Konu Başlığı: Mezheplerin yayılması Gönderen: Sümeyye üzerinde 04 Şubat 2011, 14:24:56 Mezheplerin Yayılması: Hangi mezhebin âlimleri meşhur olmuş, kaza ve fetva işleri kendilerine tevdi edilmiş, mezhebin görüşlerini içeren kitapları insanlar arasında yayılmış ve mezhebin esasları her yerde öğretilme şansına ulaşmışsa, o mezhep dünyanın her bir yanma yayılmış ve yerleşmiştir, hâlen de yayılmaya devam etmektedir. Hangi mezhebin âlimleri de sönük kalmış, kaza ve fetva işlerine getirilmemiş ve insanlar onlara karşı bir rağbet göstermemişse, o mezhep de belli bir süre sonra unutulmaya yüz tutmuş ve zamanla ortadan kaybolmuştur. 4) Hicrî Dördüncü Asır Öncesi Ve Sonrasıİnsanların Durumu: İnsanlar, Sırf Taklit Üzerinde İctnâ EtmişDeğillerdi: Bil ki, hicrî dördüncü asırdan önce insanlar, belli bir mezhebi taklit etme üzerinde hemfikir değillerdi. Ebû Talip el-Mekkî (ö. 386/996) Kûtu’l-kulûb adlı eserinde şöyle demektedir: “Kitaplar, mecmualar sonradan ortaya çıkmıştır. Birinci, ikinci asırlarda âlimlerin ictihâdlarıyla hüküm vermek; âlimlerden birinin mezhebine göre fetva vermek, onun görüşlerini kabul edip bir meselede onları nakletmek ve onun mezhebine dayanmak diye bir şey halk arasında mevcut değildi.” Buna ilaveten ben de diyorum ki, ilk iki asırdan sonra tahrîc usûlü ortaya çıkmaya başladı. Ancak dördüncü asırda dahi insanlar, tek bir mezhebe bağlı kalmak, sırf onu taklit etmek, fıkhı sadece o mezhep üzere öğrenmek, sadece o mezhebin görüşünü nakletmek... gibi bir düşünce üzerinde görüşbirliği etmiş değillerdi. Nitekim araştırmalar bunu göstermektedir. Aksine insanlar iki kısımdılar: a) Halk, b) Âlimler. a) Halk: Bunlar, müslümanlar arasında veya müctehidlerin ekserisi arasında ihtilafsız olan, icma edilmiş olan meselelerde sadece şeriat sahibini taklit ediyorlardı. Abdestin almış şeklini, guslün nasıl yapılacağını, namaz ve zekâtın hükümlerini... vb., atalarından veya memleketlerindeki âlimlerden öğrenmekte idiler. Onlar, bu minval üzere yürüyorlardı. Nadir olan bir olay ortaya çıktığı zaman mezhep tayin etmeksizin hangisi olursa olsun, buldukları müftiye, o olay hakkında fetva sorarlardı. b) Alimler: Bunlar da iki kısımdı: 1. Ehl-i hadis: Bunlar sürekli hadisle meşgul olmaları sonucunda, konuyla ilgili bir başka şeye ihtiyaç duymayacak biçimde, bazı fukahaca da amel edilmiş, terki mazur görülmeyecek olan müstefîz ya da sahih hadise sahip olurlardı veya sahabenin ve tabiînin çoğunluğuna ait, muhalefeti hoş karşılanmayacak güçlü görüşlere ulaşırlardı. Eğer mesele hakkında, naklin tearuzu, tercih imkânının bulunmaması vb. gibi sebeplerle kalbi mutmain kılacak bir şey bulamazlarsa, o zaman daha önce geçmiş olan fukahadan bazılarının görüşlerine başvururlardı. Eğer iki görüş bulurlarsa, bunlardan daha güçlü olanını tercih ederlerdi; görüş sahibinin Medine ya da Küfe ekolünden olması farketmezdi. 2. Ehl-i tahrîc: Bunlar, sarih olarak bulamadıkları şeyleri tahrîc yoluyla çıkaran ve mezhep içerisinde ictihâdda bulunan kimselerdi. Bunlar, imamlarının mezhebine nisbet edilerek anılırlardı. Meselâ, “Falan şâfiîdir, filan hanefidir...” denilirdi. Görüşlerinin çokça muvafık düşmesi halinde, hadis âlimleri de bu şekilde belli bir mezhep imamına nisbet edilebilirdi. Nesâî ve Beyhakî’nin Şafiî mezhebine nisbet edilmeleri gibi. Kaza ve iftâ görevini ancak müctehid olanlar üstlenirdi. Ancak müctehid olan kimseye fakîh denirdi. Hicrî Dördüncü Asır Sonrası Durum: Bu asırlar geçtikten sonra işler değişti ve başka başka insanlar geldi; bunlar sağa sola saptılar. Birçok yeni durumlar ortaya çıktı. Bunları şöyle sıralayabiliriz: 1. Cedel Ve İlm-İ Hilafın Ortaya Çıkışı: Gazzâlî’nin [777] anlatışına göre bu şöyle oldu: Râşid halifeler dönemi sona erince, saltanata dönüşen hilâfet, liyakatsiz ve ictihâd ehliyetine sahip olmayan kimselerin eline geçti. Bunun sonucunda onlar, fukahâdan yararlanma ve her hallerinde onları beraberlerinde bulundurma zorunda kaldılar. Ulemâdan bir zümre, eski âlimlerin tutumlarını ve özelliklerini korumaya devam etti. Bunlar, dinin özüne sarıldılar, taviz vermediler; arandıkları zaman kaçtılar ve (resmî görevlerden) uzak durdular. [778] Zamanın insanları, âlimlerin bu üstünlüğünü, yüz vermemelerine rağmen devlet ricali tarafından büyük saygıyla karşılandıklarım gördüler; izzet ve ikbale ulaşmak, bu makamları elde etmek için ilim tahsiline koyuldular.[779] Bunun sonucunda fukahâ, daha önce aranılanlar iken, şimdi arayanlar durumuna düştüler, sultanlardan uzak dururken aziz idiler, şimdi onlara yaklaşmakla zillete düştüler. Tabiî ki Allah’ın yardımını esirgemediği kimseler bundan müstesnadır. Daha önceleri bir takım insanlar kelâm ilmine merak sarmışlar ve bu alanda kuru yaş ne buldularsa toplamışlar ve cedel yolunu açmışlardı. Bu, ileri gelenlerin ve sultanların fıkıhta münazaraya, Şafiî mezhebinin mi yoksa Hanefî mezhebinin mi daha üstün olduğu tartışmalarına merak sarmalarından önce olmuştu. Şimdi ilgi alanı değişmiş ve insanlar artık kelâmı ve diğer ilim dallarını bırakarak fıkha, özellikle de Hanefi ve Şâfıî mezhepleri arasındaki hilaf konularına (ilm-i hilafa) merak sarmışlardı. Bu arada Mâlik, Süfyân, Ahmed b. Hanbel gibi imamların mezheplerini gözardı etmişlerdi. Onlar bunu yaparken, şeriatın inceliklerini ortaya koymak, mezhebin hükme esas aldığı illetleri tesbit etmek, fetva usûlünü düzenlemek ve yerleştirmek gibi bir amacı gerçekleştirdikleri kuruntusunda idiler. Bu alanda pek çok tasnifte bulundular, istinbatlar yaptılar, türlü türlü mücadele yolları ihdas ettiler, kitaplar telif ettiler. Böylece günümüze kadar geldiler. İleriki asırlarda durum nasıl olur, Allah Teâlâ ne takdir buyurur bilemeyiz. Gazzâli’nin sözü özetle böyle. [780] [777] Huccetu'l-İslâm Ebû Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî: 450 senesinde Tus'da doğdu. İmâmu'l-Haremeyn'den fıkıh okudu ve yükseldi, Şafiî mezhebinde, fıkıh, cedel, usûl, mantık, hikmet ve felsefe alanlarında üstün bir yere geldi. Mekke'den sonra Bağdâd'a gitti ve orada Nizamiye Medresesİ'nde hocalık yaptı. Çok yönlü, pek çok eser telif etti. Tus'ta 505/1111 senesinde vefat etti. [778] Resmi ideolojiyi tasvip etmek anlamına geldiği için birçokları kadılık görevini kabul etmedi ve hatta bu yüzden işkence görenler oldu. (Ç) [779] Resmî medreselerin açılması haberini duyan Maverâunnehir uleması, şimdiye kadar ilim sırf Allah rızası için tahsil ediliyor ve buna sadece faziletli asil insanlar talip oluyordu, bundan böyle ise devlet kademelerinde görev almak için bir basamak olarak kullanılacağından ikbâl için, makam için tahsil edilecek, dolayısıyla ilmin bereketi kalmayacak, soylu soysuz herkes medreselere akın edecek.., diye ilim adına yas tutmuşlardı. (Ç) [780] Bkz. İhya, I, 41-42. (Ç) |