๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 04 Şubat 2011, 14:10:47



Konu Başlığı: Tahrîc yoluyla ortaya konulan örnekler
Gönderen: Sümeyye üzerinde 04 Şubat 2011, 14:10:47
Tahrîc Yoluyla Ortaya Konulmuş Esaslara Dair Örnekler:

 

Meselâ sonradan gelen fakihler, “Hâss mübeyyendir, onun be­yana ihtiyacı yoktur” kuralını, ilk imamların “Rükû edin, secde yapın!’ [814] âyeti ile Rasûlullah’ın (s.a.):

“Kişi, rükû ve secdede beli­ni doğrultmadıkça namazı yeterli olmaz.” [815] Hadisini değerlendirir­ken, rükû ve secdeden doğruluşlarda hareketten kesilmenin farz olduğu görüşüne sahip olmadıklarından, dolayısıyla hadisi âyetin beyanı saymadıklarından çıkarmışlardır. Tabiî, mütekaddimînin Rasûlullah’ın (s.a.) perçemini (nâsiye) meshetmesini, “Başlarınızı meshedin.” [816] âyetinin beyânı saymaları;

“Zina eden erkek ve zina eden kadına yüz sopa vurun” [817]

“Hırsız erkek ve hırsız kadının el­lerini kesin!’ [818]

“Başka bir koca ile evlenmedikçe...” [819] Ayetleri hakkında sonradan gelen beyanlar olduğunu kabul etmeleri bu ku­rala uymamaktadır. Bunu gören kuralcılar, binbir tekellüfe girib cevaplar vermeye çalışmışlar, bu tür izahlara kitaplarında önemli yer vermişlerdir.

Keza, “Âmm, hâss gibi kat’îdir” kuralını, imamların “Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun!” [820] âyeti ile Rasûlullah’ın (s.a.):

“Fâtihasız namaz olmaz.” [821] Hadisi hakkındaki tutumların­dan çıkarmışlar, onların, hadisi, âyeti tahsis eden bir nass olarak görmediklerini belirtmişlerdir. Yine onların Rasûlullah’ın (s.a.)

“Beş ukiyyeden [822] azında zekât yoktur.” [823] Hadisini,

“Akarsuların suladığında öşür vardır.” [824] Hadisi için tahsis delili (muhassıs) kabul etmemeleri, kuralın çıkarılmasında dayanak olmuştur. Bu kez,

“Eğer elde olmayan bir sebeple hac ve umreden alıkonursanız, kolayınıza gelen bir kurbanı gönderin.” [825] Ayetinde sözü edilen kurbandan maksadın, Rasûlullah’ın (s.a.) beyanıyla koyun ve daha büyüğü olduğunu söylemeleri, ileri sürdükleri kuralla uyuşmamış, cevap için zorlamalara gitmişlerdir.

Yine “İçinizden, imanlı hür kadınlarla evlenmeye gücü yet­meyen kimse, elleriniz altında bulunan imanlı genç kızlarınız (sa­yılan) cariyelerinizden alsın.” [826] Ayeti hakkındaki tavırlarından [827] “Şart ve sıfat mefhûmlarına asla itibar edilmez” kuralını çıkar­mışlar, fakat buna uymayan pek çok davranışa sahip olduklarını görünce -”Sâime [828] devede zekât vardır.” [829] Hadisinde olduğu gibi [830]- çeşitli tekellüflere girerek cevap aramaya çalışmışlardır.

Musarrât hadisini terketmelerinden hareketle, “Re’ye mahal bulunmayan konularda fakih olmayan râvînin hadîsi ile amel et­mek gerekmez” kuralını ortaya koymuşlar, fakat bu kez kahkaha ile gülmenin abdesti bozması, unutarak yeme halinde orucun bo­zulmaması gibi konular kurala uymadığından, cevap için zorla­malara gitmişlerdir.

Bu verdiğimiz örneklere benzer durumlar, araştırıcıya gizli kalmayacak kadar çoktur. Kişi araştırmacı değilse, ona işaret şöyle dursun, uzun uzadıya anlatma bile zaten yeterli olmaz.

Bu anlattıklarımıza delil olmak üzere muhakkik âlimlerin sözleri yeterlidir. Re’ye mahal bulunmayan konularda, zabt ve adalet sıfatlarıyla tanınan, fakat fakih olmayan râvînin hadisi ile amel etmek gerekmez, görüşü İsâ b. Ebân’a [831] aittir ve müteahhir ulemâdan birçoğunun tercihi olmuştur.

Oysaki Kerhî [832] ve onun gibi düşünen birçok ulemâ, haberin, kıyâs üzerine takdim olunması için râvînin fakih olmasının şart olmadığını kabul etmişler ve şöyle demişlerdir:

“Bu söz, imamları­mızdan nakledilmiş değildir. Aksine onlardan bize nakledilen, vâhid haberin kıyâstan önce geldiği doğrultusundadır. Dikkat edi­lirse onların, oruçlunun unutarak yemesi ve içmesi halinde Ebû Hureyre hadisiyle -kıyâsa muhalif olmasına rağmen- amel et­tikleri görülecektir. Hatta Ebû Hanîfe konuyla ilgili olarak: ‘Eğer rivayet olmasaydı, kıyâs ile hükmederdim.” demiştir.”

Keza müteahhir ulemânın, ilk imamların davranışlarını de­ğerlendirirken pek çok konuda farklı neticelere ulaşmaları ve bir­birlerini eleştirmeleri de tezimizin doğruluğu hakkında bir fikir verecek mahiyettedir.

 

7) Fıkhı Yaklaşımları Sadece Ehl-i Re’y Ve Ehl-i Zahire İndirgemek Hatalıdır:
 

Yine ben, bazılarının şöyle bir yanlış kanaate sahip oldukları­nı gördüm: İslâm hukuku alanında iki fırka vardır ve bunların bir üçüncüsü daha yoktur. Bunlar:

i. Ehl-i zahir,

ii. Ehl-i re’ydir.

Bunlara göre, her kim kıyas yapar, hüküm istinbatmda bu­lunursa o ehl-i re’ydendir.

Hayır, vallahi böyle değildir. Re’yden maksat, bizzat anlama ve akletme demek değildir. Çünkü bu, hiçbir âlimi bunlarsız dü­şünmek mümkün değildir. Re’yden maksat, hiçbir şekilde sünnete dayanmayan görüş de değildir. Zira böyle bir meşrep, hiçbir müslüman için söz konusu olamaz. İstinbat ve kıyasa kadir olmak da değildir. Zira İmam Ahmed ve İshâk, hatta İmam Şâfıî ittifakla ehl-i re’yden değildiler; Oysaki onlar pekâlâ istinbâtta bulunur, kı­yas yaparlardı.

Şu halde ehl-i re’yden maksat, müslümanların tümü ya da büyük çoğunluğu arasında icmâ gerçekleşmiş meselelerin dışında kalan konularda, mütekaddimînden bir imamın aslı üzere yürü­yüp tahrîce fazlaca ağırlık veren bir topluluk olmaktadır. Bunların çoğu kez yaptıkları, hadis ve âsâr araştırmasına girmeksizin nazîri nazır üzerine hamletmek (kıyas yapmak), meseleyi, elde et­tikleri esaslardan birine irca etmeye çalışmaktır.

Zahirî ise, kıyası, sahabe ve tabiîn asarını kabul etmeyenler­dir. Dâvud [833] ve İbn Hazm gibi.

Bu iki grup arasında ise muhakkik ehl-i sünnet âlimleri yer almıştır. İmam Ahmed ve İshâk [834] gibi.

Bu konuda sözü bir hayli uzatmış bulunuyoruz. Hatta kitabı­mızın asıl konusunun dışına çıktık da diyebiliriz. Aslında bu be­nim âdetim değildi, tuttuğum yolla da bağdaşmazdı. Buna rağmen konuyu bu denli uzatmamızın iki sebebi vardır:

1. Yüce Allah, bir zamanlar benim kalbime, İslâm şeriatında ulemâ arasında meydana gelen her ihtilâfın sebebini anlayabilece­ğim bir kıstas koymuştu. Bu kıstas sayesinde, neyin Allah ve Rasûlü katında doğru olduğunu bilebilmekteyim. Yine Allah, beni, aklî ve naklî delillere hiçbir şüphe ve probleme mahal bırakmaya­cak şekilde bunu isbat edebilmeme gücü de verdi. Ben de bu teyîd-i ilâhîden hareketle “Gâyetu’l-insâf fi beyâni esbâbi’l-ihtüâf adını vereceğim bir telifte bulunmaya karar verdim. [835] Bu eserde, bu gi­bi konuları sadra şifa verecek şekilde tam olarak beyan edecek, her konuda ifrat ve tefrite kaçmadan örnekler verecek, konuya açıklık getirecek, meram ve maksadı ifadeye çalışacak, ihatalı bir çalışma yapacaktım. Fakat şimdiye kadar buna imkân bulama­dım. Söz, ihtilâf konusuna gelince, daha önceki tasarılarım, beni bu konuda yazmayı düşündüğüm bazı şeyleri burada kaleme al­maya şevketti.

2. İkinci sebep ise, zamanımız insanlarının gaflet içerisinde olmaları, ihtilâfa düşmeleri ve ele aldığımız konulardan tamamen habersiz olmaları, hatta kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyanlara karşı tavır koyar durumda bulunmalarıdır.

“Rabbimiz Rahmandır, anlattıklarınıza karşı yardımı isteni­len O’dur.” [836]

Burada, Hüccetullâhi’l-bâliğa kitabımızın genel olarak hadi­sin sırları ilmine ayırdığımız birinci kısmını noktalayalım.

Başta sonda, gizli aşikâr her zaman ve her yerde hamd yalnız Allah’a mahsustur. Bundan sonra inşallah kitabın ikinci kısmına, Rasûlullah’tan (s.a.) gelen hadislerin sırlarının tafsil üzere beyanı bölümüne geçeceğiz.


 

[814] Hacc: 22/77.

[815] Bkz. Ebû Dâvûd, Salât, 144; Tirmizî, Mevâkît, 81; İbn Mâce, İkâme, 16.

[816] Maide: 5/6.

[817] Nur. 24/2. Hadîs, sopa cezasının (celd) bekarlara mahsus olduğunu, muhsan (evli) olanlara ise recim cezası gerektiğini beyan etmiştir.

[818] Mâide: 5/38. Hadis, el kesme için, çalınacak malın bir kıymet ifade etmesini şart koş­muş, böylece âyeti beyan etmiştir.

[819] Bakara: 2/230. Hadis, âyette geçen nikâh sözcüğünden maksadın akit değil, zifaf oldu­ğunu beyan etmiştir.

[820] Müzzemmil: 73/20.

[821] Tirmizî, Mevâkît, 69.

[822] Bir ukiyye, kırk dirhemdir. (Ç)

[823] Buhârî, Zekât, 32; Müslim, Zekât, 3, 5-7. Aslında bu hadis yerine "Beş veskten azında zekât yoktur." hadisini kullanmalıydı. Çünkü âmm olan hadisin konusu ziraî ürünlerdir, dolayısıyla tahsis edici nass da zirâi ürünlerle ilgili olmalıydı. (Ç)

[824] Buhârî, Zekât, 55; Müslim, Zekât, 8.

[825] Bakara: 2/196.

[826] Nisa: 4/25.

[827] Ayetin şart mefhûmu, gücü yetenlerin cariyeleri alamayacağıdır ki, bu söz konusu edilmemiştir. (Ç)

[828] Sâime: Senenin çoğunu meralarda otlayarak beslenen hayvandır. (Ç)

[829] Nesâî, Zekât, 4, 7; Ahmed, 5/2, 4.

[830] Sâime devenin sıfat mefhumu, sâime olmayan, evlerde beslenen hay­vanlardır ki, bilindiği gibi bu mefhûma riayet edilmiş, zekât mallarında sâimelik şartı aranmıştır. (Ç)

[831] Hanefî fukahâsının büyüklerindendir, uzun zaman kadılık yapmıştır. Furû-ı fıkha dair eserleri vardır. 221/836 yılında vefat etmiştir. (Ç)

[832] Ubeydullah b. el-Huseyn el-Kerhî: Devrinde Irak hanefî fakihlerinin ba­şı durumundadır. Bağdad'da 340/952 yılında vefat etmiştir. (Ç)

[833] Ebû Süleyman Dâvûd b. Ali el-Isbahânî ez-Zâhirî: 202 yılında Kûfe'de doğmuş ve İshâk b. Râhûyeh, Ebû Sevr ve daha başkalarından ilim tah­sil etmiştir. İmam Şafiî'ye son derece bağlı idi ve onun faziletine dair iki kitap yazmıştı. Sonraları kendisine mahsus yeni bir mezhep edindi. Mezhebinin temelini, Kitap ve sünnetin zahiriyle amel etmek -zahirinin murad olunmadığına dair Kitap ve sünnetten ya da icmâdan bir delil bulunmadığı sürece- oluşturuyordu. Nass bulunma­dığı zaman icmâ ile amel ederdi. Kıyası tamamen reddetmişti. 270/883 yılında vefat etmiştir.

[834] İshâk b. Rûhûyeh: Horasan'da devrinin büyük hadis âlimlerindendir. Hadis tahsili için çeşitli ülkeleri dolaşmış, kendisinden İmam Ahmed, Buhârî, Müslim, Tirmizî, Nesâî ve daha başkaları hadis rivayet etmiş­tir. Hadisi, fıkhı, doğruluğu, zühd ve takvayı kendisinde toplamış biriy­di. Müsned'i vardır. 238/853 yılında vefat etmiştir. (Ç)

[835] Müellif, sözünü ettiği ve muhtevasını büyük ölçüde burada işlediği bu eseri bazı ufak tefek değişiklik ve ilavelerle müstakil olarak telif etmiş ve kitap ayrı olarak basılmıştır. Ayrıca Şükrü Özen tarafından türkçeye de çevrilmiş ve (Mezheplerin Doğuşu ve İçtihad Tartışması, Pınar Ya­yınları, İstanbul 1987, s. 11-42) içerisinde yayınlanmıştır. (Ç)

[836] Enbiyâ: 21/112.