir. Bu isim, muahharan hıristiyan mabetlerine tah­sis edilmiştir. Cem´i : kenaisdir.

116 - (Kura) i At, deve, katır, hımar, fil ve üzerine yük yükle­meğe ahşdırılmış olan öküz gibi hayvanatdır. Cem´i : ekarî´dir. [62]

(K )



117 - (Kın) : Rakik = köle ve cariye demekdir. Müennesi «kın-ne» dir. BazMarınca da km, alınıb satılması caiz olmayan köle demekdir. Müdebber gibi.

118 - (Kısmeti îda) : Gaiîimet mallarını dari harbde gazilere se-himleri nisbetinde muvakkaten tevzi etmekdir ki, bunları gaziler, kendi vasıtalariyle dari İslama çıkararak hepsini tekrar bir yerde cem eder­ler, sonra bunlar aralarında yeniden kısmet ganimet suretiyle taksim edilir.

119 - (Kısmeti ganimet) : Muharebede düşmandan alman mal­ların dari islâmda gaziler arasında kat´î surette olarak taksim ve tevzi edilmesidir. Buna «kısmeti mülk» de denir..

120 - (Kıtal = mukatele): Muharebe ve muhasame demekdir. Bünyesi kıtale mütehammil olduğu halde mukateleyı: mübaşir veya mü-teheyyi olan kimseye «mukati denilir. [63]

(L)



121 - (Lehak) : Yetişmek, idrâk etmek, bir taifeye gidib katıl­mak, iltihak edib tabi olmak. «Lühuk» da bu mânayadır.

Yetişib tabi olana, da «lâhik».mülhak denilir.

122 - (lika) : Görmek, yetişmek, müsadif olmak, istikbal etmek demekdir. «Tilka» da hiza, muvazi manasınadır. [64]

(M)



123 - (Maiuşr) : Yağmur sulariyle araziyi haraciyye haricindeki dere, kuyu, çeşme sularıdır. Bir kimsenin velayeti altında bulunmayan deniz suları da bu kabildendir.

124 - (Mai haraç) : Seyhun, Ceyhun, Dicle, Fırat nehirleriyle Arab olmayan kavmler tarafından vaktiyle kazınıb bilâhare müslüman-ların ellerine geçmiş olan nehirlerdir.

Bu, îmam Ebu Yusüfe göredir. Çünkü bu ırmaklar üzerine köprü kurulur, bu suretle himaye altında bulunurlar. Fakat İmamı Muhamraede göre bunlar, kimsenin himayesi altında olmayan denizler mesabesin­de olmakla raiyahı uşriyyeden sayılırlar. Araziyi hariciyye dahilindeki çekmeler, kuyu suları da mai haracdır.

125 - Ma´reke) : Harb meydanı demekdir. Cem´i maarik´dir.

126 - (Magazi) : Gazve mânasına magzâ veya magzat kelimeleri­nin cem´idir. Bu tabir, ekseri gazilerin menakıbı mânasında kullanılır. Siyer ve şehname gibi.

127 - (Magnem) : Ganimet demekdir. Cem´i maganimdir.

128 - (Meded) : Muharebe meydanındaki mücahidlere yardıma koşub iltihak eden cemaat demekdir. Cem´i «emdad» dır. Bu kelime, esasen yardım, nusrat ve cemaat manasınadır. Me*dedres olmaya «im-dad», yardım istemeğe de «istimdad» denir.

129 - (Melheme) : Büyük kıtal vak´ası ve harb sahası demekdir. Harb sahalarına «mevatînül´harb» denih´r.

130 - (Men) : Esirler bir lûtf olarak meccanen salıvermek, düş­manın dari harbe dönüb gitmesine bilâ bedel müsaade etmekdir. Bu ke­lime, esasen lûtf ve ihsan, kat ve minnet mânalarına da gelir. Ve bir mikyası mahsusdur.

131 - (Menea) : Kuvvet, cemaat. Bu kelime, hem isim, hem maa-dar, hem de maiin cem´i olabilir. Cem olduğuna göre : «bir şahsın hâ­misi ve aşireti olan kimseler» demek olurki, o §ahsa başkalarının teca­vüz etmelerine mani olurlar.

En az on ve bir kavle göre dört kişiden müteşekkil bir kuvvete mâ­lik olan kimseye «zî menea», «sahibi menea» denir. «Meneaİ mümtenia» da kuvvetli, şevketli menea sahibi demekdir.

132 - (Mâsumuddem) : Kısası müstelzim bir cinayetde bulunma­mış olan herhangi bir müslim veya zimmî demekdir.

133 - (Mahkunüddem) : Hayatı mahfuz, katli memnu olan kim­sedir. Mukabili «mübahüddem» dir.

134 - (Mühderüddem) : Kanı heder olub kısası, diyeti müstelzim bulunmayan şahıs demekdir. Dari harbde gayri müslimler arasında bu­lunan ve onlara atılan kurşunla telef edilen bir müslim gibi.

135 - (Mübareze) : Biri bîrinin dengi sayılacak iki muharibin harb meydanına atılarak mukabele ve mukateleye ikdam etmeleri de­mekdir.

136 - (Müraveza) : Düşman ile müzakere ve mükâlemede, mükâ-lemei sulhiyyede bulunmak demekdir. Bu kelime, lûgatde : müdara et­mek, bir kimseyi bir hud´a ile veya kahr suretiyle ikna eylemek mana­sınadır.

137 - (Müvadea) : Mütareke demekdir. Müsaleha ve müsalemet yerinde de kullanılır. Bu lâfız, esasen terk mânasına olan «vedı» den mehuzdur. Bu cihetle muharebeyi terke müvadea denilmiş oluyor.

138 - (Mütareke) : Düşman ile sulh yapmak1-, üzere mukateleyi muvakkaten terk etmekdir.

139 - (Muhaede) : Harbe nihayet veren iki muharib kavm ara­sında yapılan bir mukaveleden, cenki terke aid bir teahhüdden ibaretdir.

140 - (Muahedenaıne = Kitabülmuahede) : Sulh şeraitini bildi­ren ve iki muhasım tarafından bil´kabul imza edilen müsaleha vesikası demekdir. Buna «ahdname» de denir. Maamafih ahdname tâbiri, daha ziyade bir taraf dan verilen ahd ve emam müş´ir vesikaya itlâk olun­maktadır.

141 - (Mühadenet - hüdne) : Harbîler ile bir bedel mukabilinde olsun olmasın müsaleha akd demekdir. Bu kelimeler, esasen sükûn, ra­hat, asayiş mânalarını ifade eder. Bu münasebetle âleme sükûn veren, fitne teskin eden sulha da muhadenet denümişdir.

143 - (Müsaleha = sulh) : Barışmak, iki muharib tarafın harbe nihayet verib bir muahede yapması demekdir. Esasen bir fesadın zevaî bulmasına: «salâh» denir. Mukateleye nihayet vererek niza ve fesadı bertaraf edeceği cihetle muhasemeyi terk sulh ve müsaleha deiülmişdir Buna «müsalemet» de denir.

143 - (Mücahede) : Muharebe, Savaş, nefsi emmare ile muharebe ve mücadelede bulunub ona ağır, meşakkatli gelen, fakat şer´an matlûb olan şeyleri tahmil eylemekdir. Bu yolda hareket edene «mücahid» denir:

144 - (Muasker) : Ordugâh = askerlerin tahaşşiid etdiği, top­landığı, mevzi demekdir.

145 - (Müfadatı üsera) : iki muharib kavmin esirlerim müteka" bilen mübadele etmeleridir.

146 - (Mürtezika) : Eshabı dîvandır. Yani : dîvanı askerîde mu kayyed olub kendilerine beytülmalden münasib mikdar ataya tahsis edil miş olan ehli cihaddır. Zamanımizdaki muvazzaf, ihtiyat erleri gibi.

147 - (Mütetavvia) : Divanı askerîden hariç olub mahza haku-zası için cihada iştirak eden müslim şehir, köy ve badiye ahalisidir. Bun­lara gönüllü efrad denir.

148 - (Miyere) : Kumaş, mata, taam gibi şeylerdir.

149 - (Müsle) : Başkalarına ibret olmak için burnunu, kulağını vesair bazıuvuzlarını kesmek, gözlerini oyarak kendisini çirkin bir şek­le sokmak gibi bir suretle düşmana ukubetde buiunmakdır.

ibret alınacak ukubete «mesule» denir. Cem´i : mesülâtdır.

150 - (Mürtes) : Saffı harbde yaralanıb henüz teslimi ruh etme den ma´reke haricine nakl edildikden ve biraz yiyib igdikden veya konuşdukdan veya uyudukdarı veya ilâç kullandıkdan veya aklı başında olarak üzerinden bir namaz vakti geçdikden sonra terki hayat eden is­lâm mücahidi demekdir ki, hakkında tamamen şehid hükümleri cari de­ğildir.

Mürtes kelimesi, esasen zafiyeti, eskiyib işe yaramaz bir hâle gel­meyi ifade eden «res» den alınnuşdır. Masdarı : irtisasdır.

151 - (Müslim) : Dini islâm ile mütedeyyin olan zatdır.

152 - (Müste´min : Hem eman isteyen, hem de eraana nail olan şahıs demekdir. Bu kelime, ismi meful sıgasiyle «müs´temen» diye de okunabilir. Bu takdirde kendisine eman verilmiş kimse mânasını ifade eder. Buna «amin» de denilir. Fıkık ıstılahınca müste´min: başka bir milletin ülkesine eman ile - müsaade ile - dahil olan kimse demekdir. Gerek müslim olsun ve gerek zimmî veya harbî bulunsun.

153 - (Mecus) : Ateşe tapan, nur ile zulmeti iki halik, iki hayır ve ger menbaı tanıyan müşrik bir. kavmdir. Mecus mezhebine mensub olan* şahsa «mecusî» denir.

154 - (Mukrib) : Anası arab atı, babası da acem atı olan bey­girdir. Babası köle, anasu hurretül´asl olan şahsa da lûgatde: mukrif de­nilir.

155 - (Memlûk) : Bir kimsenin alel´ıt.lak mülküne dahil olan şey demekdir. Müennesi : memlûkedir. Mali memlûk, arazii memlûke gibi. Fakat bu tabir, bilhassa bir kimsenin mülkünde bulunan köle ve cariye gibi erkeğe de, dişiye de şâmildir.

156 - (Mevlâ.) : Efendi, seyyid, yani : azad edilmemiş bir köle ve­ya cariyenin sahibi mânasında müstameldir. Esasen «memlûkünü azad etmiş olan zat ve azad edilmiş bulunan köle» manasınadır. Cem´i : me-v alîdir.

Mevlâ kelimesi, lûgatde nasır, seyyid, asabe, komşu, amca zade, ve-liyyül´emr mânalarım ifade eder. Azad edenle azad edilen kimseler ara­sında velâ, tenasur, ve teavün carî olacağından bu münasebetle hem memlûkünü azad eden mâlike, hem de azad edilen memlûke «mevlâ».de­nilmiş oluyor. Aralarım fark için azad edene «mevlai âlâ» azad edilene de «mevlâi esfel» denilir.

157 - (Mu´tik) : Mülkünde bulunan köle veya cariyeyi azad et­miş olan kimsedir.

158 - (Mu´tak) : Mevlâsı tarafından azad edilmiş olan köledir. Müennesi: «mu´teka» dır.

159 - (Müdebbir) : Memlûkünün itkim kendisinin vefatına ta1-lik etmiş, yani : «ben öldüğüm zaman azad ol» demiş olanmevlâ demek­dir.

160 - (Mütlebber): Azad olması mevtasının vefatına muallâk bu­lunan köle demekdir. Müennesi : müdebberedir.

161 - (Müstevleüe) : Ümmülveled, yani : gocuğunun nesebi mâli­kinden sabit olan cariye demekdir. O mâlik, kendisinin ister1 tamamına ve ister bir kısmına mâlik olsun ve kendisinin gerek hakikaten ve ge­rek hükmen mâliki bulunsun. Mevlânin babası, cariyenin hükmen mâ­likidir. Mevlâsının fİraşinden ikrarına mukarin olarak çocuk doğurmuş olan cariyeye «ümmülveled» denir ki, cem´i : ümmehatlÜ´evlâddtr.

162 - (Miikâtib) : Memlûkünü kitabete kesmiş olan mevlâ de­mekdir.

163 - (Makâteh) : Mevlâsiyle akdi kitabetde bulunmuş olan kö­ledir. Müennesi mükatebedir.

164 - (Mükâtebetül´vasî´) : Vasinin fahtı vesayetindeki yetime aid memlûkü kitabete kesmesi demekdir ki, caizdir.

165 - (Miikâtebei me´zun) : Ticarete me´zun olan bir memlûkü kitabete kesmekdir ki, caizdir. Şu kadar var ki bumemlük, borçlu bu­lunduğu, takdirde garimler kitabeti reddedebilirler.

166 - (Mükâiebetüt´mükâteb) : Kitabete kesilmiş bir kölenin ken­di, memlûkünü kitabete kesmesi demekdir ki bu, muvazene kabilinden olduğu cihetle caizdir.

167 - (Mukâtebetiissagîr) : Henüz baliğ olmayan bir rakikin ki­tabete kesilmesi demekdir ki bakılır: eğer âkil, yani : kitabetin ne oldu­ğunu müdrik,, alış verişe müstait ise kitabet, sahih olur, değilse sahih olmaz. [65]

( N )



168 - (Necin) : Yıldız demekdir. Bir zamanlar yıldızların tulûiy-le vakitler tayin edilegeldiği cihetle hulul eden vakitlere ve vakti hulul eden borçlara, vazifelere mecaz tarikiyle necm denilmişdir. Binaealenyh islâm hukukunda: bir borcun-taksitlerini ödemek için hulul eden muay­yen vakte ve vakti hulul eden muayyen borca ve bilhassa mükâtebin mevtasına te´diyesini deruhte ettiği bedeli kitabetin her taksitine necm denilir.

169 - (Nefer) : Uçden ona kadar olan ere ıtiak olunur. Mutlaka cemaat ve nefs manâsında da müstameldir.

170 - (Nefl = nafile) : Lûgatde ziyade manasınadır. Gazilere tahsis edilen emval de sehinılerinden ziyade olduğu için bu namı al-mışdır. Nitekim farizalar üzerine zaid olan ibadetlere de «nafile» deniî-mişdir. Neflin cem´i olan «enfal» lügat itibariyle mutlaka ganaim mana­sınadır.

171 - (Nefîr) : Lûgatde cemaat mânasınadıı; istilanda : canlanna, mallarına, çoluk ve çocuklarına saldırmak üzere düşmanın gelmek-de olduğundan bir beldede bulunan halkın haberdar edilmesidir ki, bu halde o belde ahalisinden muktedir olan müslümanlar üzerine cihad, farz olur. Cem´i : enfardır.

Gazaya çıkılmasını ilân ve talep eden kimseye «müstenfîr» denir. Harbe sürüklenib götürülenlere de «nefr» adı verilir.

172 - (Nefiri has) : Muharebe için yalnız bir kısım efradın se­ferber haline gelmesi demekdir. Bu, kısmen seferberlik halidir. Bu, faz­la kuvvet cem´ine lüzum görülmediği takdirde iltizam edilir.

Meselâ : hududdan birinde zuhur eden bir harb hâdisesini bertaraf etmek için o sahada bulunan islâm kuvveti kifayet etdiği takdirde diğer efradın silâh altına celbine lüzum görülmez,

173 - (Nefiri âm) : Harb mıntakasında bulunan bütün efradın harb için seferber haline gelmesi demekdir ki buna, düşmanın bir islâm beldesine bağteten hücum etdiği ve bu düşmanı bir kısım islâm kuvvet­lerinin defedemiyeceği takdirde müracaat olunur ve bunun dairesi ih­tiyaca göre genişler, islâm âleminin bikaderıl´imkân şark ve garbine ka­dar yayılır. Bu, umumî bir seferberlik demekdir.

174 - (Nifak) : Bir kimsenin zahiren müsüm göründüğü halde kalben küfür mesleklerinden birine merbut bulunmasıdır. Böyle bir şah­sa «münafık» denilir.

175 - (Nakza ahd) : Muahede ahkâmını bozmak, verilen sözde durmamakdır. Muahedeyi fesh ve nakz etmeğe «nebzi ahd» da denir. Nebz kelimesi lûgatde: ilka, i´lâm, az bir şey mânasına da gelir.

176 - (Neşeme) : Nefs, insan ve her şeyin ihtidası manası­nadır, istilanda: azad edilmek üzere satın alınan rakabe demekdir. Cem´i: nesemdir. Binaenaleyh azad edilmek için alınmış olan rakabeyi i´tak etmeğe «ıtkunneseme» denilir. Vasîninmusî namına bir köle ahb azad etmesi gibi.

177 - (Nusret) : Yardım, avn ve inayet, imdat manasınadır. Yar­dım istemeğe de «intişar» denir. [66]

( R)



178 - (Bâcil) : Yaya, piyade demekdir. Deve, katır, merkeb gibi düşmanı terhib ve tedhiş edemiyecek hayvanlara rakib olanlar da - ganimetlerden hisse almak hususunda - râcil sayılırlar.

179 - (Râhile) : Esasen binek deve demekdir. Gerek erkek ve ge­rek dişi olsun. Mutlaka binek hayvan mânasında da müstameldir.

180 - (Ribat) : Serhadde düşmanın hücumu melhuz bulunan mev­zide mahza islâm yurdunu muhafaza ve müdafaa maksadiyle ikamet et­mek mânasını ifade eder. Esasen ribat, müdavemet demekdir. Herhangi bir şeyi rabt ve zabt için kullanılan ip, bağ ve at sürüsü mânâsına da gelir. Hududda bağlı bulunan süvari atlarına «ribatülhayl» denilme­si, bu münasebetledir, imarethanelere, tekkelere, yolcular için yapılmış olan kârbansaraylara da «ribat» namı verilmişdir.

Islâmı takviye, rnüslümanları düşmanlarının şerrinden siyanet ve muhafaza maksadiyle serhadde ikamet etmeğe «mürabita» denir. Bu maksatla hududda aleldevam ikamet eden islâm mücahidlerine de «mü-rabitîn» denilir.

181 - (Hiddet) : İslâm dininden dönmek, küfre düşmekdir. «îr-tidad» tâbirine müracaat!.

182 - (Rik) : Lûgatde kulluk = ubudiyet demekdir. Istüahda : bir vasfı hükmidir ki, insan bununla temellüke mahal olur. Diğer bir tarif ile rık, esir edilen ehli harb hakkında sabit olan manevî bir sıfat-dır ki, bu yüzden hürriyetlerini gaib etmiş olurlar.

183 - (Raldk) : Köle, cariye demekdir. Bire de birden ziyadeye de itlak olunur. Cem´İ : erikkadır.

Esir olanlara düşdükleri zaaf ve rikkatden dolayı rakik denilmişdir. Dari harbden alman esirler, rakik sayılırlar ise de bunlar dari İslama id-hal edilerek ihraz edilmedikçe memlûkiyetle muttasıf olmazlar. Demek oluyor ki, bunlardaki rık, memlûkiyetden ayrılmış oluyor.

184 - (Rakabe) : Köle ve cariye demekdir. Cem´i : rikab, raka-bat ve rükubdur. Esasen boyun ve boyun kökü demek olan rakabe, esir­lerin boyunlarına kemend takıhb ahz edilmesi münasebetiyle şahısdan kinaye olarak kullanılmıştır. Yahut cüz´ün adını, külle vermek kabilin­den bir mecazdır. Maamafih her şeyin zatına, aslına da «rakabe» denil­mesi şayidir. «Rakabei vakf» gibi.

Köle veya cariyeyi azad etmeğe, memlûkün boynundaki esaret hal­kasını çözüp gidermeğe de «fekki rakabe» denilir.

185 - (Razh) : Harbde hizmetleri görülen kadınlara, çocuklara, kölelere ve zimmîlere ganimet mallarından verilen bir mikdar maldır ki-, mükatiHerin sehimlerinden noksan olur. Bu mikdarı tayin, veliy-yül´amre aiddir.

Razh kelimesi, lûgatde az bir şey vermek ve az bir mikdarda veri­len şey manasınadır. Kendileri mukatil ve mücahidlerden madud olma­dıkları halde harbde bazı hizmetleri görüldüğünden dolayı ganimet mal­larından razh namiyle. birer mikdar mal alan kimselere de «ehli razh» denilir. [67]

( S )



186 - (Say* = siaye) : Memlûkün rıkdan kurtulması için mal ka-zanmasıdır. Meselâ : mükâtebin bedeli kitabeti te´diye edebilmesi için çahşıb durması bir aiayedir.

Say´ lâfzı, lûgatde mutlaka amele, iş görmeğe, bir şeye çalışmaya bir maksad uğrunda koşup durmaya ıtlak olunur. Jurnalcilik mânâsın­da da müstameldir. Fıkıhda: sadakaları tahsile memur olan .zata «sâî» denilir. Cem´i : süatdır.

187 - (Siayei mülk) : Kazancı rnevlâsınm mülkü sayılan memlû-kün say´ etmesidir. Müdebber gibi ki, bunun kazancı mevlasıria aiddir.

188 - (Siayei zaman) : Kazancı mevlâsmm mülkü sayılmayan ve yalnız kendi borcunu ödemek için çalışan memlûkün say1 etmesidir. Mü-kâteb gibi ki bu, efendisine karşı yalnız zamin olduğu bedeli kitabeti te´diye için say´ eder. ürnmi veledin siayesi de bu kabildendir.

189 - (Seby = siba) : îstirkak, esir alma manasınadır. Esir alı­nan şahıs mânasına da gelir. «Mesbiy» gibi. Bu tabir, ekseri ehli harbin esir alınan çoluk çocukları hakkında kullanılır. Müfredİ, eem´İ müsavidir.

190 - (Sebîy) : Mutlaka esir manasınadır. Muharebede düşman tarafından diri olarak elde edilen her hangi bir kadın veya çocuk mâ­nasında kullanılır. Cem´i : sebayâdır.

Böyle kadınlardan, çocuklardan ibaret olan itbaa «süruh» adı ve­rilir.

191 - (Seleb) : Bir kimsenin üzerindeki elbisesi, silâhı, parası ve râkib olduğu hayvan ile bunun üzerindeki eşyasıdır. Başka hayvan ile onun üzerindeki emvali, selebden sayılmaz.

Seleb, meslûb mânasında kullanılır, cem´i: eslâbdır.

192 - (Seriyye) : Dörtden veya yüzden dört yiize kadar olan as­ker müfrezesi demek dır. Cern´i : serayadır.

Seriyye lâfzı, ya geceleyin yürüyüş demek olan «sera» dan veya ne­fis şey demek olan «seriy» den, yahut müntehab mânasına olan iştira» dan ahnmişdır.

Seriyyeleri teşkil eden erler, ekseri geceleyin yürüyüb gündüzleri saklandıkları veya bahadır, güzide efraddan seçildikleri için bu namı al­mışlardır.

193 - (Siyr) : Siyretin cem´idir. Siyret ise esasen tarikat, haslet, heyet ve bir nevi hareket mânalarını ifade eder. Maahaza siyer tabiri, müverrihler tarafından en ziyade peygamberi zîşan efendimizin evsaf ve menakıbinden, yüksek mücahedelerinden bahis olan kitablara verilen bir unvandır. Bu itibar ile «Kitabüssiyer»- tarihin hususî bir şubesi me­sabesinde bulunmuş olur.

Hukuk kitablarında cihada aid mebahis ve ahkâmı ihtiva eden kıs­ma «kitabülcihad» denildiği gibi «kitabüssiyer» de denilir.

194 - (Silin) : Sulh mânâsına barışmak demekdir, müsalemet gi­bi. Silm tabiri, müslümanlık, emn ve selâmet mânâsına da gelir. Buna «selm» de denir.

195 - (Sügur) : Serhad, derbend ağızları, düşmanın hücumundan korkulacak açık mevziler demekdir. Müfredi: «9uğr» dur ki, lûgatde dağınık, müteferrik şey mânasına gelir.

196 - (Seıarâ) rahiblerinin nâsdan inkıta ve inzivası için tesis edilm: lerdir. Cem´i sevamîdir. Bunların hakkın­da bîa hükmü

197 - (Saıuuiı;) : aıhû ırkına mensub, ehli kitabdan veya abedei evsandan bir taifedir. Maamafih bir dinden diğer bir dine donen her şah­sa da «saibî» denilmişdir. Cem´i : sabiûndur.

108 - (Sahibül´mekasim) :Ganimet mallarını mücahidler arasın­da tayin ve tevzia memur olan zatdır, «kassamı ganaim» demekdir. [68]

( Ş)



199 - (Şebhun) : Gece baskını, düşmana geceleyin çapulda bulun­mak, igare.

200 - (Şehid) : Allah yolunda yapılan bir muharebe esnasında veya ehli bağy ile veya yol kesiciler ile mukatele sırasında haksız yere öldürülen ve baliğ ve tâhir bulunan herhangi bir müslimdir ki bu, hem dünya, hem de ahıret ahkâmı itibariyle şehid olduğundan kendisine «şe­hidi hükmî» denir. Bir de «şehidi hakikî» vardır ki, bu da garik, harik veya garib olarak ölen, veya tahsili yolunda veya zatülcenb gibi bir has­talık neticesinde terki hayat eden her hangi bir müslümandır. Bunlar şehid sevabına nail olacakları cihetle yalnız ahret ahkâmınca şehid sa­yılırlar. Fakat dünya ahkâmınca şehid olmadıklarından gasl edilmeksi­zin defn olunmazlar.

Şehid tabiri, huzur mânasına olan şuhuddan veya şahadetden me nuzdur. Hak yolunda hayatını feda eden bir mücahid, bu şerefli ölün sayesinde Hak Tealâ hazretlerinin manevî huzuruna nail olacağı veya r mücahidin şu şanlı Ölümünde melâikei kiram hazır bulunacağı cihetU kendisine şehid unvanı verilmişdir.

201 - (Şiar) : Alâmet, parola. Muharebe zamanlarında biri birin tanıyıb bilmek için askerlerin kendi aralarında tayin etdikleri alâmeı ve tabirdir. Ashabı kiramın bir çok muharebelerde şiarları, «emit emi = öldür öldür» kelimesi idi. Düşmanı kahr ve tenkile muvaffakiyetleri ne tefe´ül için bunu şiar ittihaz etmişlerdi. İnsanların gömleğine ve mut laka bedenine temas eden libasına ve at kısmının çuluna da şiar denh".[69]

( T)



202 - (Te´min = i´timan) : Bir kimseyi bir şey üzerine emin kıl mak manasınadır. Te´min kelimesi, birisine eman vermek, bir şahsı enn ve eman kılmak mânasında da kullanılır.

203 - (Tedbir) : Bir i´takdır ki bunun vukuunu mevlâ kendisini efatına ta´lik etmiş olur. Esasen tedbir, işlerin âkibetlerini düşünerek cabma göre hareketde buluroftakdır. Bu münasebetle bir kimsenin ahi-etde mesûbata nailiyet için hayatının sonuna ta´liken yapmış olduğu taka da tedbir denilmişdir.

204 - (Tedbiri mutlak) : Mevlânın alel´ıtlak mevtine rabt edilmiş »lan tedbirdir. «Ben Öldüğüm zaman sen hürsün» denilpsesi gibi.

205 - (Tedbiri mualiak) : Bir şarta rabt edilmiş olan tedbirdir. (Sen şu işi yapar isen müdebbersin» denilmesi gibi.

206 - (Tedbiri mukayyed) : Mevlânın bir vasf ile mukayyed olan vefatına merbut tedbirdir. «Ben bu hastalığımdan ölürsem sen hürsün-lenilmesi gibi.

207 - (Tedbiri muzaf) : Bir vaktin duhulüne veya hurucuna iza-e edilen tedbirdir. «Sen gelecek ayın ihtidasından itibaren müddebber-rin» denilmesi gibi.

208 - (Tahriri rakabe) : Köleyi veya cariyeyi azad etmekdir. Hâ-isen livechillah, yani : mahza rızayı hak için vuku bulan ıtklarda isti­mali galibdir.

Tahrir lâfzı, esasen tahlis mânasını ifade eder. Memlûkü esaretden kurtarmak, kendisinde hürriyeti isbat edeceği cihetle i´taka tahrir de­nilmişdir.

209 - (Tenfu) Veliyyür emrin veya emîrin gördüğü lüzuma meb-ni fazla bir sehm bir atiyye veya muayyen bir para vermek üzere müahidleri harbe tergîb ve teşvikde bulunmasıdır. Bu veçhile gazilere tah­sis ve ita edilen mallara da «enfal» denir. Müfredi «nefl» dir.

210 - (TenfİIi has) : Veliyyül´emr tarafından harbe tergîb ve teş­vik için bir kısım gazilere fazla sehm veya bazı şeyler tahsis ve ita edil­mesidir.

211 - (Tenfili ) : Bütün gazilere karşı vuku bulan tenfildir.

212 - (Tesaffuhi ceyş) : Mücahidler için muzir olacak eşhasdan ordunun tasfiye edilmesi demekdir.

213 - (Talîa) : Casus. Düşmanın ahvaline muttali olub mensub olduğu tarafa haber vermek üzere gönderilen şahısdır.

214 -.(Talik) : Sebili tahliye edilmiş esirdir. Cem´i : tulekadır. [70]

( V )



215 - (Velâ) : Bir karabeti hükmiyyedir ki, irse sebeb olmaya -alih bulunur. Esasen velâ, tasarruf, muavenet, muhabbet demek olub kurb mânâsına olan «vely» kelimesinden ahnmışdir.

216 - (Vel&i nafiz) ; Muüki malûm olan memlûk hakkındaki ve-îâdır.

217 - (Velâi mevkuf) : Mu´tiki taayyün etmeyen memîûk hak­kındaki velâdır.

218 - (Velâi ataka) : Mevlâ ile memlûkü arasında ıtk neticesi olarak vücude gelmiş bir velâdan, bir tenasurdan ibaretdir ki, mu´tak, bir cinayet işlediği takdirde diyetini mevlâsı verir, vefat edib derecesi mukaddem varis bırakmayınca da mirasına mevlâsı nail olur.

Velâi ataka, memlûkün hürriyet nimetine nailiyeti dolayısiyle ta-haddüs etdiğinden buna «velâi nimet» de.denilir.

Memlûkünü azad eden kimseye de «mevlâl´atake», «meviâl´atîk» adı verilir.

219 - (Velâi müvalât) : Nesebi meçhul olan bir şahsın şeraiti da­hilinde başka bir şahıs ile akd etmiş olduğu bjr velâdan, bir tenasur ra­bıtasından ibaretdir. Bu velâye talib olan mechulünneseb şahsa «mev-lâi esfel», bunu kabul eden kimseye de «mevlâi âlâ», «mevlelmüvalât» namı verilir.

Müvalât tabiri, esasen velâyetden mel´huz olub muvasele, müsade-ka, tenasur mânalarını ifade eder. [71]

( Y )



220 - (Ye´s) : Ümitsizlik, arzu edilen şeye, meselâ: zafere naili-yetden ümidi kesmek demekdir.

221 - (Yevm) : Gün, mutlaka vakit, güneşin tulûundan gurubu na kadar olan müddet. Şer´an ikinci fecrin tulûundan güneşin gurubu­na kadar olan vakitdîr. Cem´i: eyyamdır. [72]

(Z)



222 - (Zerarî) : Zevceler ile çocuklardan ibaretdir. Müfredi: «zür-riyet»dir. Bu lâfız, lûgatde nesle, oğul ile kıza ve mecazen babaya itlâk olunur. Bir cem´i de: zürriyatdır.

223 - : (Zafer) : Düşman üzerine galebe etmekdir. Bu kelime, esa­sen bir şeye pençe atmak, tırnak takmak manasınadır. Fevz ve necat, maksada vusul mânâsında da kullanılır.

224 - : (Zendeka): Vücudı ilâhiyi inkâr, Cenabı hakka şerîk isbat, hasrı veya hikmeti iiâhiyyeyi ademi tasdik mânâlarında müstameldir, sa­hibine «zındık» denir. Cem´i: zenadık ve.zenadıkadır.

Bazı zevata göre zındık; hem dinsiz olan, hem de dehrin bekasına, emval ve ezvacın iştirakine kail bulunan şahısdır.

225 - (Zimmet) : Lûgatde ahd, eman, zaman, hak mânâlarını ifa­de eder. Ahdi bozmak, zemmi mucib olduğu için ahde zimmet denümis,-dir. Cem´i: zimemdir.

îslâm zimmetini, ahd ve emanını haiz bulunan gayri müslimîere «eh­li zimmet» denir. Bunların erkeklerinden her birine «zimnıî», kadınların­dan her birine 5e «zimmiyye» denilir. Esasen harbî bulunan bir şahsın veya bir cemaatin islâm ahd ve emanım, yani: tabiiyyetini kabul etme­sine de «akdi zimmet» ıtlak olunur. [73]