๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 09 Şubat 2011, 17:55:05



Konu Başlığı: Zevki selîm sahiplerinin mizacı
Gönderen: Sümeyye üzerinde 09 Şubat 2011, 17:55:05
Zevk-i Selîm Sahiplerinin Mizacı:

 
Zevk-i selîm (ehl-i vicdan) sahiplerinin de bildiği üzere, şey­tanların mizaçları, kendilerini âdî ve mübtezel işlere bulaşmaya, taşkınlık, azgınlık, pis işlere yatkınlık, Allah’ı anmaktan kesilmek ve katılaşmak, güzel ve arzulanan her türlü düzeni bozmaya yel­tenmek gibi davranışlara iterler.

“Adî ve mübtezel işler”den maksadım, işlenmesi halinde in­sanların kalplerinde tiksinme duyduğu, tüylerinin ürperdiği ve dillerinden hemen lanet ve ayıplamaların döküldüğü işlerdir. Bu, insan olmanın bir gereği olarak tabiî bir yol gibi olur ve bu konuda bütün ümmetler aynı davranışı gösterirler. Bu tür davranışlar, sa­dece belirli bir ulusun ya da belirli bir dinin (millet) benimsemiş olduğu kalıplara riayet anlamı içermez. Örnek olarak şunları zik­redebiliriz: Kişinin cinsî organını tutarak sıçraması, dansetmesi, parmağını kıçına sokması, sümüğünü sakalına sıvazlaması, burnu ya da kulağı kesik, yüzüne kara çalınmış olması, elbisesini ters giymesi, gömleğinin alt tarafını üst tarafına getirmesi, bineğe ters­yüz binmesi, tek ayağına papuç giyip öbür ayağı yalın yürümesi... gibi. Bu ve benzeri hareketler, herhangi biri tarafından görüldüğü zaman nefret, lanet ve küfürle karşılanan davranışlardır. Bazı olaylarda, bunları yapmakta olan şeytanların olduğunu müşahede ettim.

“Taşkınlık” ifadesinden maksadım ise, (namaz esnasında) el­bise veya çakıl taşlarıyla oynamak, organlan yakışık almayacak biçimde hareket ettirmek gibi davranışlardır.

 

Allah Teâlâ, Peygamberine, Şeytanların Tıyneti Gereği Olan Fiilleri Göstermiştir:
 

Kısaca söylemek gerekirse, Allah Teâlâ, peygamberine sözü edilen fiilleri açıklamış ve onların şeytanların tıyneti gereği olan fiiller olduğunu beyan etmiştir. Şeytanın, bir kimseye rüyasında ya da uyanık halde iken temessül etmesi halinde mutlaka bu fiil­lerden bir kısmına bulaşmış olacaktır. Mü’minden yapması bekle­nen davranış biçimi, mümkün mertebe şeytanlardan ve onların hallerinden uzak durmaktır. Rasûlullah (s.a.), bu tür hal ve davraniş biçimlerini açıklamış, onlardan hoşlanmadığını belirtmiş ve onlardan uzak durulmasını emretmiştir.

Bu meyanda olmak üzere şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz bu helalar, şeytanların hazır bulunduğu yerlerdir.” [469]

“Şüphesiz şeytan Âdem oğullarının makatlarıyla [470] oynar ve insan (esneyip) ‘Haah, haaht’ dediği zaman ona güler.” [471]

Meleklerin hallerine benzemeye çalışmaya yönelik teşvik ma­hiyetinde gelen hadisleri, bu anlattıklarımıza kıyaslamalısın. Me­selâ Rasûlullah (s.a.), bu meyanda şöyle buyurur:

“Meleklerin saf tuttuğu gibi saf olamaz mısınız?!” [472] Adâb bahsinde önemli esaslardan biri de bu olmaktadır.

 

Bir Şeyin Farz-ı Kifâye Kılınmasının Sebepleri:

 

Bir şeyin farz-ı kifâye kılınmasının sebeplerinden biri de, bü­tün insanların o şey üzerinde toplanmalarının, geçim düzenini alt üst etmesi ve ihtiyaçlarının giderilememesi sonucunu doğurmasıdır. Bu gibi yükümlülükler için belirli insanları tayin etme imkânı da bulunmamaktadır. Meselâ cihadı ele alalım. Eğer bütün insan­lar cihad halinde olsalar ve bunun doğal sonucu olarak da ziraat, ticaret, zenaat gibi faaliyetleri terketseler, geçim imkânı kalmaz. İnsanlar arasından belirli kimseleri cihad için, belirli bir başka grubu ticaret, diğer belirli bir zümreyi ziraat için, başka bir grubu da kaza ve eğitim-öğretim için ayırmak mümkün değildir. Çünkü herkes, kendi kabiliyetine göre, diğerinin başarılı olamadığı bir işte başarılı olabilir. Kimin neye kabiliyetli olduğu da isim ve sınıf olarak bilinemez. Dolayısıyla da hüküm, ona göre belirlenemez.

İkinci bir sebep de şudur: Farz-ı kifâyeden maksat, insanların insanca yaşayabileceği bir düzene varlık ve süreklilik kazandır­maktır. Bu gibi yükümlülüklerde, kişinin terki halinde, nefsin fe­sadı ve hayvani yönün galebesi gibi bir durum ortaya çıkmaz. Me­selâ kaza, din ilimlerinin öğretilmesi, hilâfet görevinin üstlenilme­si gibi. Bunlar genel düzenin sağlanması için meşru kılınmış yü­kümlülüklerdir. Tek bir adamın bu gibi görevleri üstlenmesiyle maksat hasıl olur. Yine hastaya bakılması, cenaze namazı kılın­ması da böyledir. Çünkü bunlardan gözetilen maksat, hastaların ve ölülerin ortada kalmamalarıdır. Bu maksat, bu görevleri bazı kimselerin üstlenmesiyle gerçekleşmiş olur. [473]

Allah’u a’lem!

 

8) Vakitlerin Sırları
 

Ümmet siyasetinin tamamlanabilmesi için, mutlaka taat va­kitlerinin belirlenmesi gerekmektedir. Tayinde asıl olan, mükellef­lerin halini bilme esasına dayalı zan ve tahmin, onlara zor gelme­yecek bir vaktin seçimidir. Bu kadarı, maksadı karşılamaya yeter­lidir. Bununla beraber, bazı hikmet ve maslahatlar vardır ki, ilim­de rüsûh erbabı olanlar, bunları bilirler. Bunlar üç esasa çıkar..



[469] Ebu Dâvüd, Taharet, 3; İbn Mâce, Taharet, 9; Ahmed, 4/369.

[470] Yani insana buradan şer dokundurmak ister.(Ç)

[471] Ebû Dâvûd, Taharet, 19; İbn Mâce, Taharet, 23; Ahmed, 2/371.

[472] Müslim, Salât, 119; Ebû Dâvûd, Salât, 93.

[473] Farz-ı kifâyelerde önemli olan, işin yapılmasıdır. Kimin yaptığı önemli değildir. Meselâ, insan ölüsünün ortada kalması bir cinayettir. Son bir insanlık görevi olarak, onun insanlığına yaraşır bir merasimle defne­dilmesi gerekir. Önemli olan, bu iştir. O insanı defnedecek insanların illâ da şu şu kimseler olmasının bir önemi yoktur. Ancak ihmal sonucu bir insanın naşı ortada kalırsa, o zaman bu insanlık suçundan her insan bir pay alacaktır. (Ç)