๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 03 Şubat 2011, 23:21:30



Konu Başlığı: Meleklerin ve şeytanların telkinde bulunması
Gönderen: Sümeyye üzerinde 03 Şubat 2011, 23:21:30
Meleklerin Ve Şeytanların Telkinde Bulunması:


Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur:

“Elbette bir şeytanın dürtmesi vardır, bir de meleğin dürtmesi.”

Hasılı meleklerin insan üzerindeki etkisi, huzur bulması, zihninden güzel düşüncelerin geçmesi, hayır işleme arzusu duyma­sı şeklinde; şeytanların etkisi ise, tedirgin ve huzursuz olması, zih­ninden kötü düşünceler geçmesi ve kötü şeyler yapma arzusu duy­ması şeklinde kendisini göstermektedir.

Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur:

“İnsanlar birbirlerine soragelecekler. Hatta şu da sorulacak:

“Mahlukâtı Allah yarattı; peki Allah’ı kim yarattı?” İşte kim bu türden bir şeye rastlarsa hemen:

“Ben Allah’a ve Rasûlüne iman et­tim” desin!”

“Sizden biri hoşlanmadığı bir rüya görürse, hemen Allah’a sı­ğınsın ve soluna üç defa tükürsün!”

Bunun sırrı şudur: Böyle bir durumda hemen Allah’a sığın­mak, O’nu hatırlamak, şeytanları horlamak ve onları önemsiz gör­mek, nefis üzerinde derhal etki yapar, onu şeytanların iğvâsına kulak vermekten vazgeçirir ve onların etkisi altına girmekten ko­rur.

“Takvaya erenler var ya; onlara şeytan tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ı) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler. (Şey­tanların) dostlarına gelince, şeytanlar onları azgınlığa sürükler­ler. Sonra da yakalarını bırakmazlar.” [885] Ayetinin ifade ettiği ma­na işte budur.




Adem (s.a.) Ve Mûsâ (s.a.) Peygamberlerin Tartışması:


Rasûlullah (s.a.) bir hadisinde şöyle buyurur:

“Adem ile Musa Rablerininyanında münakaşa ettiler...” [886]

Derim ki: “Rablerinin yanında” sözünden maksat, Musa’nın (s.a.) ruhunun Hazîre-i kudse yükselmesi ve orada Adem (s.a.) ile karşılaşmasıdır.

Bu olayın sırrı ve esası şudur: Allah Teâlâ, Musa’ya (s.a.), Adem (s.a.) aracılığıyla bir bilgi (ilim) göstermiştir. Bu aynen uyu­yan kimsenin rüyasında bir melek ya da sâlih bir adam görüp, ona sorması, aralarında konuşma cereyan etmesi ve bunun sonucunda daha önce bilmediği bir bilgiye sahip olması gibi bir şeydir. Ko­nuyla ilgili çok ince bir bilgi vardı ki, Allah Teâlâ onu bu olayla açıklayıncaya kadar Musa’ya (s.a.) gizli kalmıştı. Şöyle ki:

Âdem (s.a.) kıssasının iki yönü bulunmaktaydı:

i. Bizzat Adem’in (s.a.) kendisine yönelik yönü: Âdem (s.a.), yasak ağaçtan yiyinceye kadar susamaz, güneşin hararetinden et­kilenmez, acıkmaz ve açık kalmazdı. Sanki melekler gibi bir haya­tı vardı. Ağaçtan yiyince, hayvanı yönü galebe çaldı ve ortaya çıktı, buna mukabil melekî yönü ise gizlendi. Dolayısıyla ağaçtan yemesi elbette ki kendisi için bir günahtı ve bundan dolayı da istiğfar et­mesi gerekiyordu.

ii. Kader yönü: Olayın ikinci yönü, Allah Teâlâ’nın âlemi ya­ratmasında takdir buyurduğu ve daha Âdem (s.a.) yaratılmadan meleklere ilham ettiği küllî nizamın işleyişiyle ilgiliydi. Allah Teâlâ, onu yaratmakla, insan türünün yeryüzünde halife olmasını, onun günah işlemesini, tevbe etmesini ve bunun üzerine onu affet­mesini, onların sorumlu tutulmalarını, peygamberler gönderilme­sini, sevap ve azabın olmasını, kemâl ve sapıklık mertebelerinin ortaya çıkarılmasını takdir buyurmuştu.

Olayın bu yönü, başlı başına büyük bir gelişmeydi ve bu açı­dan bakıldığında onun ağaçtan yemesi, Allah Teâlâ’nın muradı doğrultusunda ve hikmetine uygun olarak gerçekleşmişti. Rasûlullah’ın (s.a.):

“Eğer hiç günah işlemeselerdi, Allah Teâlâ onları yok eder, yerlerine başka bir kavim getirir, onlar günah işlerler, gü­nahlarından tevbe ederler, Allah da onları affederdi.” [887] Hadisinin ortaya koyduğu mana da işte budur.

Âdem (s.a.), hayvanı yönünün kendisine galebe çaldığı ilk an­larda, olayın ikinci yönünün farkında değildi ve sadece birinci yö­nünü görmüştü. Nefsi yüzünden sert bir şekilde azarlanmıştı. Fa­kat sonra bu durum ondan gitti ve olayın ikinci yönüyle ilgili bil­giden kendisine güçlü bir şimşek parladı. Hazîre-i kudse intikâl et­tikten sonra da işin hakikatini olabildiğince açıklığıyla öğrenmiş oldu.

Mûsâ (s.a.), ilk başta Âdem’in (s.a.) düşündüğü gibi sanıyor­du. Ne zaman ki Allah Teâlâ, ikinci yöne dair ilmi kendisine araladı, gerçeği gördü. Daha önce de zikrettiğimiz gibi haricî olayların da, aynen rüyada görülen şeylerin tabiri gibi bir tabiri vardır. Emir ve yasaklar hiçbir zaman öyle gelişi güzel olmaz; aksine on­ları gerekli kılan bir ön hazırlık bulunur.

 

Mahlukâtın Fıtrî Özellikleri Ve Kader:
 

Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur:

“Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra onu, annesi, baba­sı yahudileştirir, hıristiyanlaştırır, mecusileştirir. Tıpkı bir hayvanın dertop bir hayvan doğurması gibi. Bu hayvanda hiçbir eksik organ görebilir misiniz?” [888]

Bilesin ki Allah Teâlâ, hayvan, bitki ve diğer varlıklara ait her türü, belli bir şekil üzere yaratmayı sünnetullah edinmiştir.

Meselâ inşam, postsuz, açık tenli, ayakları üzerinde dik du­ran, enli tırnakları olan, konuşan ve gülen bir biçimde yaratmıştır. Bir varlığın İnsan olduğu işte bu özelliklere sahip olmasıyla bilinir. Ancak çok istisnaî olarak bu ilâhî sünnete uymayan -hortumlu ya da hayvan ayağı gibi ayaklı doğan çocuklar gibi- durumlar olabilir ki, bunlar da kale alınmaz. Aynı şekilde Allah Teâlâ, her türe, kendisine ait bir bilgi ve idrak gücü de tahsis etmiş, bunları belli miktarla belirlemiş ve üstelik onları başkalarında bulunma­yacak şekilde sadece o türe mahsus kılmış, bu özelliklere o türün fertlerinde bidüziyelik arzedecek bir mahiyet vermiştir.

Örnek olarak meselâ arıyı ele alalım: Allah, arının özüne ken­disine elverişli çiçekleri tanıması, kendisine yuva (kovan) edinme­si, topladığı çiçek özlerini oraya toplaması ve onlardan bal yapma­sı bilgisini yerleştirmiştir. Bu özelliklere sahip olmayan bir arı gö­remezsiniz.

Güvercine de, nasıl öteceğini, nasıl yuva yapıp, yavrularını besleyeceğini öğretmiştir.

Aynı şekilde insanı da fazladan bir idrak gücü ve üstün bir akılla donatmış, onun özüne Yaratıcısını bilme, ona ibadet etme duygusunu koymuş, onu, yaşantısı için gerekli olan şeyler hakkın­da bilgi sahibi kılmıştır. İşte buna “fıtrat” demekteyiz. Eğer insan­lar kendi hallerine bırakılsalar ve herhangi bir şey, onları bu fıtrî özelliklerinden uzaklaştırmasa, onlar bu yaratılış safiyetleri üzere büyür ve gelişirler. Ne var ki bazen -anne ve babanın çocuğunu yanlış yönlendirmesi gibi- birçok engel ortaya çıkar ve bunun so­nucunda özde mevcut bulunan bilgi, cehalete dönüşür. Aynen ruh­banların, çeşitli yollara başvurarak -insanların özünde yaratılış­tan mevcut bulunmasına rağmen- kadınlara karşı özlem duymaz, acıkmaz hale gelmeleri gibi.

Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurur:

“Allah, cennet için ehil yaratmış, onları, daha bahalarının sulblerinde iken cennet için yaratmıştır. Cehennem  için ehil yaratmış, onları, daha babalarının sulblerinde iken cehennem için yaratmıştır.” [889]

Baskın yapan süvarilerin, müşriklerin çocuklarını ele geçir­mesi halinde durumun ne olacağı sorulunca da:

“Onlar babalarındandır.” buyurmuştur. [890]

Müşriklerin çocuklarının durumu sorulduğunda da,

“Allah, onların ne yapacak olduklarını bilir.” [891] Buyurmuştur.

Uzun rüyası hakkındaki hadisinde de şöyle buyurmuştur:

“Âdem oğullarının zürriyeti, İbrahim’in (s.a.) yanında olur.” [892]



[885] A'râf: 7/201-202.

[886] Hadisin devamı şöyle: "Musa: Ya Âdem! Sen babamızsın! Bizi mahru­miyete düşürdün ve bizi cennetten çıkardın!' dedi. Adem de ona: Sen ki Musa'sın, Allah seni kelamıyla seçkin kıldı ve senin için kendi eliyle (Tevrat'ı) yazdı. Hal böyle iken beni yaratmazdan kırk yıl önce Allah'ın bana takdir etmiş olduğu bir şeyden dolayı beni mi suçluyorsun?!' dedi." Sonra Rasûlullah (s.a.):

"Böylece Âdem, Musa'ya üstün geldi. Böylece Âdem, Musa'ya üstün geldi." buyurdu, Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 31; Müslim, Kader, 13. (Ç)

[887] Müslim, Tevbe, 9, 11.

[888] Müslim, Kader, 22.

[889] Müslim, Kader, 31.

[890] Müslim, Cihâd, 28.

[891] Müslim, Kader, 25.

[892] Bkz. Kenzu'l-ummâl, 14/39309, 39409.




Konu Başlığı: Ynt: Meleklerin ve şeytanların telkinde bulunması
Gönderen: Ekvan üzerinde 04 Şubat 2011, 15:01:31
Hadisin devamı şöyle: "Musa: Ya Âdem! Sen babamızsın! Bizi mahru­miyete düşürdün ve bizi cennetten çıkardın!' dedi. Adem de ona: Sen ki Musa'sın, ALLAH seni kelamıyla seçkin kıldı ve senin için kendi eliyle (Tevrat'ı) yazdı. Hal böyle iken beni yaratmazdan kırk yıl önce ALLAH'ın bana takdir etmiş olduğu bir şeyden dolayı beni mi suçluyorsun?!' dedi." Sonra Rasûlullah (s.a.):

"Böylece Âdem, Musa'ya üstün geldi. Böylece Âdem, Musa'ya üstün geldi." buyurdu, Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 31; Müslim, Kader, 13. (Ç)


i. Bizzat Adem’in (s.a.) kendisine yönelik yönü: Âdem (s.a.), yasak ağaçtan yiyinceye kadar susamaz, güneşin hararetinden et­kilenmez, acıkmaz ve açık kalmazdı. Sanki melekler gibi bir haya­tı vardı. Ağaçtan yiyince, hayvanı yönü galebe çaldı ve ortaya çıktı, buna mukabil melekî yönü ise gizlendi. Dolayısıyla ağaçtan yemesi elbette ki kendisi için bir günahtı ve bundan dolayı da istiğfar et­mesi gerekiyordu.

ii. Kader yönü: Olayın ikinci yönü, ALLAH Teâlâ’nın âlemi ya­ratmasında takdir buyurduğu ve daha Âdem (s.a.) yaratılmadan meleklere ilham ettiği küllî nizamın işleyişiyle ilgiliydi. ALLAH Teâlâ, onu yaratmakla, insan türünün yeryüzünde halife olmasını, onun günah işlemesini, tevbe etmesini ve bunun üzerine onu affet­mesini, onların sorumlu tutulmalarını, peygamberler gönderilme­sini, sevap ve azabın olmasını, kemâl ve sapıklık mertebelerinin ortaya çıkarılmasını takdir buyurmuştu.

    Peygamberler günahtan münezzehtir..Adem a.s.ın zellesi peygamberlik vazifesinden önce gerçekleşmiştir..Ve işin kader boyutunu hiçbir zaman unutmamak gerekir..Benim için önemli bir mevzu..Allah razı olsun kardeşim..