๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 09 Şubat 2011, 18:23:01



Konu Başlığı: Şeriatların farklı şekillerde gelmesi
Gönderen: Sümeyye üzerinde 09 Şubat 2011, 18:23:01
Şeriatların, Farklı Şekillerde Gelmesinin Sebepleri:


Bil ki: Şeriatların pek fazla hususî şekil üzere inmesinin se­bepleri çoktur. Ancak bunlar sonuçta iki türe indirgenebilir:

1. O hükümlerle yükümlü kılınmalarını gerektiren tabiî du­rum.

Meselâ, bütün insan fertlerinin, insan olmalarının tabiî sonu­cu olarak sahip oldukları bir yapı ve halleri vardır. Bunlar, onların bir takım hükümlerle yükümlü kılınmalarım gerektirir.

Anadan doğma kör olan bir insanın hayal âleminde renkler ve suretler bulunmaz; onun dünyasında sadece lâfızlar ve dokun­ma duyusuyla algılanabilen şeyler vb. vardır. Şimdi böyle birinin gayb âleminden rüya, ya da daha başka yolla bir bilgi edinmesi ha­linde, bu bilgi elbette ki, hayal âleminde mevcut bulunan bir kalı­ba girecek ve ona göre şekillenecektir.

Arap dilinden başka bir dil bilmeyen herhangi biri hakkında, eğer bir bilgi dil ile ifadesini bulacaksa, elbette ki bu sadece Arap diline has lâfız ve kalıplarla olacaktır.

Meselâ bir yerde fil ve benzeri korkunç görünümlü hayvanlar olsa, o memleket ahalisinde cin çarpması, şeytan korkutması gibi şeyler hep bu korkunç hayvanların suretine bürünen görüntüler ile gerçekleşecektir. Başka yerde öyle olmaz. Yine meselâ bazı yer­lerde, bazı şeylere çok büyük değer verilir, yiyecek ve giyecekler­den güzel şeyler bulunur. O yöre halkı, nimet ve meleklerin inişini işte bu suretlerle algılar.

Keza bir Arap, bir şeyi yapmak, ya da bir yola çıkmak üzere iken, “râşid” veya “necîh” gibi bir kelime [445] duyarsa, bu onun için yapmak istediği şeyin güzel olduğuna bir delil olur. Tabii bu du­rum, Arap olmayan için söz konusu değildir. Sünnette buna dair bazı örnekler mevcuttur.

Şeriatlarda, aynı şekilde gönderilen kavimde yer etmiş bulu­nan telakkiler, onlarda gizli bulunan inançlar ve içlerine iyice işle­miş bulunan âdetler de dikkate alınır.

Bunun içindir ki deve eti ve sütü, İsrail oğullarına haram edilmiş iken İsmail oğullarına [446] helâl kılınmıştır. Yine bu esastan hareketle yenilecek şeyler konusunda temiz ve iğrenç/pis olan şey­lerin belirlenmesi Arap örf ve âdetine havale edilmiştir. Yine bu esastan hareketle kız kardeş kızları, Yahudilere haram kılınmaz­ken bize haram kılınmıştır. Çünkü onlar, bu kızları babalarının kavminden sayarlar, kendileri ile onlar arasında ne bir beraberlik, ne bir irtibat, ne de bir yakınlık var sayarlardı. Onlara göre kız kardeş kızları sanki yabancı biriydi. Bizde ise böyle değildir.

Bunun içindir ki, buzağının, annesinin sütü içerisinde pişiril­mesi, bize değil, onlara haramdı. Çünkü bunun, Allah’ın yarattığı­nı değiştirmek ve konulmuş bulunan tedbir-i ilâhîye karşı koymak olduğu, zira bunun Allah Teâlâ’nın buzağının yetişmesi için yalat­mış olduğu sütün, onun bünyesinin çözümlenmesi ve yok olması doğrultusunda kullanılması demek olduğu inancı Yahudilerin içi­ne iyice yerleşmişti ve onlar bu inanç doğrultusunda hareket eder­lerdi.

Araplar ise, böyle bir telakki ve inançtan son derece uzaktı­lar. Hatta onlara böyle bir yasak getirilse, hükmün gerekçesini as­la anlayamayacaklardı.

Şeriatların indirilmesinde dikkate alınan husus sadece, ka­vimlerde yer etmiş bulunan telakkiler, haller ve inançlar değildi. Bilakis, onlar içerisinde en fazla itibara alınanı ve öncelikli olanı, insanların üzerinde yaşayageldikleri, bilerek bilmeyerek akılları­nın hüsnü kabulle karşıladığı şeylerdir. Nitekim bunu, bir şeyin, başka bir şeyin suretinde temessül etmesi ilişkilerinde görürsün. Meselâ, insanları sahur yemeğinden men etme manasının, ağızla­ra mühür vurma suretinde temessülü böyledir. Çünkü insanlara göre bir şeyi mühürlemek, onu yasaklamak manasına gelir.

 

Allah’ın Kulları Üzerindeki Hakkı, O’na Saygı Duymalarıdır:
 

Esasen Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki hakkı, O’na karşı son derece saygılı olmaları ve emirlerine karşı en ufak bir muhale­fete kalkışmamalarıdır. İnsanlar arasındaki ilişkilerde vacip olan ise, aralarında ülfet, muhabbet ve dayanışma esaslarının gerçek­leştirilmesi, hiçbir kimsenin bir başkasına -kamu yararının ge­rektirdiği durumlar hariç- eza etmemesidir.

Bunun içindir ki, bir kimse yabancı bildiği bir kadının yata­ğına girse, Allah Teâlâ ile arasındaki saygı perdesini kaldırmış olacağından, o kadın isterse kendi zevcesi bulunsun- bu onun aleyhine günah olarak yazılır. Çünkü Allah’ın emir ve hükmüne muhalefet etme cüretkârlığını göstermiştir.                                       

Kendi karısı olduğu zannıyla, yabancı bir kadına yanaşan bir kimse ise -eğer bu konuda ihmal ve kusuru yoksa- Allah katın­da mazur görülür.

Bir oruç adayan kimse, adağını yerine getirmekle sorumlu olur; oysaki adakta bulunmayanlar için böyle bir sorumluluk yok­tur.

Dinde ifrata düşen kimselerin işleri zorlaştırılır. Yetime, ter­biye amacıyla vurulan bir tokat güzel iken, eza vermek amacıyla vurulan tokat kötü kabul edilir. Hata eden ve unutan kimse, pek çok hükümde mazur görülür; işlediği günahtan dolayı sorumlu tu­tulmaz.

Bu esas muvacehesinde insanların telakkileri, açık gizli âdetleri esas alınır ve onlar hakkında inecek şeriatlar sözü edilen telakkiler, beklentiler, örf ve âdetler doğrultusunda şekillenir.

 

Adet Ve Telakkilerin Pek Çoğunda Arap-Acem Bütün İnsanlar Müttefiktirler:
 

Âdetlerin ve yerleşmiş bulunan telakkilerin pek çoğunda Arap olsun olmasın, mutedil iklimlerde yaşayan ve güzel ahlâk te­lakkisine sahip olan bütün insanlar müttefiktirler. Meselâ, ölüleri­ne üzülmeleri, ona karşı iyi davranmayı güzel görmeleri, soy-sopla (hasep ve nesep) övünmeleri, gecenin üçte biri ya da dörtte biri ge­çince uykuya yatıp, sabahın erken vaktinde kalkmaları.., gibi -daha önce insanoğlunun ihtiyaçları ve bunları gidermek için bu­lunan yollar (irtifaklar) bahsinde işarette bulunduğumuz diğer şeyler- bunlardan olmaktadır. Bu âdet ve telakkiler, şeriatların indirilişi sırasında en çok dikkate alınması gerekli şeylerdir. Bun­lardan sonra ise, sadece şeriatın gönderilmiş olduğu kavme mah­sus olan âdet ve inançların dikkatte alınması gelir. Allah Teâlâ, bi­rinci türden olanları dikkate aldığı gibi, ikinci türden olanları da dikkate almış ve her biri için belli bir yer ayırmıştır.




[445] "İsabetli" ve "başarılı" anlamlarına gelen bu tür kelimeleri hayra yora­rak işlerinin yolunda olduğuna inanırlardı. Buna "fal-ı kayır" derler. (Ç)

[446] Arapların atası Hz. İbrahim'in oğlu İsmail (s.a.). (Ç)