Konu Başlığı: Şeran müsellem bulunan makamlar Gönderen: Sümeyye üzerinde 10 Şubat 2011, 18:29:32 Şer’an Müsellem Bulunan Makamlar: Sonra şeriatlar, kapalı olan bu bilgileri insanların zihinlerine, onlarca müsellem ve herkesçe bilinen bedîhî şeyler mesabesinde olan üç makam ile yerleştirmeye çalışmıştır: 1. Allah Teâlâ, kullarına sayısız nimetlerde bulunmuştur. Nimet sahibine karşı şükretmek ise vaciptir. İbadet; Allah Teâlâ’ya, nimetlerine karşılık olmak üzere bir şükür ifadesidir. 2. Allah Teâlâ, kendisinden yüz çevirenleri ve ibadeti terkedenleri dünyada şiddetli bir şekilde cezalandırır. 3. Allah Teâlâ, âhirette itaatkârların ve isyankârların yaptıklarının karşılığını mutlaka verir. İşte bu üç makamdan üç tür ilim doğmaktadır. Bunlar: 1. Allah’ın nimetlerinin hatırlatılması, 2. Allah Teâlâ’nın günlerinin hatırlatılması, 3. Ahiret hayatının hatırlatılması. Kur’ân-ı Kerîm, işte bu üç ilmi açıklamak üzere inmiştir. Bu ilimlerin açıklanmasına büyük önem verilmiştir; çünkü insan yaratıldığında içine, şanı yüce olan Yaratıcısına karşı bir meyil konulmuştur. Bu meyil, farkedilmesi çok zor bir duygudur; ancak ona uygun ve mahal (mazinne) bulunan şeyle idrak edilebilir. Sağlıklı vicdanların kabul edeceği üzere, ona lâyık ve mahal olan şey de, Allah Teâlâ’ya ibadetin O’nun kulları üzerinde bir hakkı olduğuna inanmaktır; çünkü O, insanlara nimetler vermiştir; amellerinden dolayı da sorumlu tutmuştur. Bu durumda kim iradeyi ve Allah Teâlâ’nın kulları üzerinde hakkının sabit olduğunu inkâr ederse yahut mücâzâtın bulunmadığını iddia ederse, o kimse fıtrî safiyetini kaybetmiş bir dehrî (tabiatperest, materyalist) demektir, Çünkü o, kendi yaratılışı sırasında özüne yerleştirilmiş bulunan fıtrî meylin mahallini kendi aleyhine olmak üzere bozmuş; onun naibini, halefini, yerini dolduracak şeyi ifsad etmiştir. İnsan Ruhunda Nurânî Bir Letafet Vardır; Bu, Yapı İtibariyle Allah’a Meyleder: Eğer bu meylin esasını öğrenmek istersen bil ki: İnsan ruhunda nurânî bir letafet vardır; bu, yapı itibariyle, -aynen demirin mıknatısa doğru meyli gibi- Allah’a meyleder. Bu, vicdan (sezi) yoluyla elde edilebilen bir sonuçtur. Kendi letafetleri üzerinde dikkatlice düşünen ve her letafeti kendi özelliği ile kavrayan herkes, bu nurânî letafeti ve yapı itibariyle onun Allah Teâlâ’ya doğru meyledişini mutlaka kavrar. Bu meyle ehl-i vicdan, “zatî muhabbet” derler. Bu, -aynen diğer duygularda olduğu gibi- ancak yaşanarak öğrenilebilir; burhanlar yoluyla elde edilemez; açın açlığı, susuzun susuzluğu gibi bir duygudur. İnsan, Süfli Bir Meşgale İçerisinde Olduğu Zaman Uyuşturucu Kullanmış Gibi Olur: İnsan, süflî letafetler içerisinde kendisini kaybetmiş bir halde ise, o zaman bedeninde uyuşturucu kullanmış bir kimse gibi olur; ne soğuğu ne de sıcaklığı hisseder. Süflî letafetlerin etkinliklerini kaybetmesi halinde, nesemenin parçalarından pek çoğunun dağılması, özellik ve kuvvetlerinden birçoğunun noksanlaşması sonucu doğar. Etkinliğin kaybolması ya ıztırarî ölümle olur. Ya da nefsanî ve bedenî riyazetler gibi ihtiyarî ölümle ve acayip yollara tutunmak suretiyle olur. Bu durumda o, kendisinden uyuşturucunun etkisi kaybolan kimse gibi olur; uyuşturucuyu aldığı sırada hiç hissetmediği şeyleri duymaya başlar. İnsan Öldüğünde, Eğer Allah’a Yönelmiş Halde Değilse, O Bahtsızın Biri (Şaki) dir: İnsan öldüğü zaman, Allah’a yönelmiş bir halde değilse, yönelmeyişi basit bir cehalet ve halis bir yoksunluk sebebiyle ise o, insan türünün kemâl hali itibariyle bahtsızın biri (şakî) dir. Kendisine orada bulunan bazı şeyler açılmış olabilir; fakat kabiliyetinin bulunmayışı sebebiyle inkişâf tam olarak gerçekleşmez, bunun sonucunda şaşkın ve çaresiz bir halde kalır. Allah’a yönelmeyiş hali, ilmî ve amelî melekelerinde ona ters düşen bir halin bulunması sebebiyle ise, bu halde çekişine olur; nefs-i natıka tarafı Ceberut âlemine doğru çeker, neşeme ise kazanmış olduğu ters düşen hal ile birlikte süflî âleme doğru çeker. Bu durumda nefsin cevherinden doğan ve üzerine yayılan bir ürperti (vahşet, yalnızlık) hali ortaya çıkar. Muhtemelen bu durum, bazı olayların -ki bunlar ürperti (vahşet) suretleridir- surete bürünmesini gerektirir. Bu aynen, safra mizaçlı birinin uykusunda ateş ve alev görmesi gibidir. Bu, nefsin bilinmesi hikmetinin ortaya koyduğu bir esastır. Yine bu hal, Mele-i a’lâ sakinlerinin öfkeli bakışlarını doğurur ve bu, meleklerin ve ihtiyar sahibi diğer zevatın kalplerine o kişiye azap etmeleri ve elem vermeleri şeklinde ilhamlara dönüşür. İşte bu, insanların nefislerinde doğan düşünce ve insiyakların sebeplerini bilmenin gerektirdiği bir esas olmaktadır. Kısaca; Ceberut tarafına doğru meylin bulunması; bağını süflî zulmetlerin istilasından çözmeyi temin edecek amellerin gerekliliği; bu amellerin terki sebebiyle sorgulanma; her kişide kendisini gösteren insan türüne ait hükümler, kuvvetler ve ondan kaynaklanan sonuçlar mesabesindedir. Bu durum, türlerin yaratıcısı olan ve âleme varlık veren Allah’tan küllî maslahata uygun düşecek şekilde böyle takdir edilmiştir; insanların üzerinde anlaşmaları ve kendiliklerinden üstlenmeleri, insanlar arasında geçerli bulunan merasimler böyle olduğu için öyle değildir. Bütün bu ameller, aslında Allah Teâlâ’ya doğru cezbedilen -sözünü ettiğimiz- nuranî letafetin hakkının verilmesi; onun gereklerinin tam olarak yerine getirilmesi, eğriliklerinin doğrultulmasıdır. Ancak, bu mana çok incedir ve bu nükteyi çok az kimse kavrayabilir. Bu sebeple hakkın; bu mana neye meyletmiş, neye yönelmiş ve neye doğru yanaşmışsa, ona nisbet edilmesi gerekir. Sanki bu, bir başka cihete meyleden nefsin bazı kuvvelerini belirlemektir. Sanki bu yukarıda geçen “Allah’a meyleden nuranî letafetin hakkının verilmesi” sözümüzün bir özeti gibidir. (?) İlâhî şeriatlar, işte bu sırrı, insanların fıtrî bilgileriyle kolayca anlayabilecekleri basit bir ifadeyle açıklayarak inmişlerdir. Bu konuda sünnetullah, anlaşılması zor manaları, o manalara uygun misalî kalıplara koyarak indirmektir. Meselâ, bizden birinin, rüyasında tamamen soyut olan bir manayı, âdeten o soyut şeyden ayrılmayan, ya da dengi ve benzeri bulunan bir şeyin suretinde görmesi ve böylece algılaması gibi. Denildi ki: İbadet, Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki bir hakkıdır. Buna göre, Kur’ân’ın hakkı, Rasûlullah’ın (s.a.) hakkı, efendinin hakkı, anne babanın hakkı, akrabalık hakkı.., bunlar da ona kıyas edilmelidir. Aslında bütün bunlar, kişinin kemâle erebilmesi için uyması gereken nefsinin yine kendisi üzerindeki hakkıdır. Dolayısıyla nefsine zulmederek onları yerine getirmezlik edemez. Bu haklar, esasen kişinin kendi nefsine ait bir hak olmakla birlikte, muamelede bulunulan ve talep hakkı olan kimselere nisbet edilerek (meselâ ana baba hakkı gibi) isimlendirilmiştir. Bu itibarla, sakın ola ki, zahirleri üzere anlayanlardan olmayasm; aksine işin hakikatini gören ve ona göre hareket edenlerden olasın. |