Konu Başlığı: Peygamberler güzel gördüklerini korumuşlardır Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Şubat 2011, 19:47:23 Peygamberler, Güzel Gördükleri Şeyleri Korumuşlardır: Bütün peygamberlerin bu konuda ALLAH katından getirdikleri kesin şey şudur: Peygamberler, gönderildikleri kavmin riayet ettikleri yeme, içme, giyinme, mesken edinme, süslenme kurallarına, evlenme biçimlerine, eşlerin birbiriyle olan ilişkilerine, alış veriş şekillerine, yasak olan şeylerden alıkoyucu önlemlerine, yargı biçimlerine... vb., bakmak ve değerlendirmeye tabi tutmak durumundadır: Re’y-i küllî dikkate alınarak vacip kılınan şey, o şeye uygunsa, insanlar arasında cari bulunan o şeyi terkederek, bir başka şeye geçmek, onu değiştirmeye kalkışmak anlamsız olur. Aksine bu durumda insanları, yapılagelmekte olan şeylere riayet etmeleri için teşvik etmek, bakışlarını onlar üzerine çevirmek, içermiş olduğu faydalara dikkatlerini çekmek gerekir. İnsanlar arasında uygulanagelmekte olan şeyler, peygamberlerin gönderiliş amacına uygun düşmeyebilir ve onlardan bir kısmını değiştirmek ya da ortadan kaldırmak gerekebilir. Bu şu durumlarda söz konusu olur: a) İnsanlar arasında uygulanagelmekte olan şey, birbirlerine zarar verme sonucunu doğurur, b) Dünya nimetlerinden yararlanmadan kaçınma, güzelliklerden yüz çevirme manası taşıyan aşırı davranışlar olur, c) Dünya ve âhiret işlerini ihmale götüren aşırı türden eğlenceler olabilir. İşte bu gibi durumlarda dahi, onların alışageldikleri şeylerin dışına tamamen çıkılmam ası, aksine onlara yakın ve benzer durumlara, ya da onlarca salih olarak bilinen zevata aitliği bilinen davranış biçimlerine geçilmesi gerekir Kısaca, onlara öyle bir şey getirilmeli ki, bu onların akıllarına yatmalı ve onun hak olduğuna dair kalplerinde bir inanç oluşmalıdır. İşte bu sebepten dolayıdır ki, peygamberlerin şeriatları birbirinden farklı olagelmiştir. İlimde Derinleşmiş Olanlar, Şeriatın,Mevcut Yapıyı Düzeltmek Ve Islah Etmek ÜzereGeldiğini Bilirler: İlimde derinleşmiş olanlar; şeriatın, nikâh, talak, muameleler, süslenme, giyinme, yargı, cezalar, ganimet taksimi gibi konular hakkında, insanların bilgi sahibi olmadıkları, ya da yükümlü tutuldukları takdirde tereddütle karşılayıp kabulüne yanaşmayacakları türden bir hüküm getirmediğini bilirler. Evet, şeriatların yaptığı şey, eğrileni doğrultmak, hastalıklı olanı iyileştirmektir. Buna dair bazı örnekler verelim: Cahiliye döneminde riba, çoğalmıştı, yasaklandı. Meyveleri, henüz âfetten kurtulacak bir hale gelmeden önce satarlardı. Arkasından da meyve âfete maruz kalır ve birbirleri arasında çekişmeler başlardı. Böyle bir satış muamelesi yasaklandı. Diyet miktarı Abdulmuttalip [527] devrinde on deve idi. O, bu miktarın, insanları öldürme eylemine girmekten caydırıcı olmadığını görmüş ve yüz deveye çıkarmıştı. Rasûlullah (s.a.), diyeti yüz deve şekliyle olduğu gibi kabul etti. Uygulanan ilk kasâme [528], Ebû Tâlib’in hükmüyle gerçekleşmişimtir. (İslâm’da da aynı hüküm korunmuştur.) Her baskında elde edilen ganimetlerin dörtte biri, kavmin reisine ait olurdu. Rasûlullah (s.a.) elde edilen ganimetin beşte birinin başkana ayrılması esasını getirdi. Kabaz ve oğlu Enuşirevan, tebaası üzerine haraç ve öşür vergileri koymuştu. İslâm şeriatı da aynı hükmü kabul etti. İsrail oğulları, zina edenleri recmederler, hırsızların (ellerini) keserler, kısas hükmünce öldüreni öldürürlerdi... (İslâm da aynısını kabul etti.) Benzeri örnekler gerçekten çoktur ve bunlar araştırıcılara kapalı değildir. Hatta sen zeki ve şer’î hükümleri ihata etmiş bir durumda isen, ibadetler konusunda dahi, peygamberlerin gönderildikleri kavimlerce bilinmeyen bir şey getirmediklerini göreceksin. Getirilen ibadet türleri, ya zaten mevcut bulunan ya da onlara benzer olan şeyler kabilindendir. Onların bu alanda yaptıkları en büyük şey, cahiliyye dönemlerindeki tahrifleri (hurafe) ortadan kaldırmak, ibadetler içerisinde müphem olanları vakitlerle, rükünlerle belirlemek, unutulmuş bulunanları ise insanlar arasında yeniden yaymaya çalışmak olmuştur. Acem Ve Rum (Bizans) Hükümdarları Kendilerini Dünyaya Kaptırmışlar Ve Âhireti Unutmuşlardır: Bil ki: Acem ve Rum (Bizans) halkları, asırlar boyu dünya hakimiyetini birbirlerinden tevarüs edegelmişler, kendilerini dünya lezzetlerine kaptırmışlar, âhiret yurdunu unutmuşlar, şeytan onları kendi egemenliğine almış, bütün bunların sonucunda dünya nimetlerinden istifade konusunda aşırılığa düşmüşler, dünyalık yarışına girmişler, dünyanın dört bir yanından ilim ve hikmet sahibi kimseler bunların etrafında toplanmış, bunlar dünya menfaatlerinden yararlanabilmenin en ince yollarını keşfetmişler ve bunları kendi insanlarına sunmuşlardır. Onlar bu minval üzere yaşantılarını sürdürmeye devam etmişler, bunun sonucunda tam bir sefahat hayatı başgöstermiştir. Artık insanlar birbirlerine karşı sahip oldukları dünyalıklarla övünmektedirler. Öyle bir an gelmiştir ki, bu ülkelerin ileri gelenleri (kodamanları) değeri yüzbin dirheme ulaşmayan bir kemer kuşanmış ya da taç giymişse, ya da görkemli bir saraya, havuza, hamama, bahçelere sahip değilse, değerli binek hayvanları, güzel uşakları yoksa yiyecek ve giyecek konusunda hesapsızca harcamalar yapmıyorsa.., ayıplanır olmuşlardır. Kendi ülkenin hükümdarlarına bakarsan, Acem ve Bizans hükümdarlarının durumlarını hikaye etmeye gerek kalmaz. Lüks ve sefahat hayatının gerekleri olan bu şeyler, geçim için zorunlu olan şeylerin arasına girmiş ve insanların kalbinden çıkmaz bir hal almıştır. Bunlardan meydana gelen onulmaz bir hastalık bütün bedeni istila etmiş, ülkeyi baştan sona sarmıştır. Sokaklarında, evlerinde zengin fakir hiçbir kimse kalmadan bu büyük hastalığa yakalanmışlardır. Bu düşünce, bu yaşam biçimi insanları yakalarından kavramış, onları kendi hallerine bırakmamış, onları uçsuz bucaksız gam ve keder içerisine sürüklemiştir. Zira yaşamak istedikleri bu lüks ve sefahat hayatı, ancak büyük miktarlarda mal harcamakla gerçekleşebilmektedir. Bu malların elde edilmesi için de ziraat, ticaret vb. alanlarda çalışan insanlar üzerine konulan vergilerin kat kat artırılması gerekmektedir. Hele bir vermeye görsünler, kendileriyle savaşılacak ve binbir işkenceye maruz bırakılacaklardır. Gönüllü verecek olsalar, sırf kendilerine duyulan ihtiyaçtan dolayı beslenilen ve hep kullanılan dolap beygirinden, döven öküzünden bir farkları kalmayacaktır. Sonra bunlar, bir an bile olsa kendi hallerine bırakılmayacak ve düşünmelerine fırsat verilmeyecektir. Belki koca ülkede din ile ilgilenen hiçbir kimse bulunmayacaktır. Arzulanan sefahat hayatının gerçekleşebilmesi için, lüks yiyecekleri, giyecekleri, yapıları hazırlamak yoluyla geçimlerini temin eden bir başka gruba ihtiyaç olacaktır. Bunlar, dünya düzeninin temelini oluşturan esas geçim vasıtlarım terkedecekler ve kendilerini mutlu azınlığın beklentilerine cevap verebilmek için çalışmaya adayacaklardır. İş, mutlu azınlığın lüks ve sefahat hayatıyla kalmayacak, bu kodamanların hayatına imrenen halk onlara özenmeye kalkışacak, onların yediği gibi yemeye, onların giyindiği gibi giyinmeye koyulacaktır. Aksi takdirde kendilerini mutlu saymayacaklar, onların yanında saygın da olmayacaklardır. Bu telakki sonucunda da insanların büyük çoğunluğu hükümdarın eline bakan bir konuma gelecektir; bazen gazi ve şehir idaresini üstlenmiş kimseler edasıyla ortaya çıkacaklar, güya iş görüyormuş havası vereceklerdir. Oysaki maksatları iş görmek, ihtiyaç savmak değildir. Bütün amaçları seleflerinin gidişatına uymak, onlar gibi yaşamaktır. Bunun için de hükümdara avuç açarlar. Bazen de şair görünümüyle ortaya çıkarlar; hükümdarların onları ihsanlara boğması gelenek halini almıştır. Bazen de halifenin, durumlarından habersiz olması hoş görülmeyen zahidler ve dervişler olarak karşısına çıkarlar. Bunlar birbiri üzerine üşüşürler. Bunların rızıkları, hükümdarlarla beraber olmaktan geçer, hükümdarın onlara olan merhametiyle geçinir giderler. Şu halde hükümdarla çok güzel konuşmak, ona yaltaklanmak gerekir. Onların düşüncelerinin geliştirdiği sanat işte budur, dalkavukluktur, yaltaklanmadır. Onlar bütün zamanlarını bu uğurda tüketirler. Zihinleri hep bu düşünce ile meşgul olunca ruhî safiyetleri bozulur ve alçaldıkça alçalırlar; güzel ahlâk ilkelerinden uzaklaşırlar. [527] Hz. Peygamberin dedesi. (Ç) [528] Kasâme: Faili bilinmeyen cinayetlerde, ölünün bulunduğu semt sakinlerinden elli kişiye "öldürmediklerine, öldüreni de bilmediklerine" dair yemin verdirilmesidir. Yemin ettikleri takdirde öldürülen adamın diyetini öderler. Böylece hem kan heder olmaz, hem de herkes kendisini, kendi semtinin emniyetinden sorumlu hisseder (bir tür otokontrol sistemi olmaktadır). (Ç) |