Konu Başlığı: Lâfzı olmayan delâleti takip eder Gönderen: Sümeyye üzerinde 05 Şubat 2011, 16:19:04 3. Bu İki Mertebeyi, Sözün, Lâfzı Olmayan Delâleti Takip Eder. Bunlar da genelde üç kısımdır: a) Fahvâ: Sözün, sükût geçilenin haline, hükmü gerektiren saik vasıtasıyla delâlet etmesidir. “Onlara üf deme!” [680] âyeti böyledir. Bu ifadeden, onları dövmenin haramlığı evleviyet yoluyla anlaşılır. “Kim, Ramazan’da gündüzleyîn yerse, ona kaza gerekir.” sözünden, maksadın orucu bozmak olduğu anlaşılır. Özellikle “yeme” sözcüğünün kullanılması, yemenin akla gelen ilk oruç bozma şekli olmasındandır. b) İktizâ: Sözün, sükût geçilene, ifade edilen şeyle adeten, aklen ya da şer’an ayrılmazlığı sebebiyle delâleti gerekli kılmasıdır. [681] Meselâ “Azad ettim!”, “Sattım” sözleri, daha önceden tasarruf konusu olan şeye malikiyeti gerektirir, yürümek, ayakların sağlıklı olmasını; namaz kılmak, kişinin abdestli olmasını gerektirir. c) İmâ: Bunda maksadın ifadesi, münasip mülâhazalar (el-itibârâtu’l-münâsibe) karşılığında getirilen ibarelerle olur. Belagat sahibi kimseler, ibarenin asıl maksadın ötesinde münasip mülâhazalarla uygunluk arzetmesini isterler. Dolayısıyla söz, kendisine uygun mülahazayı ifade eder. Bunlara örnek olarak şunları verebiliriz: i. Sözün bir vasıfla ya da şartla kayıtlanması. Vasıf ve şart, bulunmadıkları takdirde hükmün de bulunmayacağını ima yoluyla ifade eder. Tabiî bu, soruya müşâkele [682] yoluyla cevap verilmesi veya zihne doğan ilk suretin ve hükmün faydasının beyanı gibi durumların olmadığı yerde söz konusudur. ii. İstisna, gaye ve aded mefhumu muhalifleri, îmâ delâletinin dikkate alınmasının şartı, o dili kullananların örfünde o sözde tenakuzun bulunmasıdır. Meselâ birinin, “On (dirhem) borcum var, ancak şey hariç; yalnızca bir dirhem borcum var.” demesi halinde cumhur, onun hakkında tenakuzun olacağına hükmeder. Ancak ilm-i meânî’de derinleşmiş kimselerin anlayabileceği îmâya ise itibar yoktur. 4, Geçen Üç Mertebeyi, Sözün Genel İçeriğinden Çıkarılan Manalar Takip Eder. Bunlar da genelde üç kısımdır: a) Umûm altına sokmak: Örnek: Kurt, köpek dişlidir; her köpek dişli hayvan ise haramdır. Bu beyan, iktiranı kıyas şeklinde olmaktadır. Rasûlullah’ın (s.a.): “Bana içki(nin azının ve çoğunun haram olması) hakkında şu kapsamlı tek âyet dışında başka bir şey indirilmedi.” buyurduktan sonra, “Kim, zerre kadar hayır işlerse, onu görür; kim de zerre kadar kötülük işlerse onu görür.” [683] âyetini okuması bu kısma örnektir. İbn Abbâs’ın, “Peygamberiniz, kendisine uyulmakla emrolunmuştur.” derken, “Sen de onların yoluna uy!” [684] ; “Davud, kendisini denediğimizi sandı da Rabbinden mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.” [685] âyetleriyle istidlalde bulunması da bu kabildendir. (?) b) Ayrılmazlık (mülâzemet) ya da bağdaşmazlık noktasından hareketle yapılan istidlaller: “Eğer vitir vacip olsaydı, binek üzerinde eda edilmezdi; ancak bilindiği gibi öyle eda edilebilmektedir.” sözü böyledir ve bu bir “beyan-ı şartî” olmaktadır. “Yerde ve gökte Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de bozulurdu.” [686] Ayeti de bu kabildendir. c) Kıyâs: Aralarındaki illet benzerliğinden dolayı bir şeyi, başka bir şeye benzetmektir. Meselâ, nohudun da, aynen buğday gibi ribevî mallardan olduğunu söylemek böyledir. Rasûlullah’ın (s.a.): “Ne dersin, şayet babanın borcu olsaydı da sen onu ödeseydin, onu borçtan kurtarmış olur muydun?” [687] Sözüne, soruyu soranın evet diye cevap vermesi üzerine: “Öyleyse onun yerine haccet!” buyurması da bu kabilden olmaktadır. [680] İsrâ: 17/23. [681] Yani sözün, aklen ya da şer'an doğru anlaşılabilmesi için bir takdiri zorunlu kılması halidir. (Ç) [682] Müşâkele: Birinin söylediği bir sözü, diğerinin az çok evvelki manaya zıt olarak kullanmasıdır. (Ç) [683] Zilzâl: 99/7-8. [684] En'âm: 6/90. Bu âyette, Rasûlullah (s.a.) daha önce adları zikredilen peygamberlere uymakla emrolunmaktadır. (Ç) [685] Sâd: 38/24. [686] Enbiyâ: 21/22. [687] Bkz. Buhârî, Sayd, 22; Müslim, Sıyâm, 154-157. |