๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hukuku İslamiye => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 06 Mart 2010, 02:20:32



Konu Başlığı: Beyyinelere,sahadetlere ve tahlife dair olub
Gönderen: Ekvan üzerinde 06 Mart 2010, 02:20:32
YİRMİ DOKUZUNCU KİTAB

BEYYİNELERE = ŞAHADETLERE VE TAHLİFE DAİR OLUB BİR MUKADDİME İLE İKİ BÖLÜMDEN MÜTEŞEKKİLDİR.

(MUKADDİME)


Şahadetlere, Hüccetlere Dair Bazı Istılahlar :



1 - : (Beyyînât) : Kuvvetli hüccet mânasına olan «Beyyine»nin cem´idir. Hakkın tebeyyün ve tecellisine hizmet etdiği cihetle şahadete beyyine adı ve-rilmişdir.

2 - (Tearüz-i beyyinat) : Beyyinelerin her veçhile teadül ve tekabülü, ya­ni: Her biri diğerinin nefy etdiğini isbât eder bir halde bulunmasıdır. /Artık bunlardan hiç biriyle amel olunamıyacağından hepsi de sâkit olur.

3 - (Tercih-i beyyine) : Hasımlar tarafından ikâme edüejı şahidlerden bir kısmının diğer bir kısım üzerine takdim edilerek ona göre hüküm verilme­sidir. Meselâ: Bir müteveffanın bir şeyi hal-i sıhhatinde ikrar etmiş olduğu­na dair ikâme edilecek bir beyyine, hal-i marazında ikrar etmiş olduğuna dair olan beyyine üzerine tercih olunur.

4 - (Hüccet) : Bir dâvayı isbât eden şahadetden, yeminden veya yemin­den nükûl etmekden ibaretdir.

Evvelinde hâkimin imzası, sonunda da şahidlerin imzaları bulunub bey´e, giraya, nafakaya, vasiyyete, vekâlete, ikrara, müdâyeneye, kefalete ve em­saline dair yazılan vesikaya da hüccet denilir. Ce´mi: Hücecdir,

5 - (Vesika) : Bir hususî isbât ve ilâm için tanzim edilen varakadır. Ah­de ve muhkem şeye de ıtlak olunur. Cem´i: Vesâikdir. Bir şeyi takviye, teb-yin, takrir etmeğe de «Tevsik» denilir.

6 - (Karine) : Bir şeyin vücuduna delâlet eden emare, nişanedir. Cem´i: «Karâyin» dir- Pek kuvvetli karineye de «Karine-i katia» denir.

7 - (Şahadet) : Bir kimsenin bir şahısda olan hakkım isbât için §ahadet lâfziyle hâkimin huzurunda ve hasmın muvacehesinde vâki olan doğru ihbarı­dır. «Bu davacının bu müddeaaleyhde karz cihetinden şu kadar alacağı oldu­ğuna şahadet ederim.» denilmesi gibi. Böyle bir ihbarda bulunana «Şahid», lehine şahadet edilen kimseye «Meşhûdünleh», aleyhine şahadet edilen §ahsa «Meşhûdünaleyh», şahadet edilen hususa da «Meşhûdünbih» denilir.

8 - (Şahadet-î hisbe) : Bazı hususlardan dolayı Hak Taâlânın rizası için taleb vuku bulmaksızın gidib §ahadetde bulunmakdır.

9 - (Şahadet bittesamu) : Bir kimsenin nâsdan işitdiği bir hâdise hakkın­da mahkemede şahadetde bulunması, meselâ: Bir yerin vakfiyyeti hakkında: «Ben bu yerin vakıf olduğunu sikadan işitdim.» diye şahadet etmesi bu kabil­dendir.

10 - (Şahadet bittevatür) : Bir hadise hakkında tevatür haddine baliğ bir camaat tarafından yapılan şahadetdir.

11 - (Şahadet aleşşehâde) : Bir hadise hakkında şahid olan kimsenin bu hususdaki şahadetine başkasının şahadet etmesidir.

12 - (Tahamrnül-İ şahadet) : Bir kimsenin kendisinden hakkında şahadet etmesi istenilecek hususu ihata etmesi, ona dair idâ-i şahadetde bulunabilecek bir vukufa malik bulunmasıdır.

13 - Edâ-i şahadet) : Bir kimsenin muttali olduğu şey hakkında mahke­mede bilfi´il şahadetde bulunması demekdir.

14 - (Şahadet-l zûr) : Yalan yere, hakikate muhalif olarak yapılan şaha­det dir.

15 - (Işhad) : Bir kimseyi bir husus hakkında şahid´tutmak, bir hâdiseyi ona şahadet edecek kimseye gösterib hikâye eylemek demekdir. Buna «istis­nada da denir. Maamafih istişhad, şahid taleb etmek mânasında da müsta­meldir.

16 - (Nisâb-ı şahadet) : Bir hâdise hakkında şahadetleri makbul olacak kimselerin mikdan demekdir. Meselâ: Borç hakkında iki erkek veya bir erkek iki kadın gibi.

17 - (Tezkîye-İ şuhûd) : Bir hâdise hakkında şahadet eden kimselerin \)U şahadete ehil olduklarım başkalarından sırren ve alenen sorularak tesbit edil­mesidir. Bu cihetle tezkiyeler, alenî tezkiye, sırren tezkiye kısımlarına ayrılır.

Şahidlerin şahadete ehliyetini haber veren zata «Müzekki», tezkiye olunan şahide de «Müzekkâ» adı verilir.

18 - (Tâdil-i §uhûd) : Bir hâdise hakkında şahadet eden kimselerin tezki­ye edilmelerinden, yani: Onların şahadete ehil, âdil kimseler olduklarına dair karar verilmesinden ibaretdir-

19 - (Adalet-i şühûd) : Edâ-i şahadetde bulunacak kimselerin kebireler-den müetemb, sagirelere gayr-ı musir olması keyfiyyetidir. Yahud şahidlerin hasenatının veyyiatına gâlib olmasıdır.

20 - (Ta´n-İ §ijhûd) : Bir vak´aya şahadet edenlerin bu şahadetde yalancı olduklarına dair müddeaaleyh tarafından vuku bulan iddiadır. Makbul sebeb-lere iktiran eden bir teana: «Tecrih-i şühûd» da denir.

21 - (Cerh-i şühûd) : Şahidlerin fışkını, adaletden mahrumiyyetini iddia ve izhardan ibaretdir ki, iki kısma ayrılır. Bir kısmı, «Cerh-i mücerred» dir ki, şahide muayyen bir hakk-ı ilâhîyi veya bir hakk-ı abdi muntazammın ol­mayan bir veçhile ta´nde bulunmakdır. «Bu şâhidler fâsıkdırlar. Bunlar yalan yere şahadet eden kimselerdir» denilmesi gibi.

Meşhûdünaleyh, bu cerh-i mücerredi hâkime sırrın haber verir ve şuhûd ikâmesiyle isbât ederse hâkim, mecruh olan şahidlerin şahadetlerini redde­der. Velev ki evvelce tezkiye edilmiş olsunlar.

ikinci kısım, «Cerh-i mürekkeb» dir ki, bu, ya muayyen bir hakkûllâhı ve­ya bir hakk-ı abdi mutazammin bulunan cerhdir. «Bu şahidler bir şahsı am-den kati etmişlerdir. Veya yalan yere şahadet için şu kadar para almışlardır.» denilmesi gibi. Meşhûdünaleyh, bu cerhi beyyine ile isbât ederse bu şahidle­rin şahadetleri red olunur.

22 - (Fısk-ı şuhûd) : Şahadetlerinin kabulüne mâni olacak gayr-ı meşru bir ma´siyetle* bir kötü hal ile şahidlerin muttasıf bulunmuş olmalarıdır.

23 - (Rücu anişşahâde) : Bir kimsenin yapmış olduğu şahadetden dön­mesi, meselâ: «Yalan yere şahadet etdim.», veya «Yanlış şahadetde bulun­dum.» diye şahadetini ibtâl etmek istemesidir ki, bu, isbât edilen şeyi nefy et­mek demekdir-

24 - (Mâni) : Bir şey ile ondan maksûd olan şey arasına gidib beyinleri­ni ayıran hâletdir. Meselâ: Zevciyet hali, zevcin şahadetiyle onun kabulü, ara­sına haylûlet ederek bununla zevcinin lehine hükme mâni olur. Cem´i: «Me-vâni» dir.

25 - (Tesâmü) : Lûgatde başkasından işidilib nakl edilmek manasınadır. Şer´an «îştihâr» demekdir. iştihar - Şöhret ise iki nevidir. Biri, «Şöhret-i ha-kikîyye» dir ki, tevatür ile hâsıl olur. Diğeri de «Şöhret-i hükmiyye» dir ki, iki âdil erkeğin veya âdil bir erkek ile iki âdil kadının şahadet lâfzıyle haber ver-rneleryle husule gelir.

26 - (Tahkim-i hâl) : Murafaa esnasında mevcud olub iki tarafdan biri­nin lehine şahadet ve delâlet eden hal-i hâzırı hakem kılarak ona göre hükm vermekdir. Bir şeyin bugünkü haline nazaran onun mazide de bu hal üzerine olduğuna hükm edilmesi gibi. Bu, istishab kabilindendir. Usûl-i fıkh mebhasi-ne müracaat!,

27 - (Tahlif) ; Müddeî ile müddeaaleyhden birine yemin verdirmekdir. «Half», «Halif» ise and içmek, yemin etmek manasınadır. Yemin edene «Ha-Uf», yemin edilen şeye «Mahlûfünaleyh, yemin etdirmeğe ve yemin istemeğe ve yemin istemeğe de «îstihlâf» denilir.

28 - (Tehâlüf) : Hasımlardan her birinin, yani; Hem müddeinin, hem de müddeaaleyhin yemin etmesidir. Ahdleşmek, teahhüdde bulunmak mânasını da müfiddir.

29 - (Hâlif) : Bir kimse ile and ahd´ü peymanda bulunan zatdır, muahid gibi. Yardımcı mânasına da gelir. Cem´i «Hulefâ» dir.

30 - (Yemin) : Lûgatde kuvvet demekdir. Şer-i şerîfde and içmek, yani:

«Bir haberin iki tarafından birini Allah Taâlâ´nın mübarek ismini zikr ile ve­ya bir şeye talik suretiyle takviye etmckdir Meselâ «Vallahi şu is şöyledir» sözü bir yemin olduğu gibi «Şu iş şöyle değilse kölem azâd olsun» denilmesi de bir yemindir. Hak Taâlâ´nın mukaddes ismine yapılan yemine «Kasem» de denir,.

31 - : (Yemin-i istizhar) : Bazı dâvalardan dolayı beyyine ikâme eden müddeiye hakkın inkişâfını temin için tevcih edilen yemindir.

32 - (Yemln-l mardûde) : Müddeaaleyhin kendisine tevcih edilen yerm´n-den imtinaı üzerine müddeiye tevcih edilen yemindir.

33 - (Yemin-i lağv) : Bir kimsenin bir şey hakkında zannına göre yapdı-ğı yemindir ki, o şey haddizatında o zan edildiğinin hilâfına bulunur.

34 - (Yemin-i gamus) ; Geçmiş zamanda yapılmış veya yapılmamış bir iş hakkında yalan yere yapılan yemindir.

35 - (Yemin-i sabr) : Bir müslümamn malım elinden gidermek için yalan yere kasden yapılan yemindir.

36 - (Yemin-! mün´akide) : Atiye aid bir fi´il veya terk-i fi´il için yapılan yemindir. Yeminde sadık olmaya, yapılan yemini yerine getirmeğe «Bîrr» de­nir. Sahibine de «Ber» ve «Bâr» denilir. Cemi´leri: Bürûr ve ebrardır.

Günaha, yemini bozmaya yeminde sadık olmaya da «Hins» denir. Yaptı­ğı yemini yerine getirmeyen, onun uhdesinden çıkmayan şahsa da «Hânis» denilir.

37 - (Nükûl aynil´yemin) : Bir müddeî veya müddeaaleyhin kendisine tev­cih ve teklif edilen yemini yapmakdan kaçınması, iraz eylemesidir. Böyle ye­min yapmakdan imtina eden kimseye «Nâkil» denir.

38 - (İsmet) : Yapılması daire-i iktidarda bulunan ma´siyetlerden ictinab etmek melekesidir.

39 - (Mürüvvet) : Insaniyyet, himmet, heyâ, lâyik olmayan şeyleri terk, manasınadır. Bir kimsenin kendi zamanında ve mekanındaki emsalinin mubah olan ahlâk ve tavriyle mütehallik olması bir mürüvvet halidir.

Mürüvvet, âdâb-ı nefsâniyyeden ibaretdir ki, bunlara riayet edilmesi, in­sanı güzel ahlâka, güzel âdetlere sevk eder.

40 - (Şehvet) : Havay-i nefs, meyl-i nefs, bir şeyi sevib ona meyi ve rağ­bet etmek manasınadır. Buna «îştiha» da denir. Cem´i: Şehevâtdır- «Teşehhb de bir kimseden bir şeyi peyder pey arzu ve taleb eylemekdir. Pek şehvetli kimseye «Şehvanî» denir. Görenlerin istinasını celb eden şeye de «Şehiyy» denilir.

Hürmet-i musâhereyi icab eden şehvetle mess veya nazardan maksad, tam mess veya nazar halinde tenasül âletinin intişar etmesidir ve o anda mün­teşir ise bunun artmasıdır. Müftabih olan budur. Diğer bir kavle göre bu şeh-vetden maksad, bu mess veya nazar halinde kalben vücude gelen bir iştihadır. Ve bu halde iştiha mevcud ise bunun tezayüd etmesidir. Âlet-i tenasülün inti-§ar ve taharrükü meşrut değildir.

41 - (Kâif) Lûgatde eserleri, şübheleri tetebbu ve takib eden kimsedir. Istılahda «Hak Taâlâ´mn kendisine vermiş olduğu bir hassa, bir istidâd saye­sinde nesebleri ilhak eden, yani: Hangi şahsın hangi şahsa neseben merbut olduğunu indel´iştibah cismânî alâmetler delaletiyle tâyin edebilen kimsedir. Cem´i: Kâfedir. ikinci cildde neseb mebhasine müracaat!.

42 - (Zil´yed) : Lûğatde el sahibi demekdir Istılahda bir ayne bilfi´il vaz-ı yed eden, yahud bir aynde malik kimselerin tasarrufları gibi tasarrufu sabit olan kimse demekdir. Mukabili «Hariç» dir.

43 - (Hariç) : Bir ayne yaz-ı yed etmeyen ve ondan tasarruf-ı müllâk ile mutasarrıf bulunmayan kimsedir. Meselâ: Bir şahsın elinde bulunan bir malı bu mala vaz-ı yed etmediği halde «Benimdir.» diye dâva eden bir kimseye «Hariç» denir. Bir malde müsavi derecede tasarrufda bulunan iki kimseden her biri, zilyed sayılır. Fakat tasarrufları müsavi derecede olmayıb da biri­nin tasarrufu daha kuvvetli, daha zahir bulunursa bu, zilyed sayıhb diğeri hariç itibar olunur,

44 - {Tenazu bil´eydi) : Bir mala müteaddid kimselerden her biri, kendi­sinin vaziül´yed olduğunu iddia ederek onların bu hususda münazaada bulun­malarıdır-

45 - (Mülk-İ mutlak) : irs gibi, muayyen bir kimseden satın almak gibi mülk sebeblerinden biriyle mukayyed olmayan malikiyyetdir. «Bu hane benim­dir.» denilse bir mülk-i mutlak iddiası olmuş olur.

46 - (Mülk-i mukayyed) : irs gibi, iştira veya ittihâb gibi mülk sebeble­rinden biriyle mukayyed olan mülkiyyetdir. «Bu haneyi fülândan satın aldım.» veya «Fülân bana hibe etdi, bu cihetle bu benim mülkümdür.» diye yapılan bir iddia da bir mukayyed mülk davasıdır. Buna «Mülk bisebebin» de denir.

Meşhur olan kavle göre irs dâvası, mülk-i mutlak davasıdır.

47 - (Tasarruf-ı müllâk) : Bir şeyde meşru, nafiz bir suretde asaleten vâki olan tasarrufdur. Bir kmisenin malik olduğu hanesini tamir etmesi, ara­zisini ziraatde bulunması, hayvanına râkib olması, elbisesini giyinmesi gibi.

48 - (Tevatür) : Lûgatde müteaddid şeylerin birbiri ardınca zuhuru de­mekdir. Istılahda: «Kizb üzerine içtima ve ittifakları aklen caiz olmayan bir camaatin hisse müstenid bir şeyi haber vermeleridir. Böyle bir habere: «Mü-tevâtir» denir. Mücerred aklî bir mesele üzerinde bir cemaatin ittifakı, fikren, kanâaten müttefik olmaları tevatür sayılmaz. [46]

(BİRİNCİ BÖLÜM)

ŞAHADETLERE DAİR UMUMİ HÜKMLER VE MESELELER HAKKINDADIR.



İÇİNDEKİLER ; Şahadetin rüknü, nisabı, ehemmiyeti ve hikmet-i teşriiy-yesi. Şahadetlerin şurût-i esasiyesi. Şahadetlerin dâvalara muvafakati. Şaha­detlerin keyfiyet-i edası. Şahidlerin ihtilâfları. Şahadet aleşşahadenin mahiy-yetl- Tevatür suretile şahadet. Şahîdlerİn tezkiyeleri ve cerh edilmeleri. Şa-hidlerln şahadetlerinden rücuları. Şahadetleri kabul edilmeyen kimseler. [47]

Şahadetin Rüknü, Nisabı, Ehemmiyeti Ve Hikmet-İ Teşri Iy-Yesi :



49 - Başkasına aid olub iddia edilen bir hakkı, bir hâdiseyi hâkimin huzu­runda haber vermekden ibaret olan şahadetin rüknü, «Şahadet ederim.» lâf­zıdır. Şahadetin zan ve şekki işrâb eden tâbirlerden halı bulunması lâzımdır. Binaenaleyh bir hâdise hakkında «Zanetdiğime» veya «Bildiğime göre bu şöy­ledir.» gibi bir suretde yapılacak haberler, şahadet sayılmaz.

50 - Nisâb-ı şahadet, hâdiselere göre değişir. Şöyle ki: Hukuk-ı Uâhiyye-den olan hadd-i zina hususunda nisâb-ı şahadet, dört erkekdir. Şâir hüdûd ve kısasa hakkında ise iki erkekdir. Bunlarda kadınların şahadetleri kabul olun­maz.

Hukuk-ı ibâda aid hususlarda şahadetin nisabı, iki erkek veya bir erkek ile iki kadındır. B*unlarda yalnız kadınların şahadetleri makbul değildir. An­cak erkeklerin ıttılaı mümkün olmayan yerlerde male aid olmak üzere yalnız kadınların şahadetleri kabul olunabilir.

Meselâ : Kadın hamamlarında bir kati hâdisesi vuku bulsa buna dair diyet hususunda kadınların şahadetleri kabul olunur (Hamevî.)

51 - Şahadetin kıymet ve ehemmiyeti pek büyükdür, hikmet-i teşriîyye-si de bedihîdir. Malûm olduğu üzere cemiyyet hayatında bir çok hâdiseler, me­denî ve tarihî muameleler vücude gelir, bunlara dair vakit vakit dâvalar, mü­nazaalar zuhur eder, bu dâvaların, ihtilafların hail ve faslı için alelekser şa­hadete lüzum görülür, aksi takdirde münazaalar tevali eder, bir çok haklar zayi olur, bir çok vak´alar mechûliyyet içinde kalır, cemiyyetin huzuru, inti­zamı bozulur gider, işte bu medenî, hayatî ihtiyaca mebnidir ki, geriat-i islâ-nûyyede şahadete büyük bir ehemmiyet verilmiş, bu pek kuvvetli beyyineler-den sayılmış. Bunun kabulü mukteza-i hikmet ve maslahat bulunmuşdur.

Maamafih şahadet, bir emr-i azim olduğundan bunun kabulü için pek ih-tiyatkârane hareket edilmesi emr olunarak şahid olacak zatlarda bir çok va­sıfların bulunmasına lüzum gösterilmiştir- Nitekim, bunlar, aşağıda görüle-cekdir.

Şahadet vazifesi, efrada nazaran bazı hâdiselerde bir farz-ı ayin, diğer bazı hâdiseler hakkında da bir farz-ı kifâye mahiyyetinde bulunur.

Hak Taâlâ Hazretleri: buyurmuşdur. Yani:

Daima adaletle hareket ediniz, adaleti yerine getirmeğe çalışınız, Allah için şahadetde bulununuz, şahadetiniz garazdan, hakikate muhalefetden beri ol­sun.

Diğer bir âyet-i kerimede de: Şahadeti saklama­yınız diye enir olunmuşdur. Diğer bir âyet-i celîlede de buyurulmuş dur. Yani Şahidler eda-i şahadet için çağrıldıkları zaman bundan kaçınmasınlar.

Binaenaleyh şahadeti saklamamak, lüzum görüldüğü takdirde şahadetde bulunarak bir hakkın zuhuruna hizmet etmek müslümanlarca bir vecibedir. Fakat hakikate muhalif olan şahadetlerde mücasirler hakkında dünyevî, uh-revî pek büyük mes´uüyyeti calibdir.

Eda-i şahadet, bir vecibe olduğundan bundan dolayı bir ücret alınamaz. Abdürrahim fetavâsında deniliyor ki: «Ücretle şahadet edenlerin şahadetle­riyle olan hükm, nafiz olmaz. Şahidler, kablettâdil ücretle şahadet eyledikle­rini ikrar eyleseler şahadetleri red olunur. Ancak Feyziyye fetavâsında be­yan olunduğuna göre binecek hayvanı bulunmayan, yayan yürümeğe ve kira ile hayvan tutmağa kudreti yetmeyen bir kimse, lieclişşehâde huzur-ı şer´e gitmek için meşhudun lehin hayvanına râkib olabilir, bunda beis yokdur. An­cak kütübü Şâfiîyyeden Tuhfetül´muhtac´da beyan olunduğuna göre taham-mül-i şahadet için ve kitabet-i sâk için ücret alınabilir. Şöyle ki: Bir kimse, bir şahadeti tahammül ederek edâ-i şahadet için bir mesafeye kadar gitmek külfetini ihtiyar edecek olursa yol masrafını, vasıta-i nakliyye ücretini ve mu­attal kalacak kesbinin bedelini taleb edebilir. Hattâ bir şahid mesaha-i advâ-nın = Yani: Bir günlük yolun fevkinde bir mesafeye gidçcek ise kendisine §u kadar ücret verilmedikçe gitmeyeceğim dermeyan edebilir.

(Mâlikîlere göre nisab itibariyle meratib-i şahadet dörtdür. Şöyle ki: Birinci mertebe: Dört âdil erkeğin şahadetleridir. Bu, zina ve livata dâ­valarını isbatda aranır. Bunlar, bu mikdardan noksan şahidlerin şahadetiyle sabit olmaz.

İkinci mertebe: İki âdil erkeğin şahadetidir. Bu, mâla veya mala raci olacak bir hususa jdair olmayan dâvalarda aranır- Nikâh, mala müteallik olr vasiyyet tarih-i mevt, tarih-i talâk dâvaları gibi.

üçüncü mertebe: Bir âdil erkek ile iki âdil kadının şahadetidir, veya bir erkek veya iki kadının şahadetiyle müddeînin yemininden ibaretdir. Bu da mal veya mala raci bir husus hakkındaki dâvalarda carîdir. Icare, bedel-i ki­tabetin edası ve adem-i edası, hataen cerh, beyide müddet ve muhayyerlik olub olmaması, şüf´anın iskât edilib edilmemesi, bir malda tasarrufa aid iysâ dâvaları bu kabildendir. Bunlara iki âdil erkeğin şahadeti de makbuldür,

Dördüncü mertebe: Yalnız iki kadımn ihbar ve şahadetidir. Bu da erkek­lerin gâlib-İ ahvâle nazaran muttali olaı uyacakları hususlarda carîdir. Velâ­det, istihlâl-i sabi, hayz-ı nisa, kadınların cihazı tenasülindeki ayıb gibi. Bun­larda iki âdil, müslim kadının şahadeti kâfidir. Binaenaleyh bu şahadet üze­rine çocuğun nesebi, veraseti sabit olur (Hâşiye-i Muhammedi Harşî.)

(Şafiî´lere göre nisâb-ı şahadet şöyledir :

(1) : Ezher olan kavle göre yalnız Ramazan-i şerifin hilâli ve tevâbii hu­susunda bir şahidin şahadeti ile hükm olunabilir. Bu tevâbiden maksad, şev­valin duhûlü ve teravih namazı gibi hususlardır.

(2) : Zina, livata, meyteyi vatı´ behimeye ityân hususunda dört erkeğin şahadeti lâzımdır. Zinayı ikrara aid şahadet için İki erkek şahid kâfidir. Di­ğer bir kavle göre bunda da dört şahid lâzımdır. Çünkü bunun üzerine had te-rettüb edecekdir. Buna cevaben deniliyor ki, bu ikrar üzerine terettüb eden hâd, kat´î değildir. Zira bu ikrardan rücu İle bu had, sâkit olur-

(3) : Mal kabilinden olmayan ve kendisinden mal kasd edilmeyen şeyler hakkında en az iki erkeğin´şahadeti lâzımdır. Haddi şürb, hâdd-i sirkat, kat´ı tarik, riddet, cerh ve tâdil, mevt, isâr, vekâlet, bir mal hakkında gasb ile ve­dia iddiası gibi.

(4) : Ayın, deyin veya menfaat kabilinden olan mal hakkında iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şahadetleri kâfidir. Beyi, ikâle, havale, zaman, vakf, sulh, rehin, şüf´a, ibra, karz, gasb, mal ile vasiyyet, mehr, hûl, ayıb ile red, hiyar ve müddet, mal verilmesini icab eden cinayet hususları bu cümle­dendir.

Böyle bir erkek ile iki kadının şahadetiyle sabit bir akd, bir muamele, bir erkeğin şahadeti ve müddeinin yemini ile de sabit olur. Rivayete nazaran Ke-sûl-i Ekrem Hazretleri hukuka, emvale dair hususlarda bununla hükm etmiş-dir. Fakat hiç bir şey yalnız iki kadının şahadeti ve müddeinin yeminiyle sa­bit olmaz.

(5) : Kadınların bilmelerine muhtes olan veya erkeklerin gâliben göre-miyecekleri şeylerden bulunan veya velâdete, hayza, rezâa, kadınların libas­ları altındaki ayıblarına dair bulunan şeyler iki erkeğin veya bir erkek ile iki kadının şahadetleriyle sabit olacağı gibi dört kadının şahadetleriyle de sabit olur. Bunlar, bir erkeğin şahadeti ve yemin ile sabit olmaz.

(6) : Bir hâdise hakkında yalnız iki şahid bulunsa bunların edâ-i şahadet-ie bulunmaları lâzımgelir. Şahadetlerini ketm ederlerse âsim olurlar.

Fakat bir hâdise hakkında müteaddid şahidler bulunursa bu halde edâ-i şahadet farz-ı kifâye olmuş olur. Bunlardan ikisi olsun sahadetde bulunmaz­sa hepsi birden âsim olurlar.

(7) : Edâ-i şahadetin lüzumu için şöyle üç şart vardır:

Birincisi : Şahid, mesafe-i advâdan veya daha yakından edâ-i şahadete da­vet edilmelidir. Ve bir kavle göre mesafe-i seferden daha kısa bir mahalden davet olunmalıdır. Bundan uzak bir mesafeye gitmesi lâzımgelmez, bunda şa­hid için zarar vardır. Bu halde şahadet üzerine şahadet imkânı mevcuddur.

İkincisi : Şahid, âdil olmalıdır. Mecmaûnaleyh olan bir fısk sahibinin şa­hadet için vuku bulan davete icabeti lâzımgelmez. Çünkü bu halde nefsini hâ­kimin reddine mâruz bırakmış olacakdır.

Üçüncüsü : Şahid, bir maraz veya saire doîayısiyle mazur bulunmamış olmalıdır- Mazur olunca ya şahadeti üzerine başkasını işhad eder, veya şaha­detini istimâ için yanına hâkim, başkasını gönderir, ondan bu suretle meşak­kat defi´ edilmiş olur (Tutıfetül´muhtac.)

(Zahirîlere göre meratib-i şahadet şöyledir :

(1) : 2ina hâdisesinde dört âdil müsiim erkeğin veya her erkeğin yerine iki müsiim, âdil kadının §ahadeti lâzımdır. Bu halde üç erkek ile iki kadının veya iki erkek ile dört kadının veya bir erkek ile altı kadının veya müstakü-len sekiz kadının şahadeti makbuldür.

(2) : Zinadan başka hususlarda, meselâ: Nikâhda, talâkda, kısasda ve emvalde iki müsüm, âdil erkeğin, veya böyle bir erkek ile iki kadının ve ya-hud dört kadımn şahadetleri kabul olunur.

Hudud müstesna olmak üzere bunlardan her birinde yalnız bir âdil erkek veya iki âdil kadının şahadetiyle müddeinin yemini de makbuldür.

Reza hususunda ise yalnız bir âdil kadının veya bir âdil erkeğin şahadeti kifayet eder. Tavus´dan rivayet olunduğuna göre kadınların erkekler ile bera­ber her hususda şahadetleri caizdir. Yalnız zinaya şahadet bundan müstesna­dır. Çünkü kadınların buna bakmaları lâyık değildir (Elmuhallâ.)

(Hanbelî´lere göre hukuk-ı ibâde aid hususlarda tahammül-i şahadet farz-ı kifâyedir. Edâ-i şahadet ise ledettaleb farz-ı ayindir. Şu kadar var ki, bu şa­hadet, şahidin bedenine, mâline, ehline, ırzına lâhik olacak bir zarara tnüed-di olmamalıdır veya şahidin tezkiyesiyle ibtizâline sebebiyyet verilmemelidir. Böyle bir zarar mevcud olunca şahadet vâcib olmaz. Nitekim Kur´an-ı mübinde buyurulmuşrinr

Şahadet lâfzı, müşahadeden müştakdır. Çünkü şahid, müşahade etdiğini haber verir. Şahadet tâbiri, hem tahammül-i şahadete, hem de edâ-i şahadete itlâU olunur. nazm-ı kur´an´sindeki mahadetden mürad, tahammül-i şahadetdir. Yani: Müşahade edib muttali olduğunuz bir şeyi giz­lemeyiniz, taleb vuku bulursa ona dair hâkimin huzurunda edâ-i şahadetde bu­lununuz.

Şahadet, bir hüccet-i serîyedir ki, müddeabih olan hakkı beyan ve izah eder, bu hakkı iycab etmez, belki bunu hâkim, bu hüccet ile vâcibül´istifa kı­lar (Keşşafül´kına.) [48]

Şahadetlerin Şürût-I Esasiyyesi :



52 - : Nâsın hukukuna aid şahadetlerin kabulü için sebk-ı dâva şartdır.

Binaenaleyh dâva tekaddüm etmedikçe hâkim yapılacak şahadeti dinle­mez-

Meselâ : Bir kimse tarafından dâva vuku bulmadığı halde iki şahid mah­kemeye müracaat ederek «Fülân yetimin babası müteveffa fülâmn füiân şah­sın zimmetinde şu kadar meblâğ alacağı vardır. Oğlu fülâna miras kaldı.» di­ye şahadet etseler kabul edilemez.

Fakat hukuk-ı Üâhiyyeye aid şeylerde seb-i dâva şart değildir. Çünkü bu hukuku dâva etmek herkes üzerine lâzımdır. Bu cihetle her müslüman, bu hu­susda hasım olacağından bunda dâva hükmen mevcuddur.

Binaenaleyh hukuk-ı ilâhiyyeden olan hudüdda, talâka, hürmet-i musahe-rede, iylâda, zihârda, cariyeyi itâk veya tedbirde dâva sebk etmeksizin şaha­det kabul olunur ki, bu bir şahadet-i hisbedir.

Vakıf hususunda da imâmeyne göre şahadet makbuldür. Şöyle ki: Bir mal,, mescide veya fukaraya mevkuf ise imâmeyne görebilâ dâva şahadet kabul olunur. Fakat imamı Azama göre bu şahadet kabul edilmez. Bir mal, muay­yen eşhasa mevkuf olduğu suretde ise dâva sebk etmedikçe şahadet bilittifak kabul olunmaz (Hamevî.)

53 - : Şahadetin sebk eden dâvaya mutabakatı şartdır.

Binaenaleyh bir şahadet dâvaya mutabık olmazsa reddolunur. Çünkü bu takdirde şahadet, bilâ dâva vuku bulmuş olur.

54 - : Şahadetin kabulü için tekaddüm eden dâvanın sahih olması şartdır. Dâva sahîh olmazsa şahadet reddolunur. .

Meselâ : Bir kimse, bir şahsdan şu kadar alacak dâva etdikde o şahs: «Senin bende hiç bir hakkın yokdur, ben seni tanımıyorum.» dedikden sonra o kimse, bu alacağım isbât edince o şahs, bu alacakdan ibra iddiasına kıyam etse bu dâva sahih olmaz. Binaenaleyh bu hususda ikâme edeceği şahidler dinlenemez. Çünkü tasavvur olunamaz ki, iki kişi arasında husûmet ve kaza carî olsun da biri diğerini tanımasın (Velvâliciyye.)

55 - : Şahadetin mahsûsa muhalif olmaması şartdır

Binaenaleyh göz ile görülen veya sair havasdan biriyle anlaşılan bir mah­sûsun hilâfına ikâme edilen beyyine, tevatür halinde de bulunsa makbul ol­maz. Çünkü bu şahadetin doğru olmadığı zahirdir.

Meselâ : Berhayat olduğu görülen bir şahsın vefatına veya mamur oldu­ğu müşahede olunan bir hanenin harab olduğuna dair ikâme edilen bir beyyi­ne makbul olmaz. Böyle hissin tekzib etdiği bir şahadet, muteber değildir (Tenkih-i Hâmidi.)

Kezalik : Şahidler, «Şu kabın içindeki yağın on kıyyesi, müddeînindir.» diye şahadet etdikleri halde o kabdaki yağ beş kıyye bulunsa şahadetleri bâtıl olur (Hindiyye.)

56 - : Şahadetin mütevatire muhalif olmaması şartdır. Çünkü mütevati-rin hilâfına olan dâva ve şahadet mesmu olmaz, bu bizzarûre sabit bir şeyi tekzib demek olacağından batıldır (Muhit-i Burhanı.)

Meselâ : Bir kimsenin füiân gün fülân saatde fülân beldede mukim bu­lunduğu tevatüren sabit bulunsa artık o kimsenin o günde ve o saatde başka uzak bir beldede bulunmuş olduğuna dair olan şahadet kabul edilemez.

İki tarafdan her biri kendi iddiasına tevatür halinde sandığı şahidler ikâ­me edecek olsa hâkim, tetkik eder, hangi tarafın şahidleri tevatür şeraitini cami ve kanaat bahş İse onu kabu leder. iki tarafın da şahidleri tevatür şart­larını cami bulunmazsa şahadetleri beyyine-i âdiye halinde kalır. Hâkim, ter-cih-i beyyinat meselelerine tevfikan racih tarafın şahidlerini tezkiye ederek onların şahadetlerine göre hükm eder.

57 - : Şahadetin nefy-i sarfa aid olmaması şartdır. Çünkü beyyine bir hakkı izhar ve isbât için meşru kıhnmışdır, yoksa-hakkı nefy için meşru kılın- -mış değildir.

Binaenaleyh «Fülân kimse» iddia edilen şu işi işlemedi, veya: Fülân mal, füiân kimsenin değildir, veya: Fülânın fülâna borcu yokdur.» gibi nefy-i sırf a şahadet kabul olunmaz. Ancak bundan iki mesele, müstesnadır. Şöyle ki: Ev­velâ nefy-i mütevatir beyyinesi makbuldür. Meselâ: Bir kimse, fülân şahsa fülân vakit fülân mahalde şu kadar meblâğ borç verdim.» diye dâva etdiği halde o şahsın o vakitde o mahalde olmayıb başka bir mahalde bulunmuş ol­duğu tevatüren isbât olunsa bu tevatür beyyinesi makbul olur, müddeinin dâ­vası dinlenmez. Çünkü bizzarûre sabit olan bir şeye muhalif bulunmuş olur-Ve şöhret = Tevatür, isbâtda hüccet olduğu gibi nefiyde de hüccetdir.

Saniyen şart-i menfi üzerine İkâme olunan beyyine makbuldür. Meselâ: Bir kimse: «Bugün fülân yere gitmezse zevcesi boş olsun diye yemin etmekle zevcesi: «O gün o yere gitmediğine beyyine ikâme etse kabul olunur. Zira bu şahadet, her ne kadar nefiy üzerine görülmekde ise de bundan asıl maksad. cezayı, yani: Talâkın vukuunu isbâtdır (Mebsût., Bezzâziyye.) . :

58 - : Şahadetde def-i mağrem =: Mazarrat ve cerri mağnem, yani: $a-hidier için fed-i mazarrat ve celb-i menfaat dâiyesi bulunmamak şartdır.

Binaenaleyh usûlün fürûa ve fürûun usûle, yani: Babaların, dedelerin, validelerin, ninelerin, evlâd ve ahfadı lehine, bunların da babaları, dedeleri, valideleri, cedleri, ceddeleri lehine ve zevç ile zevceden birinin diğeri lehine şahadetleri makbul değildir. Fakat bunlardan başka akribanın birbiri lehine şahadetleri makbuldür.

Kezalik : Şeriklerin mal-i şirketde birbiri lehine şahadetleri makbul de­ğildir. Kefil bü´mâl olan kimsenin asil tarafından mekfûlünbihin edâ olundu­ğuna dair şahadeti makbul değildir. Fakat şâir hususlarda şeriklerin ve kefil ile asilin birbiri lehine şahadetleri makbuldür (Hâniyye, Mecmaül´enhür.)

Kezalik : iki üç karye halkının birbiriyle sınır hususunda nizâlan olsa mezkûr husus hakkında birbiri üzerine şahadetleri makbul tutulmaz, başka kimselerden bîgarsz olanların şahadet etmeleri iktiza eder (Ebüssuûd.)

Kezalik : Bir dâyin, vefat eden medyunu lehine olarak «Bu mal mütevef­fa medyunundur.» diye şahadet etse kabul olunmaz. Çünkü kendi alacağı, bu müteveffanın malına taallûk etmişdir. Artık bu şahadet, cerr-i mağnemden halt değildir. Velev ki bu müteveffanın terekesi, borçlarına kifayet etsin .

Amma bir dâyinin berhayat bulunan medyunu lehine şahadeti makbuldür, velev ki bu medyun, müflis olsun veya meşhûdünbih, dâyinin matlûbu cinsin­den bulunsun. Çünkü dâyinin alacağı, berhayat olan medyunun malına değil, zimmetine taallûk eder. Bunda cerr-i mağnem töhmeti yokdur (Hindiyye, Fey-ziyye, Netice.)

Kezalik : Dostun dosta, yani: Aralarında ahbablık bulunan kimselerin birbiri lehine şahadeti makbuldür. Fakat aralarındaki dostluk, birbirinin ma­lında tasarruf etmek mertebesine var-ırsa o halde yekdiğörin lehine şahadet­leri kabul olunmaz. Çünkü bu takdirde şahidin meşhûdünbihle intifa etmek töhmeti bulunacağından bunda cerr-i menfaat şaibesi vardır (Mecelle.)

59 - : Şahid ile meşhûdünaleyh arasında adevât-ı dünyeviyye bulunma­mak şartdır. Aclevât-ı dünyeviyye bulunursa aleyhe olan şahadet makbul ol­maz. Çünkü bu şahadet, adevât saikasiyle olmak töhmetden beri olamaz.

Meselâ : Mecruhun, carih aleyhine, maktulün vârislerinin katıl aleyhine ve şetm edilen kimsenin şâtim aleyhine şahadeti makbul değildir.

Fakat bir kimseden bir hak taleb ve dâva etmekle veya bir kimseyi zarb etmiş olmakla veya bir kimseyi istifa-i hak için hapis etdirmekle şahadete ma­ni olacak bir adâvet-i dünyeviyye husule gelmiş olmaz. Binaenaleyh müddea-aleyhin müddeî aleyhine ve mazrubun dârib aleyhine başka bir hususa dair

şahadeti kabul olunabilir.

Adevât-ı dünyevîyye, mal ve câh gibi şeylerden ileri gelen adavetdir ki, Örf ile bilinir. Ve denümişdir ki: «Adüv odur ki senin hüznünle ferahlanır, fe­rahınla mahzun olur.

Beyinlerinde adevât-ı âünyeviyye olanların birbiri lehine şahadeti ise makbuldür. Çünkü bunda töhmet yokdur. Fakat bazı fukahaya göre bunların birbiri lehine olan şahadetleri de kabul olunmaz. Zira bu adavet, gayr-ı meş­rudur, haramdır, sahibinin adaletine münafidir, belki böyle bir haramı irtikâb eden kimsenin başkaları hakkında da şahadeti red olunur (Hindiyye, Düre-rül´hükkâm.)

Adavet-i dünyeviyyeye gelince bu, şahadetin kabulüne mâni değildir. Me­selâ: Bir müslümanın, irükâb-ı measide bulunduğu cihetle hakkında adavet etdiği bir şahs aleyhine şahadeti makbuldür. Zira bu adavet, haram olmadı­ğından sahibinin adaletine münafi değil, belki kemal-i adaletine delildir. Şu kadar var ki, bu adâvet-i diniyye, measiyi mürtekib olan şahs hakkında ifrat-ı ezaya müeddi olur ise bu da şahadetin kabulüne mâni olur (Mu´inül´hükkâm.)

60 - : Şahadetin kabulü için şahidlerin âdil olmaları şartdır.

Adil, hasenatı seyyiatma galib olan kimsedir ki, bu da kebirelerden kaçı­narak sağirelere musir olmamak ve salâhı fesadından çok, sevabı hatasından fazla olmak ile olur.

Binaenaleyh şerait-i islâmı bilmeyen, veya haram içkileri içen veya rak­kas, mes´here, muganniye, hokkabaz gibi namus ve mürüvveti muhil hal ve hareketleri İtiyad eden eşhasın ve buhl ve kizb ile maruf olan kimselerin, tu­feyli a Dalkavuk olan, mahallerde ve şehirlerde teseülü âdet eden şahısların şahadetleri makbul olmaz-

Yalan söylemekle maruf kimseler tevbe etseler de şahadetleri kabul olun­maz. Fakat başka fâsık kimseler, tevbe edib de aradan bir müddet geçerek kendilerinde eser-i tevbe zahir olduğu takdirde müehheren yapacakları şaha­detleri kabul olunur. Bu müddet, bazı fukahaya göre altı ;iy, diğer bazı fuka­haya göre de bir senedir (Kadıhan, Fethül´kudir, Velvalicyye, Bence.)

61 - : Şahadet, şahidin kendi dâvasına aid olmamak §artdır.

Binaenaleyh bir kimse, kendi dâvasına şahadetde bulunsa makbul olmaya­cağı gibi vasinin müteveffa veya yetim lehine şahadeti de sahih olmaz. Çün­kü bir kimse, hem müddeî ve hem şahid olamaz. Velev ki vasi, vesayeti kabul etdikden sonra vesayetden çıkmış olsun.

Kezalik : Husûmet ve murafaaya vekil olanın müvekkili lehine şahadeti sahih değildir. Şöyle ki, bir kimse bir dâvaya vekil olub hâkimin huzurunda murafaada bulundukdan sonra vekâletden çıksa da müvekkilinin o dâvasına şahadetde bulunamaz.

Fakat vekil, murafaadan evvel azl olunub da badehu o dâvaya şahadet etmek istese bakılır: Eğer tevkil, hâkimin huzurunda yapılmış ise şahadeti kabul olunur, hâkimin huzurunda yapılmayıb da hâkimin huzurunda beyyine ile isbât edilmiş ise şahadeti kabul edilmez. Çünkü vekâlet, kazaya iktiran edince vekil, müvekkilinin hukuku hususunda diğer tarafa karşı hasım olmuş olur.

Bir kimse, vekâleti âmme ile vekil olduğu takdirde de bakılır: Eğer bu tevkil, hâkimin huzurunda olub da kablelmuhasama azl edilmiş ise müvekkili­nin her dâvasına şahadeti kabul olunur. Bâdelmuhasama azl edilmiş ise mu-hasamada bulunduğu dâvanın gayrı hakkında şahadeti kabul olunur.

Amma tevkil, hâkimin huzurunda yapılmayıb isbât edilmiş olursa vekil, müvekkilinin zaman-ı vekâletindeki veya bundan mukaddem tarihli hiç bir hakkına şahadet edemez. Fakat vekâlet zamanından sonra hadis olan hakkın­da şahadet edebilir (Hindiyye.)

Kezalik : Kabz-ı deyne vekil olanın bu deyin için müvekkili lehine şahade­ti sahihdir (Vâkıat.)

62 - : Şahadet, şahidin kendi fi´iline veya kendi fi´ili hükmünde olan bu­seye aid olmaması şartdır.

Binaenaleyh bir malı satanın bu satış fi´iline şahadeti makbul olmadığı gibi vekillerin, dellalların da «Biz satmış idik.» diye kendi fi´iilerine şahadet­leri makbul olmaz-

Kezalik: Nikâha vekil olanın nikâha şahadeti de muteber değildir. Fakat şahid vekâletini, veya dellalhğını zikr etmeksizin mutlak suretde satış veya nikâh vukuuna şahadet etse kabul olunur (Heddimuhtar, Netice.)

Kezalik : Bir belde hâkimi, infisâlinden sonra kendisinden kablel´infisâl südûr etmiş olan hükme şahadet etse sahih olmaz. Amma kablerinfisâl kendi huzurunda bir kimsenin vâki olan ikrarına bâdel´infisâli şahadet etse muteber olur. Çünkü ikrar, hâkimin değil, mukirrin fi´ilidir (Mebsut, Tecnis, Ali Efen­di Fetavâsı.)

Kezalik : Satılan bir malın semenine kefil olan kimseler, o malın şu kadar kuruş ile ve kendi kefaletleriyie bir şahsa satıldığına şahadet etseler bakılır: Eğer kefaletleri sulb-i akdde değilse bu şahadet sahih olur. Fakat sulb-i akdde ise sahih olmaz. Zira bu suretde satış muamelesi, bunların kefaletiyle tamam olacağı cihetle kendileri satmış mesabesinde olacaklarından kendi fi´illeri hükmündeki bir akde şahadet etmiş olurlar (DürerüThükkâm.)

63 - : Şahadetde tenakuz bulunmaması şartdır.

Binaenaleyh bir kimse, «Şu mal Zeyd´indir.» diye şahadet etdikden sonra «Amr´ındır.» diye şahadet etse .kabul edilmez.

Kezalik : Bir kimse, «Bu mal benimdir.» diye nefsi için dâva etdikden sonra «Bu mal Zeyd´indir.» diye şahadetde bulunsa kabul olunmaz.

Kezalik : Bir vekil, müvekkili hazır olduğu halde bir alacak dâva edib de müddeaaleyh, onu ifa etdiğini defan beyan etmekle bu vekil, diğer biriyle be­raber müddeaaieyhin bu iddiasına şahadetde bulunsa kabul olunmaz (Hâniy-ye, Behce.)

(Malikî´lere göre de şahadetlerin şu gibi şurût-ı esasiyyesi vardır :

(1) : Şahadet, hâkimin huzurunda muayyen bir şey hakkında yapılmalıdır, Çünkü şahadet ile rivayet arasında fark vardır. Şöyle ki: Rivayetde huzur-ı hâkim şart değildir ve rivâyetde muhberünanh âm olub bir muayyene muhtes bulunmaz. Bir hadis-i şerifi nakl gibi. Şahadet ise bir adlin hâkim indinde mu­ayyen bir şey hakkındaki beyanatından ibaretdir.

Şahadetde : «Şahadet» kelimesini istimal şart değildir- «Gördüm, işitdinu gibi bir siğa istimali de kâfidir.

(2) : Şahadetin kabulü için şahid ile meşhûdünleh arasında bir kurbiy-yet-i müteekkede bulunmaması şartdır.

Binaenaleyh usûlün fürûu lehine, fürûun usûli lehine şahadetleri makbul olmaduğu gibi bir kimsenin üvey validesi veya üvey pederi veya üvey oğhi veya kain pederi veya oğlunun zevcesi veya kızının kocası lehine şahadeti de kabul olunmaz.

(3) : Bir hâdise hakkında baba veya ana ile oğlun şahadetleri bîr şahsı: şahadeti mesabesindedir, biri diğerini takviye etmek maksadiyle şahadet et­miş olacakları melhuz bulunduğundan bunlar iki şahid sayılmazlar.

(4) : Bir kimsenin kendi kardeşi lehine şahadeti makbuldür, şu şart ile ki. şahadet eden kardeşin adaleti bariz olmalı ve lehine şahadet etdiği kardeşini: iyâlinde bulunmamalıdır ve bu şahadet, kısası mucib veya cerhe dair olmam hdır.

(5) : Ebüveyinden biri, bir veledinin lehine olarak diğer veledinin aleyhi­ne şahadetde bulunsa caiz olur. Kezalik: Bir kimse ebeveyninden birinin lehi­ne olarak diğerinin aleyhine şahadetde bulunsa kabul olunur. Elverir ki mer hûdünlehe mütemail olduğu zahir bulunmasın, ve illâ şahadeti kabul olmaı Meselâ: Bir kimse, validesini babasının boşamış olduğuna dair babasının in­kârına karşı aleyhine şahadetde bulunsa kabul olunur.

(6) : Şahadetin töhmetden hâli olması şartdır.

Binaenaleyh bir vâris, zengin olan bir müverrisi aleyhine zina ile veya amden kati ile ş,ahadetde bulunamaz. Fakat müverrisi fakir bulunursa bu şahadeti - töhmetden hâlî olacağı cihetle - caiz bulunur. Fakat hataen ka£f hakkında şahadeti her halde caizdir. Çünkü müverris gerek zengin ve geres fakir bulunsun, bu şahadet de töhmet yokdur.

Kezalik ; Bir dâyin de medyununun lehine mâli müsteclib olacak bîr ht sus hakkında şahadetde bulunamaz. Zira bu şahadet de töhmetden hali dem­dir, dâyin bu sebeble matlûbunu elde etmek gayesini takib etmiş olabilir.

Kezalik : Mu´sir olan bir medyun da kendi dâyininin lehine şahadetde bu­lunamaz. Şahadeti gerek mâle ve gerek saireye aid olsun. Çünkü bu şahadetle dâyinine cemile göstererek onun alacağını istical etmesinden kurtulmak mak­sadını takib etmiş olabilir.

(7) : Şahadetin şaib-i hırsdan beri olması şartdır.

Binaenaleyh şahadetinin kabulü için hırs gösteren kimsenin şahadeti ka­bul olunmaz. Meselâ: Mahza hukuk-ı nâsa aid bir hususdan dolayı kablettaleb şahadete kıyam etmek, veya şahadetinin doğru olduğuna bilâ taleb yeminde bulunmak şahadetin kabulüne mânidir, bunlar şahidin edâ-i şahadete haris olduğunu gösterir. Fakat hâkim, şahidi itham ederse ona - velev talâk üzeri­ne olsun - yemin tevcih edebilir.

Mahza hakk-ı ademîden mürad, insanın ıskat edebileceği hakdır, alacak para gibi. Mahza hakkûllahdan murad da insanlar tarafından iskat edilemiye-cek hakdır: Talâk, reza, vakıf, gibi.

(8) : Şahidin meşhûdünaleyh ile muhasamada bulunmaması şartdır. Aksi takdirde şahadeti makbul olmaz. Çünkü bu muhasama, şahidin meşhûdünaley-he buğuz etdiğine delâlet eder.

(9) : Adavetinden veya fışkından dolayı şahadeti red edilen bir şahsın bu hali nâsın zann-ı galibine göre zail olmuş olsa o şahsın mukaddem tarihli bir vak´a veya sair bir hâdise hakkında şahadeti kabul olunabilir. Bu zeval için tâyin edilmiş, bir müddet yokdur. (Muhtasar-ı Ebizziya, Şerh-i Muhammed-i harşt)

(Şafiî´lere göre de şahadetlerde şu gibi şartlar aranır :

(1) : Şahidin muslim, hür, mükellef, nâtık, reşîd, müteyakkız, adil, zîmürüvvet, gayr-ı müttehem olması şartdır. Binaenaleyh bu evsafı haiz olma­yanların şahadetleri kendi misilli kimseler hakkında bile makbul değildir.

Şahadetde töhmetden maksad, yapılacak şahadetin ya şahid hakkında ve­ya şahidin lehine şahadeti muteber olmayacak bir karibi hakkında nef´i câlib veya kablelhükm zararı dâfi olmasıdır.

Meselâ : iflâsına hükm edilmiş bir ölünün garîmleri, diğer bir kısım ga-rîmlerin alacakları hakkında ikâme edecekleri şahidlerin fışkına şahadetde bulunsalar bu şahadet kabul olunmaz. Çünkü evvelki garîmler, bu şahadetle-riyle kendilerine başkalarının müzahim olmak zararım defi etmiş olacaklardır.

(2) : Bir kimsenin kendi usûli veya füruu lehine şahadeti kabul olunmaz. Çünkü bunda töhmet vardır. Fakat bunların aleyhine şahadeti kabul olunur. Zira bunda töhmet yokdur. Meğer ki aralarında bir adâvet-i dünyeviyye bu­lunmuş olsun.

Bir kimse, kendi aslı veya fer´î ile bir ecnebi lehine şahadetde bulunsa - olan kavle göre - bu şahadet, yalnız o ecnebi hakkında kabul olunur.

(3) : Bir kimsenin kendi kardeşi veya dostu lehine şahadeti makbuldür. Çünkü bundaki töhmet zaifdir.

Kezalik : Zevceden her birinin diğeri lehine şahadeti de makbuldür. Zira nikâh, ârizîdir, zail olabilir, bunlar ecir ile müstecir gibidirler. Fakat bir kim­se kendi zevcesinin zinasına şahadet edemez. Bu şahadet, makbul değildir. Çünkü bu, aralarındaki kemâl-i adavete delâlet eder ve bu şahadetle refikası­nı kendi hakkında hıyanetde bulunmuş olmaya nisbet etmiş olur.

(4) : Daha dâva ikâme edilmeden veya dâva ikâme edildiği halde kendi­sinin şahadeti müddeî tarafından taleb olunmadan şahadete koşan kimsenin şahadeti kabul edilmez. Çünkü bunda töhmet vardır. Ancak bundan şahadet-i hisbe müstesnadır. Şöyle ki: Hukûkullâha ve kendisinde Allah Taâlâ´mn mü-ekked hakkı bulunan bir şeyde bilâ dâva şahadet kabul olunur. Meselâ: bir Ölünün namazını, zekâtım, keffâret-i sevmini veya haccını terk etmiş olduğu-na veya mescid gibi bir dinî müessesenin bir hakkına veya aralarında süd kardeşliği bulunan kimselerin birbiriyle evlenmesi üzerine beyinlerinde rezâ-ın mevcudiyyetine dair yapılacak bir şahadet-i hisbe makbuldür.

Müekked hakdan maksad ise insanların rizalariyle müteessir olmayacak hakdır, hakk-ı reza, kısasdan afüv, dünyevî adavetin bekası veya nihayet bul­muş olması gibi.

Hadd-i zina, kat´ı tarik, sirkat, ihsan, sefeh, neseb hususlarındaki hakkûl-lâh, müekked ve hakk-ı ibâde gâlib olmakla bunlarda da §ahadet-i hisbe ca­rîdir.

(5) Arainr-nda zahir bir suretle adâvet-i dünyeviyye bulunan kimselerin birbiri aleyhine kabul edilmez. Çünkü birbirinden bâtıl bir şaha­detle intikam almak :r>tcmi§ olabilirler. Fakat bunların babalarının veya oğul-laımm şahadetleri kabul olunur. Zira bunlar ile meşbûdünaleyh arasında bir mâni yokdur. Baban vı veya o.^ulnn adavetinden dolayı oğlunun veya babası­nın da ûdâvetde bulunması lâzın-gelmez. Bu i:"susd-\ zahir oian kavi, budur.

Adâvet-i dünyeviyyeden maksad, bir kimsenin bir şahsa buğuz etmesidir, bir veçhile ki: Onun nimetinin zevalini temenni eder, onun sürûriyle mahzun olur. musibetiyle ferahlanır. Bir kavle göre bu babda ehl-i örfe bakılır: Ehl- Örf, bir şahsı meşhûdünaleyhe düşman sayarsa onun bu şahadeti reddolumır. Zira bu adaveti tâyin için şer-i şerîfde ve lüğatde başka bir zabıta yokdur.

(6) : Adâvet-i diniyye, şahadetin kabulüne mâni değildir. Çünkü adavet, din için olunca şahadetden töhmet müntefi olur. Meselâ: Bir fâsıka mücerred fışkından dolayı buğuz eden zatın bu fâsık aleyhine şahadeti makbuldür. Ya­lan yere şahadet de bir fısk olduğundan fıskdan dolayı buğuz eden bir zatın yalan yere şahadetle fışkı irtikâb etmeyeceği malûmdur.

(7) : Şahadetde adalet şartdır. Adaletin şartı ise kebâir denilen bilcümle günahlardan ictinab ve sagâir denilen günahlara da ısrardan tevekki etmek-dir. Binaenaleyh bir kebîreyi irtikâb edenin adaleti mutlaka batıl olur, yani: O kebîreye devam etsin etmesin vetaetleri gâlib bulunsun bulunmasın, o kebî-ı-e kendisinin adaletden mahrumiyyetine sebeb olur.

Fakat bir nevi veya mütenevvi sağirelere devam edilmedikçe bunlar sa bibini adaletden mahrum bırakmaz.

Adalet, nefsdeki bir meleke-i rasihadır ki, kendisine münafi olan bir şeyin urûziyle tegayyür etmez. Bu cihetle adalet, eşhasın ihtilâfiyle muhtelif olmaz. Çünkü adaletin mukabili, zulmdür, fıskdır, bu hususda ise şerif ile vezi´ yani: içtimaî mevkii yüksek olan ile aşağı olan müsavidir.

Bir şahsın çarşı ve pazarda yiyerek dolaşması, veya nâsı güldürecek hi­kâyeleri çokça söylemesi veya kendi refikasını veya cariyesini nâs huzurun­da Öpmesi adaletini İskata sebeb olur (Elmuğnî, Tuhfetül´muhtac, Hâşiye-i Şirvâni.)

(Hanbelî´lere göre hakk-ı âdemîye dair tahammül-i şahadetde bulunan kimse, gerek yabancıların ve gerek kendi kariblerinin lehine de, aleyhine de şahadet edebilir, aralarında kurbiyyet-i nesebiyye olub olmaması, vücub-ı şa­hadet hususunda müsavidir. Çünkü: âyet-i kernesi, bunu göstermektedir. Maamafih şahadet, vedia gibi bir emanetdir, bu nun edası lâzımgelir.

Binaenaleyh bir kimse, kendi kardeşinin, amcasının, dayısının ve emsali­nin lehine de, aleyhine de şahadetde bulunabilir. Ancak karabet-i vilâdet bun­dan müstesnadır, neseben amudî bir vaziyetde bulunanlar, yani: Birbirinin usûl veya fürûundan bulunanlar, velev ki valide cihetinden olsun yekdiğerinin lehine şahadet edemezler. Meselâ: Bir kimse, kendi babasının veya oğlunun veya kızının veya validesinin veya ana veya baba tarafından dedesinin lehine §ahadet edemez, dinlen müttehid olsun olmasın ve bu şahadet, meşhûdünleh için bir menfaati câlib bulunsun bulunmasın. Bunların arasında tab´an bir meyelân mevcud olduğundan bu şahadetleri töhmetden hâlî olamaz, her biri kendi sahibinin hakkında müttehem sayılır (Keşşafül´kınâ.)

(Zâhirî´lere göre de bu hususda şu gibi meseleler vardır:

(1) : Karabet, kabul-i şahadete mâni değildir. Binaenaleyh adi olan bir kimsenin şahadeti yabancıların lehine ve aleyhine makbul olduğu gibi kendi karibleri lehine ve aleyhine de makbuldür. Bir müslim, kendi babasının, ana­sının, dedesinin, evlâdının, ahfadının, zevcesinin lehine şahadet edebilir. Zev­ce de zevcinin lehine şahadetde bulunabilir.

Kezalik : Dost, dostunun lehine, ecir müstecirinin lehine, kefil, mekfûlii-Qaniım lehine, vasi, yetimin lehine şahadet edebilir. Hak Taâlâ Hazretleri: diye bizlere emir buyurmuşdur, bu cihetle biz izhâr-ı hat;

için âdilâne bir suretde şahadetde bulunmakla mükellefiz, velev ki bu şahade: bir karibimizin lehine olsun, herhangi bir hakkın zuhuruna hizmet, bir vazi­fedir.)

«Diğer eimme-i kirama göre ise şahadetde töhmet bulunmamalıdır. Bir kimsenin kendi usûl ve fürûu veya vezci veya zevcesi lehine şahadet etmes; ise töhmetden halî, tamamen bitarafâne bir hareket telâkki edilmeyebilir Bunlardan birinin menfaatinde diğerinin de bir nevi iştiraki vardır, bu halde şahid kendi lehine şahadet etmiş gibi oiacakdır. Töhmetden ictinab ile bir ve­cibedir.»

(2) : Şahidin adil olması şartdır. Binaenaleyh adil, raziyyül´hisâl olmayan erkeklerin, kadınların şahadetleri kabul edilmez.

Adi´ kebîre denilen bir masiyeti irtikâb etmiş olduğu ve sağîre denilen bir masiyeti de alenen yapmış bulunduğu bilinmeyen kimsedir.

Kebîre, Resûli Ekrem Efendimizin «Kebîre» tesmiye etdigi veya hakkında va´id sâdir olduğu masiyetdir, Sağîre ise hakkında va´id bulunmayan masi-yetdir.

Kebîreyi irtikâb eden fâsıkdır. Fâsıkın şahadetinin kabul edilmeyeceğine burhan ise

âyet-i kerimesidir. Yani : Ey müminler! Size fâsik bir kimse bir habe: getirince tahkikine çalışınız, tâ ki bir kavme bilmeksizin saldırmış ve bu yık den yapdığınıza pişman olmuş olmayasınız.

«Filvaki fâsıkların sözleri çok kerre hakikate muhalif olur. Onların sözle­riyle hareket, insanı badireye düşürebilir. Artık bu hususda uyanık bulunmai lâzımdır.»

işlerinin ekserisi taât olub kebîreye ikdam etmeyen kimse, adildir.

(3) : Bir kimse, kendi düşmanı aleyhine şahadetde bulunsa bakılır: Eğe bu adaveti, kendisini helâl olmayan bir daireye sevk edecek bir halde ise -bu bir cerhedir - şahadeti reddolunur. Hiç bir hususda başka kişiler lehine şahadeti kabul olunmaz. Böyle olmadığı takdirde ise şahadeti kabul olunu:, bu halde onun adaletine münafi olmaz (Kitâbüî´muhallâ.) [49]