Konu Başlığı: Malı ve güzelliği için yetim kızlarla evlenme Gönderen: Sümeyye üzerinde 21 Ocak 2011, 12:52:45 3, Malı Ve Güzelliği İçin Yetim Kızlarla Evlenme: Bir diğeri, kişilerin kendi himayelerinde olan yetim kızların -güzel ve mal sahibi olmaları halinde-, başkalarıyla evlenmelerine müsaade etmeyip, onları kendi nikâhları altına almaları, buna karşılık da evlilik haklarına babaları olan kızlarla evlilikte olduğu gibi riayet etmemeleridir. Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Eğer yetimlerin haklarına riayet etmekten korkarsanız beğendiğiniz başka kadınlardan ikişer, üçer, dörder alın. Haksızlık yapmaktan korkarsanız bir tane alın; yahut da sahip olduğunuz (cariyeler) ile yetinin.[2] Allah Teâlâ, insanın kimsesiz diye hakkını gözetmeyeceğinden endişe ettiği yetimi nikâhlamayı, ya da aralarında adalete riayet edemeyeceğinden korkması halinde birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklamıştır.[3] Kasm: Eşlerin Yanında Sıra İle Geceleme: Bu konuda sünnet şöyledir: Bir kadın üzerine eğer kız alırsa, onun yanında yedi gece kalır, sonra sırayla her birinin yanında geceler. Dul kadın alması halinde ise onun yanında üç gece kalır ve sonra sırayla her birinin yanında eşit olarak kalır. Bunun sırrı şudur: Bu konuda iyice sıkboğaza gitmek doğru değildir; çünkü çoğu insan buna güç yetiremez. Nitekim, "Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz[4] âyeti de bu manayı ifade etmektedir. Madem ki gerçek adaleti ikâme etme imkânı yoktur, o halde hükmün hiç olmazsa açık bir zulmün terki üzerine bina edilmesi gerekir. Kişi, bir kadına arzu duyar, onun güzelliğine kendisini kaptırır, kalbi sevgisiyle dolar, ona karşı aşırı bir arzusu bulunursa, onu bu arzusundan tamamen uzak tutmak istemek olmaz, çünkü bu imkânsızla yükümlü tutmak gibidir. Bu durumda o kadına tahsis edeceği zaman, şer'an belirtilmiştir ki, belirlenen bu zamanı aşarak iyice zulüm içine batmasın. Öbür taraftan yeni gelen kadının ülfet kazanması ve ona ikramda bulunulması muteber bir maslahattır. Bu ise, kocanın onunla başbaşa kalmasıyla ancak mümkün olur. Rasûlullah (s.a.), bunu şu sözleriyle ima etmiştir: "Yanında üç gece kalmam, senin benim yanımda değersizliğinden değildir. İstersen yanında yedi gece kalırım, sonra her birinin yanında yedi gece kalarak sıraya koyarım... [5] Eski hanımın kalbinin kırılması ise, yeni hanımın yanında kalman gün sayısınca onun da yanında kalınması ve bunun artık bir usûl edinilmesiyle telafi olunur. Başkasına eza verme kasdı bulunmadığı takdirde böyle bir şeyin usûl edinilmesi, insanlara ağır gelmez. Nitekim bu manaya şu âyet-i kerîmede imâ bulunmaktadır: "Hanımlarından dilediğini geride bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Kendilerinden uzak durduğun kadınlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Öyle yapman onların gözlerinin aydın olmasına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. [6] Yani Kur'ân'm inerek Rasûlullah'ın (s.a.) eşleri arasında seçme yapabileceğim bildirmesi, ona nisbetle kızgınlığın zevaline sebeptir. Kıza olan rağbet tamdır, onun yeni eve ısmdınlmaya ihtiyacı ise daha çoktur. Bu itibarla onun için yedi, dul için de üç gün takdirinde bulunulmuştur.[7] Rasûlullah (S.A.), Sefere Çıkarken Hanımları Arasında Kur'a Çekerdi: Rasûlullah (s.a.), eşlerinin yanında münavebeyle kalmaya riayet ederdi. Bir yolculuğa çıkmak istediği zaman ise hanımları arasında kur'a çekerdi. Bunu, gönüllerinde kin doğmasın diye yapardı. Öyle gözüküyor ki Rasûlullah (s.a.), eşlerinin yanında münavebeyle kalmaya riayet etmesi, kendisine vacip olmaksızın sırf onların kalplerini hoşnut etmek ve onlara iyilik etmiş olmak içindi. "Hanımlarından dilediğini geride bırakır, dilediğini de yanına alırsın. [8] âyeti bunun kendisine vacip olmadığını belirtmektedir. Başkaları hakkında ise düşünmek ve üzerinde ictihâd etmek gerekir. Ancak fukahânın büyük çoğunluğu eşlerin yanında münavebeyle kalmanın (kasnı) vacip olduğunda müttefiktirler. Bununla birlikte kur'a çekme konusunda ihtilâf etmişlerdir. [9] Eşler Arasında Adalete Riayet: "Bir adamın yanında iki kadın olur ve onlar arasında adalete riayet etmezse, kıyamet gününde bir yanı düşük olarak gelir. [10] hadisinde adalete riayet mücmeldir ve nasıl bir adalet istendiği açık değildir. "Üzerine düşüp uğraşsanız da kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz; bari birisine tamamen kapılıp da diğerini muallakta gibi bırakmayın[11] âyeti, bu adaletten muradın; açık zulüm yapılmaması, onun tümden ihmal edilmemesi ve kendisine kötü muameleden kaçınılması olduğunu açıklamaktadır. [12] Evli Cariyenin Âzâd Muhayyerliği: Berîre, âzâd edilmişti; kocası köleydi. Rasûlullah (s.a.) onu, ister eski evliliğini sürdürmek, isterse kendi serbestliğini seçmek arasında muhayyer bıraktı, o da kendi serbestliğini tercih etti. [13] Bu hükmün sebebi şudur: Hür kadın, bir kölenin yatağı olmaktan hoşlanmaz, ondan arlanır. Bu itibarla, muhayyer kılınarak kendisinden bu arı uzaklaştırma imkânına sahip kılınması gerer. Mevcut evlilikten hoşnut olması halinde zaten bir şey yoktur. Hem efendisinin emriyle evlenen bir cariyenin rızası, gerçek bir rıza sayılmaz. Nikâh ise ancak karşılıklı rıza ile olur. Kadının âzâd olmasıyla birlikte, artık kendisi hakkında bizzat kendisinin karar vermesi söz konusu olunca, onun rızasının bulunup bulunmadığını dikkate almak gerekir. Bir rivayette Rasûlullah (s.a.), kocasının kendisine yaklaşması halinde artık muhayyerlik hakkının kalmayacağını bildirmiştir. [14] Bu, muhayyerlik hakkının nereye kadar devam edeceğini belirtmek üzere konulmuş bir sınır kabilindendir. Aksi takdirde muhayyerlik Ömür boyu devam ederdi ki bu, nikâhın aslî yapısına ters düşer. Muhayyerliğinin sona ermesini, söyleyeceği bir söze bağlamak uygun olmazdı; çünkü kadın konuyla ilgili olarak ailesine danışır, kendi kendine düşünür taşınır ve çoğu kez bu gibi anlarda, kesin bir kararlılık olmasa bile tercih ifade eden bir söz sarfedebilir. Böyle bir şeyi asla konuşmaması, aksi takdirde muhayyerlik hakkının sona ereceğini söylemek, kadının sıkboğaz edilmesi anlama gelir. Bu durumda kocasının kendisine yanaşmasından daha güzel bir sınır belirlenemez. Zira bu, mülk-i müt'anın semeresi, nikâhtan gözetilen amacın kendisi, nikâhın takarrürünü sağlayan şeydir. Allah'u a'lem! [15] [2] Nisa 4/3. Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/428. [3] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/428-429. [4] Nisa 4/129. [5] Müslim, Radâ', 41, 42; Ebû Dâvûd, Nikâh, 34; İbn Mâce, Nikâh, 62. [6] Ahzâb 33/51. [7] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/429-430. [8] Ahzâb 33/51. [9] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/430. [10] Ebû Dâvûd, Nikâh, 38; Tirmizî, Nikâh, 42; İbn Mâce, Nikâh, 47. [11] Nisa 4/129. [12] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/430-431. [13] bkz. Buhârî, Itk, 10; Müslim, Itk, 9; Ebû Dâvûd, Talâk, 19. [14] bkz. Ebû Dâvûd, Talâk, 21. [15] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/431-432. |