๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 08 Şubat 2011, 19:50:59



Konu Başlığı: Kasıtsız işlenilen her fiilin sahibi mazurdur
Gönderen: Sümeyye üzerinde 08 Şubat 2011, 19:50:59
Kasıtsız İşlenilen Her Fiilin Sahibi Mazurdur:


Taatin esası, kalbin Allah’ın hükmüne teslimiyetidir ve kişi, Allah’ı tazim etmekle yükümlüdür. Bu durumda, kasıtsız, azimsiz işlenen her fiil veya mümeyyiz olmayan küçük gibi henüz kasdı tekamül etmemiş bulunan, dolayısıyla nefsini gereği şekilde Al­lah’a saygı esasıyla sorgulayabüecek yeterlilikte bulunmayan kim­selerden sadır olmuş fiiller, mazur görülür ve bu yüzden o fiili işle­yen kimselere tazyikte bulunulmaz. Rasûlullah’ın (s.a.) şu hadisi işte bu bağlamda sadır olmalıdır:

“Kalem (sorumluluk), üç kişi üzerinden kaldırılmıştır...” [522]

Allah’ua’lem!

 

11) İhtiyaçların Karşılanması,Mevcut Töre, Kurum VeKuruluşların Islahı
 
İhtiyaçların Giderilmesi İçin Belirlenmiş Olan Davranış Kalıpları (Rüsum), Bedene Nisbetle Kalp Gibidir:
 

Daha önce gerek açıkça ve gerekse işaret yoluyla ikinci ve üçüncü türden olan ihtiyaçlar ve bunların giderilmesi için gerekli olan kurum ve kuruluşların, insanlığın yaratılış özelliklerinden ol­duğunu, bu özellikleri sebebiyle insanların diğer yaratıklardan üs­tün olduklarım belirtmiştik. [523] Dolayısıyla insanlığın, bunları terketmesi ya da ihmal etmesi imkansızdır. İnsanlar, bu gibi konula­rın pek çoğunda ihtiyacı ve onu giderme yolunu bilen, bilgisini küllî maslahat doğrultusunda kullanan hikmet sahibi kimselere muhtaçtır. Bu insanlar, insanlığın faydasına olan buluşlarını, ya düşünce ve fikir yoluyla ya da kendi yaratılışlarında mevcut bulu­nan melekî bir kuvvet yoluyla elde ederler. Bu haliyle onlar, Mele-i A’lâ’dan inecek olan bilgileri almaya hazır bir halde olurlar. So­nuncusu yani vahiy ve ilham yoluyla olanı daha mükemmel ve sağlam olanıdır. Toplumda egemen olan davranış kalıpları (rüsum) bedene nisbetle, kalp mesabesindedir. Bazen, toplumları küllî akıldan nasibi olmayan kimseler yönetir ve bu yüzden sözü edilen davranış kalıpları bozulabilir. Bu insanlar, saldırgan veya şehevî ya da şeytanî fiillere yönelirler, insanlar arasında bunları terviç edebilirler. Yönetici oldukları için de, insanların çoğunluğu onların peşine düşer.

Bir başka açıdan da aynı şekilde güçlü, gayb âleminden des­teklenen, yeteneğini küllî maslahat doğrultusunda kullanan insanlara ihtiyaç duyulur. Bunlar, genelde ancak Rûhu’1-kuds tara­fından desteklenmekte olan kimselerin başarabileceği ilâhî türden bir tedbirle, insanlar arasında hüküm sürmekte olan yanlış davra­nış kalıp ve kurallarını doğru olan ile değiştirebilirler.

 

Peygamberlerin Gönderilişinde Esas Maksat, İbadet Yollarını Öğretmektir:
 

Eğer burada kısaca özetlediğimiz ve daha önce genişçe ele al­dığımız bu konuyu anladıysan bil ki: Peygamberlerin gönderilme­lerinin asıl amacı, her ne kadar esas itibarıyla ibadet yollarının öğretilmesi ise de, bunlara bozulmuş olan törelerin ortadan kaldı­rılması, insanî ihtiyaçların giderilmesi için gerekli olan kurum ve kuruluşlara teşvik edilmesi amacı da eklenmektedir. Rasûlullah’ın (s.a.) şu hadisleri bu hususu ifade etmektedir:

“Ben, çalgı âletlerini ortadan kaldırmak için gönderildim:” [524]

“Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” [525]

 

Peygamberler, İhtiyaçların Giderilmesi İçin Gerekli Olan Kurum Ve Kuruluşları Düzene Sokmakla Emrolunmuşlardır:

 

Bil ki: İkinci ve üçüncü türden olan ihtiyaçların karşılanması konusunda ihmal göstermek, Allah’ın hoşnut olduğu bir şey değil­dir. Hiçbir peygambere bu doğrultuda bir emir vermiş değildir. Durum, hayır olsun şer olsun her konuda insanlardan kaçarak dağlara çekilen ve vahşi hayvanlar gibi yalnız bir hayat sürmeye çalışan bazılarının zannettiği gibi değildir. Bunun içindir ki, Rasûlullah (s.a.) dünyadan el etek çekerek kendisini ibadete vermek is­teyen kimselere karşı çıkmış ve:

“Ben ruhbanlıkla gonderilmedim. Ben, sadece kolaylık ve hoş­görü esasına dayanan, bâtıldan hakka yüz tutan (İslâm) şeriatıyla gönderildim.” [526]  Buyurmuştur.

Görüldüğü üzere peygamberler, insanoğlunun duyduğu ihti­yaçları karşılamak üzere gerekli olan kurum ve kuruluşların, faa­liyetlerin ıslahı ve düzene konulmasıyla emrolunmuşlardır. Ancak bu konuda, ne Acem hükümdarlarının içerisinde yaşadıkları sefa­hate varan bir hayat tarzı sürülmesi, ne de mağaralarda yaşayan ve yaşantıları daha çok vahşi hayvan yaşantısına benzeyen kimse­lerin durumuna düşülmesi istenmiş, dengeli bir hayat tarzının esas alınması emredilmiştir.                                                                 

Burada birbiriyle çelişen iki kıyas vardır:


Birincisi: Maddî refah, iyi bir şeydir. İnsan ancak maddî re­fah sayesinde sağlıklı bir yapıya sahip olabilir, ahlâkı güzel olur, , insanın sahip olduğu meziyetler, akranı arasında ancak bu sayede ortaya çıkar. Aptallık, acizlik... vb., kötü tedbirden ortaya çıkar.

İkincisi: Maddî refah, kötü bir şeydir. Çünkü tartışmalara, çe­kişmelere, ortaklıklara, yorulmaya, gayb alemiyle ilgilenmemeye, âhiret işleriyle yeterince meşgul olmamaya sebebiyet verir. Bunun içindir ki, en iyisi orta yoldur; yani ihtiyaçların giderilmesi için ge­rekli olan yolları itidal ölçüsünde korumak, ancak onların yanma zikirler ilave etmek, uyulması gereken kurallar (âdâb) koymak, Ceberut âlemine yönelmek için fırsatlar kollamak.




[523] Üçüncü Mebhas'a Bkz.

[524] Benzeri bir rivayet için Bkz. Ahmed, 5/257.

[525] Muvatta, Husnu'l-huluk, 8; Kenzu'l-ummâl, 11/31969.

[526] Bkz. Ahmed, 6/116, 233, 5/266.