๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Şubat 2011, 15:37:49



Konu Başlığı: Kötü amaçlar
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Şubat 2011, 15:37:49
İİ. Kötü Amaçlar:


Bir diğer ihmal sebebi, insanları sapık tevillere sürükleyen kötü amaçlardır.’ıneselâ, hükümdarlara yaranmak için onların hoşlarına gidecek şekilde tevillerde bulunma böyledir. Nitekim ko­nuyla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir baha ile değişenler (onu maddî karşılık ile satanlar) var ya, işte onların yiyip de karanlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir.” [600]

 

İİİ. Ulemanın Halka Uyması:
 

Bir diğeri, kötülüklerin yayılması, ulemânın onların önlenme­si yolunda gayret göstermemesidir. Allah Teâlâ, şöyle buyurmak­tadır:

“Sizden önceki asırlarda yeryüzünde insanları bozgunculuk­tan alıkoyacak faziletli kimselerin bulunması gerekli idi. Fakat onlardan, kurtuluşa erdirdiğimiz az bir kısım müstesnadır. Zul­medenler ise, kendilerine verilen refahın peşine düştüler. Zaten günahkâr idiler.” [601]                                                                     

İsrailoğullarının, günahlara dalması hakkındaki Rasûlul­lah’ın (s.a.) şu hadisi de konuyla ilgili olmaktadır:

“Alimleri, onlara yasakları belirtmişler, fakat onlar geri dur­mamışlardır. Buna rağmen âlimler, onlarla düşüp kalkmışlar, be­raber yemişler, içmişlerdir. Bunun üzerine Allah Teâlâ, onların kalplerini birbirine benzetmiş, Dâvud ve Meryem oğlu İsa’nın dili üzere onları lânetlemiştir. Zaten onlar, hakkı tecavüz ediyorlar­dı.” [602]

2. Aşırılık (ifrat, taammuk):


Dinde tahrifin sebeplerinden ikincisi aşırılıktır. Bunun esası şudur: Şâri’ Teâlâ, bir şeyi emreder ya da yasaklar. Peygamberin ümmetinden olan kişi, bunu duyar ve kendi anlayış seviyesine gö­re anlar. Sonra hükmü, o şeye, bazı yönlerden benzerlik arzeden, ya da illette kısmî müştereklik arzeden diğer şeylere de, ya da o şeyin parçalarına, sâiklerine (devâî) ve muhtemel mahallerine (mazinne) de sirayet ettirir. Rivayetlerin farklılığı sebebiyle her ne zaman işler karışsa, hemen daha zor olanını esas alarak, onu vacip kılma eyilimini gösterir. Peygamberden (s.a.) sadır olan her şeyi, ibadet telakki eder. Oysaki peygamber, bazı şeyleri âdet ol­duğu üzere işlemiştir. Emir ve yasağın, bu tür işleri de kapsadığını düşünür. Bunun sonucunda Allah Teâlâ, şunu emretmiş, şunu ya­saklamıştır demeye başlar. Meselâ, Şâri’ Teâlâ, nefsin kontrolünü sağlamak için orucu farz kılıp, oruç esnasında cinsî ilişkiyi yasak­lamıştır. Bundan hareketle, aşırılığı kendilerine meslek edinen bir kısım insanlar, sahurun meşru bir şey olmadığını zannetmişlerdir. Çünkü sahurda yemek, nefsin kontrol altına alması amacına ters düşer. Bunlara göre oruçluya, eşini öpmesi haram olur. Çünkü bu cinsî ilişkiye götürebilir ve şehvetin giderilmesi konusunda bir tür cinsî ilişkiye benzer.

Rasûlullah (s.a.), bu tür düşüncelerin sakatlığını ifade buyur­muş ve bu yaklaşımın dinde bir tahrif olduğunu açıklamıştır.

3. Zorlaştırma (teşeddüd):


Tahrif sebeplerinden biri de zorlaştırmadır. Bunun esasını, Şâri’ Teâlâ’nın emretmiş olmadığı zor amelleri üstlenmek teşkil eder. Meselâ, sürekli oruç tutmak, devamlı namaz kılmak, uzlete çekilmek, evlilik hayatını terketmek gibi. Yine, sünnet ve müstahap olan şeyleri, aynen vacipmiş gibi mütalaa etmek de bu kabil­dendir. Rasûlullah’ın (s.a.), Abdullah b. Ömer ve Osman b. Maz’ûn’a, altına girdikleri ağır ibadetleri yerine getirme tavrını yasaklaması bu manayı ifade etmektedir. Bu konuda o (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Kim dinde zorluğa kaçarsa, elbette din ona galebe çalar (güç yetiremez, yenik düşer).” [603]

Bir de bu aşırılık ve zorlaştırma meraklısı kimse, kavmin mürşidi ve reisi ise, kendisine bağlı olan halk, onun yaptığı bu işle­rin bizzat Şâri’ Teâiâ’nın emri olduğunu, O’nun rızasının bunlarda bulunduğunu düşüneceklerdir. Bu, yahudi ve hıristiyan ruhbanla­rının hastalığıdır.

4. İstihsan:


Tahrif sebeplerinden bir diğeri, istihsandır. Bunun esası şu­dur: Kişi, Şâri’ Teâlâ’nın her hikmet için, uygun bir mahal (mazinne) kıldığım görür, O’nun nasıl teşrî’de bulunduğunu müşahede eder. Bunun sonucunda hikmet-i teşrî ile ilgili zikrettiğimiz hikmetlerden bir kısmım elde eder, kendisini bir şey zannederek, aklınca maslahat gördüğü şeyleri hükümle ştir mey e koyulur. Vak­tiyle yahudiler, Şâri’ Teâiâ’nın hadleri (cezaları), insanların islahı­na yönelik olmak üzere günahlardan caydırıcı mahiyette koymuş olduğunu görmüşler, recmin ise, insanlar arasında ihtilâflara ve birbirlerini öldürmelere sebebiyet verdiğini, maksadı gerçekleştir­menin ötesinde büyük fitne ve fesada müncer olduğunu düşün­müşler ve recimden vazgeçerek, zina eden kimselerin yüzlerinin ve vücutlarının karalanarak teşhir edilmesini güzel bulmuşlardı. Ra­sûlullah (s.a.), bunun bir tahrif ve bizzat Allah’ın Tevrat’ta koy­muş olduğu ilahî hükmün, görüşlerine dayanarak atılması olduğu­nu açıklamıştır.

İbn Şîrîn şöyle demiştir:

“İlk kıyas yapan İblis’tir. Güneş ve aya, hep kıyas sonucunda tapınılmıştır.”

Hasan el-Basrî, “Beni ateşten yarattın, onu ise topraktan ya­rattın.” âyetini okumuş ve:

“İblis, bununla kıyas yapmıştır. O, ilk kıyas yapandır.” demiştir.

eş-Şa’bî ise şöyle demiştir:

“Allah’a yemin ederek söylüyorum, eğer kıyas yolunu tutarsanız, elbette helâli haram, haramı da helâl kılarsınız.”

Muaz b. Cebel’in sözü ise şöyle:

“Kur’ân, insanlara açılır, hat­ta kadın, çocuk, adam herkes onu okur. Adam şöyle der:

“Ben Kur’ân’ı okudum, fakat ona tabi olamadım (aradığımı bulamadım). Vallahi, ben onu insanların içinde ifa edeceğim, belki o zaman uya­rım.” Onların içinde ifa eder, fakat ona tabi olmaz. Bu kez şöyle der:

“Ben Kur’ân’ı okudum, ona tabi olamadım, onu insanların için­de ifa ettim, yine tabi olamadım. Bu kez, evimde bir mescid edine­ceğim, belki ona uyarım.” Dediği gibi, evinde bir mescid edinir, fa­kat yine uymaz ve şöyle der: “Ben Kur’ân’ı okudum, ona tabi olamadım, onu insanların içinde ifa ettim, yine tabi olamadım. Evim­de hususi bir mescid edindim, yine tabi olamadım. Vallahi, ben on­lara öyle bir söz getireceğim ki, onu Allah’ın kitabında bulamaya­caklar, Rasûlullah’tan (s.a.) da işitmemişlerdir. Belki o zaman uyarım.” Muaz sözüne devamle şöyle demiştir:

“Aman ha, onun ge­tireceği şeylerden sakının! Çünkü onun getireceği sapıklıktır.”

Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir:

“İslâm’ı, âlimin zellesi, münafıkın Kitap’la cidalleşmesi, saptırıcı imamların hükmü yıkar.”

Bütün bu nakledilenlerden maksat, Allah’ın kitabından ve Rasûlullah’ın (s.a.) sünnetinden İstinbat yoluyla olmayan davra­nışlardır.

5. Mesnedsiz icmâ:

Tahrif sebeplerinden bir diğeri, meşru olmayan icmaya uy­maktır. Bu, halkın, görüşlerinde genelde ya da devamlı bir şekilde isabetli olacağına inandığı din bilginlerinden bir grubun, her nasıl­sa bir şey üzerinde görüş birliği etmeleri demektir. Tehlikeli olan şey, işte bunun mutlak surette hükmün sübutuna kesin delil oldu­ğunun samlmasıdır. Sözünü ettiğimiz bu durum, icmanın, Kitap ya da sünnetten bir mesnedinin olmaması takdirinde böyle olur ve bu, üzerinde ümmetin delilliği hakkında görüş birliği ettiği türden icma değildir. Çünkü icmanın, geçerli icma olabilmesi için, Kitap ya da sünnetten bir mesnedinin olması, ya da istinbat yoluyla bu iki esastan çıkarılmış olan bir şeye dayandırılması şartı vardır. Böyle bir mesnedi olmayan görüş birliğini ise, hüccet olan icmâdan saymamışlardır.

Allah Teâlâ, bu hususa işaretle şöyle buyurmaktadır:

“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiği zaman onlar, ‘Hayır! Biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız.’ dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış kimseler idiyse!” [604]

Yahudiler, Hz. İsa (s.a.) ve Hz. Muhammed’in (s.a.) peygam­berliklerini reddederken işte böyle bir iddiaya dayanmışlar ve se­leflerinin, onların hallerini araştırdıklarını ve onlarda peygamber­lik şartlarını bulamadıklarını söylemişlerdir. Hıristiyanların, Tev­rat ve İncil’e muhalif pek çok inançları vardır. Onların bütün delilleri, seleflerinin icmasına tabi olmaktan başka bir şey değildir.

6. Masum olmayan kimselerin taklidi: Bir diğer tahrif sebebi, masum yani hata işlemekten korun­muş olmayan kimselerin taklit edilmesidir. Elbette ki, bundan maksadımız, hatadan korunmuşluğu (ismet) sabit olan Rasûlullah’ın (s.a.) dışında kalan kimselerdir. Bu şöyle olur: Ümmetin âlimlerinden biri herhangi bir mesele hakkında ictihâd eder. Müntesipleri, onun bu içtihadının kesin kes ya da en azından ona ya­kın bir şekilde isabetli olduğunu düşünürler ve sırf o içtihada ters düşüyor diye sahih bir hadisi reddederler. Bu taklit şekli, ümmet-i merhumenin cevazı hakkında üzerinde ittifak etmiş oldukları tak­litten başka bir şeydir. Çünkü ümmet, müctehidlerin taklidinin ca­iz olduğu hakkında ittifak etmişlerdir. Halbuki, müctehid hata da, isabet de edebilir. Taklidin caiz olabilmesi için, konu hakkında Rasûlullah’tan (s.a.) gelen nasslar hep aranmakta olacak, taklit edilen müctehidin görüşü hilafına sahih bir hadisin ortaya çıkması halinde, taklidin terkedileceğine dair bir azim bulunacaktır. Rasûlullah (s.a.):

“Allah’ı bırakıp hahamlarını, ruhbanlarını rablar edindiler.” [605] Ayeti hakkında şunu söylemiştir:

“Onlar (yahudi ve hıristiyanlar) din adamlarına tapmıyor­lardı; ancak din adamları kendilerine bir şeyi helâl kıldığı zaman, onu kendilerine helâl görüyorlar, kendilerine bir şeyi haram kıldı­ğı zaman da onu kendilerine haram sayıyorlardı.” [606]

7. Milletlerin/dinlerin birbirlerine karışması:

Tahrif sebeplerinden sonuncusu olarak arzedeceğimiz şey, milletlerin, ayırt edilemeyecek şekilde birbirlerine karışmalarıdır. Şöyle ki: Bir insan herhangi bir dine inanır, kalbi mensup olduğu zümrenin din bilgisiyle dolar. Sonra İslâm dinine girer, ancak kal­binde hâlâ o eski diniyle ilgili bilgiler mevcut bulunur ve onlara karşı bir meyil duyar. Bunun sonucunda da, onlara İslâm dininde de -zayıf ya da uydurma da olsa- bir yer bulmaya çalışır. Bu yüzden, hadis uydurmayı ve mevzu hadisleri rivayet etmeyi caiz gördüğü bile olur. Şu hadiste bu mana mevcut bulunmaktadır:

“İsrailoğullarının işleri yolunda gidiyordu. Sonra içlerinde melezler ve diğer uluslardan alınan esirlerin çocukları türedi. Bunlar re’yle hüküm verdiler, dolayısıyla hem saptılar, hem de saptırdılar.” [607]

Bizim dinimize sokulan şeyler arasında İsrailî haberler, cahi-liye dönemi hatiplerinin öğütleri, Yunan felsefesi, Babil kalıntıları, Fars (İran) tarihi, ilm-i nücûm, remil, kelâm.., bulunmaktadır. Rasûlullah’ın (s.a.), huzurunda Tevrat nüshası okunması üzerine kızmasının, Hz. Ömer’in (r.a.), Danyal’ın kitaplarını arayan kim­seyi dövmesinin hikmeti işte budur.

Allah’u alem!

 

19) İslâm Dininin, Yahudi VeHıristiyanlıktan Farklı Oluşunun Sebepleri
 
İlâhî Dinler, Hak Ve Doğru Olarak Başlar, Sonradan Tadile Uğrar:
 

Bil ki: Allah Teâlâ, bir kavme peygamber göndereceği zaman, indireceği dini kendi dilleri üzere gönderir ve onda asla bir eğrilik ya da noksanlık bırakmaz. Sonra o din, o peygamberden rivayet edilir, ümmetine mensup seçkin havarileri aracılığıyla bir süre lâyık olduğu veçhile korunur. Daha sonra bunların yerini alan ye­ni nesiller gelir, bunlar o dini tahrif ederler, onun hakkında ihmal gösterirler, hakkını vermezler. Artık o din, mahza hak olmaktan çıkar, bâtıl ile karışmış bir hal alır. Şu hadis bu manayı işlemekte­dir:

“Allah Teâlâ tarafından, ümmetine gönderilmiş her bir pey­gamberin, mutlaka ümmeti içerisinden havarileri ve seçkin sahâbîleri bulunur. Bunlar, onun sünnetini öğrenirler, emrine uyarlar. Sonra onların arkasından nesiller gelir, bunlar yapma­dıklarını söylerler, emrolunmadıklan şeyleri işlerler.” [608]



[600] Bakara: 2/174.

[601] Hûd: 11/116.

[602] Ahmed, 1/391.

[603] Buhârî, îmân, 29; Ahmed, 4/422.

[604] Bakara: 2/170.

[605] Tevbe: 9/31.

[606] Tirmizî, Tefsir, 9/30.

[607] İbn Mâce, Mukaddime, 8; Dârimî, Mukaddime, 17.

[608] Hadisin devamı şöyle: "Kim, onlarla eliyle mücadele ederse, o mü'mindir; kim onlarla diliyle mücadele ederse, o mü'mindir; kim onlarla kal­biyle mücadele ederse, o mü'mindir. Onun ötesinde, hardal tanesi ka­dar bile olsa iman yoktur." Bkz. Müslim, îmân, 80; Ahmed, 1/458.