Konu Başlığı: Tevhidin mertebeleri Gönderen: Sümeyye üzerinde 10 Şubat 2011, 22:55:57 Tevhidin Mertebeleri: Bil ki: Tevhidin dört mertebesi vardır: 1. “Vâcibu’l-vücûd’ [301] vasfını, sadece Allah Teâlâ’ya hasretmek ve O’ndan başkasının varlığını vâcib görmemek. 2. Arşın, göklerin, yeryüzünün ve orada bulunan diğer cevherlerin yaratılışını sadece Allah Teâlâ’ya hasretmek. Bu iki derece, ilâhî kitapların (herkesçe müsellem olduğundan) üzerinde durmadığı tevhîd mertebeleri olmakta ve bu konuda ne Arap müşriklerinin, ne de Yahudi ve Hıristiyanların muhalefeti bulunmamaktadır. Dahası, Kur’ân-ı Kerîm, bu iki mertebenin herkesçe müsellem bulunan mukaddimelerden olduğunu ifade etmektedir. [302] 3. Göklerin, yeryüzünün ve bunlar arasında bulunan her şeyin idaresini sadece O’na hasretmek. 4. O’ndan başkasını ibadete lâyık görmemek. Bu son iki mertebe de, aralarındaki tabiî bağ sebebiyle birbiriyle iç içe ve birbirinden ayrılmaz durumdadır. Tevhîd ve şirk (iyilik ve kötülük) konusunda ihtilâflar: İnsanlardan bazı gruplar, tevhîd ve şirk konusunda ihtilâfa düşmüşlerdir. Bunların çoğunluğunu şu üç fırka teşkil eder: 1. Yıldızperestler: Bazı insanlar, yıldızların ibadete lâyık olduğuna, onlara ibadet etmenin dünyada fayda vereceğine inanırlar, ihtiyaçları onlara arzetmenin hak olduğunu düşünürler. Bunlar şöyle derler: Biz yıldızların; günlük olaylar, kişinin mutluluk ya da bahtsızlığı, sıhhati ya da hastalığı üzerinde büyük bir etkisi olduğunu anladık. Keza onların soyut (mücerred) ve düşünen nefisleri olduğunu ve bu nefislerin onları hareket haline ittiğini, kendilerine tapanlardan gafil olmadıklarını gördük. Bu inançta olan yıldızperestler, zamanla onların isimleriyle heykeller yaptılar ve onlara tapmaya başladılar. 2. Müşrikler: Allah’a ortak koşanlar: Müşrikler; önemli olayların idaresi konusunda, yine olması kesin olarak programlanıp kararlaştırılan şeyler hakkında müslü-manlarla aynı şekilde düşünmektedirler. Bunun dışında diğer konularda ise farklı bir inanca sahiptirler. Bunlar, daha önceki nesillerden sâlih insanların Allah’a ibadet ettiklerini, O’na yaklaştıklarını, bunun sonucunda da Allah Teâlâ’nın onlara uluhiyyet (tanrılık vasfı) verdiğini, böylece onların da, diğer insanların kendilerine ibadette bulunmasına hak kazandıklarını kabul ederler ve inançlarını şöyle bir örnekle açıklarlar: Hükümdarlar hükümdarına kölesi hizmet eder, hizmetinde kusur göstermez ve onun teveccühünü kazanır. Bunun sonucunda da hükümdar ona, saltanat hilati verir ve ülkesinin bir bölümünün idaresini ona havale eder. Bu makama ulaşmasıyla artık ona, (aslında köle olmasına rağmen) o ülke halkının itaati vacip olur. Bunlar şöyle derler: Allah’a yapılan ibadetin kabul edilmesi için, mutlaka bunlara ibadette bulunulması da gerekir. Dahası, Allah Teâlâ, son derece yücedir, erişilmez bir yerdedir; bunun için de, O’na doğrudan ibadette bulunmak bizatihi insanı O’na yaklaştıramaz. Bu itibarla, Allah ile kullar arasında aracı olmaları ve O’na yaklaştırmaları için, mutlaka sözü edilen sâlih insanlara ibadet etmek gerekir. Bunlara göre, onlar işitirler, görürler, kulları için şefaat ederler, onların işlerini düzenlerler ve onlara yardım ederler. Bu inançlara sahip olan müşrikler, zamanla onların adına taşları yontmuşlar ve bu heykelleri ibadetleri esnasında kendilerine kıble edinmişlerdir. Arkalarından gelen nesiller, bu kıble edinilen putlarla, o putların temsil ettiği kimseler arasındaki bağlantıyı kavrayamaz olmuşlar ve önlerindeki putların, bizatihi mabûd olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Bunun içindir ki Allah Teâlâ, onları reddederken, bazen hükümranlığın ve mülkün sadece kendisine ait olduğunu [303], bazen de onların cansız olduklarını [304] beyan yoluna gitmiştir. Nitekim bir âyette şöyle buyurmuştur: “Onların yürüyecekleri ayakları mı var, yoksa tutacakları elleri mi var veya görecekleri gözleri mi var, yahut işitecekleri kulakları mı var?” [305] 3. Hıristiyanlar: Tevhîd konusunda farklı düşünen üçüncü fırka ise, Hiristiyanlardır. Bunlar, Mesih’in (s.a.) Allah Teâlâ’ya bir yakınlığı olduğuna, diğer insanlardan farklı bir yüceliğe sahip bulunduğuna inanırlar. Hal böyle iken, onlara göre Mesih’in “kul” olarak nitelenmesi uygun olmaz; bu diğerleriyle onu aynı seviyede tutmak olur ki, bu ona bir saygısızlıktır ve Allah’a olan yakınlığım görmemezliktir. Sonra bazıları, onun bu özelliğini ifade için onu “Allah’ın oğlu” olarak isimlendirme yoluna gitmişlerdir. Çünkü bunlara göre, “Baba”, “oğul”a karşı müşfik olur ve onu bizzat kendi elleriyle terbiye eder, üstelik oğul, kişinin sahip olduğu uşakları/köleleri üzerinde bir mevkide bulunur; öyle ise Mesih’e, en uygun olanı “Allah’ın oğlu” ismidir. Diğer bir kısmı ise, onu “Allah” diye isimlendirme yoluna gitmişlerdir. Çünkü “Vâcibu’l-vücûd” onun içine hulul etmiş ve onun içi olmuştur. Bunun içindir ki, ondan, hiçbir beşerden sudûru görülmedik fevkalâdelikler sâdır olmuştur; ölüleri diriltmesi, balçıktan kuş sureti yapıp ona ruh üfleyerek can vermesi.., gibi. Bu itibarla onun kelâmı, Allah’ın kelâmı; ona ibadet de Allah’a ibadettir. Daha sonraki nesiller ise, zamanla Mesih’e bu isimlerin niçin verildiğini unutmuşlar ve neredeyse onun oğulluğunu gerçek bir oğulluk kabul eder, ya da onun her yönden vâcibu’l-vücûd olduğuna inanır bir hale gelmişlerdir. Bunun içindir ki Yüce Allah, onların bu inançlarını reddederken, bazen kendisinin asla eşi (zevcesi) olmadığını [306], bazen de göklerin ve yerin yaratıcısının sadece kendisi olduğunu, bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona sadece “ol” demesinin yeterli olduğunu ve o şeyin de anında olacağını ifade etmıştır. [307] Bu üç fırkaya ait, pek çok iddialar, sayısız hurafeler bulunmaktadır. Araştırıcı, bunları kolayca görebilir. Kur’ân-ı Kerim, işte tevhidin bu iki mertebesi üzerinde durmuş ve doyurucu bir şekilde kâfirlerin şüphelerini izale etmiş, onları reddetmiştir. 2) Şirkin Hakikati İbadet Saygı Halinin En Son Şeklidir: Bil ki: İbadet, insanın gösterebileceği saygı şeklinin en son haddidir. Onun, diğerlerinden daha fazla saygı ifade edişi: a) Ya suret itibariyledir; kıyam ve secde halleri gibi. b) Ya niyetle olur. Yani ibadet fiiliyle, kölelerin efendilerine (mevlâ), halkın hükümdarlara, ya da öğrencilerin hocaya gösterdikleri saygıyı ifade etmeye niyet eder. Bir üçüncü sebep yoktur. [301] Varlığı, zâtının gereği ve zorunlu olan; yokluğu asla düşünülemeyen varhk. (Ç) [302] Meselâ: "Andalsun onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, elbette 'Onları, çok üstün, çok bilen Allah yarattı' diyeceklerdir." Zuhruf: 43/9 âyetinde olduğu gibi. Buna benzer diğer âyetler için Bkz. Ankebut: 29/61, Lokman: 31/25, Zümer: 39/38, Zuhruf: 43/87. (Ç) [303] Böylece şirk inancının asıl çıkış noktasını reddetmiştir. (Ç) [304] Bununla da şirk inancının sonradan aldığı şekli reddetmiştir. (Ç) [305] A'râf: 7/195. [306] Dolayısıyla oğlu olamayacağını ve kendisinin bundan münezzeh bulunduğunu... (Ç) [307] Meselâ Bkz. Yâsîn: 36/82. |