Konu Başlığı: Maslahat ve şeriat ayırımı Gönderen: Sümeyye üzerinde 05 Şubat 2011, 16:49:45 2) Maslahat Ve Şeriat Ayırımı Bil ki: Şâri’, bize iki tür ilim vermiştir. Bunların hükümleri ayrıdır, yerleri farklıdır. A) Maslahat Ve Mefsedet İlmi: Bununla şunları kastediyorum: i. Rasûlullah’ın (s.a.), dünyada ya da âhirette yararlı olacak huylann kazanılması yoluyla nefsin olgunlaştırılması, kötü huyların izale edilmesi hakkındaki beyanları. ii. Ev idaresi, geçim kurallan, şehir/ülke idaresi ile ilgili olan beyanları. Rasûlullah (s.a.), bunları beyan ederken muayyen bir miktarla belirlememiş, açık seçik sınırlarla müphemliğini gidermemiş, bilinen emarelerle müşkilliği izale etmemiştir. Aksine, meziyetleri teşvik etmiş, rezaletlerden de geri durulmasını istemiştir. Bu konuda kendisi, söylediği sözden ne anlaşılacağını, dili bilenlerin anlayışına havale etmiş, talep ya da men’i bizzat maslahatların kendisine yönelik kılmış, maslahata mahal (mazinne) kılman ya da onu belirleyici emare sayılan şeylere bağlamamıştır. Meselâ, zekiliği ve kahramanlığı övmesi, yumuşaklığı, sevgiyi, maişette orta yolu tutmayı emretmesi böyledir. Çünkü Rasûlullah (s.a.), bu gibi konularla ilgili olarak meselâ, zekiliğin matlup olan tanımını yapmamış, sınırlarını belirlememiştir. Hangi hallerin zekaya delil olacağını ve o emarelere sahip olanların zeki sayılacağım açıklamamıştır. Şâri’in, bizi teşvikte bulunduğu her maslahat, bizden terkini istediği her mefsedet, mutlaka şu üç esastan birine çıkar: 1. Âhirette yararlı olacak dört özelliğe [657] ya da dünyada yararlı olacak diğer niteliklere sahip kılmak suretiyle nefsin olgunlaştırılması esası. 2. Hakk’ın yüceltilmesi (i’lây-ı kelimetullah), şer’î hükümlerin yerleştirilmesi ve yayılması esası. 3. İnsanların işlerinin yoluna konulması, ihtiyaç giderme yollarının (irtifaklar) ıslâh edilmesi, törelerinin güzelleştirilmesi esası. Maslahat ve mefsedetlerin bu üç esasa çıkmasından maksat, bir şeyin sözü edilen konularda şöyle ya da böyle bir etkisinin bulunmasıdır. Bu etki ya maslahatın isbatı, ya da mefsedetin uzaklaştırılması şeklinde olur. Bu da şu yollarla gerçekleşir: Ya onlardan olan bir hasletin şubesi olur veya zıddı bulunur, ya onun varlığına veya yokluğuna mahal ya da alâmet (mazinne) bulunur, ya onunla ya da zıddıyla birliktelik (telâzum) özelliği taşır, ya ona ulaşmaya ya da ondan uzaklaşmaya yol olur. Aslında rızanın, sözü edilen maslahatlara, gazabın da mefsedetlere bağlı olması, peygamberler gelmeden önce de sonra da aynıdır. Eğer rıza ve gazabın bu iki cihete taalluku söz konusu olmasaydı, peygamberler gonderilmezdi. Çünkü şer’î hükümler ve hadler (belirlenmiş sınırlar), ancak peygamberlerin gönderilmesinden sonra olur. Bu itibarla ibtidaen onlarla yükümlü tutmak ve sorguya çekmek, lütuf değildir. Ancak maslahat ve mefsedetler, peygamberler gelmeden önce de, nefislerin terbiyesi ya da kirletilmesinde veya işlerin düzene girmesi ya da bozulması konusunda etkin durumda idiler. Dolayısıyla Allah’ın yüce lütfü, kendilerini ilgilendiren şeylerin bildirilmesini, kendileri için kaçınılmaz olan şeylerle yükümlü tutulmalarını gerekli kıldı. Bu ise, ancak munzabıt bulunan, belirlenmiş ve kanun halinde vaz’ edilmiş olan hükümlerle sağlanabilirdi. Böylece lütf-u ilâhî, hükümlerin belirlenmesini arz yoluyla gerekli kılmış oldu. Bu tür, makûlu’l-ma’nâdır, yani bunların gerekçesinin akılla kavranması mümkündür. Bunlardan bir kısmını herkes anlayabilir. Bir kısmı da vardır ki, onları ancak, peygamberlerin kalplerinden taşan nurlarla aydınlanmış olan, şeriatın uyarılarına dikkatlerini çekebilen, işaretlerini anlayabilen zeki kimselerin akılları kavrayabilir. Zikrettiğimiz esasları iyice kavrayan kimse, onlardan herhangi bir şey hakkında tereddüt etmez. [657] Daha önce bu konu işlenmişti. Dört hasletten maksat taharet, huşu, semahat ve adalettir. (Ç) |