๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Hüccetullahil Baliğa => Konuyu başlatan: Sümeyye üzerinde 30 Ocak 2011, 14:53:42



Konu Başlığı: İbadetlerden maksat nefsin öldürülmesi değildir
Gönderen: Sümeyye üzerinde 30 Ocak 2011, 14:53:42
İbadetlerden Maksat Nefsin Öldürülmesi Değildir:

 

Sonra ibadetlerden maksat, kulların ihsan mertebelerine ulaşmalarını sağlamaktır. Ancak bu sağlanırken onların gerekli ihtiyaçlarını karşılamaları engellenmeyecek, herhangi bir hakkı ihlal etmelerine imkân verilmeyecektir. Selmân'ın[204] (r.a.), "Şüp­hesiz gözlerinin, üzerinde bir hakkı vardır, eşinin üzerinde bir hakkı vardır." demesi ve Rasûlullah'ın (s.a.) onu tasdik etmesi bu manayı ifade etmektedir. Rasûlullah (s.a.), "Ben hem oruç tuta­rım, hem de yerim; geceleri hem ibadet ederim hem de uyurum, ka­dınlarla evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o ben­den değildir.[205] buyurmuştur.

İbadetlerden beklenen amaç, nefsin istikâmet kazanması, eğ­riliğinin giderilmesidir; yoksa onun öldürülmesi değildir. Çünkü nefsin Öldürülmesi, çoğunluk hakkında zaten imkânsızdır (ve fıt­rata da aykırıdır). Bu manada Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurmuş­tur:

"İstikâmet sahibi olun, sizin için sünnet kılınan yoldan sap­mayın; amellerden güç yetirdiğiniz kadarını işleyin. [206]

İstikâmet, nefsi melekî lezzetlerden haz almak, hayvani reza­letlerden de elem duymak için uyarmaya yeterli olacak, hayvanı yönünün melekî yönüne uymasını aklettirebilecek bir miktarla gerçekleşir. Eğer bu miktardan fazla olacak olursa, o zaman nefis onu itiyat edinir ve artık ondan faydalanamaz. [207]

 
Şer'î Maksatlardan Biri De Dinde Aşırılık Kapısının Kapatılmasıdır:
 

Teşrî' esnasında dikkate alınan önemli maksatlardan biri de, dinde aşırılık kapısının kapatılmasıdır. Aşırılık, insanların bir şe­ye dört elle sarılmalarını gerektirir. Arkadan bir nesil gelir ve o şe­yin kendi üzerlerine yazılmış semavî bir yükümlülük olduğunu zannetmeye başlar. Sonra bir nesil daha gelir ve o şey hakkında mevcut bulunan zan, artık kesin bilgiye dönüşür, muhtemel olan, kalplerin yatıştığı şey olur. Bunun sonucunda din muharref bir hal alır. Allah Teâlâ'nm, "Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptı­lar. [208]  buyruğu bu manayı ifade eder.

Sonra, bir kimse diliyle aksini ikrar etse bile içinde, Al­lah Teâlâ'nın ancak zor tâatlerle razı olacağına, şayet bunlar hak­kında ihmal gösterirse, kendisiyle nefis terbiyesi arasına büyük bir perdenin gireceği ve bu durumda Allah'ın hakkına riayette bü­yük bir kusur göstermiş olacağı zannını taşırsa, o kişi bu zannı doğrultusunda muaheze olunur ve itikadınca nasıl yapması gerek'vorsa, o şekilde hareket ederek tefrit (ihmal) halinden çıkması qtenir. Eğer bunu yapmaz ve taksir gösterirse, o zaman bilgisi, kendi aleyhine döner ve zararlı bir hal alır; aydınlatıcı olmaktan nkar zulmete dönüşür. Bunun sonucunda da nefsindeki kusur se­bebiyle tâati kabul olunmaz. Rasûlullah (s.a.), "Şüphesiz din ko­laylıktır; bu din hususunda (amellerim eksiksiz olsun diye) kendi­ni zora koşan kimseye, mutlaka din galebe çalacaktır.[209] buyur­mak suretiyle bu hususa dikkat çekmiştir. [210]



[204] Seimân el-Fârisî: İran asıllı köleydi. Müslüman oldu ve ileri gelen sahâbîlerden oldu. Kendisi Ehl-i beyt'ten sayılır.

[205] Buhârî, Nikâh, 1.                                                   

[206] bkz. Muvatta, Taharet, 36; İbn Mâce, Taharet, 4.

[207] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/61-62.

[208] Hadîd 57/27.

[209] Buhârî, îmân, 29. Yani ezilip büsbütün amelden kesilecektir.(Ç)

[210] Şah Veliyyullah Dihlevî, Hüccetullâhi’l-Bâliğa İslâm Düşüncesinin İlkeleri, İz Yayınları: 2/62-63.