๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 24 Ocak 2011, 14:14:34



Konu Başlığı: Tecrübe delili
Gönderen: Sümeyye üzerinde 24 Ocak 2011, 14:14:34
3. Tecrübe Delili:

 

insan fertleri üzerinde istikrada bulunan herkes hiç kuşku duymadan bilir ki onlar, bu üç letâife yönelik cibillî özelliklerine göre farklı farklıdırlar. Kimilerinin kalbi, nefsinin üzerinde hâkim konumdadır. Kimilerinin kalbi ise, nefsinin boyunduruğu altında­dır.

Birinci özellikte olan birine öfke isabet ettiğinde, yahut kal­binde büyük bir makama karşı talep belirdiğinde, o kimsenin ya­nında şehvanî büyük lezzetlerin hiç önemi olmaz; onların terkine sabreder, onların terki konusunda nefsine karşı büyük mücadele verir.

Kalbi, nefsinin boyunduruğu altında olan kimsenin durumu­na gelince, kendisine bir şehvet arız olduğunda, gözü kara hemen içine dalar, isterse arlanmayı gerektirecek bin bir durum olsun, hiç aldırmaz. İstediği yüksek mevkilere iltifat etmez, düşebileceği aşağılık durumlara, horluk ve zillete aldırmaz.

Birinci tipten olan kıskanç bir adam şehvetini gidermek için evlenme arzusu duyar ve nefsi bunu ısrarla talep eder. Fakat o, kalbinde yer eden kıskançlık duygusunun etkisiyle bir türlü evlen­meye yanaşmaz.                                                                                     

Bazen aç olur, açık olur, fakat sabreder ve sahip olduğu guru­rundan asla hiçbir kimseden bir şey istemez.

ikinci tip, haris biri olur ve kendisine şehvanî bir ilişki ya da nefis bir yemek imkânı doğar ve bunun kendisi için son derece za­rarlı olduğunu tıp, ya da tecrübe yoluyla, yahut da bazı insanların zoruyla bilir. Korkar, titrer, serden kaçınır; sonra heva ve hevesle­ri gözünü bürür, onu kör eder ve adam bile bile kendisini helakin içine atar.

Bazen olur insan, nefsinin her iki tarafa da meyyal olduğunu ve sâiklerin birbiriyle çekişmeli olduğunu idrak eder. Bir bu asılır, bir öteki. Buna benzer fiiller kendisinden çokça vuku bulur ve in­sanlar arasında darb-ı mesellik olur. Mücadele ya hevâ ve hevesle­re tabi olma ve korunmama doğrultusunda, ya da hevâ ve hevesle­ri kontrol altına alma, aklın kontrolünde yol alma şeklinde olur. [1011]

 
Aklın, Kalbe Ve Nefse Galip Olması:
 

Üçüncü bir tip daha vardır ki aklı; kalbine ve nefsine galebe çalar. Gerçek imana sahip mü'min gibi. Bunun sevgisi, nefreti ve şehveti, Sâri' Teâlâ'nm emretmiş olduğu şeylere, şer'an cevazı, hatta müstehaplığı bilinen şeylere yönelik olur ve bunun sonucun­da o, şeriatın hükmünden asla ayrılmak istemez.

Dördüncü bir tip daha vardır ki, ona töreler (resim), itibar ta­lebi, utanılacak şeylere düşmekten uzak durma isteği galebe çalar. Bu tipte olan kişi, kuvvetli gazaba, şiddetli cürete sahip olmasına rağmen, Öfkesini yutar, kendisine yapılan küfür ve hakaretlerin acılığına sabreder, yapısının güçlü arzusuna rağmen şehvetini ter-keder ki, hakkında hoşuna gitmeyecek şeyler söylenmesin, çirkin şeylere nisbet edilmesin, yahut da talep etmekte olduğu yüksek mevki ve itibara ulaşabilsin.

Bu dört tip içerisinden birincisi yırtıcı hayvanlara (sibâ'), ikincisi mallara (behâim), üçüncüsü meleklere benzer. Dördüncü hakkında da mürüvvet sahibi, âl-i himmet sahibi denir.

İstikrada bulunan kimse, insanlar arasında kendisinde iki kuvvetin birden egemen olduğu birini göremez. Kuvveler araların­da çekişmeli olur; bazen bu Ötekine, bazen öteki buna galebe çalar. İncelemede bulunan, insanların hallerini belirlemek ve onları ifa­de etmek istediğinde, sözünü ettiğimiz bu üç letâifi isbat zorunda kalır. [1012]

 
4. Akıllıların İttifakı Delili:
 


Bu üç letâifin bulunduğuna dair akıllıların ittifakına gelince, bil ki: Nefs-i natıkanın tezhîb ve tezkiyesiyle ilgilenen her tür din ve mezhep salikleri, bu üç letâifin isbatı ya da bu üç letâifle ilgili olan makam ve hallerin beyanı üzerinde ittifak etmişlerdir. Meselâ feylesof, amelî hikmette bunlara, "nefs-i melekî", "nefs-i se-buV ve "nefs-i behîmî" ismini verir. Bu isimlemede bir tür müsa­maha vardır. Aklın, nefs-i melekî diye isimlendirilmesi, akla sahip en üstün varlıklara nisbet şeklinde isimlendirme kabilindendir. Kalbin, nefs-i sebu'î diye isimlendirilmesi de, kalbin en meşhur sı­fatının dikkate alınması sebebiyledir.

Sûfiler, bu letâifi kabul ederler ve her birinin tezkiyesi için ayrı bir özen gösterirler. Şu kadar var ki onlar, iki latîfe daha ka­bul ederler ve onlara büyük önem verirler: Bunlar "ruh" ve sır dır.

Bunun hakikati şöyle: Kalbin iki yüzü vardır:

i. Beden ve organlara mail yüzü,

ii. Tecerrüd (soyutlanma) ve mutasarraflığa (sırâfa) mail yüzü.

Aynı şekilde aklın da iki yüzü vardır: i. Beden ve duyulara mail yüzü,

ii. Tecerrüd (soyutlanma) ve mutasarraflığa (sırâfa) mail yüzü.

Bunların alt tarafa bakan yüzlerine kalp ve akıl, üst tarafa bakan yüzlerine de ruh ve sır adı vermişlerdir. [1013]



[1011] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/274-275.

[1012] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/275-276.

[1013] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/276-277.