Konu Başlığı: Terğîb ve terhîb yolları Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Şubat 2011, 15:58:39 Terğîb Ve Terhîb Yolları: Terğîb ve terhîb için çeşitli yollar vardır. Her yolun da kendine göre bir sır ve hikmeti vardır. Biz, burada bu yollardan bazısına dikkat çekmek istiyoruz: 1. Amelin, nefis terbiyesi üzerindeki etkisinin açıklanması: Terğîb ve terhîb yollarından birisi, işlenilecek olan amelin nefis terbiyesi üzerindeki etkisinin belirtilmesi, bu yolla melekî ya da hayvanı güçten hangisinin kırılacağının veya diğerine galebe çalıp üstün geleceğinin açıklanmasıdır. Şâri’ Teâlâ dilinde bu, “hasenatın yazılması, seyyiâtın silinmesi” olarak ifade edilmektedir. Meselâ Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmaktadır; “Kim bir günde yüz defa, ‘Lâ ilahe illallahu vahdehû lâ şerike leh, lehu’l-mulku ve lehu’l-hamdu ve huve alâ külli şey’in kadir [573] derse, on köle azad etmiş gibi sevap alır, kendisine yüz kasene (iyilik) yazılır, yüz seyyiesi (günah) de silinir, o gün akşama kadar şeytandan korunmuş olur. Kendisinden daha fazlasını yapan hariç, ondan daha üstün bir şeyi hiçbir kimse işlememiştir.” [574] Daha önce bunun hikmetinden söz etmiştik. 2. Amelin, şeytanın şerrinden korunmada etkinliğinin açıklanması: Terğîb ve terhîb yollarından biri de, işlenen amelin şeytan vb. zararlı şeylerin şerrinden korunmada etkinliğinin açıklanmasıdır. Rasûlullah’ın (s.a.) az önce geçen hadiste, “O gün akşama kadar şeytandan korunmuş olur” buyurması bu kısma örnektir. 3. Amelin, rızkın bollaşmasında ve bereketin ortaya çıkmasında etkinliğinin açıklanması: “(Bakara sûresini okuyun; çünkü onun okunması bereket, terki nedamettir.) Ona tenbeller güç yetiremez.” [575] Buyruğu bunun örneği olmaktadır.[576] Bazısı [577] hakkındaki hikmet şudur: O (kişi), Allah’tan kurtuluş istemektedir. Bu ise, duasının kabulü için bir sebeptir. Rasûlullah’ın (s.a.), Allah Teâlâ’dan rivayette bulunduğu, “Kulum benim himayeme sığınırsa, onu korur, kendisine yardım ederim, benden herhangi bir dilek ve istekte bulunursa, onun istek ve dileğini yerine getiririm.” [578] Kudsî hadisinde ifade edilen mana bu olmaktadır. Diğer bir kısmında ise hikmet şudur: Kişinin, kendisini Allah’ın zikrine vermesi, ceberut âlemine teveccühte bulunması, melekût âleminden istimdâdda bulunması, şunlarla (fanilerle) olan münasebeti keser. Tesir ise, ancak münasebetledir. Diğer bir kısımda [579] ise şudur: Melekler, bu hal üzere olan kimselere dua ederler. Bunun sonucunda da o kimse, bazen bir menfaatin elde edilmesi, bazen bir zararın uzaklaştırılması amacıyla pek çok yola girer. 4. Ahirete yönelik etkisinin açıklanması: Bunun hikmeti, iki mukaddime ile açıklık kazanacaktır; Birinci mukaddime: Bir şeyin, âhirette sevap ya da azaba sebep olduğuna hükmedilebilmesi için, o şeyin mücazât sebeplerinden biri ile münasebetinin bulunması gerekir. Dolayısıyla o: a) Ya kişinin müsbet ya da menfi yönde saadetinin ve nefis terbiyesinin esasım oluşturan dört huyla ilgili olması gerekir. Bu huylar temizlik, âlemlerin Rabbine karşı huşu sahibi olmak, semahat-i nefse sahip olmak, insanlar arasında adaletin ikamesine çalışmaktır.[580] b) Ya da Mele-i a’lâ’nın yürürlüğe konması doğrultusunda üzerinde icmâ ettiği, şeriatların yerleştirilmesi, peygamberlere destek verilmesi gibi şeylerle ilgili olması lâzımdır. Eğer amel, bu iki noktada müsbet katkısı olan bir fiilse, sevaba; menfi yönden bir katkısı olan bir fiilse azaba sebep olacaktır. Yukarıda sözü edilen “münasebetken maksat, amelin, sözü edilen manayı genelde bulundurur (mazinne) olması, yahut âdeten birbirinden ayrılmaz olmaları veya ona giden yol olmasıdır. Meselâ kişinin içinden hiçbir şey geçirmeden iki rekat namaz kılması, Allah’a olan huşuunun, O’nun azametini hatırlamasının, hayvanı duygulardan arınarak yücelmesinin bir göstergesi olmaktadır. Abdestin hakkını vererek alması, nefis terbiyesinde etkin olan temizliği sağlayacak yollardan biridir. Genelde insanların cimrililik etmekte oldukları çok miktarda bir malı harcaması, kendisine karşı haksızlık eden kimseyi affetmesi, haklı olduğu halde tartışmaya girmemesi, semahat-ı nefse sahip olduğunun bir ifadesi (mazinne) olur. Açları doyurmak, susuzları suya kandırmak, kabileler arasında alevlenmekte olan savaşları söndürmek için çalışmak, âlemin ıslahı için çalışmanın bir göstergesi ve ona götüren yoldur. Arapların sevilmesi, onların giyim kuşam tarzının benimsenmesine götüren bir yoldur. Bu ise, hanîf İslâm dininin kabulünü kolaylaştırır. Çünkü şeriat, onların örf ve âdetleri içerisinde şekillenmiştir. [581] Böylece bu tavır, Şeriat-ı Muhammediyye’nin şanının yüceltilmesi olur. İftarda acele etme hükmünü korumak, diğer din müntesiple-rine benzememeyi ve dinin hükmünü tahriften uzak kılmayı sağlar. Öteden beri hukemâ (filozoflar), zanaat erbabı, tabipler hükümleri, muhtemel mahal, belirti ve göstergeleri (mazinne) üzerine hamledegelmişlerdir. Araplar da, gerek hitabelerinde ve gerekse konuşmalarında aynı minval üzere hareket edegelmişlerdir. Ki biz bunlardan bir kısmını belirtmiştik. “Münasebet’ten maksat şu da olabilir: Amel, zor veya gizli ya da insan tabiatına uygunsuz bir fiil olur, dolayısıyla ona karşı dünyevî bir kasıt bulundurulmaz. Buna rağmen işleniyorsa, bu o ameli işleyenin gerçekten ihlâs sahibi olduğunu gösterir. Böylece amel, İhlasın göstergesi sayılır. Zemzem suyundan şişinceye kadar içmek, Hz. Ali’yi (r.a.) sevmek gibi. Çünkü o, Allah’ın emri konusunda tavizsizdi. Ensar sevgisi de böyledir. Zira Maa’ddî ve Yemeni Araplar [582] arasında bir düşmanlık vardı. İslâm geldi ve bunların arasını buldu. Şu halde bunların aralarının düzelmesi, onların kalplerine İslâm nurunun girdiğine bir alâmettir. Müslüman askerlerini beklemek üzere düşmanı gözetlemek için dağın tepesine çıkmak, geceleri nöbet tutarak uykusuz kalmak da böyledir. Bu hareket, Allah Teâlâ’nın dininin yüceltilmesi konusundaki azminin ve dine karşı olan sevgisinin bir belirtisi olur. İkinci mukaddime: İnsan ölecek, nefsi ve onun (işlediği ameller sonucu) aldığı şekillerle başbaşa kalacaktır. Bunlardan bir kısmı nefsine uygun, bir kısmı da zıt düşecektir. Şu halde çekeceği elemlerin, alacağı nazların oradakilere (misal alemindeki) en yakın bir surette ortaya çıkması gerekir. Bu konuda aklî mülâzemet dikkate alınmaz. Aksine bir başka tür mülâzemet (ayrılmazlık) söz konusudur. Ki bu yüzden hadîsu’n-nefs meydana gelir, uykuda manaların surete bürünmesi bu mülâzemet esasına göre gerçekleşir; müezzinin okuduğu ezanla, oruç günü, insanları cinsî ilişki, yeme ve içmeden menetmesi manasının, cinsel organların ve ağızların mühürlenmesi şeklinde simgelenmesi gibi. Sonra misâl âleminde bazı münasebetler vardır ki, onların üzerine hükümler bina edilir. Cibril’in (s.a.) başkalarının değil de Dıhyetu’l-Kelbî [583] suretinde gözükmesinin elbette bir sırrı vardır. Hz. Musa’ya (s.a.) ateşin gözükmesi bir sebebe mebnîdir. Bu sözü edilen münasebetleri bilen kimse, -aynen rüya tevilini bilen kimsenin, görünen suretlerin hangi manaya geldiğini bildiği gibi- işlenilen amelin karşılığının ne şekilde olacağını bilir. İşte bu yoldan hareketle Rasûlullah (s.a.), ilmi saklayan, ihtiyaç olduğu halde ilmi öğretmeye yanaşmayan kimselerin, ateşten gem vurularak cezalandırılacağını beyan buyurmuştur. Çünkü nefsin öğretmemek yüzünden elem duyması, frenlenmesi sebebiyledir. Gem ise, frenlenmenin remzi ve suretidir. Mala tutkun olanın aklı fikri onda olur. Bu yüzden böyle birinin boynuna zehirli bir yılanın dolanacağı ifade buyurulmuştur. Altın, gümüş istifinde bulunup mal toplayan, aklını fikrini hep ona verip, Allah yolunda harcamaya yanaşmayan kimsenin azabının yine bu mallar yoluyla olacağı beyan edilmiştir. Nefsine kesici/delici âlet ya da zehir vasıtasıyla (intihar gibi) işkence eden ve böylece Allah’ın emrine muhalefet eden kimse, aynı surette azap görecektir. [584] Fakiri giyindiren kimse, kıyamet gününde ipekli cennet elbiselerinden giyindirilecektir. Bir müslümanı azad eden, boynunu kölelik boyunduruğundan kurtaran kimsenin her bir organı, azad ettiği kimsenin organlarına karşılık cehennem ateşinden azad edilecektir. 5. Amellerin teşbihi: Terğîb ve terhîb yollarından biri de, güzellik ya da çirkinlik yönünden amellerin zihinlerde yer eden şekillere benzetilmesidir. Bu ya şeriat, ya da örf ve âdet cihetinden olur. Bu durumda mutlaka bu iki şey arasında şöyle ya da böyle müşterek bulunan cami’ bir noktanın (benzetme yönü) bulunması gerekir. Meselâ, sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar mescidde bekleyen kimsenin, hac ve umre sahibine benzetilmesi, hibesinden dönen kimsenin, kustuğunu yiyen köpeğe benzetilmesi böyledir. Kişinin sevilenlere ya da buğzedilenlere nisbet edilmesi, işleyen kimseye hayır dua ya da bedduada bulunulması.., evet bütün bunlar, güzellik ya da çirkinlik yönüne ilişilmeksizin icmalî olarak amelin haline işaret eder. Şâri’in: “Bu, münafığın namazıdır.” [585] “Şöyle şöyle yapan bizden değildir”, “Bu amel, şeytanların ya da meleklerin işlerindendir” “Şöyle şöyle yapan kula Allah rahmet eylesin!”.., gibi ifadeler içeren sözleri böyledir. 6. Amelin rıza ya da gazaba sebep olduğunun beyan edilmesi: Terğîb ve terhîb yollarından bir diğeri ise, amelin Allah’ın rıza ya da gazabıyla ilgili olduğunun, meleklerin, o işi işleyen kişinin leh ya da aleyhinde duasına sebep olacağının belirtilmesidir. Şâri’in: “Allah Teâlâ, şunu şunu sever, şuna şuna gazap eder” şeklinde gelen ifadeleri böyledir. Rasûlullah’ın (s.a.) şu hadisleri de bu kısımdandır: “Allah Teâlâ ve melekler, safların sağ cenahında bulunanlara salât (rahmet/dua) ederler.” [586] Bunun hikmetini daha önce açıklamıştık. Allah’u alem! 16) İnsanların Dereceleri En Üst Kemâl Halinden, En Aşağı Mertebeye, Kadar Olan İnsanların Mertebeleri; İnsanların tabakalara ayrıldığını gösteren temel dayanağımız, aşağıya alacağımız şekilde başlayan ve surenin sonuna kadar devanı eden âyetlerdir: “...Ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman, Sağcılar [587] (ashâbu’l-meymene), ne mutludur onlar! Solcular (ashâbu’l-meş’eme), ne bahtsızdır onlar! Önde olanlar (sâbikûn), onlar öncüdürler. İşte onlar en çok yaklaştırılanlardır (mukarrabûn)..” [588] Konuya esas bir başka âyet de şudur: “Sonra kitabı, kullarımız arasından seçtiklerimize miras verdik. Onlardan kimi, kendisine zulmeder (zâlim), kimi orta yolda gider (muktasıd), kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda Öne geçmek için yarışır (sâbik). İşte büyük fazilet budur.” [589] [573] Türkçesi: "Allah'tan başka tanrı yoktur, O birdir ve ortağı yoktur. Mülk O'nundur ve övgü sadece Ona aittir. O, her şeye kadirdir." [574] Buhâri, Bed'u'1-halk, 11, Deavât, 65; Müslim, Zikr, 27. [575] Bkz. Müslim, Müsâfirîn, 252; Dârimî, Fedâilu'l-Kur'ân, 13, 15; Ahmed, 5/249, 251. [576] Verilen örneği de dikkate alarak metinde takdim ve tehir olduğu düşüncesiyle mananın uyumu için bu şekilde tercüme etmeyi uygun gördük. (Ç) [577] Korunmada etkin olan ameller. (Ç) [578] Hadisin başı şöyle: "Kulum, nafile ibadetlere devam etmekle bana yaklaşır. Bunun sonucunda ben onu severim. Ben onu sevince de, onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum..." Buhârî, Rikâk, 38. [579] Rızkın bollaşması ve bereketin ortaya çıkmasını kastetmiş olabilir. (Ç) [580] Bunlar daha önce "Mutluluk" bahsinde genişçe ele almmıştı. (Ç) [581] Müellifin bu görüşünün, İslâm'ın evrenselliği ilkesi ile bağdaşmayacağı kanaatindeyiz. İslâm'ın, bütün insanları Arap örf ve âdetleri içinde toplama gibi bir amacı olamaz. Zira bu zaten hiçbir zaman olmayacak bir şeydir. Tarihî seyir içerisinde de öyle olmamış, İslâm, çeşitli iklimlerde yaşayan farklı ulusları kendi potasında, mahallî boyalan koruyarak şekillendirmiştir. (Ç) [582] Araplar, Kuzey ve Güney Arapları olmak üzere ikiye ayrılır. Kuzey kabilelerine Maa'ddî, güney kabilelerine de Yemeni Araplar denilir. (Ç) [583] Gayet yakışıklı bir sahâbî idi. [584] İslâm, karşılığın, amel cinsinden olmasını bir ilke olarak kabul eder. (Ç) [585] Hadisin tamamı şöyledir: "Her kim oturur ve güneşin sararıp şeytanın iki boynuzu arasına girdiği bir anda kalkar ve (kuşun yem toplaması gibi) Allah'ı çok az anarak dört rekat namaz kılarsa..." [586] Ebû Dâvûd, Salât, 95; İbn Mâce, İkâmet, 55. [587] Bunlara, kitapları sağ taraflarından verileceği için bu ad verilmiştir. Kitapları sol tarafından verileceklere de solcular denilmiştir. [588] Vakıa: 56/7-11. [589] Fâtır: 35/32. |