๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Şubat 2011, 16:17:32



Konu Başlığı: Kolaylaştırma yolları
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Şubat 2011, 16:17:32
Kolaylaştırma Yolları:


 

Kolaylaştırma yolları, aşağıdaki şekillerde gerçekleşir:


1. Zor olan bir şeyin, rükün ya da şart kılınmaması:



Bu konuda dayanağımızı şu hadis oluşturmaktadır:

“Eğer ümmetime meşakkat verecek olmasaydım, onlara her namaz sırasında misvak kullanmalarını emrederdim.” [559]

2. Dünya işlerinin taat haline dönüştürülmesi: Daha önceden kendi aralarında dünyevî saiklerle yapmakta

oldukları bazı işlerin, iftiharlarına vesile olacak merasimlere dö­nüştürülmesi böyledir. Bayramların ve cumanın meşruiyeti bu kıs­mın örneğini teşkil eder. Konu ile ilgili olarak Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuştur:

“Böylece Yahudiler bilsinler ki, dinimizde genişlik vardır.” [560] Büyük kalabalıklara katılma sırasında insanların kendilerine çeki düzen vermeleri, süslenmeleri, birbirleriyle yarış havasına gi­recek bir tavır göstermeleri, insanların öteden beri takip etmekte oldukları bir yoldur. Din, emretmese de insanlar zaten bunları yapmakta idiler. Dolayısıyla, bu gibi fiillere dinî bir anlam veril­mesi, kolaylaştırmanın bir şekli olmaktadır.

3. Arzu duyulan şeylerin taate dönüştürülmesi: Kolaylaştırma yollarından biri de, insanların yaratılışları gereği arzu duydukları davranış biçimlerini taat haline sokmaktır. Böylece hem insan tabiatı, hem de aklın desteğiyle bu gibi fiiller daha kolay bir şekilde yapılmış olacaktır. Mescidlerin kokulanma­sı, temizlenmesi, cuma günü boy abdesti alınması ve koku sürül­mesi gibi sünnetler, Kur’ân’ın güzel nağme ile okunması, ezanı gü­zel sesli kimselerin okuması gibi müstehaplar, bu amacm gerçek­leştirilmesi için getirilmiştir.

4. Mükelleflerden ağır yüklerin indirilmiş olması:

Bir diğer yolu, mükelleflerden ağır yükümlülüklerin ve tabi­atları itibarıyla nefret duyacakları şeylerin kaldırılmış olmasıdır. Bunun içindir ki, kölenin, bedevinin, nesebi meçhul kimsenin imamlık yapması dinen mekruh görülmüştür. Çünkü insanlar, bu gibi kimselere uymaya pek yanaşmazlar.

5. Çoğunluk insanların tabiatlarının gerektirdiği şeylerin korunması:

Bir diğer şekil, çoğunluk insanların tabiatlarının gereği olan şeylerin, ya da terki durumunda kendilerinde sıkıntı duyacak ol­dukları şeylerin korunması olmuştur. Bu ilkeden hareketle, sultan İmamete daha lâyık görülmüştür. Evde, hane sahibi imamete daha çok hak sahibidir. Yeni bir kadınla evlenen kimse, taze hanımının yanında yedi ya da üç gün kalır [561], sonra adalete riayetle diğer eş­leri yanında da o kadar gün kalır.


6. İlim öğretmenin, vaaz ve nasihatte bulunmanın, sünnet kılınması:



Ümmet arasında ilmin öğretilmesi, vaaz ve nasihatte bulu­nulması, iyiliklerin emredilip kötülüklerin önünün alınması sün­net (görev) sayılmıştır. Böylece insanların kalpleri hak ve hakika­tin bilgisiyle dolacak, bunun sonucunda da şer’î kanunlara kolay­lıkla boyun eğeceklerdir. Rasûlullah (s.a.), aynı şeyi yapar, ashabı­nı usandırmamaya da dikkat ederek vaaz ve nasihat için sürekli uygun zamanlar kollardı.                                                                   

7. Rasulullah’ın (s.a.) örnekliği:

Rasûlullah (s.a.), yapmalarını emretmiş olduğu ya da işleme­lerine ruhsat verdiği fiillerden bizzat kendisi de işler, böylece ken­disinin örnek alınmasını temin ederdi,

8. Rasulullah’ın (s.a.) duası:

Rasûlullah (s.a.), ümmetini olgun ve kamil bir hale getirmesi için Allah’a dua ederdi.

9. Huzur ve güvenin (sekine) inmesi:

Rasûlullah (s.a.) sayesinde ümmetin üzerine huzur ve güven (sekînet) inmiş ve böylece onun huzurunda iken sanki başlarının üzerinde kuşlar varmış gibi bir tavır sergileyebilmişlerdir.

10. Hakka muhalif düşen fiillerin akim bırakılması:

Bir diğer yol, işlediği fiille hakkın dışında başka bir şey iste­yenlerin burunlarının sürtülmesi, maksatlarının aksine işleme muhatap kılınmalarıdır. Bu cümleden olarak, katil varis olama­makta, zor altında karısını boşayan kimsenin talâkı geçersiz sayıl­maktadır. Böylece bu önlemler, zorbaları amaçlarına ulaşmaktan alıkoymakta, arzularını frenlemektedir. Zira fiillerinin sonucu, kendilerine tepmektedir.


11. Tedrîcilik:


Meşakkat içeren yükümlülüklerin zaman içerisinde azar azar meşru kılınması da kolaylık yollarından bir diğeri olmaktadır. Ko­nuyla ilgili olarak Hz. Âişe (r.a.) şöyle demektedir:

“Kur’ân’dan ilk aşamada inenler, kısa surelerdir. Bunlarda cennet ve cehennem konuları işlenir. Ne zaman ki insanlar İslâm’a ısındılar, o zaman helâl ve haram inmeye başladı. Eğer ilk inen şey, ‘İçki içmeyin!” hükmü olsaydı, insanlar, ‘Biz, asla içkiyi bırak­mayız!’ derlerdi. Eğer daha işin başında, ‘Zina etmeyin!’ hükmü in­seydi, insanlar, ‘Biz asla zinayı bırakmayız!’ derlerdi.” [562]

12. Rasûlullah’ın (s.a.), ashabın kalben zorlanacağı şeyleri yapmaması:

Bir başka yol, Rasûlullah’ın (s.a.), insanların üzerinde anlaşamayacağı, kalplerinin yatmayacağı şeyleri yapmamış olmasıdır. Sırf bu endişeden dolayı o, iyi gördüğü bazı işleri terketmiştir. Bu­na örnek şu hadistir: Rasûlullah (s.a.), Hz. Âişe’ye (r.a.) şöyle bu­yurmuştur:

“Eğer kavminin, cahiliye dönemi anıları henüz taze olmasay­dı, Ka’beyi yıkar ve onu İbrahim’in (s.a.) temelleri üzerine yeniden bina aderdim.” [563]

13. Hayır amellerinin, kolayca işlenebilmesini temin amacıyla munzabıt hale getirilmesi:

Şâri’ Teâlâ, sevap kazandırıcı iyilik türlerini emretmiştir. Bunlar abdest, gusül, namaz, zekât, oruç, hac vb. gibi şeylerdir. Allah Teâlâ, bunları sadece emrederek neyin nasıl yapılacağını in­san aklına havale etmemiş, bilakis onların rükünlerini, şartlarım ve âdabını bildirmek suretiyle onların belirlenmesini de sağlamış­tır. Bunu yaparken, rükün, şart ve âdabın en ince ayrıntılarına ka­dar bir beyan yoluna gitmemiştir. Bu tür ayrıntıları insanların akıllarına havale etmiş, lâfızlardan ne anlıyorlarsa, o konu ile ilgi­li itiyatları nasılsa, istenilen amelleri o şekilde işlemelerini iste­miştir.

Meselâ, Fâtiha’sız namaz olmayacağını beyan etmiş, fakat Fâtiha’nın okunması için sıhhat şartı bulunan harflerin mahreçle­rini, şeddelenmesini, harekelenme sini, sakin okunmasını vb. be­lirtmemiştir.

Kıbleye yönelmenin namaz için şart olduğunu beyan etmiş, fakat bizim kıbleyi nasıl bulacağımıza dair bir kıstas getirmemiş, bunu bize havale etmiştir.

Zekât nisabının ikiyüz dirhem olduğunu beyan etmiş, dir­hemlerin ağırlığının ne kadar olduğunu açıklamamıştır. Böyle bir soru yöneltildiğinde, muhataplarca bilinmeyen, örf ve âdetlerinde yeri bulunmayan bir şey getirmemiştir.

Ramazan ayı hilali hakkında:

“Hava bulutlu olduğu zaman, Şaban’ın sayısını otuza tamamlayın.” [564] Buyurmuştur.

Kırsal alanda bulunan, yırtıcı hayvanların ve malların da su­landığı sular hakkında:

“Bu, iki külle miktarına ulaştığı zaman, pislik tutmaz.” [565] Buyurmuştur. Bu yaklaşımın temelini -açıkladı­ğımız gibi- onların itiyatları oluşturmaktadır.

Esası belirlemekle birlikte ayrıntıya gitmemenin sırrı şudur: Sözü edilen şeylerden her biri, açıklık, kapalılık ve belirsizlik hu­susunda ancak benzeri durumda olan şeyin iç yüzünü ifade ile açıklanabilir. Bu durumda, bu kez o şeyin beyanı gerekir ve bu böyle devam eder gider. Bunda ise büyük zorluk ve sıkıntı vardır. Zira her kayıtlama, insanların bir nebze sıkıntıya sokulması de­mektir. Kayıtlamalar çoğaldıkça, alan son derece daralır. Kaldı ki şeriat, uzak yakın herkese yöneliktir. Yükümlülük her alanı ve herkesi kapsamaktadır. Bu durumda getirilen yükümlülüklerde detaylara gidilmesi, büyük zorluklar doğurur. Diğer taraftan in­sanlar, ibadetler için konulmuş bulunan suretlere itina gösterdik­lerinde, o ibadetin esas faydalarını gözden kaçırırlar, onların ruh­larına yönelemezler. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’i tecvidle güzel oku­yanlardan çoğunun, Kur’ân’ın manasıyla meşgul olamadıklarını görürsünüz. Çünkü onlar Kur’ân’ı okurlarken, mana ile değil, onun lâfızlarıyla meşgul olmakta, bütün dikkatlerini onlar üzerin­de toplamaktadırlar. Şu halde, işin aslı ve esasları belirlendikten sonra geri kalan kısmının insanlara havale edilmesinden daha uy­gunu yoktur.

Allah’u a’lem!


14. Şâri’ Teâlâ’nın, akılların ölçüsünde hitap etmesi:


Şâri’ Teâlâ, insanlara hitap ederken, yaratılışları esnasında kendilerine tevdi edilen akıllarını esas almış, hikmet (felsefe), kelâm ve usûl ilimlerinin inceliklerini tahsil etmiş olan bir aklı esas almamıştır. Bunun bir sonucu olarak da kendi Zât’ı için cihet isbatıyla şöyle buyurmuştur:

“Rahman, Arş’a kurulmuştur.” [566]

Rasûlullah (s.a.) da, siyah bir cariyeye;

“Allah, nerededir?” diye sormuş, göğe doğru işaret edince, onun mü’min olduğunu söy­lemiştir.[567]

Kıblenin tayini, namaz ve bayram vakitlerinin tesbiti konu­sunda astronomi ve geometri gibi ilimlerin tahsilini gerekli görme­miş ve bu hususa işaretle şöyle buyurmuştur:

“Kıble, doğu ile batı arasıdır.” [568]

“Hac, hac yaptığınız gündür; bayram da iftar ettiğiniz gün­dür.” [569]

Allah’u alem!


 
[559] Buhârî, Mevâkît, 24; Müslim, Taharet, 42.

[560] Ahmed, 6/116, 233.

[561] Bakire ise yedi, dul ise üç gün şeklinde.

[562] Buhârî, Fedâili'l-Kur'ân, 6.

[563] Buhârî, Hacc, 42, Enbiyâ, 10; Müslim, Hacc, 399.

[564] Buhârî, Savm, 5, 11; Müslim, Sıyâm, 6-9.

[565] Ebû Dâvûd, Taharet, 33; Tirmizî, Taharet, 50.

[566] Tâhâ: 20/5.

[567] Müslim, Mesâcid, 33; Ebû Dâvûd, Salât, 167; Eymân, 16.

[568] Tirmizî, Salât, 139; Nesâî, Sıyâm, 43; İbn Mâce, İkâmet, 56.

[569] Bkz. Tirmizî, Savm, 11; İbn Mâce, Sıyâm, 9.