๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hukuku İslamiye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 26 Mart 2010, 09:38:44



Konu Başlığı: Fâstd İstidlaller (1.Cilt 2.Bölüm)
Gönderen: Ekvan üzerinde 26 Mart 2010, 09:38:44
1.Cilt 2.Bölüm
Fâstd İstidlaller :

Beyanın Nevileri :

Nesha Dair Malumat :

İstisnalara Dair Mâilümat :

Ta´ltklere Daîr Malûmat :

Maanî Harflertle Zarflara Dair Malûmat :

İKİNCİ KISIM...

Süneni Nebevtyyeye Dairdir

Sünnetlerin ballıca aksamı ve ahkâmı:

Kavilerde aranılan şartlar, vasıflar :

Sünnetlerdeki, rivayetlerdeki isnad, irsal, ittisal ve inkıta:

Mürsel hadislerin nevileri ve hükümleri :

Hadislerin râvîleri, metinleri ve senetleri i ti bari I e nevileri:

Haberlerin mahiyeti ve nevileri :

Haberlerin mahalleri, yâni: kendilerinden haber verilen hâdiseler:

Bazı rivayetler, haberler hakkındaki ta´n ve itiraz:

ÜÇÜNCÜ KISIM...

İcmaa Datkdtb.

İcmaın mahiyeti :

İcmaın ehli, şartı ve istinatgahı:

İcmaın tarikleri ve hükmü:

İcmaın haddi zâtında kabil ve vaki olup olmaması :

DÖRDÜNCÜ KISIM...

KIYASI FDKHIYE, EDİLLEİ ERBAADAJN BAŞKA HÜCCETLERE VE HİKEMİ TEŞRttYYEYE DAİRDİR..

Kıyasın mahiyeti ve rükünleri :

Kıyasın şartları:

Kıyasın hükmü ve kısımları:

Kıyası celî ile kıyası hafinin kısımları :

Kıyaslarda aranılan illetlerin nevileri:

Naslarda tâlilin bir asi olup olmadığı:

Kıyasın bir hüccet olması ve derecei kuvveti:

Kıyas aleyhindeki deliller ve cevaplan:

Bazı kıyasları red ve defe müteallik mübahese yollan :

Deliller arasında tearuz vukuu:

Maslahatların nevileri ve hükümleri :

Şer´î hükümlerin esbabı ve hikemi teşriiyyesi :

BEŞİNCİ KISIM...

HÜKÜMLERE, ÎCTÎHADA, KAVAJDt KÜLLİYYEYE AtDDİR.

Şer´î hükümlerin mahiyetleri ve rükünleri :

Rüknün, illetin, şartın, sebebin ve alâmetin mahiyetleri vefasından:.

Mahkûmun bİhin mahiyyeti ve nevileri :

Mahkûmun aleyhin ve ehliyet ile teklifin mahiyyetleri:

Ehliyete ait semavî ve mükteseb arızalar :

İçtihadın mahiyyeti ve şartları :







Fâstd İstidlaller :



346 - : Mefhumu muhalefet ile istidlal, Hanefiyece vücuhü fâside-den olduğu gibi nazımda mukarenetin hükümde müsavatı icap edeceği­ne kail olmak da Hanefîlerce vücuhü fasidedendir. Bu müsavata kail olan şafiîler diyorlar ki:

Meselâ: «Cae Zeydün ve Amr - Zeyd ve Amr geldi» denilse Amr, nazmen Zeyde mukarin bulunmuş olur. O hâlde Zeydin gelmesi hakkın­daki hükme Amr da dahil bulunur.

Kezalik: âyeti kerimesindeki zekât, salât üze­rine atfedilmiş, aralarında nazmen mukarenet bulunmuştur. Namaz ile baliğ ve baliğe olanlar mükellef oldukları gibi zekât ile de bunlar mü­kelleftirler. Çocuklar ise namaz ile mükellef olmadıklarından zekât ile de mükellef olmazlar. Çünkü matufun aleyhin hükmü, arasındaki muka-reneti kelâmiyeden dolayı mâtufda da carîdir.

Buna cevaben deniliyor ki: matuf, bir cümlei müstakille olmadığı takdirde kendisinden tam bir mânâ münfehim olabilmek için hükümde matufun aleyhe müsavi olmasına ihtiyaç vardır. Fakat matuf, müstakil bir cümle olursa bu müsavatı her hâlde müfit olmaz. Âyeti celîle ile muhatap olanlar, baliğ ve baliğe olanlardır. Çocukların zekât ile mükel­lef olmamaları ise bununla değil, başka delil ile sabittir. Bir hitabın mu­ayyen bir zümreye tevcih edilmesi, o hitabın artık başka bir zümreye tevcih edilmeyeceğine delâlet etmez. Böyle bir şey haricî bir delilden an­laşılır.

347 - : Âmmi sebebine tahsis dahi Hanefîlerce vücuhi fasideden-dir. Bir lâfzı âmı sebebi nüzul veya vürudüne hasrederek maadasından hükmünü nefy etmek doğru değildir. Meselâ: sirkat hakkındaki âyeti kerime, Safvan adında bir zatın ridasının çalınması üzerine nazil olmuş­tur. Bunun hükmü, yalnız Safvanın ridasım çalmış olana mahsus değil­dir, belki bütün sarikler hakkında caridir.

Hâsılı: âm olan bir delil, has olan sebebine münhasır değildir, bel­ki o sebepte müşterek olan bütün fertlere şâmildir.

348 - : Mâlikîler ile Şafiîler ise âmin sebebine tahsis edileceğine kail olmuşlardır. Bunlara göre eğer âm. sebebine tahsis edilmezse bu âmmin hükmünden bazı efradını içtihat ile tahsis caiz olduğu gibi o ef­rattan biri olan bu sebebi de içtihat ile tahsis caiz olmak lâzım gelir. Artık ânımın hükmü o sebepde cari olmaz. O hâlde bu sebebin beyanı zait olur, bunun bir kıymeti kalmaz.

Kezalik: Eğer âm sebebine muhtes bulunmayıp sair ferdlere de şâ­mil olsa cevap, suale mutabık olmamış olur. Halbuki cevabın suale mu­tabakatı lâzımdır.

Buna Hanefîlerce şöyle cevap verilmektedir: âmmin tahsis kabul et­meyen bazı efradı vardır. Sebebi nüzul veya vürudu da o kabilden olabi­lir. Tahsis ihtimali, herhalde tahsis vukuunu iktiza etmez. Sonra ceva­bın suale mutabakatı lüzumu, herhalde cevabın suale müsavî olmasını icap etmez, cevap bazı fâideler mülâhazasile sualden daha şümullü ola­bilir. Elverir ki, sailin istediğini yerine getirsin, ona istediği malûmatı versin. îşte bu hâlde sual ile cevap arasında mutabakat husule gelmiş olur. Nitekim: suali cehline Hazreti Musa´nın verdiği cevap, bu kabildendir. Hazreti Musa, Cenabıhakkın manevî huzurunda fazla mükâlemede bulunmak şerefine nailiyet için uzunca cevap verme­ği İhtiyar etrtüştir.

349 - : Âmrai mütekelümin garazına tahsis dahi Hanefîlerce vücu-hü fâsidedendir. Şafiîler ise buna kaildirler. Onlara göre bir âmmin irad edilmesindeki garaz, mütekellimin sözünde musarrah gibidir. O hâlde su-reten âm görülen bir lâfız, manen elfazı ´hassadan"" olmuş olur, o garaza münhasır bulunur. Meselâ: (^ J jljVljl) âyeti kerimesindeki ibrar-dan muradı ilâhî, eshabı kiramdır. Binaenaleyh bu âyetteki cennetle mü-beşşeriyet hükmü, yalnız eshabı kirama mahsustur, sair ebrara şâmil değildir. Hanefîler buna cevaben diyorlar ki: âmmi mütekellimin garazı­na tahsis, âmmin muktezasım iptale müeddî olur. O hâlde mentukun hükmünü bırakıp meskûtün anhin hükmile amel etmeği iktiza eder ki bu, kavaidi lisaniycye muhaliftir. Binaenaleyh âyeti kerime, mutlaka eb-rar olanlarırrnaili naim olacaklarını mübeşşirdir, eshabı kiram da ebrar-dan olduklarından bu mübeşşeriyyet, onlara da, sair ebrara da şâmildir.

350 - : Mutlakı kıyasa muvafakat şartile olsun.olmasın mukayye-de hami dahi Hanefîlerce vücuhü fâsidedendir. Şafiîlerden bazılarına gö­re mutlak, herhalde mukayyede hami olunur. Zira kayıt, şart mecrasın­da carîdir. Kıyas bu hamli icap etsin etmesin müsavidir. Bazı zatlara göre de mutlak kıyasa muvafakat şartile mukayyede hami olunur. Yâni: mukayyetten maksat ne ise mutlaktan maksat da o olmuş olur.

Meselâ: Keffareti yemin ile keffareti ziharda,, alelıtlak, yâni: mü­min olsun olmasın bir rakabe azat edilmesi Hanefiyece kâfidir. Çünkü bunların hakkında rakabe, mutlak olarak zikredilmiştir. Keffareti katil­de ise rakabenin mümin olması lâzımdır. Zira bunun hakkındaki raka­be, mümin olmakla mukayyettir.

Binaenaleyh keffareti yemin ile keffareti zihar hakkındaki mutlak rakabeyi kefareti katildeki mukayyet rakabeye hami etmek Hanefîlerce icap etmez, Şafiîîerce icap eder.

Şafülere göre madem ki, hepsi keffarettir, artık katilde kifayet et­meyen gayri mümin>rakabe, keffareti yemin ve ziharda da kifayet et­mez. Şafiîlerin bu tarzı istidâli ise Hanefîlerce saih değildir. Bir cürm için kâfi bir ceza olmayan bir şey, diğer bir cürm için kâfi bir ceza ola­bilir, îsimde iştirak, hükümde müsavatı müstelzim olmaz. Böyle bir hami, hükmü şer´îyi iptaldir ve nas mukabilinde kıyas tarikine gitmek­tir. Halbuki kıyasın şartı, nas´sm bulunmamasıdır. (Mutlak ve mukay­yet mebhasine de müracaat.) [1]


Beyanın Nevileri :



351 -: Beyan, lügatte ilâm izhar, tebyin demektir. îlmi usulde: bir sözden veya filden maksat ne olduğunu o söze, o fi´le müteallik bir söz veya fî´l ile izhar ve i´lam etmekten ibarettir.- Beyan, bir nevi delildir, muradı müsbittir ve berveçhiâti beş nev´e münkasimdir:

(1) : Beyanı takrir: bir sözü mecaza veya hususa hami etmeği kat´ edecek bir şey ile te´kit demektir. Şöyle ki: bir sözün mecaza ihtimâli bir şey ile kesilip atılırsa o sözün bir hakikat olduğu tezahür eder. Ve bir sözün hususa ihtimâli bir şey ile kesilip bertaraf edilirse o sözün âm ol­duğu taayyün eyler.

Meselâ: -iki kanadile uçar bir kuş yoktur ki) kavli şerifindeki tairden murad, hakikaten kuştur. Çünkü «bicenahayhi» kelâ­mı, bir beyanı takrirdir, bu tair ile hakikaten uçan herhangi bir kuş mu­rad edildiğini ilâm etmektedir.

KezaKk: inazmı şerifindeki elmelâike de bir lâfzı âmdır. Bu, umumî üzere caridir. Çünkü «küllühüm» kavli bunu göster­mektedir. Artık elmelâiketü lâfzı âmminin tahsise ihtimâli kalmamıştır. «Ecmeun» kelimesi de bir tefsir mahiyetindedir, meleklerin birlikte sec­de ettiklerini belirtmektedir.

(2) : Beyanı tefsir; mücmel, müşterek, müşkil, hafî gibi kendisin-

den ne kasdedildiği kapalı bulunan bir sözü diğer bir söz veya iş ile izhar etmelçtir.

Meselâ: emri ilâhisindeki salât, bir mücmel lâfızdır. Acaba bununla muradı ilâhî nedir? İşte Resulüekrem, sallâllahü aleyhi vesel-lem efendimiz, bunu kendi fiülerile izah etmiş ve= benim nasıl namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılınız) diye buyurmuştur. Binaenaleyh Resulüekrem´in bu fiilleri bir beyanı tefsir mahiyetinde bu­lunmuştur.

Kezalik: = hırsız erkek ile hırsız kadı-nm ellerini kesiniz.) âyeti kerimesi mücmeldir. Çalınan mal ne kadar olacaktır ve hırsızın eli neresinden kesilecektir?. Bunlar beyana muhtaç­tır. Nebiyyi Efham Efendimiz ise «on dirhemden az miktardan dolayı el kesilmez» buyurmuş ve Safvan´ın ridasım çalanın elini tam bileğinden kestirmiştir, işte Resulüllahm bu kavlile bu fiili bu hususta bîr beyanı tefsir bulunmuştur.

(3) : Beyanı tağyir; sadrı kelâmın, yâni: ilk sözün, asıl söylenmesi istenilen şeyin mucebini ona bitişik diğer bir söz ile tağyir ederek müte-kellimin asıl muradını izhar eylemekten ibarettir. Tahsis, istisna, şart, sıfat, gayet ve bedel denilen şeyler bütün beyanı tağyir kabiİmdendir. Bu tâbirler için ıstılahat kısmına müracaat!.

Meselâ: âyeti kelimesindeki kavli şerifi, tahsis kabilinden bir beyanı tağyirdir. Çünkü sadrı kelâmı, yâni:kavli şerifini tahsis etmiştir. Bu kavli şerif, herhangi bey´ in helâl olduğunu gösterir,"kavli şerifi ise bu umumiyeti tahr sis etmiş, riba kabilinden olan bey´i sair beyüerden ayırmış, onun helâl olmadığını bildirmiş, muradı ilâhiyi izhar etmiştir.

Kezalik: «nefislerine mağlûp olan gafil kimselerden başka bütün in­sanlar, Haktealâ´ya ibadette bulunurlar» cümlesinde «bütün insanlar» sözü âmdir. «Nefislerine mağlûp olanlardan başka» sözü de bir istisna olup o âm olan sözü takyit etmiştir. Binaenaleyh bu da bir beyanı tağ­yirdir.

Kezalik: bir kimse refikasına: «Filân yere gidersen benden boş oU dese bu sözü bir cümlei şartiyedir. «Benden boş ol» sözü mutlaktır, bu­nunla hemen talâk vaki olur. «Filân yere gidersen» sözü ise şarttır, bu mutiakı takyit ve tağyir etmiş, boş olmanın filân yere gitmekle meşrut olduğunu göstermiştir. Binaenaleyh bu da bir beyanı tağyirdir.

Kezalik: «Bu akarın gailesini fukahadan olan fakirlere vakf ettim» sözünde fukahadan sıfatı da bir beyanı tağyirdir. Bu akarın gailesini fakirlere vakf ettim sözünü takyit ve tağyir ederek vakfın fukahadan ol­mak vasfını haiz olan fakirlere aidiyetini bildirmiştir.

Kezalik: «Şu fakirlere bu ayın nihayetine kadar yardım et» denil­se «bu ayın nihayetine kadar» sözü, bir gaye olarak şu fakirlere yardım et sözünü takyit ve tağyir etmiş olur. Binaenaleyh bu da bir beyanı tağ­yirdir.

Kezalik: âyeti kerimesinde sadrı kelâm, yâni: kavli şerifi, her insana haceın far-ziyetini müfittir. kavli kerimi ise bir bedeli ba´z olup bu sadrı kelâmı tağyir etmiş, BeytuUahı ziyarete gidebilmek, kud­retine mâlik olanlara Haccın farz olduğunu ifade ederek muradı ilâhî­nin neden ibaret bulunduğunu izhar eylemiştir. Binaenaleyh bu da bir-beyanı tağyirdir.

«Beyanı tağyir, daima tağyir ettiği söze muttasıl olur, ondan ayrıl­maz. Diğer bir tâğbir ile beyanı tağyir, vakti hitaptan sonraya kalmaz. Çünkü beyanı tağyir ile tağyir ettiği söz, bir kelâmdır, birbirine mutta­sıl olmaları lâzımdır. Beyam takrir ile beyanı tefsir ise her ne kadar ha­cet vaktinden teehhür etmezse de hitap vaktinden teehhür edebilir. Me­selâ: bir söz, evvelâ mücmel olarak söylenir, sonra da o söz kendisile âmel edileceği zaman tefsir edilerek kendisinden murad ve maksat ne olduğu izah edilir.

(4) : Beyanı zaruret; izaha muhtaç olan bir şeyi lisan bakımından esasen izaha mevzu olmayan bir şey ile bir nevi tavzih demektir ki, aşa­ğıdaki nevilere ayrılır:

(a) : Mantuk hükmünde olan bir meskûtün anh, beyanı zaruret kabilindendir.

Meselâ: âyeti kerimesinde ço­cuğu olmayan bir müteveffanın terekesine yalnız anasile babası tevarüs etse anasına terekesinin üçte biri verilir, buyurulmuştur, babasının his­sesi ise meskûtün anhtir. Fakat bu meskûtün anh, mantuk hükmünde­dir. Çünkü başka varis yok, valdesinin sehmi üçte bir, o hâlde üçte iki­sinin de babasına aidiyeti bizzarure anlaşılmış olur. Nitekim iki şerikten biri diğerine: «Şu kazandığımız malın yarısı senin olsun» dese diğer ya­rısı da benim olsun demiş gibi olur.

(b) : Sözü ihtisar etmek zaruretile sabit olan bir beyan da beyanı zaruret demektir. Meselâ: bir kimse dese benim yüz bir dirhem borcum vardır» demiş olur. Çünkü birinci dirhem sözü ihtisar maksadile hazfedilmiş, matuf olan ikinci dirhem ise bunu nıübeyyin bulunmuştur.

(c) : Hacet zamanında sükût dahi beyanı zaruret kabilindendir. Meselâ: Resuîüekrem´in bir şeyi görüp de sükût buyurmuş olması, o şe­yin meşruiyetini ifade eder. Bu sükût, bir izah tarzı değildir, fakat böy­le söze hacet zamanında vukuu bir nevi izah demektir ki, o şeyin meş­ruiyetini gösterir.

Kezalik: babası tarafından kocaya verilen bir bikri baliğenin sükût etmesi, buna rıza demektir. Çünkü razı olmasaydı sükût etmemesi lâzım

gelirdi.

Kezalik: kendisine yemin tevcih edilen şahsın bu yemininden nükûl

etmesi, müddea bihi itiraf sayılır.

Kezalik: bir akardaki şefiin şüfa talebinde bulunmayıp sükût et­mesi, bir beyanı zaruret olup şüfa hakkını iskat ettiğini ifade eder.

(5) : Beyanı tebdil; bu nesh demektir. Şöyle ki nesh, lügatte izale, tahvil, tebdil manasınadır. Tebdil ise bir şeyi kaldırıp yerine başka bir §ey koymaktan ibarettir. Usuliyyuna göre nesh ise: bir hükmü şer´ınin hilâfına ondan müteahhır olan bir delili şer´înin delâlet etmesidir. Bu mü-teahhır olan delile «nâsih» o ref edilen hükme de «mensuh» denir. Nite­kim bunlar aşağıda izah edilecektir. [2]


Nesha Dair Malumat :



352 -: Nesh, aklen ve naklen caiz ve haddi zâtında vakîdir. Şöyle ki: Allahütealâ Hazretleri kulları hakkında dilediği gibi tasarruf edebi­lir, kullarını bir zaman bir hükme, diğer bir zaman da başka bir hükme tâbi tutabilir, buna kimsenin itiraza hakkı yoktur. Maahaza Allahütealâ hakimdir, rahimdir, kullarının faideleri için bazı hükümlerini tebdil bu­yurmasına ne mâni vardır? Zamanların, mizaçların ihtilâfile ilâçlar ihti­lâf edeceği gibi vakitlerin ihtilâfı ile insanların maslahatları değişebilir, îşte bundan dolayı bazı hükümlerde tebdilât vukuu, aklen caiz ve hik­mete muvafıktır.

Nesh, naklen de caiz ve sabittir. Nitekim evvelki peygamberlere ait şeriatler bilâhare nesh edilmiştir. Ezcümle Hazreti Âdem´in zamanında kız kardeşle evlenmek caiz iken bilâhare diğer şeriatlerde bu baptaki ce­vaz nesh edilmiştir.

Kezalik: Hazreti Yâkup zamanında iki kız kardeşi nikâhta cem et­mek caiz iken, bu şeriati islâmiyede mensuh bulunmuştur.

353 -: Ebu Müslim, şerayii saüfede nesh vukuuna kail değildir. Ona göre bu şeriatler zaten muvakkat idi, artık onlar Öyle muvakkat olunca muahhar bir şeriate nasih denilemez. Fakat cumhuru ulema, ev­velki şeriatlerin sarahaten muvakkat olduğunu teslim etmemektedirler. Bu şeriatler mutlak olduğu hâlde bilâhare nesh edilmiştir.

354 - : îsevîler, neshi kabul ettikleri hâlde Museviler, kabul etme­mektedirler. Bunların iddialarına nazaran eğer nesh vâki olsa bundan dolayı beda, yâni: şariî mübinin —hâşâ-cehli lâzım gelir, evvelki hük­münden bilâhare zuhur eden ve kendisince evvelce malûm bulunmayan bir maslahattan dolayı vazgeçmiş olur. Bu ise Şairiî Alîm hakkında mu­tasavver değildir. Görülüyor ki, Museviler, neshin mahiyetini hakkile an­lamış bulunmuyorlar.

Nesh, haddi zâtında Haktealâ´ya nazaran bir hükmün nihayet bul­duğunu beyandan ibarettir. O hüküm zaten ilmi ilâhîde muvakkat bu­lunmuştur, zamanı gelince mükelleflere ilâm edilmiş oluyor, mükellefle­re nazaran bir ref ve tebdilden ibaret olan nesh, Şariî Mübine nazaran muvakkat bir zamanın nihayet bulduğunu beyandan başka değildir, ar­tık bundan dolayı nedşn beda, cehil lâzım gelsin?.

355 - : Neshin mahalli, yâni: kendisinde nesh carî olabilecek şey, kendisine tevkıt ve tebit lâhık olmayan bir hükmü şer´iî fer´îden ibaret­tir. Bu hâlde maziye, hâle, istikbale ait bir haberde nesh carî olmaz. Çünkü böyle bir nesh, yâ kizbi veya cehli müstelzim olur.

Kezalik: itikada müteallik şer´î hükümlerde nesh câri değildir. Zi­ra bunlar, zaman ile değişmez, birer sabit hakikattir. Meselâ: sıfatı ilâhi­ye kadimdir, bunlarda nesh mutasavver değildir. Ve iman bir vecibedir, bunda da nesh câri olamaz.

Kezalik: hissî veya aklî olan hükümlerde nesh tasavvur olunamaz. Çünkü bunların mahiyetleri zaman ile tebeddül etmez. Meselâ: «Ateş ya­kıcıdır. Bir malûl, illetinden mukaddem mevcut olamaz.» hükümlerinde nesh câri değildir.

Kezalik: buyurulmuştur. Cihad hakkındaki hü­küm, kıyamete kadar devam ile tevkit edilmiştir. Artık bunda da nesh câri olamaz.

Tevkıt veya te´bit, hükmün değil de mahkûmun bihin kaydi bulu­nursa onda nesh cereyan edip etmeyeceğinde ihtilâf olunmuştur. Cum­hura göre bunda nesh câri olabiür. ebediyen oruç tutunuz) denilmesi gibi.

356 -: Neshin şartı, nasihin ya kitap veya sünnet olmasıdır ve na­sih olan şer´î delilin mensuh olan hükmü şer´îden müterahî -muahhar bulunmasıdır.

Şöyle ki: kıyas ile, icma ile bir şer´î hüküm nesh edilemez. Çünkü nesh, yalnız Resuîüekrem´in hayatında vâki olabilirdi, onun hayatında ise nesh, kıyas ile veya icma ile değil, ancak kendisinin beyanatüe ma­lûm olabilirdi. Bir de kıyaa, bir delili zannîdir, nass ile sabit bir hükmü nesh edemez. îcma ise zamanı nebevide câri olamazdı, dinî hususlarda bizzat kendisine müracaat edilirdi, kendisinin beyanatı hilâfına bir icma vukuu tasavvur olunamazdı. îcma, Resulüekrem´in reyinin dûnün-dedir. Resulüllâhm münferiden beyanatı kâfidir. Îcma, hayatı nebevide bir hüccet olamazdı. Zamanı Nebeviden sonra ise nesh câri olamaz ki, icma ile vâki olabilsin.

Velhâsıl: kıyas ile icma, ne nasih ve ne de mensuh olamaz. Kıyas, haddi zâtında muzhir olduğundan hakikatte nasih ve mensuh, makısün aleyh olan nas olmak lâzım gelir. Bu cihetledir ki, «mensuh bir hüküm­den istihraç olunan bir kıyas bilittifak mensuhtur» denilir. Zira asıl men­suh olunca fer´in hükmü kalmaz.

Maamafih icma ile nesh vukuuna kail olanlar da vardır. Fakat bir hükmün mensuhiyeti hakkında icma vukuu bilittifak caizdir. Bu men-suhiyet, başka bir şer´î delile müstenit bulunur, icma ise bu delilin mev­cudiyeti hakkında münakit olmuş olur.

357 -; Kitap kitap ile, sünnet sünnet ile ve sünnet kitap ile, ki­tapta mütevatir veya meşhur sünnet ile nesh edilmiş olabilir. Haberi ahad kabilinden olan bir sünnet ile ne kitap, ne de mütevatir veya meş­hur bir sünnet nesh edilemez, belki kendisi gibi bir haberi vahid nesh edilebilir.

Meselâ: âyeti celilesile ebeveyne, ak­rabaya marazı mevt zamanında vasiyette bulunulması farz kılınmıştı. Sonra bu hüküm: âyeti kerimesile nesh edilmiştir.

Kezalik: Resulüekrem, sallâllâhü aleyhi vesellem efendimiz, evvelce kabirleri ziyaretten men buyurmuşlardı. Sonra bumı: hadisi gerifile nesh buyurmuşlardır.

Kezalik : Resulüekrem Efendimiz, Medineimünevvere´ye hicret bu­yurduklarından sonra bir müddet beyti mukaddese müteveccihen namaz kılmışlardı. Bu, bir sünneti fiiliye idi. Sonra bu sünnet: (âyeti celilesile nesh olunmuştur.

Kezalik: Fahriâlem Efendimize dokuz zevceden maadası helâl ol­mayacağı: âyeti kerimesile beyan buyurulmuştu. Bilâhare Resulüekrem´e dilediği kadar zevce edinmenin mubah buyurul-duğu Resulüliâhtan rivayet olunmuştur. Hattâ Hazreti Âişe´nin; dediği mervîdir. Bu hâlde ki­tap ile sabit olan bir memnuiyet hükmü, sünnet ile nesh edilmiş olur.

358 -: Yukarıda yazılan dört kısım nesh, Hanefîlere göredir. Şafiî-ler, son iki kısma kail değildirler. Onlara göre kitap ile sünnet nesh edi­lirse hakkı risalette ta´nı mucip olur. Sünnet ile kitap nesh olunursa zayıf ile kavinin tebdili lâzım gelir. Cevaben deniliyor ki: bâtıl bir ta´na itibar yoktur. Sünnet dahi vahyi ilâhî olmakla kavidir.

Sahihi Müslim şerhi de denildiği veçhile nesh, madem ki, bir hükmün hitamı müddetini beyandan ibarettir, o hâlde kitapta mez­kûr bir hükmün hitamı müddetini Resulüekrem dahi beyan edebilir. O, zaten ahkâmı ilâhiyeyi mübeyyin olarak ba´s buyurulmuştur. Maahaza sünnet ile kitabın nesh edilmesinde Resulüekrem´in menzilesini i´lâ ve sünnete tazim vardır. Şu kadar var ki sünnet ile nesh, kitabın yalnız hükmünde câri olur, nazmında câri olamaz. Sünnet ile kitabın nazmını tebdil ve izale caiz değildir. Bilâkis Resulüllâhm lisanile beyan buyurul-muş bir hükmü şer´înin müddetini Allahtelâ´nm kitabile beyan buyur­ması da mümkindir. Çünkü kitabın nazmı da münzeî olduğundan bu­nunla sünnet üzerine ziyade câri olabilir.

360 -: Kitabullahta vukubulan neshler şu dört kısma ayrılmış­tır:

(1) : Hem tilâveti, hem de hükmü mensuh olan âyetler. Nitekim kü-tübi saüfenin neshi bu kabildendir. Bunlar, ya hafızalardan silinmek ve­ya âlimlerin ölmeleri suretüe nesh edilmiştir. Hattâ rivayete göre Ah-zab sûrei celîlesinin âyetleri Bakara sûrei celîlesine müsavi iken bilâha-ra bazılarının hükmile beraber tilâvetleri de nesh olunmuştur. Fakat bu nesh, Resulullahın zamanı hayatına mahsustur, ahirete irtihallerinden sonra artık böyle bir nesh asla caiz değildir. Hiçbir âyeti kerime hakkın­da nisyan ve terki tilâvetle mehcuriyet tasavvur olunamaz.

- Kur´anı şüphesiz biz indirdik, onu muhafaza da şüphe yok ki, biz edeceğiz.) âyeti kerimesi bunu natıktır.

(2) : Tilâveti mensuh olmayıp yalnız hükmü mensuh olan âyetler. Nitekim zaniyelerin lisan ile iza ve hanelerinde haps edilmeleri hakkın­daki âyeti çenenin hükmü nesh edilip tilâveti baki kalmıştır. Bu tilâve­tin de ayrıca hükümleri vardır. Bunun teberrüken okunması bununla na­mazın cevazı, bununla sabık hükmün bilinmesi ve ümmet hakkında bir nimeti ilâhiye olarak kolaylık gösterildiğini ilâm bu cümledendir.

(3) : Hükmü baki kalıp yalnız tilâveti nesh edilen âyetler. Hazreti Ömer´den rivayet edildiğine nazaran:

-ihtiyar erkek ve kadın zinada bulunurlarsa ikisini de Haktealâ tara­fından bir azap olarak recm ediniz.) kavli şerifi, bir âyeti celile iken ba­dehu hükmü ipka edilip tilâveti nesh olunmuştur. Bunların, haklarında ise recm hükmü bakidir. Maamafih Ebu Abdillah ibni Zafer adındaki tefsirinde bunun mensuh bir âyet olduğunu inkâr etmiştir. Çünkü haberi vahid ile bir şeyin Kur´andan olduğu ispat edilemez.

Kezalik : îbni Mes´ud (radıyallâhü anh)m mushafmda olan âyeti kelimesindeki «mütetabiat» kavli şerifi gibi ki, bu­nun nazmı mensuh ise de hükmü bakîdir. Keffareti yeminden dolayı tu­tulacak üç günlük oruçta tetabi, tevali lâzımdır.

Yalnız tilâvetin mensuhiyetindeki hikmet, ümmeti merhumenin em­ri ilâhiye ne derecelerde imtisal gösterdiğini izhardan vesaireden ibaret­tir. Çünkü tilâvet olunan bir nas bulunmadığı hâlde onun mücerret ri­vayet edilen hükmüne imtisal edilmesi, ümmeti merhumenin hakka iba­det ve taat hususundaki mükemmeliyetini, yüksek diyanetini ibraz eder. (4): Asıl hükmü baki olduğu hâlde bir vasfı mensuh olan âyetlerdir. Meselâ: aşura orucunun farziyeti nesh edildiği «hâlde cevazı mendup ola­rak kalmıştır. İşte bunda asıl hüküm ki oruçtur, o nesh edilmeyip onun vasfı olan farâyyet nesh edilmiştir.

Kezalik: nas üzerine ziyade bu kabildendir. Çünkü bu ziyade Hane-fîlerce nesh sayılır. Meselâ: keffareti yemin için mutlaka rakabe azat etmenin kifayet edeceği nas ile sabittir. İmdi bu rakabe, mümin olmak­la takyit edilirse ziyade alennas kabilinden olarak bir nesh mahiyetinde bulunur. Nitekim Şafiîler bu takyide kail bulunmuşlardır. Maahaza Şafiî-lerce bu takyid, bu ziyade alennas, bir nesh değil, bir tahsistir.

361 -: Nasih, mensuhtan ya daha hafif veya mensuha müsavi ve­ya mensuhtan daha meşakkatli olur. Meselâ: bir zaman ramazan şerif gecelerinde uyuduktan sonra yiyip içmek, zevceye tekarrüp etmek mem­nu idi. Sonra bunlar fecre kadar mubah oldu. İşte burada nasih, men­suhtan ehaftır.

Kezalik: bir zaman Mescidi aksaya doğru namaz kılınırdı, sonra Kâbei Muazzama´ya doğru kılınması emr olundu. Bunda da nasih, men­suha müsavidir.

Bidayeti islâmda oruç ile mükellef olanlar, oruç tutmak^ile fidye vermek beyninde muhayyer idiler. Sonra oruç tutmaya muktedir olan­lar için herhalde oruç tutmaları farz oldu. Bunda da nasih, mensuhtan daha meşakkatlidir.

«Şafiîlere göre nasih, mensuhtan eşed olamaz. biz herhangi bir âyeti nesh eder veya unutturur isek ondan hayırlısını veya onun gibisini getiririz.) âyeti kerimesi, buna de­lildir.

Buna cevaben deniliyor ki : hayriyyet başka, eşeddiyet başkadır.

Bir şey daha meşakkatli olduğu hâlde daha hayırlı, daha faydalı olabi­lir. Nitekim: amellerin en faziletlisi, en şiddetlisi, en güç olanıdır.) buyurulmuştur.

362 -: Bir hükmün nasih veya mensuh olduğu, ya Resulüekrem´in beyanile veya sahabei kiramın tensısüe veya iki müteariz delilin nüzul veya vürud tarihlerile veya hakkında bir icma vukuile malûm olur.

Meselâ: Kabirleri ziyaret hakkındaki memnuiyetin nesh edildiği, Resulüekrem´in kabirleri ziyaretten sizi men-etmiş idim, badema ziyaret ediniz. Çünkü o, ölümü hatırlatır.) kavli şç-rifile bilinmiştir.

Kezalik : bidayeti islâmda nutfenin gelmesinden toplayı yıkanılıp yı-kanılmaması hususunda bir ruhsat vardı. Sonra bu ruhsat nesh olunup -şehvetle gelen bir nutfeden dolayı yıkanmak -bir âyeti celile ile farz olmuştur. İşte sahabei kiramdan Übeyyibni Kâ´bın nutfenin gelmesinden dolayı yıkanmak müs-lümanlığın başlangıcında bir ruhsat idi, sonra yıkanılmasile emr olun­muştur.) kavli, bu nasihiyyeti ifade etmektedir.

Kezalik : Şeddadin rivayetine göre hacamat yapamn ve yaptıranın oruçları bozulur. îbni Abbas´ın rivayetine göre ise Resulü Ekrem Efen­dimiz oruçlu olduğu hâlde kan aldırmıştır. Şeddadin rivayetinde istinat ettiği hadis, fetih senesinde varid olmuştur. İbni Abbas´ın şahid olduğu sünneti filiyye ise Haccetülveda senesindedir. Binaenaleyh muahhar olan bu sünneti filiyye ile mukaddem bulunan hadisin nesh edildiği an­laşılmaktadır.

Kezalik : dördüncü defa olarak şarap içenin katli hakkındaki bir hükmün, bir emrin mensuh olduğu icmaın delâletile bilinmiştir. Yâni bu hükmün hilafı hakkında muahhar bir hükmü şer´î bulunduğuna ic­ma, şehadet etmektedir.

363 -: Bir âyetin, bir hükmün nasih veya mensuh olduğunu ta­yin hususunda rey ve içtihat ile hareket olunamaz. Bu ancak sahih bir nakl ile, bir tarih ile bilinir. Bir kısım müfessirler, müellifler, nasih ile mensuhun adedini pek çok göstermiş, bunlara dair müteaddit kitaplar yazmışlardır. Fakat Fahri Razî gibi müdekkik müfessirler, âlimler, haki­katen nasih ile mensuh olan âyetleri tayine muvaffak olmuş, bunların Öyle zan edildiği kadar çok olmadığını ispat etmişlerdir.

İmam Süyutînin «İtkan» uıda yazdığına göre bunların adedi nihayet yirmi veya yirmi birden ibarettir. Aralarını telif kabil, beyinlerinde bir muaraza gayri zahir olan bir kısım âyetleri, hükümleri nasihiyetle, men-suhiyetle yad etmek, sathî düşüncelerden ileri gelmiş bulunmaktadır. [3]


İstisnalara Dair Mâilümat :



364 -: Bazı şeyleri diğer bazı şeylerin hükmüne duhulden hariç bı­rakmak mânâsına olan istisna, —ıstılahat kısmında yazılmış olduğu üze­re-istisnai muttasıl ve istisnai munfasıl kısımlarına ayrılır. İstisnai muttasıl ile müstesna olan şeyler, müstesna minh ile cinsen müttehit olur. İstisnayı munkati ile müstesna bulunan şeyler de müstesna minh ile cinsen müttehit bulunmaz. (91, 92, 93) üncü meselelere müracaat!.

istisnai muttasıl, Hanefîlerce «ba´dessünya baki hakkında tekellüm­den, yâni: müstesnadan maadası hakkında hüküm vermekten ibarettir, müstesnanın hükmü ise rneskûtün anh kalmış olur.

Meselâ: Herkesin bey1 ve şirası caizdir, kasırların bey´ ve şirası ise müstesna» denilse kasırların, bey´ ve şirası müstesna, sözü** bir istisnai muttasıl olup bu müstesna hakkında bir hüküm verilmemiş, yalnız ka­sırlardan başka kimselerin bey´ ve şırasının cevazı hakkında hüküm ve­rilmiş olur.

Fakat Şâfiîlere göre istisnai muttasıl, nefiden sonra ispat, ispattan sonra nefîdir. Meselâ: «Bana Zeyd´den başkası gelmedi» denilse Zeyd´in gelmesi ispat, maadasının gelmesi nefy edilmiş olur. Bilâkis «Bana Zeyd´ den başka herkes geldi» denilse Zeyd´in, gelmesi nefy, başkalarının gel­meleri ispat edilmiş olur.

İstisnai muttasıl ile istisnai munkatia istisna denilmesi, bir hakikati istılahiyedir. Fakat munkatia istisna denilmesi, lügat itibarile mecazdır. Çünkü bunda müstesna, müstesna minhe dahil değildir ki, ondan hakika­ten istisna mutasavver olsun.

365 -: Müstesna, müstesna minhin lâfzile olunca ondan ekal olma­lıdır, ondan daha çok veya mefhumen ona müsavi olmamalıdır. Çünkü bu takdirde istisna, lâğv olur. İstisnadan sonra bir şey kalmalıdır ki, istisnada fayda bulunsun ve illâ istisna bâtıl olup evvelki söz, yâni müs­tesna minh olduğu gibi baki kalır.

Meselâ: -«Dört veya üç dirhemi müstesna olmak üzere üç dirhem borcum vardır» denilemez. Fakat «îki dirhemi müstesna olmak üzere üç dirhem borcum vardır» denilebilir, bununla bir dirhem borç itiraf edil­miş olur.

Yalnız İmam Ebu Yûsüf´e göre müstesna, bakiden ekal olmalıdır. Buna göre üçten bir istisna edilebilirse de iki istisna edilemez. Çünkü bu iki, baki kalan birden ziyadedir.

Arapça olarak : (Enti talikun selâsen illâisneyni -sen üç talâk boşsun iki talâk müstesna) denilse bir talâk olur. Fakat {Abidi ahrarün illâ Abidi = kölelerim azattırlar kölelerim müstesna) denilse istisna lâğv olup bütün köleleri azat olmuş olur.

Kezalik: (îmaî keza illâ memlükâti = cariyelerim şöyle olsun mem-lûkelerim müstesna) denilince de hüküm böyledir. Çünkü memlükâti sö­zü imaî sözüne mefhumen müsavidir.

Kezalik : (Aliyye selâsetün illâ selâsetün illâsneyni = üzerime üç vardır üç müstesna, iki müstesna) denilse dört dirhem itiraf edilmiş olur. Çünkü birinci müstesna minh alâ hâlihi kalmış olur. Ona müsavi olan (illâ selâsetün) müstesnasından iki istisna edilmekle bir de ondan kalmış olur ki, mecmuu dörttür.

366 -: İstisna, birbirine atf edilmiş cümlelerden sonra gelince bu istisna, son cümleye masruf olur. Çünkü buna sarfı mütehakkaktır, di­ğerlerine sarfı muhtemeldir. Halbuki diğerlerindeki hüküm, müstakillen müteyakkandır. Artık ihtimâl ile bu müteyakkan izale edilemez. İmamı Şafiîye göre ise bu istisna, bütün cümlelere masruf olur. Zira harfi cem ile, yani vavı âtife ile cemi, cemi lâfizle cemi hükmündedir. Attık istis­nanın makabli cemi sigasile olunca istisna hepsine münsarif olacağı gi­bi harfi cem ile olunca da münsarif olur.

Meselâ: âyeti celilesindeki istisna, Hanefî-lere göre yalnız son cümle olan ne münsariftir. Bina­enaleyh muhsanalara kazf edenler, taip olunca fâsik olmaktan kurtu­lurlar. Fakat bunun ile şahadetlerinin kabul edilmesi lâzım gelmez. Çünkü bu istisna, cümlesine de münsarif değildir, onun hükmü olduğu gibi kalmıştır.

İmamı Şâfiîye göre ise bu istisna, o cümleye de münsarif olduğun­dan ba´dettevbe şahadetleri kabul edilebilir. [4]