Konu Başlığı: Kişiyle nefsi arasında olan günahlar Gönderen: Sümeyye üzerinde 10 Şubat 2011, 17:59:02 16) Kişiyle Nefsi Arasında Olan Günahlar Melekî Güç, Hayvanî Güç Tarafından Kuşatılır: Bil ki: insanda mevcut bulunan melekî güç, hayvanı güç tarafından çepe çevre kuşatılmış bir haldedir. Onun hali aynen kafesteki kuşa benzer. O kuşun mutluluğu, kafesten çıkmasına, o güzelim bahçelerden oluşan aslî vatanına kavuşmasına, orada her türlü tanelerden, lezzetli yemişlerden yemesine ve aynı türden olan diğer kuşların arasına katılmasına bağlıdır; işte ancak o zaman son derece mutlu olabilir. İnsanın en bahtsız hali, “dehrl” (tabiatperest, materyalist) olmasıdır. Dehrîliğin gerçek anlamı, insanın kendi fıtratına konulmuş olan bilgiye ters düşmesidir. Daha önce de açıkladığımız üzere insanın içerisinde kendi Yaratıcısına doğru bir meyil vardır ve bu saikle içinde hep O’na karşı en üst düzeyde tazım duygusu taşır. Nitekim aşağıdaki âyet ile hadis bu manaya işaret etmektedir: “Rabbin Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini aldı ve onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ Onlar da, ‘Evet!’ dediler.” [394] “Her doğan, fıtrat üzere doğar.” [395] Kişinin içerisinde Rabbine karşı en üst düzeyde saygı duyabilmesi için, mutlaka O’nun kasıt ve ihtiyar ile tasarrufta bulunduğuna, kullan, yaptıkları herşeyden dolayı sorgulayacağına, onları başıboş bırakmadığına ve indirdiği şeriatlarla sorumlu tuttuğuna iyice inanması, bu inancın içerisinde yer etmesi gereklidir. Aşağıdaki inançları taşıyan her kimse, o dehrîdir: a) Varlık silsilesinin nihayet kendisine varıp dayandığı bir Rabbi olduğunu inkâr eden, b) Alemde herhangi bir tasarrufta bulunmayan, seyirci bir Rabbin olduğuna itikat eden, c) Yaptığı tasarruflarda ihtiyarı olmadığını ve yaptığı şeyleri zorunlu olarak yaptığını düşünen, d) Kullarını hayır ve şer her ne işlemişlerse, onların karşılığında mutlaka cezalandırmayacağına inanan, e) Rabbini diğer yaratıklar gibi tasavvur eden veya O’na ait özelliklerde kullarını da kendisine ortak koşan, f) İnsanları, peygamber aracılığıyla şeriatla yükümlü tutmayacağım düşünen... Bu inançları taşıyan bir kimsenin, içinde Rabbine karşı bir saygı duyması imkânsızdır. Onun bilgi ve basireti kudsiyet âlemine asla ulaşabilecek güçte değildir. Böyle birinin hali, iğne ucu kadar bile bir deliği olmayan demir bir kafese hapsolunmuş bir kuşun durumundan farksızdır. Dehrî Öldüğü Zaman Perde Şeffaflaşır Ve Melekî Yön Ortaya Çıkar: Dehrî öldüğü zaman, kendisini bürüyen perde şeffaflaşır ve melekî yön bir tür ortaya çıkar, fıtratında gizli bulunan meyil harekete geçer; ancak Rabbi ve kudsiyet makamına ulaşma hakkındaki yanlış inancı onun önünü keser. Bunun üzerine, nefsinde son derece büyük bir vahşet ve ürperti hali belirir. Allah Teâlâ ve Mele-i a’lâ sakinleri onun o iğrenç haline bakar. Bu haliyle o, gazap ve hakaret nazarıyla çepeçevre kuşatılır ve bunun sonucunda meleklerin içlerine gazap ve azap ilhamları iner. Böylece o kişiye misal (âlemin)de ve hariçte azap edilmeye başlanır. İnsanın en bahtsız diğer bir hali de, Allah Teâlâ’nın: “O, her an başka bir şandadır.” [396] Ayetinde beyan buyurduğu her an bir “şân”da oluşuna karşı kibirlenmesi ve böylece kâfir olmasıdır. “Şan”dan maksat şudur: Âlemin, ilahî hikmetin gereği olmak üzere çeşitli devirleri ve dönemleri vardır. Devri geldiğinde, Allah Teâlâ her semaya yapılması gerekeni vahyeder ve Mele-i a’lâ o emre uygun düşecek tedbirleri alır. O devirde yaşayanlar için bir şeriat ve bir maslahat belirlenir. Sonra Mele-i a’lâ’ya ilham olunarak, bu devrin gereği olan ilâhî düzenin âlemde yürürlüğe konması hususunda icmâ etmeleri istenir ve onların bu icmâları, insanların kalplerine gelen ilhamların sebebi olur. Bu şan, hiçbir hudûs şaibesi bulunmayan kadîm mertebeyle irtibatlıdır. Bu da, Vâcib Teâlâ’nın bazı kemâl yönlerini -aynen ilk mertebe gibi- açıklayıcı olmaktadır. Kim bu şana ters düşer, ona buğz eder ve ondan yüz çevirirse, Mele-i a’lâ’dan inen ve nefsini çepeçevre kuşatan şiddetli bir lanete çarptırılır. Bunun sonucunda amelleri heba olur, kalbi katılaşır ve işlediği hayır işlerden bir türlü fayda elde edemez. Şu âyet-i kerîmede işte bu manaya işaret olunmaktadır: “Kitapta [397] açıkça belirttikten sonra indirdiğimiz açık delilleri ve hidayeti gizleyenler [398] var ya, işte onlara hem Allah lanet eder, hem de bütün lanet ediciler [399] lanet eder.” [400] “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Onların gözlerine de bir çeşit perde gerilmiştir ve onlar için büyük bir azap vardır.” [401] Böyle biri, deliği olan, fakat üzerinde büyük bir örtü bulunan bir kafesteki kuşun haline benzer; kurtuluş imkânı yoktur. (Dehrî ve kâfirin) berisinde olan kimse ise lâyıkı üzere tevhîde ve Allah’a saygı göstermenin gereğine inanır, ancak iyilik ve kötülük telakkisinin gereği olmak üzere yapmakla emrolunduğu şeyleri yerine getirmez. Böyle biri şuna benzer: Meselâ bir adam cesaretin ne demek olduğunu ve içerdiği faydaları bilir; ancak onunla bir türlü muttasıf olamaz. Çünkü cesaretin nefiste bizzat bulunması, onun suretinin bulunmasından ayn bir şeydir. Bunun hali de kafesteki şöyle bir kuşun haline benzer; parmaklıklar arasından yeşillikleri ve yemişleri görür; daha önceleri de oralarda özgürce dolaşmıştır, kafese kapanması sonradan başına gelmiştir. İşte böyle bir kuş, oralara karşı özlem duyar, kanatlarım çırpar, gagasını kafesin deliklerine sokar, fakat bir türlü çıkamaz. İşte iyilik ve kötülük telakkisi açısından büyük günahların anlamı budur. Allah Teâlâ’nın Emrettiği Şeyleri Terketmenin Sonucu: Bu mertebenin daha berisinde ise şu kimse gelir: Bu, Allah Teâlâ’nın emirlerini yapar; ancak gerekli olan şartlarına riayet etmez. Bu kimsenin hali de kafesteki şöyle bir kuşun haline benzer: Kafesi kırıktır; ancak çıkması zahmetlidir. Oradan çıkabilmesi için, mutlaka cildinin çizilmesini, tüylerinin yolunmasını göze almak zorundadır. Kafesten çıkabilir; ancak bu büyük bir gayret ve zahmet sonucunda mümkün olur. Çıktıktan sonra hemcinslerinin arasına katıldığı zaman da, kendisini o kadar mutlu hissedemeyecektir; çünkü yara bere içerisinde kalmış, tüyleri yolunmuş olacaktır. Bu gruptakiler, iyi işler yanında kötü işler de yapan ve bunları birbirine karıştıran kimseler olmaktadır. Onları, arzuladıkları yere varmaktan engelleyen bu şeyler, iyilik ve kötülük felsefesine göre “sağîre” yani küçük günah sayılan şeylerdir. Rasûlullah (s.a.) sırat hadisinde bu üç grup insana işaretle şöyle buyurmuşlardır: “Bazısı bakarsın cehennem ateşine yığılmış kalmış, kimi hardal gibi doğranmış kurtulmuş, diğeri tırmalanmış da salıverilmiş...” [402] [394] A'râf: 7/172. [395] Buhari, Cenâiz, 92; Ebû Dâvûd, Sünnet, 17; Tirmizî, Kader, 5. Fıtrat halinden maksat, kişinin yaratılış safiyetini yitirmemiş hali olmalıdır. Yani kişi doğduğunda, henüz dış etkilerin altına girip bozulmuş değildir; eğer onun bu safiyeti zaman içerisinde muhafaza edilebilirse, yapısında gizli bulunan meyil saikiyle Yaratıcısını bulur ve O'nu ikrar eder. Belki isimlendirmede ve nitelemede hata edebilir, ama esasta Allah'ı bulur. [396] Rahman: 55/29. [397] Yani Tavrat'ta. [398] Âyet, Recim âyeti, Rasûlullah'ın (s.a.) nitelikleri gibi Allah Teâlâ'nın indirmiş olduğu delilleri gizleyen Yahudiler hakkında inmiştir. [399] Melekler ve seçkin mii'minler. [400] Bakara: 2/159. [401] Bakara: 2/7. [402] Bkz. Buhârî, Ezan, 129 (1/196), Tevhîd, 24; Müslim, îmân, 302. |