Konu Başlığı: Şeriat ilmi üç kısımdır Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Şubat 2011, 22:55:39 Şeriat İlmi Üç Kısımdır: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur: “İlim üç kısımdan oluşur: Âyet-i muhkeme, sünnet-i kâime ve farîza-i âdile. Bunların dışında kalan fazlalıktır.” [941] Bence bu hadis, insanlar üzerine kifâî olarak farz olan ilimleri tahdid üzere belirlemektedir. Bunlar şunlardır: i. Ayet-i muhkeme: Kur’ân’ın hem lâfız hem de mana itibariyle öğrenilmesi gerekmektedir. Garîb kelimelerinin, nüzul seheplerinin araştırılması, zor ve kapalı kısımlarının izah edilmesi, nâsih ve mensûhunun ortaya konması yoluyla onun muhkem kısmı iyice öğrenilecektir. Kur’ân’ın müteşâbih kısmına gelince, bunların hükmü tevakkuf etmek, ya da onları da muhkem olanlara irca etmektir. ii. Sünnet’i kâime: Sünnete dayalı uygulamalar öğrenilecektir: “Sünnet-i kâime”den maksat, ibadetlerin ifası, ihtiyaçların karşılanması gibi konularda sabit olan hüküm ve uygulamalardır. Bunlar fıkıh ilmince konu edinilmiş olan, neshedildiği sabit olmayan, terkedilmemiş bulunan, şâz bir rivayetle sabit olmamış olan, sahabe ve tabiînin büyük çoğunluğu tarafından benimsenmiş ve uygulanmış olan şeylerdir. Bunların en yüksek mertebesi, üzerinde Medine ve Küfe ekollerinin ittifak ettikleri uygulamalardır. Bunun belirtisi de dört mezhebin o şey üzerinde görüş birliği halinde olmasıdır. Sonra sahabenin büyük çoğunluğuna ait iki ya da üç görüş bulunan meseleler gelir. Çünkü bunlardan her biri ile bir grup âlim amel etmiştir. Bir uygulamanın, bu kısımdan olduğunun belirtisi ise, Muvatta ve Abdurrezzâk’ın (ö. 211/826) Câmi’inde rivayet edilmiş olmasıdır. Bunların dışında kalanlar, bazı fukahaya ait tefsir, tahrîc, istidlal ya da istinbât gibi yollarla ortaya konulmuş sonuçlar olup, sünnet-i kâime kapsamına girmez. iii. Farîza-i âdile: Bundan maksat vârisler için belirlenmiş payların hakkaniyet üzere dağitılmasıdır. Bu kavram altına, müslümanlar arasında adaletle hükmederek nizaa mani olmayı amaçlayan kaza konuları da girmektedir. Bu üç ilimden bir beldenin yoksun olması haramdır, çünkü dinin ayakta durması bunlara bağlıdır. Bunların dışında kalan ilimler ise, fazlalık ve ziyadelik kabilindendir. [942] İlimde Taşkınlık (Mugalata, Elğâz) Yasaklanmıştır: Rasûlullah (s.a.) çeşitli mugalataları yasaklamıştır. Bunlar, kendileriyle muhatabın yamltılması, hataya düşürülmesi, insanların imtihan edilmesi amaçlanan meselelerdir. Bunların yasaklanmasının bazı gerekçeleri vardır: i. Bunlar, soruya muhatap olan kimsenin zor duruma düşürülmesine, soruyu soran kimsenin de kendisini beğenmesine ve şımarmasına sebep olur. ii. İlimde aşırılık kapısını aralar. Doğru olan tavır, sahabe ve tabiînin benimsemiş oldukları sünnetin zahiri ve zahir mesabesinde olan îmâ, iktizâ, fahvâ gibi delâletleri üzere durmak, aşırılığa düşmemek, olay meydana geîmedikçe ve zaruret bulunmadıkça hemen içtihada atılmamaktır. Böyle bir tavır sergilendiğinde ve gerçekten de ihtiyaç bulunduğunda şüphesiz Allah Teâlâ, insanlara olan inayetinin bir sonucu olarak gerekli ilmi onlara açacaktır. Ortam hazır olmadan onu elde etmeye çalışmak halinde, yanılma ihtimali büyük olacaktır. Keyfi Kur’ân Yorumunun Haramlığı: Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kim, Kur’ân hakkında kendi re’yi ile söz söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın!” [943] Bence, Kur’ân’ın indiği dili bilmeyen, Rasûlullah’tan (s.a.), ashabından ve tabiînden gelen garîb kelimelerin açıklanması, sebeb-i nüzulün aydınlatılması, nâsih ve mensûhun bildirilmesi gibi asardan haberi olmayan kimselerin Kur’ân’ı tefsire kalkışması helâl olmaz. Yine Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Kur’ân hakkında tartışmaya girmek (mira) küfürdür.” [944] Evet, Kur’ân hakkında cedele girişmek haramdır. Bundan maksat, Kur’ân’da açıkça belirtilmiş olan hükmü, kişinin kendisinde mevcut bulunan bir şüpheden dolayı reddetmesidir. Başka bir hadiste de: “Sizden öncekiler sırf bu yüzden helak oldular; Allah’ın kitabından bir kısmını, diğerlerine vurmada kullandılar. (Oysaki Allah’ın kitabının bir kısmı, diğer kısımlarını tasdik eder.)” [945] Derim ki: Kur’ân’ı Kur’ân’la ortadan kaldırma çabaları haramdır. Bu şöyle olur: Birisi, bir âyeti delil olarak kullanır, diğeri kalkar ve kendi görüşünü isbat etmek ya da karşısındakinin görüşünü çürütmek için başka bir âyetle onu reddeder yahut imamlardan belli birinin görüşünü desteklemiş olmak için böyle yapar; sadece doğrunun ortaya çıkması gibi bir amaç taşımaz. İşte bu tavır yasaklanmıştır. Aynı durum sünnet için de geçerlidir; sünnetin sünnetle ortadan kaldırılması çabası haramdır. [941] Ebû Dâvûd, Ferâiz, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 8. Hadisteki "fadl" fazlalık kelimesinden maksat, lüzumsuz, gereksiz anlamında olmayıp, esas değil, olmazsa olmaz kabilinden değil anlamındadır. Nitekim Arap dilinde cümleler öğelerine ayrılırken cümlenin temel iki öğesine müsned ve müsnedun ileyh tabir edildikten sonra geri kalan tüm öğelere "fadl" tabiri kullanılır. Bunun anlamı lüzumsuz, gereksiz demek değildir, aksine cümlenin temel öğesi değil manasınadır. (Ç) [942] Daha önce de değindiğimiz gibi, özellikle müsbet bilimlerin ve ona bağlı olarak teknolojinin gelişmesiyle farz-ı kifâye telakki edilecek yükümlülüklerde de pek çok değişiklik oldu. Bugün, İslâm ümmetinin dinin kendisine yüklediği işlevi gerçek anlamda görebilmesi için, birçok yeni ilimlerin farz-ı kifâye halini aldığında hiç şüphe yoktur. Çünkü bunlar, amaca ulaştıracak araçlar olmak üzere taayyün eder bir hal almıştır. (Ç) [943] Tirmizî, Tefsir, 1. [944] Ebû Dâvûd, Sünnet, 4. [945] Ahmed, 2/185. |