Konu Başlığı: Şerî nassların olmayacak şeylere yorulması Gönderen: Sümeyye üzerinde 10 Şubat 2011, 22:48:19 Şer’î Nassların, Olmayacak Şeylere Yorulması: Sözü edilen bu iki derece için kullanılan lâfızlar birbirine yakındır. Dolayısıyla bazen ilahî şer’î nasslar, yanlış bir şekilde anlaşılabilir. Çoğu kere insan, bazı insanlardan ya da meleklerden veyahut da daha başka şeylerden, insanoğlunun gösteremeyeceği bazı fiillerin sâdır olduğunu görür ve bu durumda ne yapacağını bilemez, dolayısıyla ona mukaddes bir şeref ve ilâhî bir hükümranlık (teshir) gücü atfeder. Kaldı ki insanlar, yüce Zât’a ait olan dereceyi bilme konusunda da eşit değillerdir. Kimileri, mevâlîd (madenler, bitkiler, hayvanlar) üzerine galip bulunan kuşatıcı nurların kuvvetlerini ihata eder ve onları onun cinsinden bilir. (?) Bir kısmı ise, buna muktedir olamaz. Her insan, kendi gücü dahilinde mükellef tutulur. Doğru sözlü olan ve doğru bulunan yüce Peygamber’in (s.a.) günahkârın kendisini kurtarmak için başvurduğu yol ile ilgili hadisinin tevili bu şekilde olmaktadır. Hadiste [309] anlatıldığına göre, dünyada nefsânî arzularının peşinde koşturarak hayatını yaşayan bir kimse, ailesine kendisini yakmalarını ve külünü fırtınalı bir günde yele savurmalarını emretmiş, bununla tekrar diriltilmekten ve hesaba çekilmekten kurtulacağını sanmıştı. Hadiste sözü edilen bu adam, Allah Teâlâ’nın tam kudrete sahip olduğuna inanmaktadır. Ancak kudret sıfatı, sadece mümkinâta taalluk eder; mümteni’ olan şeylere taalluk etmez. O, bir kısmı denize, bir kısmı da karaya savrulmuş bulunan küllerinin bir araya toplanmasının mümteni’ (imkânsız) olduğunu düşünmüştür. Dolayısıyla bunu (Allah için) bir noksanlık kılmamıştır. Dolayısıyla kendi ilmi oranında sorumlu tutulmuş ve kâfir sayılmamıştır. İşte iki derece arasındaki yakınlık ve bu yüzden birbirine karıştırılabilmesi dolayısıyla, teşbih ile yıldızların ve kendilerinden keşif, dualarının kabulü.., gibi harikuladelikler sâdır olmuş olan sâlih kulların Allah’a ortak koşulması, insanlar içerisinde tevarüs edilegelen bir hastalık olmuştur. Her Peygamberin, Mutlaka Şirkin Hakikatini Açıklaması Gerekir: Kavmine gönderilen her peygamber, mutlaka onlara şirkin hakikatinin ne olduğunu anlatmak ve her iki dereceyi birbirinden ayırmak, mukaddes olan dereceyi -her ne kadar lâfızlar birbirine yakın da olsa- sadece Vâcibu’l-vücûd’a hasretmek zorundadır. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.) bir tabibe şöyle demiştir: “Sen sadece hastayla ilgilenen birisin; tabîb Allah’tır.” [310] (Kendisine “Efendimiz!” diye hitap edenlere de şöyle buyurmuştur:) “Efendi, ancak Allah’tır.” [311] Böylece Rasûlullah (s.a.), tevhidin gerçek manalarından bir kısmına işaret etmiş oluyordu. Sonra Mesîh’in (s.a.) havarileri ve dininin yayımları tükenince, arkalarından bir nesil geldi ki, bunlar namazı terkettiler, şehvetlerinin peşine düştüler, kullanılan ve iki manaya da çekilebilecek lâfızları olmayacak şekilde yormaya kalktılar. Nitekim, sevgililiği ve şefaati -ki Allah Teâlâ, bunları bütün şeriatlarda seçkin kullan için bir imtiyaz kıldığını belirtmiştir- yanlış manaya yermuşlardır. Yine harikuladeliklerin ve doğuşların sudûrunu da, Allah Teâlâ’nın ilim ve teshir gücünün onlara intikaline yormuşlardır. Gerçek şudur-ki, bütün bunlar tedbir-i ilâhînin inmesi için hazırlanmış bulunan nâsûtî (insanî) ya da ruhanî güçlere racidir; yoksa ellerinde harikuladelikler görülen kimselerin, bir şeye kendiliklerinden vücûd verme gücüne, ya da Vâcibu’l-vücûd’a ait bulunan bir özelliğe sahip olmaları asla söz konusu değildir. [309] Hadis şöyle: "Sizden önceki ümmetlerden bir adam vardı. Allah kendisine bol mal vermişti. Öleceğini anladığında çocuklarını topladı ve onlara: "Ben size nasıl bir baba oldum?" dedi. Çocuklar: "Hayırlı bir baba oldun." dediler. Adam çocuklarına: "Ben hayatımda en küçük bir hayır işlemedim; öldüğüm zaman beni yakın, sonra kemiklerimi iyice öğütün, sonra da şiddetli rüzgarlı bir günde külümü yele savurun!" dedi. Çocukları da öyle yaptılar. Allah Teâlâ, onun küllerini bir araya topladı, tekrar diriltti ve kendisine: "Seni böyle yapmaya iten şey ne idi?" diye sordu. Adam: “Korkum!” diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onu rahmetiyle karşıladı. (Buhari, Enbiyâ, 54 (4/152)) (Ç) [310] Bkz. Ebû Dâvûd, Tereccül, 18; Ahmed, 2/226, 4/163. [311] Buhârî, Fedâilu ashâbi'n-Nebiyy, 5; Ebû Dâvûd, Edeb, 9. |